Partinizin temel bir amacı Yugoslavya’yı yeniden birleştirmek… Bunun gerçekçi bir hedef olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu her şeyden önce hangi vadeden söz ettiğinize bağlı…
Orta ya da uzun vadeden söz edersek…
Yirmi yıl önce kimse Yugoslavya’nın parçalanacağını düşünmüyordu. Pek çok insan için parçalanma büyük bir sürpriz oldu. Eski Yugoslavya halklarının büyük çoğunluğunun çıkarları birleşik bir Yugoslavya’da. En yaygın olarak kullanılan dil, Bulgarcadan, Makedoncadan farklı olan Sırpça. Sırp dili, eski Yugoslavya’nın tümünde anlaşılıyor. Kesin biçimini bugünden öngöremeyecek olsak bile, gelecekte bir federasyonun ya da konfederasyonun kurulacağını düşünüyoruz. Ortaya çıkacak olan biçim dünya ölçeğindeki gelişmelere de bağlı olacak.
Partimizin altı eski Yugoslavya cumhuriyetinde üyeleri var. Ancak Hırvatistan ile Slovenya’da yasal statüleri bulunmuyor. Ayrıca medya da bize karşı tam anlamıyla bir tecrit politikası izliyor. Yalnızca bizim partimizi değil tüm komünist partileri görmezden geliyorlar.
Partimizin genç üyeleri de yasak olmasına rağmen, özellikle devlet binalarına rejim ve hükümet karşıtı sloganlar yazıyor, aralarında kızıl yıldızın da bulunduğu komünist sembolleri çiziyor…
Faşist bir seçim yasası nedeniyle, 21 Ocak (2007) parlamento seçimlerini boykot ettik. Bir partinin seçime katılabilmesi için, resmen 10 bin ama fiilen 11 bin yurttaşın mahkeme huzurunda söz konusu partiye oy vereceğini beyan etmesi zorunluluğu getirilmişti. İmza atmak için mahkemelere para ödemek de gerekiyordu. Bir başka deyişle, parası olmayanlar seçim sürecine katılamıyordu. İmzacıların kişisel bilgilerini vermelerinin tehlikeli olabileceği de açıktı. Dahası, Sırpların yüzde 40’ı mahkemelerin bulunmadığı yerlerde yaşıyor. Tüm bu insanlar seçim sürecinden dışlanmış oldu. Son olarak mahkeme görevlilerinin, imzaların geçerliliğini belirleme yöntemlerine de açıklık getirilmemişti. Mahkemeler de çoğu zaman bu işi yapmak için yeterli sayıda çalışanlarının bulunmadığından şikayet etmişti.
Geçmişte 50 bin imza toplayabilmiştik. Ama bunlar resmi değildi. Temel sorun, ödenmesi gereken paralardan çok insanların işlerini kaybetmekten korkmasıydı. Özellikle özelleştirmeler sonrasında insanlar işlerini kaybetmekten daha fazla korkuyor.
Eski Yugoslavya cumhuriyetlerinden Slovenya AB üyesi oldu. Hırvatistan ve Makedonya aday üye durumunda. Bu ülkelerin halkları AB’den ne bekliyor?
Partimiz NATO’ya ve AB’ye karşı. Çünkü AB, büyük sermayenin çıkarlarını savunan bir birlik.
Avrupa Birliği konusunda devlet yöneticilerinin görüşleri ile halkların görüşleri arasında büyük farklar var. Devlet yöneticileri, halkların AB üyeliğinden yana olduğunu savunuyor.
Ama bu arada Slovenya’nın özel bir durumu var. Tito döneminde önemli ekonomik ayrıcalıklara sahiptiler. Yatırımların çoğu Slovenya’ya yapılıyordu. Batıdan da yardım alıyorlardı. Yugoslavya’nın, Sovyetler Birliği’ne yönelik düşmanca politikaları nedeniyle, alınan yardımların önemli bölümü Slovenya ile Hırvatistan’a aktarılıyordu. Tüm bu nedenlerde, doğal kaynaklar açısından yoksul bir ülke olmasına karşın,Slovenya’daki kişi başına ulusal gelir AB ülkeleri ortalamasına yakındı.
İnsanların çoğu AB hakkında yeterli bilgi sahibi değil. Ama devlet yöneticileri kaygılanmamaları gerektiğini, Almanya’daki yaşam standartlarına kavuşacaklarını iddia ediyor. Ama Avrupa sermayesi, eski Yugoslavya halklarına hiçbir şey vermeyecek. Doğruları söylemiyorlar. Medya da, sıradan insanların düşündüklerini objektif bir şekilde yansıtmıyor.
Slovenya ve Hırvatistan’daki insanların çoğu, AB’ye üyelikten ya da üyelik sürecinden memnun değil. Bu ülkelerdeki yaşam standartlarının görece yüksek olmasına karşın, özellikle kırlarda yaşayanlar, her şeyin fiyatı ve vergiler arttığı için mutsuz. AB’nin eski üyelerindeki köylüler desteklenirken, Polonya’nın, Macaristan’ın ya da Slovenya’nın köylüleri bu desteklerden yararlanamıyor.
Partinizin Slobodan Miloşeviç hakkındaki yaklaşımı neydi?
Slobodan Miloşeviç, bir komünist değildi. Sosyalist bir yurtseverdi. NATO’ya karşıydı. Yugoslavya’yı bir arada tutmak istiyordu. Kosova’nın ne pahasına olursa olsun Yugoslavya’nın bir parçası olarak kalmasını sağlamaya çalışıyordu.
Ama ideolojik açıdan bakıldığında, Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrasında Batıyla uzlaşmaya çalışan biriydi. Özelleştirmelere başvurdu. Eklektik ekonomi politikaları uyguladı. Ekonomideki devlet kontrolünü de korumaya çalışmakla birlikte doğru seçimler yapmadı. Çevresinde çok sayıda Batılı ajan vardı. Bu nedenle doğru yerlere doğru insanları yerleştiremedi. Ona bir yurtsever olarak sempatimiz vardı ama, ideolojik çizgisi açısından değil… Anti-emperyalist mücadelenin simgesi olmakla birlikte, eklektik bir ideolojiye sahipti. Şu anda ise sosyalist partinin (Sırbistan Sosyalist Partisi) yönetimi bu partinin sağ kanadının elinde.
Partinizin adında neden “yeni” sözcüğü var?
Bunun birkaç nedeni bulunuyor. İkinci Dünya Savaşı öncesinde komünist partiler yasadışıydı. Savaştan sonra, Yugoslavya Komünistler Birliği, revizyonist ve reformist bir partiye dönüştü. Anti-sovyetik bir çizgiye yöneldi. Bu partinin iktidar döneminde, komünist adıyla parti kurmamıza izin verilmedi. İlk adımız “Yeni Komünist Hareket”ti.
1974 yılında 30 kişilik ve çoğunluğunu öğretmenlerin oluşturduğu bir grup, “Komünist Parti” adını aldı. Ama gizli polis bu partinin içine sızmış durumdaydı ve tüm üyeleri tutuklandı. Maceracı bir girişimdi. Partimizin adında “yeni” sözcüğünün bulunmasının bir nedeni de bu. Ama bu yılki kongremizde “Komünist Parti” adını benimseme olasılığımız yüksek.
Resmi belgelerinizde Titoculuğa şiddetle karşı çıktığınızı yazıyorsunuz. Neden?
Tito’nun faşizme karşı mücadelenin zaferinde önemli bir rol oynadığını kabul ediyoruz. Sosyalizmin kuruluşunda da önemli bir rol oynadı. Ne var ki, zaman içinde Marksizm-Leninizmden uzaklaştı.
Komünist parti içinde farklı görüşler vardı. 1948 Haziranı’nda Tito’ya muhalefet eden 294 partili bulunuyordu. 1953’e kadar bu insanların büyük çoğunluğu tutuklandı ve bir adaya hapsedildi. Bu ada bazı açılardan Auschwitz’e benzetilebilir. Muhalif komünistlerin pek çoğu öldürüldü. Ailelerine yönelik olarak da ayrımcı politikalar uygulandı.
Bu arada Tito, Türkiye ve Yunanistan ile birlikte bir NATO projesi olan Balkan Paktı’na imza attı. Bunun karşılığında Batıdan para yardımı aldı.
Sovyetler Birliği’nde Hruşov iktidara gelince, Tito, Batı ülkelerinin de yönlendirmesiyle bu ülkeyle ilişkilerini düzeltti. Sovyet yöneticileri de Yugoslavya’yı yeniden kazanabileceklerini düşündü. Ama zaman içinde görüldüğü üzere Tito, sosyalist ülkelerdeki tüm muhalif hareketleri destekledi. Dubçek’ten, Havel’den, Walesa’dan, Soljenitsin’den yana oldu. Tüm muhaliflerle, tüm revizyonislerle işbirliği yapıldı.
1968 yılında Sovyet askerleri Çekoslovakya’ya girdiğinde, gizli polis beni Belgrad’da tutukladı ve sorguladı. Çoğu Rusça’ya da çevrilmiş 12 kitabım vardı. Sorgulamalara, gizli polisin Sovyet departmanı sorumlusu ve bir Amerikan ajanı da katıldı. Radyo ve gazetelerde, Sovyetler’in Yugoslavya’yı işgal etme planları yaptığı ve yeni kurulacak olan partinin başına benim getirileceğim iddia edildi. Bunun çok aptalca bir iddia olmasına karşın anti-sovyetizm de çok güçlüydü.
Eski Yugoslavya cumhuriyetlerinde size yakın başka partiler var mı?
Yugoslavya Komünistler Birliği’nin parçalanmasından sonra farklı ülkelerde bir dizi parti çıktı ortaya. Ama bunların çoğu etkisiz. Örneğin Goran Markoviç’in bir partisi var (Bosna-Hersek Komünist İşçi Partisi). Ama bu parti neredeyse yalnızca İnternet üzerinde bir varlık sahibi. Bunun dışında Makedonya’da iki parti bulunuyor.
Teorik tartışma gündeminizde hangi başlıklar var?
Dünyadaki diğer komünist partilerle benzer konuları tartışıyoruz. Özel sorunlarımız, Sırbistan’la ilgili olanları…
Teorik bir yayın organınız var mı?
Hayır, ama farklı konularda broşürler hazırlıyor ve konferanslar düzenliyoruz. Bunun dışında ben, yaklaşık 10 yıldır sosyalizmin 20. yüzyıl tarihi üzerine bir kitap çalışması hazırlıyorum. Çalışmanın merkezinde Stalin duruyor. 15 komünist parti bu çalışmayla şimdiden ilgileniyor ve çevirerek basmayı düşünüyorlar. Çünkü elimde, başka kimsede bulunmayan Rusça belgelerin fotokopileri de var.
Uluslararası komünist hareketin bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Partimiz Komintern’e benzer bir yapılanmadan yana. Kendi ülkemizde, uluslararası komünist hareketin desteğini almadan yapabileceklerimiz sınırlı. Buna karşın, güçlü bir komünist ülke bulunmuyor. Çin’le ilişkilerimiz var. Ama Washington’la karşı karşıya gelmek istemiyorlar ve bize yardım etmektense ticari ilişkiler kurmayı öneriyorlar. Ancak bunun için de paraya ihtiyaç var. Vietnam da benzer bir yaklaşıma sahip. Onlar da ticaret yapmak istiyor. Venezuela’da ise ulusalcı ama komünist olmayan bir iktidar bulunuyor. Doğu Avrupa ülkelerinin partileri devrime hazır değil. Televizyonları, radyoları, gazeteleri olan sermayenin diktatörlüğüne karşı, parasız bir şekilde mücadele etmek zorundayız. Halk tabanındaki potansiyeli harekete geçiremiyoruz. Emperyalizm bu denli güçlüyken ve tüm ülkelere müdahale ederken, yardımsız kimse devrim yapamaz. Bu nedenle komünistler arasındaki her tür ilişkinin geliştirilmesini, ortak etkinliklerin düzenlenmesini önemsiyor ve söylediğim gibi, Komintern benzeri bir yapılanmaya doğru gidilmesini savunuyoruz.
Çok teşekkür ederiz.