20 Ocak 2007 Cumartesi günü İstanbul’da TKP’nin ev sahipliğinde Doğu Sorunu başlıklı bir uluslararası konferans toplandı. Toplantının katılımcıları, TKP Kongresi için Türkiye’de bulunan komünist ve işçi partilerinin temsilcileriydi. Bu sayımızda Doğu Sorunu Konferansı’nda TKP adına Siyasi Komite üyesi Kemal Okuyan’ın ve Belçika Emek Partisi adına Siyasi Büro üyesi David Pestieau’nun yaptıkları konuşmalara yer vereceğiz.
Emperyalizme Karşı Mücadele Birleştirir
Kemal Okuyan
Değerli dostlar, kardeş ve dost partilerin sevgili temsilcileri, yoldaşlarımız.
Bizleri burada yalnız bırakmayan Yurtsever Cephe’den yol arkadaşlarımız, mücadele arkadaşlarımız ve bu toplantıyı izleyen, izlemek için burada bulunan gazeteci dostlarımız.
Bu toplantının konusunun belirlenmesinde, ne kadar isabetli bir seçim yaptığımızı çok acı bir gelişmeyle görmüş olduk. Bildiğiniz gibi dün, Türk ve Ermeni halklarının, daha doğrusu bu coğrafyada yaşayan halkların kardeşliği için kalemini oynatmış, yalnızca yazılarıyla değil, eylemleriyle ve tutumuyla da önemli misyonlar üstlenmiş bir Ermeni gazeteci aydınımızı yitirdik. Hrant Dink’in öldürülmesi çok çeşitli senaryoların bir parçası olabilir, ama artık biliyoruz ki dünden beri Türkiye’de çok sık kullandığımız bir sözcük var “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”, Türkiye yeni bir döneme girmiştir.
Bugün konuşacağımız başlıklardan bir bölümü doğal olarak Hrant Dink’in öldürülmesine neden olan bölgesel çekişmelerin, emperyalist müdahalelerin birtakım ayrıntıları olacaktır. Ve ben buradan başlamak istiyorum. Doğu sorunu diyoruz. Aslında Doğu sorunu emperyalizm ve halklar arasındaki mücadelenin sorunudur. Doğu sorununu herhangi bir şekilde emperyalizm olgusunu merkeze koymadan tartışabilmek, değerlendirebilmek, ortaya çıkan güncel sorunları yanıtlayabilmek mümkün değil. Ermeni sorunu da öyle. Doğu sorununun her zaman önemli bir parçası olan bu başlığın emperyalizm olgusu algılanmadan herhangi bir şekilde tartışılması mümkün değil. Bakın Anadolu coğrafyasında bundan çok değil, diyelim ki yüz yıl önce bugünkü kompozisyonun çok çok dışında bir etnik yapı vardı. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan özellikle genç kuşaklar sadece Türklere ait olduğunu düşündükleri kentlerin bile Rumların, Ermenilerin çoğunlukla ve Türklerle Kürtlerin kardeşçe yaşadığı bölgeler olduğunu bilmezler. Ermeniler açısından söylemek gerekirse Anadolu coğrafyasındaki Ermeni toplumu, Ermeni halkı, Ermeni kültürü aslında silindi. Bu inanılmaz bir trajedidir. Bu trajedinin arkasında, bugün bu trajediyi istismar ederek emperyalizmin bölgesel etkinliğini artırmak isteyen büyük süper güçler var.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi parçalanma dönemidir ve aynı zamanda biliyoruz ki Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı öncesinden başlayarak emperyalist ülkelerin paylaşım kavgasının en önemli konularından bir tanesi oldu. Eğer büyük Ekim Sosyalist Devrimi olmasaydı bu kavgaların, bu rekabetin, bu gizli pazarlıkların birçoğunu öğrenemeyecektik. İşte Ermeni trajedisi, Ermeni halkının başına gelen trajedi bu paylaşım kavgasının ürünüdür ve bu paylaşım kavgasına suç ortaklığı yapan Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetici sınıfının ürünüdür. Bir kültürü ortadan kaldırdılar…
Ancak, bugün biz eğer geçmişte yaşanan trajediyle hesaplaşacağız diye geçmişte yaşadıklarımızı bugün toplumun bilincine çıkaracağız diye, emperyalist projelere yardımcı olursak, bugün bu mesele üzerinden yalnız Türkiye değil, Irak, İran ve bölgedeki diğer ülkeler üzerinde etkinliklerini, egemenliklerini artırmak isteyen emperyalist planlara karşı çıkmazsak başka bir hata daha yapmış oluruz. Çok açık olarak şunu bilmek gerekiyor ki: geçmişin trajedisini toplumsal hafızaya çıkarmak, geçmişimizle yüzleşebilmek için önce bugünü kazanmak zorundayız. Bugün de emperyalizme karşı mücadele olmaksızın kazanılamayacak. Dolayısıyla Ermeni meselesinde, yalnız Ermeni meselesinde değil, tarihte bu halkların birbirine düşman edilmesi, halkların birbirini kırmasıyla ilgili bütün başlıklarda Yunanlılarla Türkler arasındaki çelişkilerde de tek bir ilkeyle hareket etmek zorundayız: Emperyalizme karşı mücadelenin birleştirecek olmasıyla. Yoksa bununla baş edemeyiz. Kıbrıs’ta Türk ve Yunan toplumlarının kavgasını başka türlü engelleyemeyiz. Yunan ve Türk halklarının kavgasını başka türlü engelleyemeyiz. Aleviler ve Sünniler arasındaki kavgayı başka türlü engelleyemeyiz. Ve çok güncel bir başlık olarak Kürt-Türk çatışmasını da başka türlü engelleyemeyiz. Dolayısıyla tarihi kazanmak istiyorsak bugünü kazanacağız ve bugün ancak ve ancak ortak düşmana karşı mücadelede kazanılabilir.
Sevgili dostlar, böyle bir giriş yapmamın nedeni doğal olarak dün yaşadığımız olaydı. Yarın TKP’nin kongresi var. TKP bugün tartışacağımız başlıkların bir bölümüne ilişkin kongre değerlendirmeleri siyasi tezler sundu. Yarın bunları tartışmaya devam edeceğiz. Bununla birlikte ben bugünkü toplantıda sürenin de kısıtlı olmasından kaynaklı olarak üç başlığa değinmek istiyorum. Dediğim gibi yarın konu kongremizde de gündeme gelecek. Kongremizin siyasi değerlendirmelerini okuma fırsatı bulan dostlarımız ve yoldaşlarımız, hatırlayacaklardır; emperyalizme karşı mücadele Türkiye Komünist Partisi’nin 8. Kongresinin en temel başlıklarından birisi. Bu nedenle ben bugün biraz da Doğu Sorunu etrafında hangi ilkelerle hareket ettiğimizi ve hangi başlıkları özellikle tartışmamız gerektiğini sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Birincisi arkadaşlar, emperyalizme karşı mücadele dendiğinde, geride bıraktığımız yüzyılda uluslararası komünist hareket, hep kapitalizme karşı mücadelenin yani burjuva iktidarlara karşı mücadelenin dışında, daha genel bir başlık olarak algıladı emperyalizme karşı mücadeleyi. Bunun haklı nedenleri olabilir. 20. yüzyılda zaman zaman emperyalizme karşı mücadeleyle kapitalizme karşı mücadelenin konusu birbirinden farklılaşmış olabilir. Ancak bugün bunları tartışırken bütün coğrafyalarda şunu bilmemiz gerekiyor: Kapitalizme karşı mücadeleyle emperyalizme karşı mücadele birbiriyle fazlasıyla çakışmaya başladı. Şimdi biz eskiden şunu söylerdik: Emperyalizme karşı sağlıklı bir mücadele verebilmek için, kapitalizme karşı mücadele vermek gerekir. Yani anti-kapitalist bir perspektifle bakmak gerekir. Sanıyorum çağımızda, özellikle bugün bizim bölgemizde, biraz tersine çevirmemiz gerekecek: Kapitalizme, burjuva iktidarlara karşı sosyalizm ve demokrasi için verilecek olan mücadele emperyalizme karşı açık, kararlı, ilkeli bir mücadele olmaksızın mümkün değil.
Şimdi bu vurguyu yapma nedenim şudur: Bölgemizde şu tartışılmaktadır; “tamam, emperyalizme karşı mücadele önemli, ama bölgemizdeki gerici iktidarlara karşı -bu İran için söz konusu olabilir, zamanında Ortadoğu’daki başka iktidarlar için geçerli olabilir ve bazı açılardan Irak için de geçerli olabilir- mücadele ne olacak” Emperyalizme karşı mücadele edeceğiz diye örneğin İran’daki molla rejimine karşı mücadelemizi erteleyecek miyiz? Bu mücadeleden vaz mı geçeceğiz? İlk soru bu. Dolayısıyla şu anda demin sözünü ettiğim ilişkiyi tersine çevirmenin tam zamanıdır. İran’da molla rejimine karşı mücadele etme hakkı ve yükümlülüğü bütün komünistlerin üzerindedir. Dünyada hiçbir gelişme bir komünist partisinin ya da bir devrimci gücün kendi gerici iktidarına karşı, kendi sömürücü sınıfına karşı mücadelesini ertelettiremez. Bu mücadele ertelenemez. Her komünist partisinin bu mücadeleyi sürdürme hakkı vardır. Ama bugün özellikle altını çizmek gerekiyor ki, bu mücadele en fazla emperyalizme karşı mücadele verilerek gerçekleştirilebilir. İran’daki ya da bir başka ülkedeki gerici bir iktidara karşı mücadelenin ön koşulu emperyalizme karşı tavır almaktır.
Biz Irak Komünist Partisi’nin tarihsel hatasının bu gerçeği görmemek olduğunu düşünüyoruz. Saddam rejimiyle hangi sorunu olursa olsun Saddam rejimine karşı mücadele hakkını elinde tutsa bile komünistler emperyalizme karşı mücadeleyi asla ve asla geriye itme hakkına sahip değillerdi. Bunu yaptıkları için çok ağır bir sorumlulukla karşı karşıyalar. Irak sadece bir örnek. Bu bütün ülkeler için geçerli, bizim ülkemiz için de geçerli.
Türkiye Komünist Partisi emperyalizme karşı mücadeleyi gündeminin birinci maddesi yapmış durumda. Ama bu bugünkü Türkiye’deki gerici sermaye iktidarına karşı mücadeleden vazgeçtiğimiz anlamına gelmiyor; ya da Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü sahipleri olan birtakım kurumları destekleyeceğimiz -Türk ordusu da dahil olmak üzere- anlamına gelmiyor. TKP bugünkü sistemi değiştirmek için de emperyalizme karşı mücadelenin son derece önemli olduğunu düşünüyor.
Değerli dostlar, benzer bir sorun İslamcı hareketlerle ilgili olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bugün “Doğu Sorunu” diye tartıştığımız meselenin önemli bir parçası bölgemizde giderek daha büyük bir etkiye sahip olan değişik türlerdeki İslamcı hareketlerle, komünistlerin, devrimcilerin ilişkisidir. Bu önemli bir sorundur. Komünistlerden, hiç kimse hiçbir nedenle kendi aydınlanmacı kimliklerinden vazgeçmesini talep edemez. Bizim din karşısındaki tutumumuz devresel kimi karakterler kazanabilir ama ilkesel bazı özelliklere sahiptir. Biz insanların inancına karışmayız ama kendi değerlendirmelerimizden asla vazgeçmeyiz. Bizim bir aydınlanmacı geleneğimiz var… Peki o zaman bugün şu veya bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri’ne, İsrail’e ya da genel olarak emperyalizme karşı mücadelede rol üstlenen İslamcı hareketlerle ilişkimiz ne olacak?
Arkadaşlar, dostlar, bu soru eksik bir sorudur. Önce şu soruya yanıt vermemiz gerekiyor. İsrail, ABD ya da bir bütün olarak emperyalizme karşı mücadelede komünistler yükümlülüklerini ne kadar yerine getiriyorlar? Biz bu mücadeleyi İslamcılara nasıl yaklaşacağız diye değerlendiremeyiz. Bu ayrı bir konudur. İlk önce biz anti-emperyalist mücadelede yükümlülüklerimizi yerine getireceğiz, öncülüğü ele geçirmeye çalışacağız, ondan sonra ilişkilerimizi tarif edeceğiz.
Evet, Ortadoğu’da bugün bir çok noktada, bölgemizde İslamcı hareketler Amerika Birleşik Devletleri İsrail ya da genel olarak emperyalizme karşı mücadelede öne çıkmış durumdalar. Biz bunu yok sayamayız. Bu anlamda ilişkilerimizi elbette gözden geçirmek zorundayız; eğer ortada gerçek bir mücadele varsa. Ama İslamcılar damga vuruyorlar diye, İslami hareketler damga vuruyorlar diye, eğer biz kendi anti-emperyalist mücadelemizi geriye çekersek, bundan vazgeçme eğilimleri içine girersek çok büyük bir hata yaparız ve sanıyorum herkes, bu konferansta yer alan değerli arkadaşlarımız, yoldaşlarımız, bütün konuklarımız şu saptamada benimle aynı fikirdedirler: Bugün İslamcı hareketlerin bölgede ağırlık kazanmasının temel nedenlerinden bir tanesi solun, devrimcilerin, komünistlerin bıraktıkları boşluklardır. Dolayısıyla biz, ortada gerçek bir mücadele varsa İslamcı hareketlerle yan yana düşmekten korkmayız, ama asla ve asla kendi kimliğimizi, bağımsızlığımızı, komünist, devrimci, karakterimizi İslamcı hareketlerle işbirliği adına kaybetmeyi göze almayız.
Bu her ülkenin koşullarında sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilecek bir konudur. Türkiye için de geçerlidir bu konu, başka ülkeler için, Lübnan için, Irak için de. Ama ben Türkiye için bir şeyi hatırlatmak istiyorum.
Türkiye’de İslamcı hareket her zaman ABD ve Almanya tarafından denetlenmiş ve finanse edilmiş bir harekettir. Dolayısıyla bizim cephemizde, bizim ülkemizde, ABD ve emperyalizme karşı mücadelede İslamcılarla işbirliği yapıp yapmamak gibi bir gündemimiz yok. Bizim ülkemizde ağırlıklı olarak Müslüman olan bir toplumu, inançlı bir toplumu anti-emperyalist mücadeleye örgütlemek gibi bir gündemimiz var. Yoksa Türkiye Komünist Partisi oturmuş, şu İslamcı hareketle işbirliğine girelim mi girmeyelim mi diye bir tartışma yürütmüyor. Çünkü Türkiye’de emperyalizme karşı mücadele eden tek bir İslamcı hareket bile yok. Ortada bir demagoji var. Biz bu demagojiyi ortadan kaldırmak, bu demagojinin etkisini tasfiye etmek için uğraşıyoruz…
Son olarak, ulusların kaderlerini tayin hakkı.
Değerli dostlar, Doğu Sorunu dediğimizde bizim açımızdan ve belki de bölge açısından en önemli başlıklardan biri Kürt meselesidir. Türkiye Komünist Partisi’nin Kürt meselesine yaklaşımı emperyalizme karşı mücadeleyi ve sosyalizm mücadelesini eksen almaktadır. Başka hiçbir şey, hiçbir gerekçe, hiçbir ilke TKP’nin Kürt sorununda emperyalizme karşı mücadele ve sosyalizm için verdiğimiz mücadelenin önüne duvar öremez, onu örtemez, önüne engel çıkartamaz. Kürt meselesi Türkiye’nin sosyalist devrim meselesidir. Türkiye’de kaç Kürt insanının, Kürt kökenli insanımızın yaşadığı çok tartışmalıdır. Ama biliyoruz ki, Türkiye Kürt nüfusunun en kalabalık olduğu ülkedir. Biz Türkiye’de gerici iktidara karşı, sermaye düzenine karşı mücadele ederken bu kuvveti yok sayamayız. Kürtler Türkiye sosyalist devriminin, bu coğrafyanın sosyalist devriminin asli unsurudur, gelecekteki sosyalist cumhuriyetimizin de asli unsuru olmak durumundadır. Kürtleri Türklerden ayırın, Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyalizm adına pek şansı kalmayacaktır daha da gericileşecektir. Kürtleri Türklerden ayırın, Kürtlerin ABD’nin bir eyaleti olmaktan başka şansı yoktur. Bu gerçekler ışığında hareket ettiğimizde Türk ve Kürtlerin ortak anti-emperyalist bir mücadele vermesi dışında bir çözüm göremiyoruz. Eğer bunu göremiyorsak, ulusların kaderlerini tayin hakkı başlığında yeni şeyler söylememiz gerektiğini de görmüş oluyoruz.
Sevgili dostlar, ulusların kaderlerini tayin hakkı Marksist bir ilke değildir. 20. yüzyılda ortaya çıkmış bir ilkedir. 20. yüzyılda bu ilke büyük ihtilalci Lenin tarafından gündeme getirildiğinde, ileri sürüldüğünde dünyada emperyalizme karşı halkların kurtuluş savaşları söz konusuydu. Dolayısıyla ulusların kaderlerini tayin hakkı aynı zamanda dünyadaki sömürgeci sistemin dağılması sömürgeciliğe karşı halkların uyanışı anlamına geliyordu. Ama biliyorsunuz ki, geride bıraktığımız yüzyılda ulusların kaderlerini tayin hakkı ilkesini emperyalistler de kullanmaya çalıştılar. Ne zaman ki biz büyük referans noktamızı yitirdik, Ekim devriminin kazanımlarını yitirdik, Sovyetler Birliği’ni yitirdik, o günden itibaren emperyalistlerin ulusların kaderlerini tayin hakkı konusundaki ağırlığı arttı. İşte Yugoslavya, işte eski Sovyet Cumhuriyetleri ve işte Irak. Ulusların kaderlerini tayin hakkı adına yürütülen emperyalist propagandanın ürünü ortadadır. Biz buna direnmek zorundayız. Bu ulusların kaderlerini tayin hakkı ilkesinin üzerini çizmek anlamına gelmiyor. Bu bir başka ilkeyi ulusların kaderlerini tayin hakkının üzerine çıkartmak anlamına geliyor. O da şu: emperyalizme karşı mücadele etmeden hiçbir halk özgür olamaz. Irak’ta bugün Kürtler istedikleri kadar çaba göstersinler, bugün Irak’ta ortaya çıkacak Kürt devleti Amerika Birleşik Devletleri’nin basit bir eyaleti olacaktır. Biz böyle bir ulusların kaderlerini tayin hakkı uygulamasını reddediyoruz. Yugoslavya için de reddettik, reddetmeye devam edeceğiz. Buradan herhangi bir şekilde halklarımıza ne kardeşlik, ne refah, ne de eşitlik gelir.
Peki arkadaşlar nasıl becereceğiz bunu?
Başta söylediğim, bölgemizdeki halkları birleştirecek olan biricik unsurun emperyalizme karşı mücadele olduğunu bilerek. Ondan sonra biz karar veririz nasıl devletler kuracağımıza, nasıl kardeşçe yan yana yaşayacağımıza. Ama önce emperyalizme karşı mücadelede birleşmek zorundayız.
Arkadaşlar, burada Filistin halkının yiğit temsilcileri aramızda. Ortadoğu’da İsrail saldırılarına karşı direnen Lübnan halkının temsilcileri burada. Her an emperyalist bir saldırıya uğrayabilecek, buna karşı kendi ülkesini savunmak için mücadele eden, emperyalizme karşı duran Suriyeli komünist arkadaşlarımız dostlarımız burada. Burada Ortadoğu’nun genişletilmiş versiyonunda yer alan, ABD projelerine dahil edilmiş olan Cezayir’den arkadaşlarımız var. Dolayısıyla bugün buradaki tartışmalar diğer konuk dostlarımızla beraber hayatın içerisinden gelen, mücadelenin içinden gelen insanlar, temsilciler tarafından yürütülecek. Ben bugün birkaçına değindiğim kimi sorunların burada etraflı bir biçimde, verimli bir biçimde değerlendirileceğini düşünüyorum. Yarınki kongremizde de bu sorunların Türkiyeli cephesini tartışan delege yoldaşlarımızı dinleme fırsatı bulacaksınız. Ben tekrar bizi Kongremizde yalnız bırakmayan bütün kardeş ve dost partilerimizin yöneticilerine, temsilcilerine teşekkür etmek istiyorum, hoş geldiniz diyorum…