3 Kasım 2002 Genel Seçimleri öncesinde hazırlanan tarım broşürü
Kırları bir “oy deposu” olarak gören düzen partileri, seçim dönemlerinde bol keseden atıyor. Destekleme alım fiyatlarının artırılacağını, çiftçinin bütün ürününün satın alınacağını, girdi fiyatlarının düşürüleceğini söylüyorlar. Ya sonra? Sandıklar açıldıktan sonra bütün bu söylediklerini bir yana bırakıyorlar ve IMF ne diyorsa, emperyalist şirketler ne istiyorsa, tekelci “yerli” sermayedarların çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapıyorlar.
ANAP’ından DYP’sine, CHP’sinden MHP’sine, DSP’sinden bugün karşımıza SP ve AKP olarak çıkan Milli Görüş geleneğine kadar bütün partiler, iktidarda oldukları dönemlerde aynı politikaları uyguladılar.
1980’den bu yana, girdi fiyatları hızla yükselirken tarımsal ürün fiyatlarındaki artışlar enflasyonun gerisinde kalıyor. Tarım üreticileri tüccarlarla tefecilerin insafına terk edilirken tarımsal üretimimiz düşüyor ve tarım ürünleri ithalatımız artıyor. Bir zamanlar kendi kendini besleyebilen yedi ülkeden biri olduğu söylenen ve dünyanın önde gelen tarım ürünleri ihracatçılarından biri olan Türkiye, bugün ihraç ettiği tarım ürünlerinden daha fazlasını ithal ediyor.
Türkiye, buğdayı bile ithal eden bir ülke haline getirildi
Dünyanın en verimli topraklarına sahip olan Türkiye, neden tarım ürünü ithal ediyor?
Bunu yıllar önce ve olanca yüzsüzlükleriyle açıkladılar: Yerli üreticileri “terbiye etmek” için!
Türkiye’de üretilen tarım ürünlerinin destekleme maliyetleri nedeniyle çok pahalıya geldiğini, dolayısıyla ithalat yoluna gitmenin daha kârlı olduğunu iddia ediyorlar.
Peki, ithal edilen tarım ürünlerinin fiyatlarının düşük olmasını sağlayan ne?
Bu ürünlerin üretildiği ülkelerde tarım sektörüne devlet tarafından sağlanan des-tekler! Emperyalist ülkeler, 1970’li yıllardan bu yana, tarım sektörüne sağladıkları destekler nedeniyle biriken stoklarını eritmek için, Türkiye gibi ülkeleri açık pazarları haline getirmeye çalışıyor.
İddiaları o ki, yurtdışından ucuz tarım ürünleri ithal edildiğinde, iç piyasadaki tarım ürünleri fiyatları da düşecektir.
Yalan söylüyorlar!
Evet, Türkiye’deki tarım üreticilerinin eline geçen fiyatlar her geçen yıl enflasyona biraz daha fazla ezdiriliyor.
Ama ya tüketicilerin ödediği fiyatlar? Onlar da düşüyor mu? Tam tersine! Bir zamanlar hiç olmazsa ekmeği, baklagilleri, pirinci, sebzeyi ve meyveyi ucuza alabilen emekçiler, bugün günü geliyor, pazardan bile eli boş dönmek zorunda kalıyorlar. Neden Çünkü tarım ürünleri fiyatlarının düşmesinden yalnızca büyük tüccarlar ve gıda tekelleri yararlanıyor.
Üstüne üstlük, ihracat gerilerken ithalatın artması, Türkiye’nin döviz ihtiyacının ve dolayısıyla dış borç yükünün de daha büyük bir hızla artmasına yol açıyor. Borç yükündeki artışın faturasını ise, yoksullaşan ve işsiz kalan emekçiler ödüyor.
“Tarım Reformu” adı altında milyonlarca kır emekçisi sefalete itiliyor
Düzen partilerinin seçim sonrasında uygulayacakları tarım programı belli. İktidara hangisi gelirse gelsin, IMF’nin ve AB’nin dayattığı “Tarım Reformu”nu uygulamaya devam edecekler.
Peki, nedir bu “Tarım Reformu”?
Bu “reform”un iki önemli ayağı var. Birincisi, destekleme alımları ve girdi sübvansiyonları kaldırılıyor, tarımla ilgili KİT’ler ve tarım kooperatifleri özelleştiriliyor ve her türden devlet desteğinin yerine “Doğrudan Gelir Desteği” (DGD) konuyor.
İkincisi, uluslararası tarımsal ürün tüccarları ile tohum, ilaç ve gübre şirketlerinin Türkiye pazarını ele geçirmesinin önündeki tüm engeller kaldırılıyor.
DGD sistemi, tapulu birim arazi başına sabit ödeme öngörüyor. Dolayısıyla bu sistem, toprağı işleyenlerin değil büyük toprak sahiplerinin işine yarayacak.
2002 yılı için dekar başına 13.5 milyon liralık DGD ödemesi yapılacak. Türkiye’deki tarımsal işletmelerin üçte birinden fazlası, 1 ile 20 dekar arasında. Yani, 10 dekarlık bir araziyi işleyen ailelere bir yıllık ihtiyaçlarını karşılamaları için verilecek para 135 milyon lira!
Bu “reform”un sonuçları daha şimdiden ortaya çıkmış durumda: Girdi ve fiyat des-teklerinin kaldırılması nedeniyle tarımsal ürün fiyatları maliyetleri bile karşılamaya yetmediğinden, tarım alanları boş bırakılmaya başladı. Her şeye rağmen tarlalarını ekmeye devam eden üreticilerse, yeterli miktarda girdi satın alamıyor. Bu da verimin ve ürün kalitesinin düşmesine yol açıyor. Bu arada en verimli topraklar yerli ve yabancı sermayedarlar tarafından ele geçiriliyor.
Tarım sektörünün sorunları ancak merkezi planlamayla çözülebilir
Türkiye’nin tarım sektörünün ciddi bir dönüşüme ihtiyaç duyduğu açık. Tarımsal üretimi artırmak için… Başta besin maddeleri olmak üzere emekçilerin doğrudan ya da dolaylı olarak tükettiği tüm tarımsal ürünlerin fiyatlarını düşürebilmek için… Aşırı üretimi de, kıtlığı da ortadan kaldırmak için… Türkiye’nin tarımsal üretim açısından kendi kendine yeten bir ülkenin ötesine geçmesi ve bu verimli toprakların tüm insanlık yararına değerlendirilebilmesi için…
Ama tüm bunların yolu, milyonlarca kır emekçisinin sefalete itilmesi değildir. Dahası, tarım sektörünün sorunları, “piyasa” aracılığıyla da çözülemez.
Tarım sektörü, merkezi planlamaya en fazla ihtiyaç duyan sektörlerden biridir. Hangi ürünlerin hangi yörelerde ve hangi miktarlarda üretileceği merkezi olarak planlanmadığı sürece, bazı tarımsal ürünlerin aşırı ve bazılarının da yetersiz üretimi kaçınılmazdır.
Belki de her şeyden önemlisi, bugün Türkiye’de tarımsal üretimin verimliliğini artırmak için büyük ölçekli yatırımlara ihtiyaç duyulmaktadır ve bu yatırımları da ancak devlet yapabilir.
İktidara geldiğimizde “Tarım Reformu”na son vereceğiz
TKP iktidara geldiğinde, “tarım reformu” adı altında bugüne kadar atılmış olan tüm adımlar geri alınacak ve,
·Tarımsal ürün ve girdilerin ithalatı devlet tekeline alınarak en aza indirilecek ve tohum, ilaç ve gübre gibi tarımsal girdiler devlet tarafından sağlanacak.
·Tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesine derhal son verilecek ve bugüne kadar özelleştirilmiş olan KİT’ler kamulaştırılacak.
·Tütün, sigara, şeker ve çay gibi ürünlerin üretim ve dağıtımında yerli ve yabancı sermayedarların egemenliğine yol açan yasal düzenlemeler iptal edilecek.
·Tarım sektöründeki daha köklü dönüşümleri gerçekleştirene kadar geçecek süre boyunca, tarımsal üretimin artırılması için gerekli tüm destekler sağlanacak.
·Hayvancılıkta dışa bağımlılığı azaltmak ve zamanla ortadan kaldırmak için devlet üretim çiftlikleri kurulacak ve Et ve Balık Kurumu yeniden canlandırılacak.
·Tarımsal arazilerin yabancı sermayeye satışı yasaklanacak ve yabancılara ait araziler derhal kamulaştırılacak.
Tarım sorunlarının gerçek çözümü kolektif tarımda
Türkiye’de küçük toprak mülkiyetinin ve küçük üreticiliğin yaygınlığı, yerli ve yabancı sermaye sahiplerinin kır emekçilerini çok daha kolay sömürmesini sağlıyor. Kendi topraklarını ya da kiraladıkları toprakları işleyerek geçimlerini bile sağlayamayan emekçi aileleri, büyük toprak sahipleri ve hatta sanayi sermayedarları tarafından ucuz emek gücü kaynağı olarak görülüyor. Bugün, köyde yaşayan ailelerin üçte ikisi “tarım dışı” gelir kaynaklarına muhtaç durumda. Bu ailelerin üyeleri her tür sosyal güvenceden yoksun bir şekilde ve asgari ücretin bile altındaki ücretlerle çalışmak zorunda kalıyor. Kısacası, küçük toprak mülkiyeti kır emekçilerinin boyunduruğu haline gelmiş durumda.
Diğer yandan, yoksul küçük üreticiler bilimsel ve teknolojik girdileri etkin bir şekilde kullanamadıklarından, tarımsal verimlilik yeterince artırılamıyor.
Sosyalist Türkiye’de ilk yapacaklarımızdan biri, büyük toprak sahiplerinin elindeki topraklara el koyarak buralarda büyük devlet çiftlikleri kurmak olacak. Küçük üreticile-ri ise bir kooperatifleşme hareketiyle birleştireceğiz.
Bugünkü kooperatifler, asıl olarak büyük toprak sahiplerinin ve tüccarların etkin olduğu örgütlerdir. Sosyalizmin kooperatiflerinde büyük toprak sahiplerine ve tüccarlara yer olmayacak. En az bunun kadar önemlisi, sosyalizmin kooperatifleri, yalnızca pazarlama örgütleri olarak değil, her şeyden önce üretim örgütleri olarak faaliyet gösterecek. Tarımsal girdiler kooperatifler aracılığıyla sağlanacak.
Tarımsal üretimi kolektifleştirdiğimiz oranda, bugün işsiz bırakılan onbinlerce ziraat mühendisi ile veterinerin bilgi birikimini tarımsal üretime kazandırabileceğiz.
Kır emekçilerinin kurtuluşu sosyalizmde
Sermaye sahiplerinin sözcüleri, Türkiye’nin kırlarındaki nüfusun çok fazla olduğunu ve bu nüfusun azaltılması gerektiğini savunuyor. Bunun için buldukları “çözüm” yolu ise, milyonlarca kır emekçisini açlığa mahkum etmek. Çünkü bu sayede, aşırı düşük ücretleri her tür sosyal güvenceden yoksun bir şekilde çalışmayı, yalnızca kır emekçilerine değil, aynı zamanda bugün kentlerde bulunan işçilere de kabul ettirme hesabını yapıyorlar.
Kır emekçilerinin “tutucu” olduğunu, köylerindeki yaşam biçimini değiştirmek istemediklerini iddia edenler, yalan söylüyorlar!
Kır emekçileri de insanca yaşamak istiyor. Kır emekçileri de iş istiyor, sağlıklı koşullarda barınmak istiyor, eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanmak istiyor, spor yapmak, dinlenmek, sergiye, konsere, sinemaya, tiyatroya gitmek ve okumak istiyor. Kır emekçileri de, toplumsal ilerlemeye katkıda bulunmak istiyor.
Bugün bunları yapamıyorlar, çünkü kapitalist Türkiye, kalkınmak ve ilerlemek bir yana, geriye doğru gidiyor. Ekonomik krizler arasındaki mesafe giderek daha da kısalırken, her bir yeni kriz ülkemizi bir on yıl daha geriye götürüyor. Sanayileşmeyen ve kalkınmayan bir ülkede kır emekçilerinin sorunları da çözülemez.
Sosyalizm, bölgesel eşitsizlikleri de ortadan kaldıracak bir sanayileşme ve kalkınma hamlesinin örgütlenmesi demektir.
Sosyalizm, eğitim ve sağlık hizmetlerinin ülkenin dört bir köşesine ulaştırılması demektir.
Sosyalizm, kent ile kır arasındaki farkların ortadan kaldırılması demektir
Sosyalizm, kent emekçileri ile kır emekçilerinin el ele vererek yeni bir ülke ve yeni bir dünya kurması demektir.
Kısacası sosyalizm, bütün emekçilerin tek kurtuluş yoludur.