Fransa’da Sınıf Mücadeleleri: Ormanı Görebilmek İçin Gereken Akıl
Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848 – 1850
Karl Marx
Almanca’dan Çeviren: Erkin Özalp
Yazılama Yayınevi
Ocak 2009, İstanbul
Market raflarında iki buçuk liraya satılan dünya klasiklerini gördükçe telif hakkı denilen burjuva kurumunun pek de kötü olmadığı izlenimine kapılabilirsiniz. Nihayetinde telifli kitapların çoğu marketlerde satılmıyor ve genellikle daha kaliteli bir baskıyla ve daha iyi çevirilerle çıkıyorlar. Ancak Marksist klasikler bu alanda da “burjuva hak” kavramının ne büyük bir yalan olduğunu gösteriyor adeta. Telif “hakkı” adlı bilginin yayılması üzerinde kurulan tekelin cenderesine girmeyen Marksist klasiklerin Almanca’dan yapılan yetkin çevirilerle Türkçe’ye kazandırılması, her türden patentin eser sahibinin yaratıcılığını korumak ve ödüllendirmek için zorunlu olduğu yolundaki yüz küsur yıllık burjuva yalanının yaldızlarını bir kez daha dökmüş oluyor.
Şiirin başka bir dile çevirilemeyeceğini düşünenlerdenim. Kanımca şiir çevrilmez, yeniden yazılır. Peki, edebiyat klasikleri için benzer bir tespit yapılabilir mi? Biçimin şiir kadar özle kaynaşmamış olması nedeniyle “hayır” denilebilir. Yine de klasikleri klasik kılan, anlattıkları öykü kadar yazılış biçimleri, dili kullanmak konusunda yazarlarının mahareti ve getirdikleri yeniliklerdir aynı zamanda. Dolayısıyla klasikler için de, şiir kadar olmasa da, bir ölçüde “çevrilemez, yeniden yazılabilir” tespitini yapmak gerekir. Bunu kesin bir “çevrilemez” yargısı oluşturmak için söylemiyorum; ancak dünya klasiklerinin çevrilmesinin çok zorlu bir iş, dilin ardındaki öze inmeyi gerekli kılan bir çeşit yeniden yaratım süreci olduğunu iddia ediyorum.
Marx’ın eserleri devrimci bir teorinin, yeni bir bilimsel yöntemin kuruluşunu gerçekleştirmenin yanı sıra muazzam bir edebi değer de taşımaktadır. Lenin’in tespit ettiği Marksizmin üç kaynağından hiç değilse ikisi, spekülatif Alman felsefesi ve ütopyacı sosyalizm geleneğinin kavramsal –dilsel– zenginliği, bunları içererek aşan Marx ve Engels’e edebi bir dil oluşturmak dışında bir seçenek bırakmıyordu. Eski bilimin soğuk ve kuru dili Marx ve Engels’in omuzlarındaki görevin ağırlığını taşıyamayacak kadar yavan kaldığı için, yeni bilim kendisini yeni bir ifade tarzıyla beraber kurmuştur. Pek çok örnek gösterilebilir, ancak bu Engels’in Kapital’in ilk İngilizce baskısına yazdığı önsözde bizzat işaret ettiği bir noktadır: “Ancak yine de okuru bir güçlükten kurtarabilmiş değiliz: Bazı ifadelerin yalnızca gündelik yaşamda değil, sıradan Siyasal İktisatta da taşıdıklarından farklı bir anlamda kullanılması. Ancak bu kaçınılmazdı. Bir bilimin her yeni safhası, o bilimin teknik ifadelerinde bir devrimi içerir.” 1
O halde Marksist klasiklerin başka dillere çevrilmesi de, tıpkı bir edebiyat klasiğinin çevrilmesi gibi, derin bir kavrayışa dayanan bir yeniden yazım sürecini içerir. Bu işin layıkıyla yapılabilmesi için orijinal dildeki eseri temel almak zorunludur.
Sol Yayınları’nın emeğine haksızlık etmek istemem. Bu yayınevinin yaptığı çevirilerin ağırlıklı olarak Marksist klasiklerin orijinallerinden değil, Progress Publishers’ın yaptığı İngilizce çevirilerden olması, yine de yapılan işi değersiz kılmıyor. Bunu bir “öncü çaba” olarak görmek sanırım hak teslimi yapmak açısından yeterli olacaktır. Sol Yayınları sayesinde Marksist klasikleri orijinallerinden okuma şansına sahip olmayan Türkiyeli okur bilimsel sosyalizmin temel kaynaklarıyla tanışma şansına sahip olmuştur.
Ciddi hatalar, eksiklikler, özensizlikler… Bunların hepsi var, ancak söylediğim gibi, Marx, Engels ve Lenin’in yapıtlarının Türkçe’ye kazandırılması halen çocukluk çağındadır ve yapılan öncü çalışmaları acımasızca eleştirmenin bir anlamı yoktur. Mevcut durum yalnızca sosyalistlere bir görev yüklemektedir: Daha yetkin çevirileri Türkiyeli okurla buluşturmak.
Yazılama Yayınevi Komünist Parti Manifesitosu’nu Almanca aslından çevirdikten sonra (ki Manifesto’nun 150. yılı nedeniyle başka yayınevleri de bunun başarılı örneklerini verdiler), bu defa da Marx’ın Fransa üçlemesinin ilk kitabını, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri’ni yeni bilimin asıl dilinden ve farklı dillere yapılmış pek çok çeviriyle karşılaştırarak Türkçe’ye kazandırdı.
Kanımca Manifesto’nun ardından Fransa’da Sınıf Mücadeleleri’nin çevrilmesi ayrıca anlamlıdır. Marx’ın eserleri arasında bir önem sıralaması yaptığımdan değil. Ancak Manifesto gibi Fransa üçlemesi de özellikle Marksizmle yeni tanışan okurların devrimci teoriye ilgilerini artıracak eserlerin başında gelmektedir. Kuşkusuz Marksist klasiklerin tamamı ilgi çekicidir, ancak Fransa’da 1848’le açılıp 1871’le kapanan sayfa kadar modern sınıflar mücadelesi tarihi açısından teorik düzeyde öğretici bir kesite az rastlanmıştır. Bu tarihi Marx’ın müthiş renkli kaleminden ve dehasından süzüldüğü şekliyle okumak ise gerçek bir mutluluğa dönüşmektedir.
Evet, bu metinlerde onlarca olay ve kişi adı geçmektedir; ama Marx’ın üçlemesi ilk kitabın daha ilk cümlesinden itibaren okuru öyle bir çarpmaktadır ki, ne Ledru-Rollin’in kim olduğunu ne de Cavaignac’ın nasıl doğru telaffuz edileceğini umursamadan, onları Marx’ın sunduğu biçimde okumaya devam edersiniz. O ilk cümle şunu demektedir: “1848-1849 döneminin devrim yıllıklarının tüm önemli kısımları, yalnızca birkaç bölüm dışında, şu başlığı taşır: Devrimin yenilgisi!” 2 Hemen bir paragraf altında ise nasıl bir dönemi, nasıl bir aklın çözümlemesiyle okuduğunuzu yüksek sesle haber veren bir tespit vardır: “Kısacası: Devrimci ilerleme kendi yolunu, dolaysız trajikomik başarılarıyla değil, tam tersine birleşik, güçlü bir karşı devrim yaratarak, bir düşman yaratarak açtı; yıkıcı parti, ancak bu düşmanla mücadele içinde olgunlaşarak gerçek bir devrimci partiye dönüştü.” 3 Fransa’da Sınıf Mücadeleleri, ilk bakışta uzman tarihçilere göre gibi görünen bir konuyu, karmakarışık olayları, yalnızca üç yıllık bir süre içerisinde tarih sahnesinde önce devrimci, ardından reformist ve en sonunda karşı devrimci roller oyanayan –aynı– kişilerin hikayelerini, bir cümleyle özetleyen bu tespitle açılmaktadır işte. Ardından da bir davet gelmektedir: “İzleyen sayfaların görevi, bunu kanıtlamak.”
1848 önemlidir; Fransa’da yaşananlar önemlidir; Blanqui, Louis Blanc, Cavaignac, Ledru-Rollin, Louis Bonaparte ve diğerleri önemlidir; ancak hepsinden önemlisi Marx’ın bu süreci nasıl çözümlediğidir. Fransa’da Sınıf Mücadeleleri’nde kristalize olan Marx’ın yöntemidir.
İster Marx’ı okumaya yeni başlamış olun ister bütün eserlerini okumuş olun, günümüz Türkiye’sinin karmaşık dinamiklerini anlamak için Marx’ın 1848 Fransası hakkında yazdıkları ağaca bakarken ormanı görememe körlüğünden muzdarip olmak istemeyen herkes için temel kaynaktır.