Aşağıda sunduğumuz metin Rusya Federasyonu Komünist Partisi tarafından, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nin komünizmin suçlarını kınama girişiminden sonra dolaşıma çıkarıldı. Metnin emperyalizmin suçlarını teşhir etme amacı genel olarak doğru bulunsa da, içeriği ve gösterdiği hedefler oldukça tartışmalı bulundu.
Türkiye Komünist Partisi’nin içerik ve hedeflerini uygun bulmamasına rağmen, memorandumu komünist camia içindeki tartışmaların Türkiye’de neredeyse hiç bilinmemesi nedeniyle, bu tartışmaların içeriğinden Gelenek okuyucularını haberdar etmek için sizlerle paylaşıyoruz.
Bundan sonra da yine aynı saikle TKP’nin merkezi siyasi ve ideolojik çizgisiyle paralellik taşımayan metinlere yer vermeyi sürdüreceğiz.
I. Günümüz dünyası, başını ABD’nin çektiği birkaç emperyalist gücün küresel diktatörlüğünün tehdidi altındadır. Emperyalist güçlerin amacı, sonsuza kadar ekonomik ve sosyal aşağılamaya mahkum edilen, sömürülen çevre üzerinde “altın milyar”ın hakimiyetini sağlamaktır. Bu nedenle emperyalizme ve onun son biçimi olan globalizme karşı mücadele etmek, bugün insanlığın önündeki en önemli görevdir. Bu mücadele, ancak işçi sınıfı, emekçi köylülük, halkçı aydınlar ve ulusal özgürlük savaşçıları dünya çapında yekvücut olduğu takdirde zaferle taçlanabilir.
Mücadele, sosyalizmin Avrupa kıtasındaki geçici geri çekilmesine rağmen yoğunlaşarak sürüyor. Tüm dünyada sol, yeniden yükselişe geçmiştir. Komünistler, emperyalizme karşı mücadelede her zaman en önde olmuşlardır. Anti-komünist provokasyonların gitgide artması tesadüf değildir. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) Haziran 2006 toplantısında alınan karar, bunun çarpıcı bir örneği olmuştur. Hiçbir kararın komünist hareketi tarihten silemeyeceğini, komünist hareketin dünya uygarlığının gelişmesindeki katkılarını önemsizleştiremeyeceğini elbette söylemeye bile gerek yok. Ancak bu gerçek, provokatörleri kararlılıkla püskürtme sorumluluğumuzu ortadan kaldırmıyor. AKPM kararı sadece bir tarihsel hafıza yitiminin ya da Avrupa’yı faşizmin esaretinden kurtaran Sovyetler Birliği’ne karşı kaba bir nankörlüğün ifadesi değil, bir faşist intikam, faşizmi diriltme harekatıdır.
Dünya kritik bir dönemden geçmektedir. İnsanlık ya faşizmin restorasyonuna kararlı bir şekilde “hayır” diyecek, ya da yıllar boyunca yeni acılara mahkum edilecektir. Bu nedenle Rusya Federasyonu Komünist Partisi ve komünistler, globalist tehdide karşı insanlığın güçlü mücadelesinin strateji ve taktiklerini hazırlamak üzere bir inisiyatif geliştirmeyi toplumsal ve enternasyonalist bir görev olarak kabul etmektedir.
Bu görev, emperyalizmin ve globalizmin suçlarının uluslararası düzeyde değerlendirilip mahkum edilmesini gerektirmektedir. Emperyalist suçların ayrıntılı bir listesini çıkarma iddiasında değiliz. Dünya kamuoyuna sunduğumuz Memorandum tartışmaya, düzenlenmeye, katkı ve açıklamaların sunulmasına açıktır. Bu görevi yerine getirmek üzere bir yetkili uluslararası komitenin kurulması gerektiğini düşünüyoruz.
II. İsveçli parlamenter Lindblad’ın raporunu yazanlar, gereken bilimsel niteliklerden yoksun olarak ve küstahça, teori ve pratiğin kritik sorunlarından birini gündeme getirdiler: tarihte zorun rolü.
Dünya tarihine bilimsel olmayan bir gözle bakılırsa, ilkel insanın ağaçtan inip toplumsal yaşama geçmesinden başlayarak, tüm bir tarihi mahkum etmek gerekecektir. Tarih, büyük ölçüde bitimsiz savaşların, yağma ve şiddetin tarihidir. Bu üzücü fakat yadsınamayacak gerçeği komünistler nasıl değerlendirmektedir?
Marksizm, şiddetin tarihteki rolünü hiçbir zaman abartmamıştır. Tersine, Marksizmin kurucuları zoru toplumsal gelişmenin başlıca kaynağı olarak gören Dühring gibi “düşünürleri” her zaman küçümsemiştir. Anlaşılır bir tutumdur bu, çünkü şiddetin savunulması sömürücü ve gerici toplumsal sınıfların ideolojisinin temel bir özelliğidir.
Fakat Marksizm, zorun rolünü hiçbir zaman görmezden de gelmemiş, sömürücülerin zoruna ezilenlerin özsavunma zoru ile karşı koyma hakkını ve görevini tanımıştır. Ezilenlerin kendilerini savunmaları gereken sayısız durum vardı, bugün de var olmaya devam ediyor. Kapitalizm, sözde bir ilkel birikim sürecinde doğdu; bu süreç esasında emekçilerin üretim araçlarından zorla kopartılmalarından başka bir şey değildi. İlkel birikim sürecinin dehşeti, tarihe kanlı harflerle silinmez bir şekilde kazındı.
Kapitalizm, baştan ayağa kan ve pisliğe bulanmış olarak doğdu. Kapitalizmin tarihinden utanç duyması için fazlasıyla neden vardır. Kapitalizmin anavatanında, İngiltere’de doğması için kendi toprağına sahip olan küçük köylülüğün, Shakespeare’in “gururlu çiftçisi”nin tümden mahvolması gerekmişti. Toprağından sürülen “aylaklar”, “kutsal” özel mülkiyet hakkına en küçük bir tecavüzün ölümle cezalandırılmasını öngören terörist yasaların hedefi haline getirildi. Aynı aylak yığınlar, “işliklere” kapatılıp yaygın şekilde “köle emeği” olarak kullanıldı. Almanya’da iki buçuk yüzyıl süren burjuva devrimi, nüfusun yarısından fazlasını yok ederek ülkeyi birkaç kez harabeye çevirmişti. Büyük Fransız Devrimi, halk düşmanlarına karşı kitlesel terör uygulamakta tereddüt etmemişti. Amerika Birleşik Devletleri kendi uygarlığını milyonlarca Kızılderili ve siyah kölenin kemikleri üzerinde yükseltti. Kibirli Avrupa, kendi zenginliğini dünkü sömürgelerin ve bugünkü yarı-sömürgelerin vahşi sömürüsüne borçludur.
Kapitalizmin doğduğu çağdaki kanlı savaşlar, Avrupa tarihinde silinmez bir kara lekedir. Bunlardan 18. yüzyılda yaşanan, Alman nüfusunun üçte birini yok eden Otuz Yıl Savaşı’nda İsveç Kralı Hustav Adolf’un iktidarı kesin bir rol oynadı. Yine Kuzey Savaşı, İsveç Kralı 10. Charles tarafından çıkarılmıştı. Fransa, İspanya ve Avusturya, “İspanya veraseti” için savaştı. Yedi Yıl Savaşı’nı başlatan Prusya Kralı 2. Friedrich’ti. Napolyon savaşları, uygar yaşam iddiasıyla tüm Avrupa’yı kaosa sürükledi ve milyonlarca insanın katledilmesine, kültürel mirasın yok edilmesine neden oldu, vb.
Dünya tarihi denilen bu vahşet silsilesini ne yapacağız? Klasik burjuva hümanizmi, “iyi”ye giden yolun şiddetten geçtiği gerçeğine teslim olur ve çelişkiler arasında bir uzlaşma arar; bu nedenle “kötü”, ilerlemenin temel gücüdür. Bu tutumun eksiksiz ve en açık ifadesini, burjuva uygarlığının tinsel babaları ekonomist Ricardo ve filozof Hegel vermiştir.
Komünistler, duygusal burjuvalardan farklı olarak, toplumsal ilerlemenin bedelinin ne olduğunu bilirler. Her şeyin bir bedeli vardır. İnsanlık, Marx’ın deyimiyle “tarih öncesini” yaşarken, ilerlemenin bedelini kendi kanıyla öder. Komünist öğreti ne gerçekliği yadsımaya çalışır, ne de gerçekliğe tapınır. Hayatın acımasızlığının farkındadır ve korkunç bedellerle sağlanan ilerlemenin ürünlerini reddetmez. Ancak bu durumu ilanihaye sürecek bir norm olarak kabullenmez; tersine, insana yakışan bir geleceğe doğru gelişmenin insanlığın “tarih öncesinden” farklı olarak, daha insanca yollarını arar. Bilimsel komünizm, bu politik, ekonomik ve ahlaki kördüğümden çıkış yolunu gösteren tarihteki tek toplumsal öğretidir. Evet, sosyalizm, kendinden önceki bütün toplumsal sistemler gibi kurbanlar vererek ve zor yoluyla doğar. Marx ve Lenin’in dile getirdiği “uzun doğum sancıları”, boş bir benzetme değildir. Aynı zamanda komünizm, ilerlemenin “normal” kanlı yolunu nesnel olarak yadsıyan tarihteki ilk sistemdir; bu yadsımayı kitlesel bilincin bir parçası haline getirir.
Devrimcilerin toplumsal ilerleme için kan dökmesi ile, gericilerin ilerlemeye karşı savaşmak, ilerlemeyi geciktirmek ya da tersine çevirmek için kan dökmesi birbirinden ayırt edilmelidir. Özgürlük ve bağımsızlığı hedefleyen haklı devrimci şiddet vardır, bir de özgürlük ve ilerlemeye karşı, gerici sömürücü sınıfların bencil çıkarlarını savunmak için gerici şiddet vardır.
Devrimciler, ezenlere karşı ezilenlerin haklı şiddetinden asla pişmanlık duymamıştır ve duymayacaktır. Devrimciler, bir saldırganın öldürülmesiyle soygun amacıyla cinayet işlemeyi aynı kefeye koymanın ikiyüzlülük olduğuna inanır.
20. yüzyılda Rusya ve Çin’deki büyük sosyalist kazanımlar, bu basit gerçeği kapitalizmin Franklin Roosevelt Winston, Churchill ve Charles de Gaulle gibi hararetli savunucularına bile kabul ettirmişti. Gerçekten de bu liderler, faşizme karşı savaşta sosyalist Rusya ile ittifak kurmak zorunda kalmışlardı. Fakat eski dostluklar unutulurmuş; 1940’ların müttefiklerinin yerine, “akrabalarını tanımayan İvanlar”1 geçti.
Batılı devletlere, kendi geçmişlerine eleştirel şekilde bir bakmalarını ve dürüstçe değerlendirmelerini tavsiye ediyoruz. Çifte standart uygulamaya bir son verilmeli. Olumlu ve kalıcı kazanımlar değil, işlenen suçlar mahkum edilmeli.
Zorunlu devrimci şiddet ile suçları birbirinden ayırt etmek için açık bir kriter bulunuyor. Burjuvazi, diye yazıyor Komünist Parti Manifestosu’nda, tarihte son derece devrimci bir rol oynadı. Komünistler bu rolü küçümsememeli ve görmezden gelmemelidir. Fakat burjuvazinin devrimci çağı çok gerilerde kaldı. Kapitalizm, emperyalizm ve globalizm çağına girdi. Hedefleri, toplumsal gelişimin gereklerinden dramatik bir şekilde uzaklaştı. Komünistler, toplumsal gelişimi kesintiye uğratmayı amaçlayan her tür şiddeti tarihsel bir suç sayarlar. Emperyalizm bu türden suçlarla alnını fazlasıyla lekelemiştir.
III. Emperyalizmin liberal ve totaliter-faşist olmak üzere iki türü vardır. Bu iki tür, siyasal düzenin biçimi açısından birbirinden ayrılsa da, ekonomik temel aynıdır: diğer ülke ve halkların sömürüsüyle kendi refahını sağlamak. Tarih, liberalizmin Alman veya İtalyan tipi faşizme ya da faşizmin bir varyasyonu olan McCarthyciliğe kolayca dönüşebildiğini göstermektedir. Faşist rejimler, Şili’deki Pinochet faşizminde görüldüğü gibi, çokluk liberal ekonomiyle el ele gider ve liberallerin her türlü desteğini bulur.
Nazizmin ve faşizmin suçları uluslararası toplum tarafından mahkum edilmiştir. Sözde liberal rejimlerin suçları ise henüz gerektiği gibi değerlendirilmeye muhtaçtır ve dünya kamuoyu bu suçlar hakkında pek az bilgiye sahiptir.
Emperyalizmin suçları farklı ülkelerde ve tarihsel dönemlerde değişiklik göstermektedir. Bu suçlar arasında kitlesel katliamlar ve infazlar, ölüm kampları, açlık, sürgün, işkence, zorla çalıştırma ve diğer terör biçimleri bulunmaktadır. Birçok devletin ve ulusun varlık temellerinin ortadan kaldırılmasındaki sorumlulukları devasa boyuttadır. Toplumsal ahlakın, ulusal geleneklerin ve kültürel değerlerin temelindeki prensiplerin tahrip edilmesinden ve dünyada yaratılan toplumsal-siyasal ve ruhsal krizden sorumludurlar.
1. Emekçi halka, işçi sınıfına, köylülüğe ve halkçı aydınlara karşı suçlar
Kapitalizm, emekçi ve sömürülen halkın isyanlarını bastırmak için her zaman en aşırı zalimliğe başvurmuştur. Paris komünarlarının katledilmesini, Chicago’da 1 Mayıs gösterisine ateş açılmasını ve Rusya’da İç Savaş sırasında uygulanan terörü anmak yeterlidir. Fakat kapitalizmin emekçi halka karşı mücadelesinde asıl silahı, doğrudan ya da dolaylı köleleştirme, açlık ve işkencedir. Özellikle İngiltere, Fransa, Hollanda, İspanya ve ABD’nin “demokratik” rejimleri, sömürgeci ve yeni-sömürgeci genişleme dönemlerinde köle emeği kullanmıştır.
Emperyalist küreselleşme politikasının sonuçları ise tam bir felakettir. Batılı ülkelerin sözde liberal piyasa politikasının toplumsal ve çevresel tahribatı dünyanın geri kalanı üzerine yıkılmış, böylece gezegenimizdeki milyarlarca insanın acıları dramatik bir şekilde artmıştır. Uluslararası ilişkilerdeki kaba adaletsizlik, özellikle de Batılı güçler tarafından dayatılan işbölümü derinleşmektedir. Bu durum, açlık sorununun son on yılda görülmemiş bir şekilde ağırlaşmasına yol açmıştır. BM verilerine göre açlık nedeniyle çocuk ölümleri görülmemiş bir düzeye ulaşmıştır: günde 17 bin ölüm. Toplamda ise açlık nedeniyle günde 25 bin insan ölmektedir. Liberal rejime dayalı ülkelerde 777 milyon, Batı tipi liberal demokrasinin bulunduğu ülkelerde 38 milyon insan yetersiz beslenme ile maluldür. “Hür ve demokratik” ABD’de her yıl en az 18 bin Amerikalı, sadece sağlık sigortası bulunmadığı için ölmektedir.
BM 2005 İnsani Gelişim Raporu’nda yer alan veriler, adeta emperyalizmin suçlarına karşı bir iddianamedir. Dünyanın en zengin 500 kişisinin toplam geliri, gezegendeki en yoksul 416 milyon kişinin toplam gelirini aşmaktadır. Bu iki kutup arasında iki buçuk milyar kişi de günlük 2 doların altında bir gelirle yaşamaktadır. Dünyadaki toplam gelirin yüzde 5’ini alan bu dilim, dünya nüfusunun yüzde 40’ını oluşturmaktadır. En zengin yüzde 10’luk dilim ise dünya gelirinin yüzde 54’üne el koymaktadır. Batılı rejimlerin politikasının sonucu olarak, dünyada bir milyardan fazla insan sefalet içinde yaşamaktadır. Her yıl beş yaşın altındaki 10.7 milyon çocuk ölmektedir. Yine BM uzmanlarına göre, en yoksul 75 ülkedeki çocuk ölüm oranlarını yaklaşık üçte iki oranında azaltmak için sadece 4 milyar dolar yetecektir.
Zorla çalıştırma, hâlâ yaygın bir sömürü biçimidir. BM ve AGİT verilerine göre, iki buçuk milyon kölenin 500 bini Batı Avrupa ülkelerinde, 200 bini de “gelişmekte olan” liberal ekonomilerde bulunmaktadır.
Rusya’ya ABD ve onun kontrolündeki uluslararası kurumların baskısıyla yapılan “demokrasi” ve liberal model dayatması, Rusya Federasyonu topraklarında 10 milyon insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Bu rakamın 9 milyonu Ruslardan oluşmaktadır. Bu politikalar sonucunda Rusların ve Rusya Federasyonu’ndaki diğer halkların soykırıma uğratıldığı gerçeği, Devlet Başkanı Boris Yeltsin için kurulan ve 1999’da Duma çoğunluğunun desteğini alan soruşturma komisyonu belgeleri arasında yer almaktadır.
2. Halkların özgürlük ve bağımsızlığına karşı suçlar
Sömürgeci dönemdeki vahşet nedeniyle kapitalizmin suçları saymakla bitmez. “Liberal” İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika ve İtalya sömürgeciliğe karşı mücadele sırasında sırasıyla Hindistan, Cezayir, Kamboçya, Endonezya ve Etiyopya halklarını imha ettiler. Yanı sıra, Kore, Vietnam, Yugoslavya, Afganistan ve Irak halkları da ABD saldırıları ile katledildi.
·ABD rejimi tarafından Kuzey Amerika Kızılderililere karşı,
·20. yüzyıl başlarında Avusturya-Macaristan’daki Rusinlere2 karşı,
·Çin’de Japonya ile birlikte ABD, İngiltere, Almanya ve diğer Avrupalı devletlerin açtığı Afyon Savaşı sırasında Çin halkına karşı,
·19. ve 20. yüzyılda bugünün Avrupa Birliği üyesi devletler ve ABD tarafından Afrika, Asya ve Latin Amerika halklarına karşı,
·Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasında Polonya’daki “uzlaştırma” siyasetinin bir parçası olarak Beyaz Rus ve Ukraynalı halka karşı,
·SSCB toprakları Almanya, İtalya, Macaristan, Romanya, Slovakya, Hırvatistan ve Slovenya orduları ve Letonyalı, Estonyalı, Litvanyalı ve Galiçyalı kulaklar ve milliyetçilerden oluşturulan SS birimleri tarafından işgal edildiği sırada soykırıma uğrayan Rus, Ukraynalı, Beyaz Rus, Yahudi ve diğer halklara karşı,
yerli halkların yaşam kaynaklarının yıkımı ve soykırım, toplu katliam ve kırım suçları işlemiştir ve işlemeye devam etmektedir.
ABD, Monroe doktrinini takip ederek, 19. yüzyılın ortalarından itibaren Latin Amerika ülkelerine karşı sonu gelmez silahlı müdahalelerde bulunmuştur. Ernesto Che Guevara gibi devrimcilerin hukuksuz bir şekilde tutuklanıp infaz edilmesi, Amerikan “demokrasisinin” ve “hukuk devletinin” yadsınamaz bir özelliği haline gelmiştir. Şili’de CIA tarafından tezgahlanan askeri darbe ve Başkan Allende’nin katledilmesi, emperyalizmin en kalleş cinayetlerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Küba’ya karşı uygulanan abluka ve halkın sosyalist kalkınma yolunu seçtiği Venezuela’ya sonu gelmeyen provokasyonlar bugün de devam etmektedir.
Tek “suçu” kendi yasalarına göre yaşamak ve kendi kaderini tayin etmek istemek olan Irak halkına karşı, demokrasi maskesi altında acımasız bir savaş sürdürülmektedir. Özgürlüğü korumak adına dinsel bir söylem altında, İran ve Suriye’ye karşı saldırı hazırlığı yapılmaktadır. İsrail’in işgal politikasına destek verilmekte, ABD ve müttefiklerinin modern dünyanın egemenleri olma iddiasına karşı duran herkesten nedamet getirmesi istenmektedir.
Avrupa’da, Avrupa Birliği’nin sessiz onayıyla Letonya ve Estonya, apartheid sistemini yeniden canlandırmakta ve nüfusun neredeyse yarısını etnik temelde siyasal haklardan yoksun bırakmaktadır.
3. Barışa ve yaşam hakkına karşı suçlar
Emperyalizm, 100 milyondan fazla insanın hayatına mal olan iki dünya savaşı yaşanmasından sorumludur. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan nükleer bombalarla insanlık tarihinin en ağır suçu ABD tarafından işlenmiştir. Hindiçini Yarımadası’na ABD uçakları tarafından defoliant3 serpilmesi örneğinde olduğu gibi, yaşayan her canlı hücreyi hedef alan kitle imha silahlarının kullanılmasıyla atom bombasınınkine eşdeğer yıkımlar gerçekleştirilmiştir.
Savaşlara sürgünler, işkenceler ve insanların toplama kamplarında öldürülmesi eşlik etmiştir; İtilaf Devletleri müdahalesi sırasında Mudyug Adası’nda aralarında İngiltere’nin de bulunduğu işgalcilerin toplama kamplarında Rusların katledilmesinde olduğu gibi. 1920’lerin başlarında Ruslar, Ukraynalılar, Beyaz Ruslar ve Kızılordu esirleri arasında bulunan diğer halklardan insanlar 20 binden fazla insanın yok edildiği Polonya toplama kamplarında katledilmişti.
Sovyetler Birliği’nin Almanya, İtalya, Macaristan, Romanya, Slovakya orduları ve Finlandiya, Norveç, Letonya, Estonya ve Litvanya’nın da aralarında bulunduğu ulusal SS lejyonları tarafından işgal edildiği sırada başta Ruslar, Ukraynalılar, Beyaz Ruslar, Yahudiler ve Çingeneler olmak üzere 20 milyon sivil SSCB yurttaşı açlık, zorla çalıştırma, savaş yıllarının zorlukları ve kitle katliamları nedeniyle yaşamını yitirdi.
Yarım milyondan fazla sivilin öldüğü Leningrad kuşatması, insanlığa karşı işlenen en korkunç suçlardan biri oldu.
Emperyalist savaşlar alçakça provokasyonlarla çıkarıldı; tıpkı Reichstag’ın kundaklanması, Moskova’da evlere bomba atılması, New York’taki 11 Eylül saldırıları gibi. Batılı gizli servislerin uluslararası teroristlerle aktif şekilde işbirliğinde bulundukları, teroristleri eğitip, silahlandırıp hedeflerini belirledikleri gerçeği bir sır değil.
4. Kültüre karşı işlenen suçlar
Emperyalizmin evrensel insanlığa ve ulusal kültüre karşı işlediği suçların ayrı ve ciddi bir inceleme konusu olduğunu düşünüyoruz. Yukarıda sayılan bütün şeytani eylemler emperyalizmin “uygarlaştırma misyonunun”, “demokrasiyi” zorla dayatmasının ve Asya, Afrika, Amerika ve hatta Avrupa’nın bir kısmında yaşayan yerli halkların ulusal kültürlerini ve uygarlıklarını “gereksiz” görmesinin doğrudan bir sonucudur. Sadece bireylerin değil, “özgür” bir toplum yaratmanın önünde engel olduğunu iddia ettikleri ve liberal-demokratik ideoloji ve politika altında yaşamaya uygun olmayan “alt insanlar” kategorisine koydukları halkları “yok etmek” için bu ideolojik ilkeleri kullanmışlardır. Uluslararası kamuoyunun bu tür Malthusculuk, sosyal Darwincilik, Nietzschecilik, ırkçılık, Mondialism gibi insandan nefret etmeye dayalı “teorilere” karşı tavrını koyması gerektiğini düşünüyoruz.
Aynı zamanda emperyalizm tarafından Balkanlarda başlatılan ve yüz elli yılı aşkın bir süredir devam eden savaşlar sadece ekonomik hedefler gütmemekte, Avrupa uygarlığının beşiği olan Yunanistan’ı ve Ortodoksluğun güçlü kalesi Sırbistan’ı yok etmeyi amaçlamaktadır.
IV. Batı ülkelerinin yönetici çevreleri ve siyasi partileri genellikle geçmişte ve bugün gerçekleşen suçlara ilgi göstermediler. Avrupa’da kendisini “demokrat” olarak nitelendirenler çoğu durumda İspanya ve İtalya’daki diktatörlükleri, Avusturya’daki Nazi rejimini, Polonya’da Pilsudski yandaşlarını, Ukrayna’da Bandera’nın haleflerini ve güçsüz Baltık faşistlerini savunmuştur.
Emperyalist ideolojiyi kucaklayan ülkelerin kendi faaliyetlerini tüm insanlığın uygulaması gereken bir model gibi göstermeye çalıştığı günümüzde emperyalizmin geçmişteki ve bugünkü faaliyetlerinin siyasi ve etik anlamda değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu rejimlerin dünya tarihine “katkılarını” doğru biçimde değerlendirmek ve liberallerin işlediği suçları yineleme tehlikesine karşı halkları uyarmak uluslararası kamuoyunun görevidir. Yeni nesillerin eğitimi ve farklı tarihlere ve farklı uygarlıklara sahip devletler ve halklar arasında gerçek bir işbirliğinin temellerinin atılabilmesi açısından emperyalizmin tarihinin nesnel bir değerlendirmeye tabi tutulması önemlidir.
Emperyalist rejimlerin kurbanları, onların aileleri ve çocukları çektikleri acılara karşılık maddi bir tazminatı hak etmektedirler. Emperyalizmin suçlarının kurbanlarını hatırlamak için bir Uluslararası Gün ilan edilmesini öneriyoruz. Bu tarih, İkinci Dünya Savaşının başlangıcının yıldönümü olan 1 Eylül olabilir.
Ancak tek başına suçların kınanması yeterli değildir. Dünyaya gerçek bir alternatif sunmak gerekmektedir.
Emperyalizm ve küreselleşme, dünya entegrasyonunun çarpıtılmış formlarıdır. Ancak bu tür bir entegrasyon kaçınılmaz. İnsanların iyi veya kötü niyetlerinden bağımsız olarak insanlık giderek daha yakın ve ortak bir birlikteliğe doğru ilerliyor. Bu tartışılmaz ve gözlemlenen bir gerçek. Bu hareketi tersine çevirmeye ve izolasyonu yeniden canlandırmaya yönelik her türlü hareket gericidir. Ancak insanlığın ve homo sapiens’in hangi yolda ilerleyeceği ve hangi tür bir birliğe kavuşacağı elbet buna da bağlıdır.
Emeğin sermaye tarafından daha da köleleştirilmesi veya emeğin sermayeden özgürleştirilerek doğal bir yaşamsal ihtiyaca dönüştürülmesi buna bağlıdır.
Çeşitlilik içinde bir birliğe, “bireyin özgür gelişiminin toplumun özgür gelişimi” olduğu bir birliğe kavuşması veya tek tip halinde, insanlığın sermaye tarafından içine itildiği askeri bir dünyaya dönüşmesi buna bağlıdır.
Tüm dünya üzerinde küçük bir topluluğun oligarşi kurması veya egemen ülkelerin ve halkların demokratik etkileşim ve işbirliğinin oluşturulması buna bağlıdır.
Küreselleşmeye ve “yeni dünya düzenine” karşı sadece sosyalizm gerici-ütopyacı olmayan, gerçek bir alternatif sunabilir. Rus komünistlerinin temel varsayımı işçi sınıfının sosyal özgürlük mücadelesiyle halkların bağımsızlık ve özgür, demokratik ve gerçek kalkınma mücadelesinin birleştirilmesidir.
Aşağıdaki hedeflerin mücadeleyle birleştirilmesi sayesinde anti-emperyalist ve küreselleşme karşıtı hareketin daha da yayılacağına ve birliğini güçlendireceğine inanıyoruz:
·Emeğin sömürüden kurtarılması ve sosyal adalet için
·Şovenizme ve kozmopolitizme karşı, insani değerlerin ve uluslararası birliğin temeli olarak enternasyonalizm ve yurtseverlik için
·Ulusların ve ülkelerin bağımsızlığı için
·Sadece sivil ve siyasi anlamda değil, sosyal ve ekonomik anlamda insan hakları için: çalışma, tatil, eğitim, sağlık hizmeti ve sosyal güvenlik için
·Bilgi totalitarizmine ve kültürel emperyalizme karşı ifade ve bilgi edinme özgürlüğü için
·Doğal çevrenin, “tüketim yarışının” ve bugünkü iş bölümünün yıkıcı etkisinden korunması için
·Halkların ayaklanma, kendilerini koruma ve saldırganlara ve işgalcilere karşı silahlı mücadele hakkı için
·Uluslararası teröre karşı, terörle ulusal özgürlük mücadelesi arasında net bir ayrım yapılması için
·Irkçılığa ve ulusal ayrımcılığa karşı, bütün apartheid formlarına karşı
·Ödenemeyen borçlara karşı
·Bireyin üzerindeki siyasi kontrolün kırılması için
·Saldırgan askeri-siyasi blokların çözülmesi için
Önerilen platformun emperyalizme karşı mücadelede ortak eylemler için bir temel oluşturacağına inanıyoruz.
Her parti, her örgüt ve hareket kendi ülkelerinin özgünlüklerine dayanarak, belirlenen hedeflere yönelik somut çalışma biçimlerini seçecektir. Ancak bu hedeflerin gerçekleştirilmesi son derece önemlidir. Ve eğer insanoğlu sadece varlığını sürdürmek değil, aynı zamanda ilerleme, barış, eşitlik ve adalet yolunda ilerlemek istiyorsa, ilerici insanların ortak çabalarıyla bu hedefler gerçekleştirilmelidir.
Geçmişle hesaplaşırken geleceğe bakmalıyız.
Kendimizden emin ve cesur, ileri yürümeliyiz.