Geçenlerde Taha Akyol’un Milliyet’ teki köşesinde sosyalist siyasetin dogmalar ürettiğini iddia ettiği yazısına1 Aydemir Güler gereken yanıtı verdi2 . Taha Akyol gibi çapsız karşı devrimcilerin yanı sıra burjuvazinin Russell Popper gibi nice çaplı ideologları benzer bir şekilde işçi sınıfı siyasetini bilim dışı göstermeye kendilerini adamışlardır. Bu yazıda ise bu gerici ideologların etrafında dolanmak yerine, bizim açımızdan işçi sınıfı siyaseti ve ideolojik mücadelesi ile bilim arasındaki ilişkilere dair bir deneme yapılacaktır. Bu denemede “bilgi üretme süreci” kavramı kullanılarak konuya yaklaşılacaktır. Öte yandan Marksist bilgi kuramı, Metin Çulhaoğlu’nun Tarih, Türkiye, Sosyalizm3 , Kemal Okuyan’ın Ne Yapmalıcılar Kitabı4 , Gelenek dergisinin düzenlediği sempozyum notlarından oluşan Marksist Metin Analizleri5 gibi kitaplarda işlenmiştir. Bu çalışmaların hiçbirinde Marksist bilgi kuramı bir başlık olmamış, ancak en doğal haliyle Marksizme içkin olarak ele alınmıştır. Bu yazıda ise bir yandan işçi sınıfı siyaseti ile günümüzde burjuvazinin bir kurumu olan “bilim” ilişkisi irdelenirken, diğer yandan işçi sınıfı mücadelesinin aynı zamanda nasıl bir bilgi üretme süreci olduğu incelenecektir. Ancak bu denemede Marksist bilgi kuramı üzerine bir derleme yapılmaktan uzak durulacaktır.
Tarih Boyunca Bilgi Üretme Süreçleri
Bilgi üretimi toplumsal bir olaydır fakat biyolojik öncülleri vardır. Beyinde nesnel gerçekle ilgili işlenen her enformasyon aynı nitelikte değildir. Bir kısmı duyuların işlenmesi ve algılanması, bir kısmı beynin algılananlar üzerinde işlem yapması, bir kısmı ise davranışı oluşturan hareket komutlarının oluşturulması ile ilgilidir. Bunların içinde bir enformasyonun bilginin öncülü olabilmesi için canlının deneyimlerine dayanması gerekir. Sinir sistemi canlıların doğadaki etkinliklerinden çıkan deneyimlerin saklanması ve davranışların bu deneyimlerin ışığında yönlendirilmesine olanak verecek şekilde gelişmiştir. Örnek olarak yürümeyi öğrenen bir insan yavrusunu ele alalım. Her atılacak adım “bastığım yer benim ağırlığımı destekleyecek” varsayımına dayanır. Sonra beynin ürünü olan bu varsayım her seferinde sınanır. Başarılı adımların yanı sıra sendelemelere, yere yuvarlanmalara yol açan durumlar genellenir. İleri yaşlarda artık her seferinde bir varsayımın sınanması yerine genellerden yola çıkılarak otomatik bir yürüme gelişir. Dolayısı ile insanın yürümeyi öğrenmesinde bile zihnin ürünü olan ile deneye dayanan bilginin ve “tümevarım” ile “tümdengelim”in öncülleri bulunmaktadır. Ancak bilgi üretim sürecinin ortaya çıkması için toplumun ve insanın oluşması ve emek süreçlerinin başlaması gerekecektir. Burada bilgi üretim sürecini üçe ayırarak inceleyeceğiz: “Kendiliğinden (spontan) bilgi üretim süreci”, “Modern bilimsel süreç” ve “İşçi sınıfı siyaseti”.
Kendiliğinden Bilgi Üretim Süreci
Kendiliğinden bilgi üretim süreci tüm emek süreçlerinin ve toplumsal pratiğin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu haliyle çok kıymetlidir, ama öte yandan ilkelliği ile bugün bütün dünyada emekçi kitlelerin mahkum edildiği bir süreçtir. Bu haliyle “üretim ilişkilerinin üretici güçlerin gelişimini engellemesi” diye genellediğimiz olayın başlıca yansımalarından biridir.
Kendiliğinden bilgi üretme sürecinde; kuramla pratik arasındaki ilişki zayıftır. Hipotezler sezgilere dayanır ve çoğunlukla sınamalar rastlantısaldır. Olaylar arasında kurulan nedensellik ilişkileri yüzeyseldir. Sonuçların topluma yayılması çoğunlukla yazılı değil, sözel iletişime dayanır. Genellemelerin yapılabilmesi için binlerce yılın geçmesi gerekebilir. Toplumsal bir işbölümü bulunmaz, sadece kendiliğinden bilgi üretimi ile uğraşan profesyonel bir emek kategorisi yoktur. Tarım, hayvancılık, demircilik, dokumacılık, denizcilik vb. her türlü emek sürecinin doğal parçasıdır.6 İnsanların su ile bitki büyümesi arasındaki ilişkiyi keşfetmesi örnek olarak verilebilir. Yüzlerce nesil boyunca yapılan gözlemler, tarlaların sel baskınıyla sulanması gibi tesadüfler bu ilişkinin genellenmesini sağlamış ve sulama kanallarının inşasına neden olmuştur. Kendiliğinden bilgi üretme sürecinin kendisi hiçbir zaman bir amaç değil, toplumsal sorunların üstünden gelmeye yönelik insan emeğinin ürünüdür.
Kendiliğinden bilgi üretme süreci emekçileri sömürücü sınıfların ideolojisinden koruyan bir sığınak değildir. Kuramsal olmaması ve yüzeyselliği, emekçilerin zihinlerini her türlü yanılsamaya açık bırakır ve dünya görüşü ile bağımsızlaşır. Örneğin, sofu bir köylü ile şoven görüşlere sahip bir işçi, kendiliğinden bilgi üretim sürecinin parçasıdırlar. Bu süreç kendiliğinden materyalizmin bir yansımasıdır ve bir emekçinin egemen ideolojiler tarafından kafası toplumsal olarak ne kadar karıştırılırsa karıştırılsın, akıl sağlığını sağlayan zemindir. Dolayısıyla işçi sınıfı siyasetinin ve ideolojisinin emekçilere ulaşmasında, tüm ideolojik örtülere rağmen, açık kalan kapıdır.
Öte yandan tarihi yapanın sınıf mücadeleleri olduğunu biliyoruz. Tarih boyunca bütün bireysel ve toplumsal isyanlar, ayaklanmalar ve devrimleri de içeren toplumsal sıçramalara kendiliğinden bilgi üretme süreci eşlik etmiştir. Tarihi yapan öznelerin Marksist kurama kadar toplumun değişim dinamiklerini bütünlüklü olarak anlama şansları olmamıştır. Burjuva devrimlerinde kuramsal denemeler yapılmışsa da, toplumsal değişimin yasaları ancak işçi sınıfı siyasetinin burjuvaziden bağımsızlaşması ile kendini ortaya koyabilmiştir.
Toplumsal dönüşümlere ilişkin pratikte kendiliğinden bilgilenme sürecine verilebilecek yüzlerce örneğin içinden herhalde en iyisi Küba devrimidir. Marksizmle bağları zayıf olan Castro ve arkadaşları, Latin Amerika devrimci pratiğinin genellemelerine yaslandılar ve silahlı bir öncü gücün halkın desteğini alarak Batista rejimini devireceği tezi ile yola çıkarlarken, akıllarında bu sürecin sosyalist bir devrime dönüşeceği öngörüsü mevcut değildi. Sosyalizme geçiş çağında, güçlü bir işçi sınıfı kuramı ve pratiği bulunan bir tarihsel dönemde gerçekleşen Küba devrimi büyük bir hızla kendiliğinden bilgilenme sürecindeki bir devrimci hareketten işçi sınıfı siyasetine dönüştü. Küba’da sosyalizmi kuran ve büyük güçlüklere karşı korumayı başaran Küba Komünist Partisi bu dönüşümün ürünü olarak biçimlendi.
Modern Bilimsel Süreç
Burjuva devrimlerine giden süreçte Bruno, Galileo gibi bilimle uğraşan kişiler devrimci bir rol oynadılar. Düşünce yöntemleri, Ortaçağ dogmatizminin sorgulanmasında çok önemli bir işlev gördü. Ancak Fransız Devrimi’nden sonra, 19. yüzyılın başında, giderek gericileşen ve çok daha temkinli hale gelen burjuvazinin, devrimcilere değil düzene, isyankarlara değil, gereksinimlerini karşılayacak ücretli emekçilere ihtiyacı vardı. 1798 yılında Fransız Devrimi’nden sonra doğan, 1830 ve 1848 devrimlerine tanıklık eden ve bir karşı-devrimci olan Auguste Comte, burjuvazinin bu ihtiyacını teorize edecektir. Comte tarafından ilkeleri ortaya konan pozitivizm, bugün hâlâ burjuva biliminin temelini oluşturmaktadır.7
Her şeyden önce burjuvazi topluma katı bir işbölümünü dayatmıştır. Toplumun minik bir emekçi katmanı modern bilimle uğraşırken, geniş emekçi yığınlar bırakın bilim üretmeyi, sonuçlarını dahi anlamaktan mahrum bırakılmıştır. Bir radyonun, bilgisayarın, televizyonun hangi ilkelere göre çalıştığını bilmeyen yığınlara düşen görev, bant başında bu araçları monte etmek ve sonra tükenirken tüketmek olmuştur.
Bilimciler katmanı ise Comte’un dünyevi dinine katılmışlar ve devrimciliklerinden arınmışlardır. Bu din, emekçileri devrimcileştiren iki temel soruyu yasaklayan bir bilinemezciliğe dayanmaktadır. Maddenin nasıl oluştuğu ve kapitalizmin bir devrimle aşılıp aşılamayacağına ilişkin soruların pozitivizmde yanıtı yoktur. Bilimciler giderek daralan alanlara hapsedilmişler ve kendi alanlarında sonsuz bir ilerleme fikrine inandırılmışlardır. Comte’dan 150 yıl sonra dünya halklarının çektiği acı ve içinde bulunduğu durum düşünülürse “ilerleme”nin ne menem bir şey olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Öte yandan burjuvazinin büyüyen pazarlara yönelik meta üretiminin gereksinimlerini karşılamak için kurulmuş “bilim sanayisi” oldukça üretken olmuştur. Tümevarım ve tümdengelimin sentezine dayanan modern bilimsel süreç, bilimsel sorulara hipotezler üreten ve her bilim dalının kendine özgü yöntemleri ile hipotezleri sınadığı ve bulguları bildirdiği bu sonuçlara göre deneylerin tekrarlandığı ve elde edilen bilgilerin ışığında kuramın yeniden gözden geçirildiği bir disiplindir.8 Son 150 yıl içinde doğanın anlaşılmasında ve teknolojiye dönüşme hızında büyük bir sıçrama olmuştur.
Kendi dışındaki her şeyi bilim dışı gören, işçi sınıfı siyasetini ideolojik bulan burjuva bilimi yukarıda değinilen bilinemezciliğinin yanı sıra, çok temel bir ideolojik yanılsamaya dayanmaktadır. Bu, bilimin evrensel olduğu iddiasıdır.
Oysa başından itibaren bilim egemen sınıf için üretilmiştir. Burjuvazinin bilimcileri içine kapatıldıkları olgular hapishanesinde bilimsel sorularıyla uğraşırken kendilerinin ne kadar özgür olduğunu düşünmüşler ve bilgi üretmenin kendisi onlara bir amaç gibi gözükmüştür. Oysa bilimciler ve araştırmaları, sermaye sınıfı veya devleti tarafından finanse edilirler ve amaç bilgi üretimi değil sermaye sınıfının sorunlarını çözmektir. Kapitalist bir ülkede kaç kişinin bilimle uğraşacağı, hangi alanlarda çalışacağı, hangi projelerin destekleneceği tümüyle siyasi bir konudur.
Marx ve Engels’in, Marksist kuramın ve işçi sınıfı siyasetinin bilimsel temellerini oluşturdukları yıllarda Comte, sosyoloji disiplinin kuruculuğunu yapıyordu ve bu tam anlamıyla burjuvazinin Marksizme karşı bir önlemiydi. “Sosyal bilimcilerin” kendilerini toplumdan ve toplumsal pratikten soyutlayıp sadece toplumu tanımlamaları isteniyordu.
Her dinin rahipleri bulunur. Burjuva biliminin rahipleri ise “bilimsel dergi” kurullarıdır. Bir araştırmanın bilimselliğinin kriteri “bilimsel bir dergide” yayımlanması için kabul edilip edilmediğidir. Doğa bilimleri ile ilgili dergilerde daha farklı sorunlar varken, sosyal bilimlerde dergi kurulları bir ideolojik biçme makinesine dönüşmüştür. Toplum bilimlerinde bilimselliğin ölçütü kullanılan matematiksel modeldir, ancak sosyalist devrim, sınıf mücadelesi, artı değer sömürüsü, merkezi planlama, üretim araçlarının kolektivizasyonu gibi kavramlar bunlara küfretmediğiniz sürece yasaklanmıştır.
Burjuvazi tam anlamıyla asalak bir sınıf haline gelmiş ve emperyalizm tüm dünyadaki halkları tehdit ederken, yaşanan çürüme bilimi de etkilemiştir. Giderek burjuva bilim kurumu daha çok sorgulanmakta ve anlamı tartışılmaktadır. 1996 yılında patlak veren Sokal Vakası bu çürüme ve sorgulama sürecinin çok iyi bir örneğidir. Fizikçi Alan Sokal “Sınırları aşmak: Kuantum çekiminin dönüştürücü hermotiğine doğru” isimli makalesini Social Text adlı bir “bilimsel dergiye” yollamıştır. Makaleyi öylesine hınzırca kurgulamıştır ki, bir sürü kelime oyunu ve anlaşılması zor cümleler içinde gerçek bir dünyanın olmadığı ve bilimin yapay olduğuna ilişkin kanıtsız savları yerleştirmiştir. Dergi kurulunun makaleyi kabul etmesi ve basılması ile birlikte skandal patlamıştır.9 Skandalın özü burjuvazinin, giderek daha fazla, insan aklına düşman hale gelmesidir. Bu öylesine bir düşmanlıktır ki, Irak gibi işgal ettikleri bir ülkede ülkenin ortak aklını yok edebilmek için yüzlerce akademisyeni katledebilmektedirler.
Bir Bilgi Üretme Süreci Olarak İşçi Sınıfı Siyaseti
Öncelikle işçi sınıfı siyasetinin bilgi üretimini amaçlamadığını söylemeliyiz. İşçi sınıfı siyaseti insanlığın yüz yüze olduğu sorunları kökten bir şekilde çözmek üzere toplumu dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Bilgi üretimi bu sürecin doğal ve ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak bu doğallığı kendiliğinden bilgi üretimi ile de asla karıştırmamak gerekir, dinamik bir kuramsal temeli ve buna dayanan bilinçli müdahalesi vardır. Burjuva biliminin sığlaştırıcı hapsedici yapısından ise son derece farklıdır. Hekimoğlu’nun (K. Okuyan) şu vurgusu son derece yerindedir:
“Komünistler devrimci pratiklerini ‘bilim’in tereddüt ve istikrarsızlık yaratıcı sınamalarından uzak tutarak sürdürürler. Marksizmin bilimsel kazanımlarının ışığını daha karmaşık yollarla kullanırlar. Bu karmaşıklık, örgüt-siyaset-teori üçgenindeki zengin etkileşimden kaynaklanır.” 10
Bu etkileşimin özelliklerini açmaya çalışacağız.
Tüpün İçinde Olma Fenomeni
İşçi sınıfı siyasetini pozitivist bilimden ayıran en önemli şey deney tüpünün dışında değil içinde olmasıdır. İşçi sınıfının öznesi; deney tüpüne maddeleri koyup olacakları gözleyen birisinin konumunda değildir, aksine doğrudan tüpün içindeki bir katalizör olarak tüm tepkimelere girmekte, bütün sıcaklığı ile reaksiyonları yaşamaktadır. Burjuva ideolojisinin dar ufkuna sahip olanların anlamadığı veya anlamak istemediği şey de tam bu noktada başlamaktadır.
İşçi sınıfı siyaseti tüpün içindedir, ancak tüpün içinde kaybolmamıştır. Onu kaybolmaktan koruyan rehber, doğa ve toplumsal olayların somut verilerinin genellenmesi ile oluşturulan Marksist kuramdır. Marksist kuram pratik deneyimlerle tekrar tekrar sınanır, gelişir ve yeni özellikler kazanır. Kuram ile pratik süreç arasında dinamik bir ilişki vardır. Tarihsel materyalizme; kapitalizmin emperyalizm aşaması, eşitsiz gelişim ve zayıf halka yasası ve işçi sınıfı partisinin eklenmesi bu dinamizmin ürünüdür.
Her siyasal özne kendi ülkesinde bu kurama dayanarak, eşitliğe ve özgürlüğe giden yolun nasıl örüleceğine ilişkin bir strateji saptar. Her strateji bilgi üretme sürecinin bir hipotezidir. İşçi sınıfının öznesi bu hipotezi, tarihi yaparken sınayacaktır. Sosyalist devrimin her ülkenin özgün koşullarında nasıl gerçekleştirileceğine ilişkin tezler, uzun yıllar boyunca süren mücadelede test edilecektir. Bu sınama işlemi küçük bir bilimsel ekibin işi değil, nesiller boyunca aktarılan kitlelere mal olmuş kolektif bir süreçtir.
İşçi sınıfı siyasetinin ideolojik mücadelesi, sadece egemen sınıfın yaydığı geriye çekici, çeldirici ideolojilerini etkisizleştirmek için verilmez; aynı zamanda henüz sınanmamış tezlere emekçi kitleleri ikna etme sürecidir. Bu tezler, işçi sınıfının öznesi için, modern bilim sürecinde olduğu gibi mesafeli durulacak hipotezler değildir, yaşamların adandığı bir inanmışlığı ve tutkuyu da gerektirir. Sosyalist devrim sürecinin pratiğinde, ideolojik mücadele, bilgi üretme sürecinin ayrılmaz bir parçasıdır. Kurama yaslanması ve somut bilgileri içermesinin yanı sıra henüz bilgi olmayan tezlerimizi, inançlarımızı ve tutkularımızı da kapsar. Pozitivizmin şüpheciliğinden, bilinemezciliğinden azadedir.
Somut Durumun Somut Analizi ve Olasılıklar Hiyerarşisi
İşçi sınıfı siyasetinin bilgi üretme süreci sadece sosyalist devrimin uzun erimli stratejileri ile ilişkili değildir. Siyasi öncü aynı zamanda toplumda sınıf mücadelelerinin neye gebe olduğunu, olayların nereye doğru gittiğini anlamak zorundadır. Toplumsal harekete etki eden tek özne işçi sınıfı siyaseti olsaydı, işimiz çok kolay olurdu. Oysa topluma, burjuvaziye ait çok sayıda siyasi aktörün ve diğer toplumsal sınıf ve katmanlara ait siyasetlerin oluşturduğu, kuvveti ve yönü sürekli değişen sayısız vektörün bileşke kuvveti etki etmektedir. İşçi sınıfı öznesinin kendisine alan açabilmesi için yakın geleceği öngörmesi gerekir. Dolayısıyla öznenin geleceğe ilişkin hipotezleri son derece önemlidir. Bu hipotezler zaman geçtikçe netlik kazanacak ve kuvvetler dengesinin bir anında netleşerek bilgiye dönüşecektir.
Böyle bir durumda öznenin kestirimleri tam bir keskinlik göstermez, aksine bir olasılık hesabına dayanır. Olasılıklar hiyerarşisi, bir vadede beklenen gelişmelerin önceden kestirilme olasılığının yüksekten düşüğe doğru dizilmesi ile elde edilir. Örneğin Kürt sorununda emperyalizmin Türkiye sermaye sınıfını Barzanici çözüme ikna edeceğine ilişkin TKP tezi bir yıl öncesinden olasılıklar hiyerarşisinde üst sıralarda yer alıyordu ve kısa bir süre önce ne kadar doğru bir kestirim olduğu anlaşıldı. Ancak işçi sınıfının iktidarda olmadığı ve devrimci bir durumdan bahsedilemeyen kesitlerde yüksek olasılıklı olaylar aynı zamanda egemen sınıfın hegemonyasını ve belirleme gücünü de göstermektedir. Oysa önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimleri gibi sonuçlarının kestirilmesi daha zor olaylar düzende bir krize işaret eder ve işçi sınıfı siyasetine daha fazla alan açabilir. Somut durumun somut analizi aynı zamanda temel siyasi tezlerin sınanabilmesi için kitleleri işçi sınıfı siyasetine çekecek başlıca siyasi halkayı ve ideolojik mücadele konularını yakalamayı da sağlayacaktır.
Sosyalist devrim stratejisine ve taktiklerine ilişkin tezler, somut duruma ilişkin olasılık tahminleri pratik süreç içinde doğrulanmayabilir. Bazen böyle bir durumda tezler çürüyebilir ve tezleri gözden geçirmek gerekebilir, bazen ise sorun tezlerde değil öznededir. Tezleri sınamak için öznenin becerikliliği veya gücü yeterli olmamış olabilir.
İşçi Sınıfı Siyasetinde Örgütün ve Bireyin Yeri
Buraya kadar bir bilgi üretme süreci olarak işçi sınıfı siyasetinden bahsederken özneye, dolayısıyla işçi sınıfı partisine işaret etmiş olduk. Konuyu daha iyi kavramak için bu noktada örgüte daha yakından bakmak gerekecektir. Bir kolektif olan parti, tezleri nasıl üretmekte ve nasıl sınamaktadır? Lenin’in şu vurgusunu hatırlamak yararlı olacaktır: “…sürekliliği sağlayan istikrarlı bir önderler örgütü olmadan hiçbir devrimci hareket varlığını sürdüremez.”11 İşçi sınıfı siyasetinin gücü burada belirtildiği gibi sürekliliği sağlanmış bir önderler örgütünden gelir. Dolayısıyla tezlerin üretilmesinde de partinin siyasi önderlerinin öncülüğü olacaktır.
Kuramı iyi bilme, siyasi deneyim, somut durumu yakından takip etme olanağı tezlerin üretilmesinde önemlidir. Ancak bütün bilgi üretme süreçlerinin ayrılmaz parçalarından biri de sezgi ve hayal gücüdür. Sezgi, nesnenin parçalı ve sınırlı verisi üzerinden resmin bütününü kafada canlandırabilme yeteneğidir. Hayal gücü veya yaratıcılık ise, beyinde imgelemi oluşmuş farklı parçaları yepyeni ve daha önce görülmedik şekilde bir araya getirme yeteneğidir. Sezgi ve hayal gücü ürünlerinin gerçekle bağını kurabilmek de üçüncü bir yetenektir. İşçi sınıfı siyasetinin önderleri için gelişkin bir sezgi ve hayal gücü yeteneği, tezlerin oluşturulmasında büyük bir avantaj sağlayacaktır. Tezler önderlerin öznelliğinde bir kez oluştuktan sonra bunların örgüte mal edilmesi gerekecektir. Okuyan’ın tam bu noktadaki saptamasını paylaşalım:
“Bu karmaşık düzende özne-nesne ilişkileri de halkalar halinde varolacaktır. Öncülük fiiline baktığımızda işçi sınıfının devrimdeki öncülüğü (sınıfın bütünü bu düzlemde ‘özne’dir), işçi sınıfı içerisindeki öncülük (sınıf içerisindeki örgütlü veya ileri kesimler sınıfın bütününe göre ‘özne’dir), devrimci siyasal hareketin devrimci sınıf proletaryaya öncülük etmesi (‘özne’ burada partidir), parti örgütünün siyasal harekete öncülük etmesi (‘özne’ örgütsel yapı olarak daralmıştır) gibi bir dizi iç içe geçmiş süreç görmekteyiz.”12
Tüpün içinde olma fenomeni, Okuyan’ın da ifade ettiği gibi işçi sınıfı siyasetini hem özne, hem nesne yapmaktadır. Siyasetin kolektif aklının oluşması halkalar şeklinde önderlerden kadrolara, kadrolardan tüm partiye ve partiden işçi sınıfının ileri unsurlarına ve oradan tüm sınıfa ve kitlelere yayılmaktadır. Kolektif aklın oluşturulma süreci; tezlere ikna etme, tezlerin gerçeklikle ilişkisinin sorgulanması inceltilmesi ve zenginleştirilmesi tezler ışığında siyasi ve ideolojik araçların ve ara açılımların üretilmesini kapsayacaktır. Sonunda işçi sınıfı siyaseti, henüz öznel olan ve kolektif hale getirdiği tezlerini sınamak için yüzünü topluma çevirecektir. İşçi sınıfı siyasetinin her birimi ve üyesi, tezleri sınayabilmek için çevresindeki toplum kesimlerinde düzenin zayıf ve kuvvetli olduğu noktaların analizini yapacak ve olasılıklar hiyerarşisini yeniden kurarak müdahale edecektir.
Nisan Tezleri ve Türkiye
Bir bilgi üretme süreci olarak işçi sınıfı siyasetine verilebilecek en iyi örnek Nisan Tezleri ile başlayıp Ekim Devrimi ile sonlanan dönemdir. Gerek tezlerin parlaklığı, gerekse tezlerin üretilmesi ve pratikte sınanması arasında geçen sürenin kısalığı, incelediğimiz konuyu daha iyi kavramak için müthiş bir olanak vermektedir.
Öncelikle, kuramla tezler arasındaki ilişkiye örnek olması açısından önemlidir. Paris Komünü deneyimi önce Marx, daha sonra Lenin tarafından dikkatle incelenmiş ve bu deneyimden çıkan dersler Marksist kurama dahil edilmiştir. Nisan Tezleri sağlam bir kuramsal zeminde Paris Komünü deneyimine ve Rusya’nın özgün somut durumuna dayanılarak üretilmiştir.
Modern bilimde şakayla gerçeği birleştiren şöyle bir deyiş vardır: Herkes bir şeyin olmayacağını bilir ve bundan habersiz olan biri gelip buluşunu yapar. Bolşevikler 1917 Nisan’ında heyecanla önderlerini bekliyor ve başlamış olan burjuva demokratik devrimine nasıl katkı yapacağını merak ediyorlardı. Oysa Lenin’in kafasında şekillenen ve hemen açıkladığı şey bambaşkaydı:
“Bugünkü Rusya’da özgün olan şey, proletaryanın bilinç ve örgütlenme düzeyinin yetersizliğinden ötürü, iktidarı burjuvaziye vermiş olan devrimin birinci aşamasından, iktidarı proletaryaya ve köylülüğün yoksul katlarına devredecek olan ikinci aşamasına geçiştir.”13
Bolşevikler arasında hayal kırıklığı yaratan tezler Rusya gerçeğinden uzak ve akıldışı bulunuyor, gelişinden bir gün sonra yapılan parti yöneticileri toplantısında 2’ye karşı 13 oyla reddediliyordu.14 Bu örnek işçi sınıfı siyasetinin kendisinin de özne ve nesne arasındaki dinamik etkileşime açık olduğunu çok iyi göstermektedir. Lenin tezlerinden hiç vazgeçmediği halde, bazen geri çekiyor, bazen ara taktikler uyguluyor, Bolşevikleri ikna edebileceği en uygun zaman dilimini bekliyordu. Kısa bir süre sonra tüm Bolşevikler işçi sınıfının iktidarı hedefi için kolları sıvamışlardı.
Nisan Tezleri’nde bilgi üretme sürecinin bir parçası olarak dikkatimizi çeken bir diğer nokta ise tezlerin sınanacağı pratiğe uygun öznenin yaratılmasıdır. Tezler partinin ismi ve programının değiştirilmesini önermektedir.15
İşçi sınıfı iktidarını ve sosyalizmin Rusya’da kurulmasını amaçlayan Bolşevikler kitlelere seslenirken, onları işçi sınıfı devrimine katacak ara tezler üretmişlerdir. Köylülüğün işçi sınıfı yanında yer alabilmesi için toprağın zoralımla ulusallaştırılması ya da hemen barış istenmesi, ana tezin gerçekleştirilmesi için sınanan ara tezlerdir.
İşçi sınıfı siyaseti, bilgi üretirken bir güçlükle karşı karşıyadır. Doğa bilimlerinde olduğu gibi koşulları mümkün olduğu kadar değişmez kılıp deneyleri tekrarlayamazsınız. Sosyalist devrimlerin hem sayısı çok fazla değildir hem de koşulların aynı olma olasılığı yoktur. Bu nedenle tezler kurama yaslanmakla birlikte özgün olmak zorundadır.
Bugün artık Türkiye’de milli demokratik devrimden bahsedenlere birçok kez “solcu” olarak bile bakılmıyor. Öte yandan sosyalist devrim fikriyle sağlıklı ilişki kuramamış özneler, demokratik devrim taleplerini açık bir siyasi tez olarak değil, utangaç dışavurumlarla gösterebiliyorlar. Köylülüğe gelince, belki bir köylü etkisi görülüyor ama ortada bir “köylü” özne gözükmüyor. Kapitalizm üretim ilişkileri üzerine öylesine hegemonyasını kurmuştur ki, yoksul köylüler ya burjuva partilerinden ya da işçi sınıfı partisinden yana olmak durumundadırlar.
Türkiye’de işçi sınıfı siyaseti, sosyalist devrimi önüne ilk hedef olarak koymuş ve temel strateji olarak bu topraklarda emperyalizmi ve işbirlikçilerini yenecek bir mücadele yürütülmesi tezini ileri sürmüştür. Bolşevikler devrimci bir ortamda, iktidar adayı yaptıkları Sovyetlerde çoğunluğu ele geçirmeye çalıştılar; biz ise, devrimci bir duruma müdahale edebilmek için işçi sınıfının çoğunluğunu Yurtsever Cephe’de toplamaya çalışıyoruz. Ancak Bolşevikler iktidarı almak için çoğunluğu kazanmayı beklemediler, biz de beklemeyeceğiz.16 , 17 Pratiğimiz başarılı olduğunda bu sadece Türkiye’de işçi sınıfı siyasetinin özgün tezlerinin bilgiye dönüşmesi değil, aynı zamanda bütün dünyada eşitsiz gelişim, zayıf halka, tek ülkede sosyalizm ve sosyalizme geçiş çağında olduğumuza ilişkin kuramı da pekiştirecektir. Aydemir Güler’in şu saptaması dünyada işçi sınıfı hareketinin içinde bulunduğu durumu iyi tanımlamaktadır. “Marksizm hep ilerici ve bilimsel düşüncenin ağırlık merkezi olmuştur… Ancak bugün abluka altındaki ilerici düşünceye çeki düzen verecek bir ağırlık merkezinden ziyade, bir öncü kola kuşatmayı yaracak bir şiddete ihtiyaç var.”18
İşçi Sınıfı Siyaseti ve “Bilim” İlişkisi
İşçi sınıfı siyaseti “bilimcilere” dönerek, insanlığın önündeki sorunları yenebilmek için en anlamlı bilgi üretme sürecinin sosyalist siyaset olduğunu anlatmak ve bunu etkili ideolojik araçlara dönüştürmek zorundadır. Bilimcilerin günümüzdeki emekçi karakteri bu eylemi kolaylaştıracaktır. Özellikle yurtseverliğin örgütlenmesi ve anti-emperyalist mücadele; emperyalizmin baskısı altında kalkınmayı terk etmiş bir ülkede bilim üreten ama bulguları yabancı ülke dergilerine teslim ederek bir çeşit beyin göçüne maruz bırakılan bilimcilere ulaşmada yararlı olacaktır.
Akademilerdeki Marksist bilimcilere gelince; tüpün dışında durdukları sürece, istedikleri kadar Marksist kavramları kullansınlar, pozitivizmden kurtulamayacaklardır. Toplumsal pratikten uzak durarak Marksist olma iddiasındakileri hakir görmeye hakkımız vardır sanırım. Ancak hakir görmenin de bir sınırı vardır, çünkü bir yandan da akademik ortamda milliyetçilik, liberallik, post-modernizm ve burjuva iktisadına karşı Marksizm bir hegemonya savaşı vermektedir. Bu noktada işçi sınıfı siyasetinin, Marksist bilimcilere destek olmak ve ideolojik olarak beslemek gibi bir görevi de bulunmaktadır.
İşçi sınıfı iktidarının sosyalist devrimden hemen sonra, akademik alanın boşalmasını engellemek ve karşı-devrimci safa katılmalarının önüne geçmek gibi bir görevi olacaktır. İşçi sınıfı iktidarı, tüm siyasallaştırıcı çalışmaların yanı sıra böyle bir erken dönemde, kendi alanlarında üretken bilimcilerin pozitivizminden de yararlanmalıdır. Bu duruma verilecek en iyi örnek Pavlov’un durumudur. 1949’da bir Rus kasabasında, bir papazın oğlu olarak doğan İvan Pavlov, Rus aydınlanmacılığının etkisi altında kalarak seçkin bir bilimci oldu. Fizyoloji üzerine yaptığı çalışmalarla 1904’de Nobel Ödülü aldı ve 1907’de Rusya Bilimler Akademisi’ne seçildi. Rusya Bilimler Akademisi’nin birçok üyesi gibi Pavlov da, Ekim Devrimiyle birlikte “ayak takımının” iktidar olmasına alışamamıştı. Bir yurtsever olan Pavlov yurtdışından gelen çağrılara rağmen ülkesini terk etmek istemiyordu. 1920’de Lenin’e hiçbir ihtiyacının karşılanmadığını ve artık deney yapamadığına ilişkin bir mektup yollaması üzerine, Lenin’in kararıyla Sovyet Hükümeti çok zor yıllar olmasına rağmen, Pavlov’a araştırmalarını sürdürebileceği bütün olanakları sundu. Lenin’in imzaladığı karar metni, “bütün dünya işçileri için büyük anlam taşıyan akademisyen I. P. Pavlov’un olağanüstü dikkat çekici bilimsel katkıları açısından” diye başlıyordu. 1935’te Pavlov henüz hayattayken Dünya Fizyoloji Kongresi Leningrad’ta toplanacak ve Sovyetler Birliği’ne önemli bir prestij sağlayacaktı.19
İşçi sınıfı iktidarının orta erimli görevi ise ülke emekçilerinin yararına bilim üreten yeni bilimci nesilleri yetiştirmektir. Bu bilimciler işçi sınıfı iktidarını ve kazanımlarını korumak için siyasi uyanıklığa sahip, pozitivizmden uzak emekçiler olacaktır. Merkezi planlama denilen ve toplumu bir bütün haline getiren mekanizmada işçi sınıfı siyaseti, modern bilimin bütün olanaklarını kullanacaktır.
Son olarak işçi sınıfı siyaseti modern bilimin, tüm emek süreçlerinin kendiliğinden bilgi üretimi gibi doğal bir parçası olacağı ve sınıflı toplumlara ait işbölümünün ortadan kaldırıldığı bir evreyi gözeten pratiği amaçlayacaktır. Buna ulaşıldığında ise işçi sınıfı siyaseti artık tarihe karışabilir.
Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi’ne düştükleri bir dipnot çok iyi bilinmektedir: “Biz yalnız tek bir bilim tanıyoruz, o da tarih bilimidir. Tarih iki yönden incelenebilir. Tarihi, doğa tarihi ve insanların tarihi diye ikiye ayırabiliriz.”20 Bu söz çok iyi bilinmesine rağmen birçok durumda iyi anlaşılmamıştır. Bu denemede, bu notun altını kuramsal açıdan doldurmaya çalıştık. Bilgi üretme süreçlerindeki ortak yönleri, sınıf mücadelelerinden nasıl etkilendiklerini ve bağımsız olmadıklarını inceledik. İşçi sınıfı siyaseti ise bu değerli notun altını kuramsal olarak, ama özellikle pratiğiyle dolduracaktır.
Dipnotlar ve Kaynak
- Taha Akyol, “Castro Sosyalizm Liberalizm”; Milliyet, 4 Ağustos 2006.
- Aydemir Güler, “Castro kadar put düşsün”; Komünist no:278, s.2, 11 Ağustos 2006.
- Metin Çulhaoğlu, Tarih Türkiye Sosyalizm, 2. Baskı, Doruk yay., 1996.
- Kemal Okuyan, “Ne Yapmalı”cılar Kitabı, 3. Baskı, Gelenek yay., 2000.
- Gelenek Sempozyumu, Marksist Metin Analizleri, Nazım Kitaplığı, 2005.
- Erhan Nalçacı, “Bilimsel yöntemde bilgi ve inanç ilişkisi”, Sağlıkta Sınıf Tavrı, no:13, s.64-67, 1997.
- Auguste Comte, Pozitif Felsefe Kursları, Çev: Erkan Ataçay, Sosyal Yayınları, 2001.
- Bkz: Nalçacı, a.g.y.
- York R. ve Clark B., “Pozitif bilim olarak maske düşürme”, Monthly Review, no:3, s.9-24, 2006.
- Cemal Hekimoğlu, “İdeolojik mücadele ve sınıf siyaseti”, Gelenek 60, s.17-42, 1999.
- Vladimir İlyiç Lenin, Ne Yapmalı?, Çev: M.Erdost, 6. Baskı, Sol Yayınları, 2004, s.136.
- Okuyan, “Ne Yapmalı”cılar Kitabı, s.62.
- Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, Çev: M.Erdost, 4. Baskı, Sol Yayınları, 1989, s.10.
- Ayşe Ümit Köprülü, “Nisan Tezleri’nin günümüzdeki anlamı”, Gelenek 21, s.34-45, 1988.
- Kemal Okuyan, “Bir tartışmada yeni ufuklar”, Gelenek 21, s.37-63, 1989.
- Kemal Okuyan, a.g.y.
- Aydın Giritli, “Ekim’den ne öğreniyorlar?”, Gelenek 13, s.37-48, 1987.
- Aydemir Güler, “Güncellik Marksizme ne kadar kucak açıyor?”, Gelenek 86, s.1-6, 2006.
- E.A.Asratyan, I.P.Pavlov His Life and Work, University Press of the Pacific, 2001.
- Karl Marx ve Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, Sol Yayınları, 4. baskı, 1999, s.38.