Eskiden yalnızca “Ne Yapmalıcılar” vardı. Artık “Ne Yapmalıcılar” ile “Ne Yapmamalıcılar” var. Ne yapılmaması gerektiği açık, ancak “Ne ve Nasıl Yapmalı” konusunda bir ayrım bulunmaktadır. TKP saflarında yaşanmış olan tartışma, bir leninizm tartışmasıdır. Sınıfa sadece kurgusal düzeyde yer veren, asli olarak yarı aydın elitizmine dayanan bir leninizm mi, işçi sınıfı temelli bir leninizm mi? Leninizmi “taş devri siyaseti” sayanlarla zaten işimiz bitmiştir, onlar konu dışıdır. Aynada kendilerine bakarak ne kadar haklı olduklarıyla kibirlenenler, “Ne Yapmalı”yı değil “Ne Yapmamalı”yı temsil etmektedirler.
“Ne Yapmalıcılar” yoluna devam ediyor!
[separator type=”space”]
Birileri yüzünü CHP’ye dönmüştü (2014), birileri yüzünü HDP’ye dönmüştür (2015). 2014 yılında CHP yerel seçim komiteleri ile aralarından su sızmayanlar, bugün “yetmez ama evet”çilerle aynı imza metnine imza atanlar liberal saldırı edebiyatını dillendiremezler.
[separator type=”space”]
Gelenek Dergisi, son sayısını, “Oportünizm, liberalizm… Tasfiyeyi yenmek” başlığı ile çıkardı. Gelenek Dergisi, kapağına “(T)KP’nin teorik yayın organıdır” ibaresi koyduğuna göre dergide yazılanlar ne tek başına dergiyi ne de tek başına yazarları bağlayabilir, aynı zamanda siyasal bir örgütlülüğün kolektif görüşünü de ifade etmektedir…
Gelenek Dergisi’nde ele alınan dosya başlığı alelade bir konu değil; doğrudan Türkiye Komünist Partisi’nin son 3 yılına damgasını vuran gelişmeler üzerine bir teorizasyon denemesi… Teorize etmekte bir sorun yok, hatta geliştirici de sayılmalı, ancak söz konusu deneme gerçeklerin tahrifatı üzerine kurulan, teorik titizliğin esamesinin okunmadığı bir deneme olunca iş adlı adınca manipülasyon olarak görülmeli… Tek yazı dışında, neredeyse bütün yazılar kapakta yazılan başlığın çerçevesinde yazılmış. İşin ironik, tuhaf ve trajik tarafı ise siyasal tezler olarak sunulan ilk metnin “sınıflar üstü ve liberalizme çalan” içeriği ile derginin dosya konusu olan “liberal tasfiyeyi yenmek” kavramlarının aynı dergide buluşmasıdır. AKP rejimini sınıflar üstü bir çerçeveye yerleştirmenin ve Türkiye gerçeğinin liberal siyasetin gözlüğünden okunmasının “komünist siyaset” diye sunulması bir garabet örneği olarak karşımızda duruyor.[1]
Garipsenmesi gereken başka bir durum ise Gelenek Dergisi’nin üslubunda alışkın olmadığımız, “içeriğin biçime üstün gelen” tarzına yakışmayan bir şekilde “sol jargon” kullanımının derginin son sayısında yoğun olarak göze çarpmasıdır.
Oportünizm, revizyonizm, reformizm, tasfiyecilik vb. kavramlar ardı sıra kullanılmış ve her kavram bir de ayrı ayrı açıklanma çabasına girişilmiş. Bu kavramların dünya komünist literatürü içinde yerinin olmadığını iddia edecek değiliz. Ancak söz konusu Türkiye solu olunca, Türkiye solunun jargonlar üzerinden konuşma alışkanlığı ve jargonlar üzerine kurulan sığ bir teorik zemin akla gelince, Gelenek başka bir yolu ve kullandığı kavramlarla da bu sığlığın dışında başka bir niteliği temsil ederdi. Ancak bu sayıda havada uçuşan kavramlar, işin geldiği yeri göstermesi açısından manidar sayılmalı… Ayrıca derginin bu hali ile “Gelenek”in 1986 yılında beri üstlendiği misyon ile hiçbir ilgisinin kalmamış olduğu da tarihe not düşülmeli… TKP içinde yaşanan tartışmaları teorize etmenin yolunu, ne yazık ki devrimci-demokrasinin sığ jargonculuğunun arkasına sığınmakta bulmuşlar. Ortada bir sıkışma hali olduğu açık. Bu sıkışmanın kaynağında ise yaşanan gerçekler ile Gelenek Dergisi’nde yazılanlar arasındaki büyük boşluk yatmaktadır.
Bu boşluk, devrimci-demokrasinin jargonculuğu ile ancak bu kadar dolabilirdi.
Doğaldır ki sadece bu üslubun sığ sularında gezinmek boşluğu dolduramıyor. Çünkü TKP içinde yaşanan ayrışmanın başka bir hikayesi bulunuyor.
Ayrıca doğrudan TKP’yi refere eden tek yazı dışında, bütün diğer yazılar TKP dışında başka örnekler üzerinden “yukarıdan bakışı ve soyutlamayı” dert edinmiş gözükerek doğrudan polemiğe yol açmamaya özen göstermiş. Ancak bütün yazılanların “TKP ayrışmasına” atıfla yapıldığı ve sonuna kadar polemik anlamına geldiği buz gibi ortada…
O halde biz de söylenmesi gerekeni yine de “sakınarak” yazacağız…
Tasfiyeciliğin iki anlamı
Gelenek Dergisi’nde yazılanların ana fikri üç aşağı beş yukarı şöyle özetlenebilir: “Komünist harekette likidasyon kendiliğinden olmuyor, bunun nesnel ve aynı zamanda sınıfsal bir zemini var, bu zemin özel olarak sermaye düzeninin düzen içi siyasal projeleriyle belirleniyor, bu projelerin komünist hareketteki etkileri likidasyonların ana kaynağıdır. TKP ayrışması da böyle bir zemine oturdu, bu zemin HDP ile temsil edilen liberal etki idi, bu açıdan TKP’ye dışarıdan bir liberal saldırı oldu. TKP ayrışması özünde budur. Direndik, likidasyonu engelledik, liberalleri parti saflarından attık.”
Kabaca bu tezlerin işlenmeye çalışıldığı bir siyasal söylemin “teorik kılıf” içine sokulma çabası olarak tarif edebileceğimiz bir dergi var elimizde. Özellikle dünya ve Türkiye komünist hareketi içinde yaşanan likidasyon örnekleri ile TKP içinde yaşanan ayrışma birbirine benzetilerek argümanlar güçlendirilmeye çalışılmış. Ancak 2014 döneminde TKP içinde yaşanan ayrışmaların konusuna, başlıklarına, örneklerine dönük tek kelime bulamayacağınız, güncellikten ve bağlamından kopartılmış bir “zihniyet” karşımızda duruyor. Kurgusal siyasetin ve kurgusal düşüncenin sonucu olan bir soyutlama çabasının kurgusal hikayesinden başka bir şey bulamıyoruz. Bu aynı zamanda “resmileştirme” ve unutturma girişimidir. 2014 yılında TKP içinde yaşanan tartışma ve ayrışmanın konusu, nedenleri ve tarihselliği üzerinde hiç durulmayan ve yaşananları “dış mihrak”ların TKP üzerindeki etkisi olarak açıklayan vahim bir bakışın yansımasıdır kaleme alınan yazılar. 2014 TKP’sinde yaşanan tartışmalara bu şekilde bir bakış, özünde, partiyi karpuz gibi ikiye bölen liberal bir etki arayışı; TKP içindeki tıkanma noktalarının üzerinin örtülmesi girişimidir. Kolayı budur ve kolayına kaçılmıştır. 2014 yılında TKP’nin yaşadığı krizin özünü aramak yerine nasıl o günlerde “günah keçileri” aranmışsa, ayrışma sonrası liberal bir sapma ortaya çıkınca, liberal saldırı tezi üretilip, bakın nasıl haklı çıktık yanılsaması yaratılmaya çalışılmıştır. Gerçekler ters yüz edilmiştir, ayakları üzerine oturtmak ise bize düşmüştür.
TKP’nin siyasal ve örgütsel tarihinin biriktirmiş olduğu sorunlar ve tıkanma noktaları merkeze konulmadan bu sürecin teorizasyonu mümkün değildir. Bu açıdan TKP tartışması tek başına “dış dinamiklere” indirgenemeyecek kadar kendi “iç dinamiklerinin” belirleyici olduğu bir sürecin ürünü olarak değerlendirilmek ve ele alınmak durumundadır. Meselenin özü burada aranmalıdır ve anlatılan hikayeler artık karın doyurmamaktadır.
TKP bir tasfiyecilik saldırısı ile karşı karşıya kalmamıştır. Tersine TKP içinde bir tasfiye girişimi ile karşı karşıya kalınmıştır.
Tasfiye kavramını iki anlamı ile okumak durumundayız. Gelenek Dergisi, işin bir boyutunu ele almış. Genel olarak marksizm, leninizm, merkeziyetçi parti, partili siyaset, örgütlü siyaset, sınıf siyaseti, iktidar perspektifi, liberalizme karşı konumlanış, emperyalizme karşı mücadele vs. gibi bir dizi başlıkta TKP çizgisinin ne söylediği bellidir. Bu hattın dışına düşenlerin komünist siyaset, TKP ve Gelenek Hareketi ile uzaktan yakından ilgisi olmadığı da açıktır. Genel olarak Türkiye ve dünya komünist hareketinde temel noktaların tartışmaya açıldığı her durumun sağ bir sapmaya ve likidasyona denk düştüğü bilinmektedir. TBKP örneği, 1991 YKP örneği, ÖDP örneği tarihe likidasyon örnekleri olarak geçmiş, tam da Gelenek Dergisi’nin de isabetli olarak saptadığı yukarıdaki ilkelerin reddiyesi üzerine oturan bir liberalleşme süreci görülmüştür. Devrimcilik adına komünist siyasetin dışına düşmenin tasfiyeye götürmesi kaçınılmazdır ve tasfiye ya da likidasyon kavramları yerli yerinde kullanılabilecek kavramlar olarak bu açıdan değerlendirilebilir. Ama yukarıda söylediğimiz şeyi bir kez daha ifade edersek, 2014 yılında TKP içinde yaşanan tartışmaları bu kalıbın içine sığdırmanın hiçbir tarihsel gerçekliği bulunmamaktadır. Kaldı ki TKP saflarında liberalizmle hesaplaşma KP’nin değil, TKH’nin hesabına düşmüştür. Bu konuya ayrıca geleceğiz.
Ancak tasfiyecilik kavramının bir başka anlamı daha bulunmaktadır ki, Gelenek Dergisi’nin hatırlatmak istemediği bir boyut olarak karşımızda duruyor: Kadroların, birimlerin, örgütlerin, çalışmaların tasfiyesi! Kadroları görevden alma, birimleri, örgütleri etkisizleştirme, çalışmaları sonlandırma vb. olgularla açıklanabilecek tasfiyeci bir tarzdan bahsediyoruz.
“Tasfiye”; TKP tarihinde, neredeyse, bir siyasal yönetim tarzı haline gelmiş; partinin gelişmesi ve büyümesi yerine bu tarzın sahiplerinin “iktidarının sürekliliği için” yeri gelmiş kadrolar, yeri gelmiş örgütler, yeri gelişmiş siyasal çalışmalar bir günde tasfiye edilebilmiştir (Yurtsever Cephe, İşçi Birliği, Emekçi Kadın Çalışması, 2011’de parti birimlerinin kapatılması vb. örnekler sadece hatırlanmalıdır). TKP’nin yaşamış olduğu bu tarihsel sürecin, 2014 yılına gelirken, yeni bir tasfiye girişimine denk gelmesi ise herkesin görmesi gereken gerçek olarak karşımızdadır.
Evet, 2014 tablosunda, likidasyon anlamına gelecek bir tasfiyecilik ile karşı karşıya kalan bir TKP değil, partinin bölünmesine, güçsüzleşmesine, etkisizleşmesine, itibar kaybetmesine neden olan tasfiyeci bir tarzın egemenliği sorunu bulunmaktaydı!
Gelenek Dergisi, jargoncu solculuğa kapı aralamak yerine keşke likidasyon ve tasfiyecilik kavramlarını yeterince irdeleseydi. Türkçemiz esnek bir dildir ama likidasyon ve tasfiyecilik arasında büyük farklar olduğu açık olmalıdır. Kelimeler yerli yerinde kullanılmalıdır, tasfiyeciliğin üzeri, likidasyon anlamında “tasfiye ” kelimesi ile örtülerek manipülasyon yapılmamalıdır.
Gelenek Dergisi, konuyu ele alırken özel olarak bir tarihe işaret etmiş, “2007 yılında ortaya çıkan sorun çözülemediği için bugünlere geldik” tezi ifade edilmiştir.
Bu konu açılmalıdır ve bunun için başka bir bağlama daha ihtiyaç duyulmaktadır. Öncelikle Gelenek Dergisi’nin son sayısında Kemal Okuyan ile yapılan söyleşinin işaret ettiği önemli bir nokta vardır. Bu da, TKP içinde yaşanan sorunlar ile Gelenek Dergisi’nde cisimleşen teorik üretim ve içselleştirme arasındaki bağ tezidir. Bu bağın oluşmaması, eksik kalması ya da içselleştirilememesi, TKP içinde yaşanan krizin bir nedeni olarak gösterilmek istenmiştir.[2] 2007 yılının tezi, parti içindeki moda söylemi ile, “Örgüt ile siyaset arasında açı vardır!” idi. Bu tezin tezahürü ise basit olarak karşımıza çıkmıştır: Merkez siyasi üretim yapar, her zaman haklıdır, ortaya çıkan başarısızlık siyasi hedef ya da tarzda değil, tersine her zaman örgüttedir, kadrolardadır! Bu yaklaşım TKP’nin yaşadığı sorunların tespit edilmesinde uzun süre merkezde duran “teorik bir saptama” olarak hep yerini korumuş, ancak sorunun kaynağının örgütte değil önderlikte olduğu gerçeğini uzun süre saklayabilecek bir zemin üretilmiştir. “Teorik üretim ve örgüt arasındaki uçurum” tezi tam da buradan okunmalı, partinin “yarı-aydın elitizmine” kurban edilmesini kabullenmeyip emekçi sınıflara dayanması gerektiğini hisseden kadroların haklılığını ters yüz edecek bir saptama olarak karşımıza çıkarıldığı bilinmelidir.
Meselenin özünde teorik üretim ve bunun içselleştirilmesi bulunmuyordu. Mesele partinin nasıl bir kadro dinamiğine basması, nasıl bir örgütlenme zeminine sahip olması, nasıl bir siyaset tarzına ve söylemine sahip olması gerektiğiydi. Burada ortaya çıkan “kurgusal leninizm” ile TKP’nin gelip dayandığı emekçi sınıfların temsiliyetini üstlenme gerekliliği arasındaki çelişki, objektif olan durumu ifade etmektedir. Eğer likidasyon ya da tasfiyeciliğin teorisi yapılacaksa işin bam teli burasıdır ve bu konu 2007 yılına indirgenmeyecek ölçüde yapısal bir sorun olarak TKP tarihinin bir parçası sayılmalıdır. KP ve TKH ayrımının objektif zemini de burada aranmalıdır.
TKP’yi var eden en önemli iki olgunun altı net olarak çizilmelidir. Birincisi siyasal hattı, ikincisi örgütlü yapısıdır. Ancak “parti önderliği” ne zaman politik olarak sıkışmışsa sorunu örgütte aramış, örgütün tasfiyesine yönelmiştir. Bu açıdan 2011 yılında birimlerin kaldırılması önemli bir uğraktır. Bugün TKP’nin bölünmesi, güçsüzleşmesi, itibar kaybetmesi vs. gibi olgulardan bahsediyorsak eğer, bunun ana zemininin, siyasal hattın tartışılmaya açılmış olduğu iddiası değil, tersine “dönüşüm” adına örgütsel tasfiye ve dizayn niyeti olduğu net olarak ortaya konulmalıdır.
2007 yılında yapılmak istenen tasfiye girişimi, örgütsel olarak başarılamamış, 2011 yılında “tek kişilik yetki ve birimlerin dağıtılması” adımı atılmış, bu süreç 2014 yılında ise yeni bir dizayn projesine dönüşmüştür. Bu dizayn projesi aynı zamanda yeni bir örgütlenme ve siyaset yapma tarzını da içinde barındırıyordu. Birimlere dayanmayan, siyasal etki üzerinden yaratılan “hareketle” yol alınmasını merkeze koyan bir deneme TKP’nin önüne konuluyordu. 2014 yerel seçimlerinde ortaya çıkan başarısızlık bu dizayn projesinin ve yeni “hareketçi tarzın” boşa düşmesine neden olmuştur.[3]
Bu açıdan likidasyon nakaratı etrafında dönen tezlerin birer manipülasyon girişimi olduğu açık olarak ortaya konmak durumundadır. Tartışmaların özünde dışarıdan bir müdahale, TKP’ye yönelik liberal bir saldırı, parti içinde liberal hizip çıktı…vb. tezler bulunmuyor. TKP’nin en önemli kazanımı olan “örgüt” dağıtılarak yerine “birimsiz çalışan parti, siyasi etki üzerine oturan hareketçilik” konmak istenmiştir.
TKP’nin 2014 yılında yaşadığı krizin temel ve iç dinamiği burada aranmalıdır. TKP içinde, Gelenek Dergisi’nde kaleme aldığı makalede Erhan Nalçacı’nın söylediği gibi[4] ne “uyuyan hücreler”, ne “hizip” yaşanan krizin kaynağıdır. Tersine “merkezi bir hizip” kurularak parti, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız yeni örgütsel zemine yani hareketçi tarza geçirilmeye çalışılmıştır. TKP’nin 2014 krizi işte bu iç müdahale ile ortaya çıkmıştır. Ve sonucu TKP’nin bölünmesi olmuştur.
İki noktanın altı tekrar olması pahasına yeniden çizilmelidir: TKP’nin en önemli gücü olan örgütün, TKP’yi var eden örgütsel omurganın bu anlamıyla leninizmin kırılmasıdır söz konusu olan. Partinin politik çalışmalarında ortaya çıkan başarısızlık ya da politik hedeflerin gerçekleşememesi durumunda (günlük gazetenin başarısızlığı, seçim sonuçları, sınıf içinde gerçek bir örgütlenme sağlanamaması vb.) her seferinde “örgüt ile siyaset arasında açı var” denerek fatura örgüte kesilmiş; örgütün, çalışmaların, kadroların, birimlerin tasfiyesi ile sorunlar aşılmaya çalışılmıştır. Politika yapma tarzının değişmediği, örgütsel çalışma sürekliliğinin sağlanmadığı, işçi sınıfı içinde örgütlenme “stratejisinin” ortaya konulmadığı, emekçi sınıfların öncülüğünü ve temsiliyetini üstlenme misyonunun somutlanmadığı, çalışmaların yap-boz tahtası gibi açılıp kapatıldığı bir yönetim tarzı, sorunu kendisinde hiçbir zaman aramamıştır. İşte bu adlı adınca keyfi yönetim anlayışıdır! Örgütün tasfiye edilmek istenmesi, TKP’nin de bölünmesine yol açmış, bu fay hattında her türlü ucun boy vermesi, acı bir gerçek olarak karşımıza çıkmıştır.
Vurgulanması gereken ikinci olgu ise, üzeri örtülen “hareketçilik” denemesi ya da kafa karışıklığıdır. 2011 yılından sonra bu tarz partinin yeni çalışma modeli diye alttan alta sürekli işlenmiş, bir laboratuvar olarak Hatay Defne yerel seçim çalışması sürekli propaganda edilmişti. Bunun bir başka versiyonu ise Ankara yerel seçimlerindeki “birlikçilik” denemesidir. Her iki çalışmanın da başarısız olduğu kabul edilmelidir. O günün birlikçi ve hareketçi bazı kadrolarının bugün, KP saflarında, “örgütçü”lüğü hatırlamaları ise manidardır. Bugün “toplumsal dinamiklerin bileşkesinden oluşan siyasal parti” tezine karşı Gelenek Dergisi tarafından yazılan isabetli ve doğru saptamanın muhataplarının kimler olduğu sorusu da boşta kalmaktadır. Doğrudur ve tekrar edilmelidir. Leninist parti öncü bir partidir ve “toplumsal dinamiklerin bileşkesi” şeklinde formüle edilecek bir zeminde asla kurulamaz. Ama 2014 yılında örgüte yapılan iç müdahale ve dizayn projesi, bu ilkeyle çelişmekteydi ve parti içinde bir direnç ortaya çıktıysa bu direnç leninizme olan sadakat ile ilgiliydi.[5]
2015 yılında yaşanan tartışmaları, 2014 yılında yapılan tartışmalar gibi sunmak ise anakronik bir durum yaratmıştır. Bu konuyu aşağıdaki bölümde daha detaylı işleyeceğiz. HTKP’ye bakarak KP’nin kendisini aklaması, 2014 yılındaki tartışmaların üzerinin kapatılma girişimi olarak karşımıza çıkmış bulunuyor. Süreçler, parametreler ve tartışma başlıkları analitik bir bakış açısıyla yerli yerine oturtulmak zorundadır.
Liberal saldırı ve likidasyon tezini çürüten son ve belki de en somut kanıt, yukarıda yazılan onca paragrafa bile gerek olmadan söylenmelidir ki, bugün TKH çizgisidir.
Birilerinin beklediği likidasyon olmamış, tersine Bolşevik bir damar varlığını korumuştur.
Likidasyonların periyodizasyonu ve gerçeğin tahrifatı
Gelenek Dergisi, son sayısında, son üç yıllık süreç içinde TKP içinde yaşanan tartışma ve ayrışmaları teorize etmeye çalışmış. Doğaldır ki teorize etmek için belli başlı parametreler ortaya koyarak bir yöntem geliştirmeye uğraşmış. Öncelikle tarihsel bir çerçeve üzerinden komünist hareket içinde yaşanan likidasyon ve ayrışmaları dönemselleştirmiş, sonrasında bu dönemselleştirmenin “nesnel koşullarını” belirtmeye çalışmış, düzen siyasetinin etkileri altında kalarak düzene bağlanan siyasal yolların likidasyona neden olduğunu söyleyerek, TKP’nin yaşadığı krizi bir tür objektivizme dayandırarak “dış dinamiklere” bağlama yoluna gitmiş. Bunu yaparken aynı zamanda özellikle Yunanistan Komünist Partisi üzerinden dünya komünist hareketindeki bazı likidasyon örneklerine gönderme yaparak 2014 Türkiye’si ile “analoji” kurmaya çalışmış.
Herhangi bir gelişmenin maddi bir zemini olmadan ortaya çıkabileceğini söyleyecek kadar idealistçe bir yaklaşım geliştirmemizi kimse beklememelidir. 1968 ve 1991 yılında Yunanistan Komünist Partisi içinde yaşanan ayrışmaların, aynı zamanda dönemin siyasal gelişmeleri ile bağı elbette bulunuyor. Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin YKP üzerinde etkisi olmuştur ve bu etki YKP içindeki reformizmin partinin dışına atılmasıyla ortadan kaldırılmıştır. O günden bugüne Yunan solunda ortaya çıkan bir dizi dinamiğin o dönemle bağlantıları konusunda bir bilgisizlik ise bulunmuyor. Gelenek Dergisi iki çeviri ile bu dönemi hikaye etmiştir. Gerek Sinaspismos’un ve gerekse sonrasında Syriza’nın nasıl bir siyasal evrimden geçtiği biz TKP’liler için açık olsa gerek.
Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin Türkiye sosyalist hareketi üzerindeki etkisi daha büyük olmuştur. TBKP süreci yeni bir enerjinin değil likidasyonun aracı haline gelmiş, partili komünist gelenek likide edilerek reformizmin yolu açılmıştır. Bu yolun sonunda devrimci-demokrat iki ana bölmenin katıldığı ÖDP süreci, Türkiye sosyalist hareketi açısından ikinci likidasyon dalgası olarak da adlandırılmıştır.
Türkiye sosyalist hareketinin atılım ve likidasyon dönemlerinin birlikte ele alınması en doğrusu olurdu. Likidasyonlar kadar devrimci kopuşlar da ifade edilmeli. 1978-1979 döneminde Türkiye sosyalist hareketinin ana bölmelerinden kopan küçük ama devrimci çıkışlar da bulunuyor. TİP’ten Sosyalist İktidar, Dev-Yol’dan Dev-Sol, TKP’den İşçinin Sesi gibi… Geçmiş tartışmalara, dönemin siyasal taraflaşmalarına girmeden bir saptama yapmak gerekiyor. Örneğin İşçinin Sesi, devrimci bir çıkış olmakla birlikte zamanla nefessiz kalmıştır. Bu açıdan, likidasyonların, düzen siyasetinin bir parçası haline gelmek dışında başka parametrelerle de açıklanabileceğini sadece not etmek isteriz.
Gelenek Hareketi, TBKP sürecine; SİP, ÖDP likidasyonuna; TKP ise HDK liberalizmine karşı dik durarak bugünlere gelmiştir. Bu açıdan gerek Gelenek gerek SİP ve gerekse TKP, bir örgütsel süreklilik taşıyarak, likidasyon-tasfiye süreçlerinin ve liberalizmin karşısında durarak Türkiye komünist hareketi içinde devrimci bir konumu ve gücü ifade etmiştir. Öncelikle bunun altı çizilmelidir. TKP açısından bu anlamıyla liberal saldırıya karşı siyasal bir duruş, neredeyse mayasında bulunan nitelik olarak görülmelidir.
Kısa keserek, bu dönemselleştirmenin 2014-2015 yıllarında yaşanan TKP ayrışmaları ile çakışıp çakışmadığı konusuna gelmek gerekiyor. Gelenek Dergisi tarafından yapılan dönemselleştirmenin son halkası olarak, düzen içinde ortaya çıkan HDP projesinin ve liberalizminin Türkiye solunu ve özelde TKP’yi de etkilediği sonucu çıkarılarak, yaşanan ayrışmanın böylesi bir politik-ideolojik maddi zemine dayandığı vurgulanmıştır.
Sürecin bütünü hesaba katıldığında, bütünlüklü bir tarihsel çerçeve içinden bakarsak, şerh konulmak şartıyla, TKP saflarında, düzen siyasetinin ve liberal bir etkinin “deprem” yarattığı kabul edilmelidir. Bu açıdan dünya ve Türkiye komünist hareketinde görülen pek çok likidasyon örneğinde, düzen siyaseti ve liberal etki söz konusu olduğunda, bir “düzene bağlanma” süreci olduğu açık ve gerçektir. TKP açısından ise, 2015 döneminin, AKP’yi geriletmek adına, HDP siyasetinin kuyruğuna takılmayı “devrimcilik ve siyaset yapmak” olarak algılayan bir sağ sapma ortaya çıkardığı net olarak yazılmalıdır.
Ancak ortada sorunlar bulunmaktadır. TKP içinde yaşanan tartışmalar iki yılı bulan, 2014 ve 2015 yıllarında yaşanan iki ayrı ayrışmayla sonuçlanan bir süreçtir. Her iki yılda ortaya çıkan tartışma başlıklarını aynı torbaya doldurarak teorize etmenin ise açık bir manipülasyon niyeti taşıdığını yazmak zorundayız.[6]
2000’li yıllar gerici AKP’nin iktidar olduğu ve Türkiye’de emperyalizmle uyumlu bir dönüşüm projesini hayata geçirdiği yıllar olarak okunmalıdır. Böylesi bir dönemde özelde liberalizm ve Kürt siyaseti bu sürecin karşısında yer almamış tersine paralel bir siyasal hatla emperyalizmin açtığı kulvardan ilerlemişlerdir. Kürt siyasetinin, 2010 referandumundaki boykot kararı ile liberallerin başını çektiği “yetmez ama evet” çizgisi, AKP’nin “dönüşüm projelerinin” soldaki paralel yorumlarıydı. TKP, bu dönemde gerek AKP’ye, gerek emperyalizme ve gerekse liberalizm saldırısına karşı komünist bir siyasal hatta ısrar etmiş, bu çizgilerle arasındaki mesafeyi tamamen açan bir siyasal odak olarak etkili konuma gelmişti. TKP, seçimlere ittifak yerine kendi başına girmeyi tercih etmiş, bağımsız bir sosyalist odak olmayı tercih eden devrimci bir politik hattı zorlamıştı. Bu açıdan 2011 yılında kurulan HDK ve 2013 yılında kurulan HDP ile TKP’nin uzaktan yakından ilgisi olmadığı gibi, iki siyasi çıkışın TKP saflarında ciddi bir etkide bulunduğunu söylemek de mümkün değildir. Tersine, TKP bu liberalizm eksenli Kürt siyasetinin Türkiye solunu arkasına takmasını karşısına almış, politik tutumunu bu doğrultuda oluşturmuş ve bu konuda politik ve ideolojik ciddi bir mücadele de yürütmüştür. Söz konusu seçimler olunca HDK ve HDP ile TKP’nin seçim politikaları tamamen farklı kulvarlarda yürümüş, TKP dik duruşuyla kendi yolunu açmıştır. TKP Kongre ve Konferans kararlarında Kürt siyasetine dönük eleştiriler ortadadır ve TKP saflarında Kürt siyaseti ile yakınlaşabilecek bir psikolojik iklimin bulunmadığı ayrıca belirtilmelidir. Ergenekon sürecine, Hrant Dink’in katledilmesine, 12 Eylül davasına, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bakış ve referandum politikasında görülen temel farklılıklar TKP ile Kürt siyaseti arasındaki mesafeyi göstermek açısından sayılabilecek belli başlı konulardır.
Yukarıda kısaca ifade ettiğimiz politik tablodan da görüleceği üzere 2011 yılında kurulmuş HDK ve devamı HDP etkisinin, 2014 yılında yaşanmış TKP krizini tetiklediğini iddia etmenin bu açıdan tutar bir yanı yoktur.
Ancak başka bir olguya dikkat çekilmelidir: 2013 yılında yaşanan Haziran Direnişi’nin partiye yüklediği sorumluluklar ise ayrıca ele alınması gereken bir konudur ki, Gelenek Dergisi’nde bu konu nedense es geçilmiştir.
TKP 2014 yılına bu açıdan şu temel saiklerin egemen olduğu bir politik zeminde girmiştir: 2011 yılından beri parti içinde yeni tarzın zorlandığı bir örgütsüzleştirme süreci, 2013 Haziran Direnişi’nin etkisi ve HDP başta olmak üzere liberalizme karşı politik konumlanış.
Bu açıdan TKP içinde yaşanan tartışmaların ve ayrışmaların objektif koşullarını liberalizm etkisine ya da HDP siyasetine bağlamanın tarihi ve teorik zorlukları bulunmaktadır. 2014 yılına girerken ortada örgütsüz bırakılmış bir teşkilat, Haziran Direnişi’nin enerjisini ne yöne akıtacağını ve bu yönde partinin görevlerinin ne olacağını düşünen bir parti, yerel seçimlerde ve günlük gazete açılımında istediği sonucu alamamış bir önderlik vardır… 2014 yılını belirleyen temel olgular görülmeden, 2015 yılında başlayan HDP’cilik torbasına 2014 yılındaki başlıkları doldurmanın bir karşılığı bulunmuyor. Dediğimiz gibi, 2011 ve 2013 yılında kurulmuş HDK ve HDP’nin TKP üzerinde belirleyici bir etkisi yoktu ve bu etki özellikle “AKP’nin geriletilmesi başlığı” ile açıklanabilecek 2015 kesitindeki çakışmada aranmalıdır. Bu anlamıyla TKP içindeki 2014 süreci ile 2015 süreci analitik bir biçimde ayrıştırılarak bir teorizasyon çabasına girilmesi en doğrusudur.
2014 yılının temel ayrışma başlığı HDP ve liberalizm tartışması olsaydı, 2015 yılında yaşanan şiddeti yüksek politik ve ideolojik ayrışmanın (TKH ve HTKP arasındaki) gerçekliği olmazdı. 2014 yılında TKP’nin yaşadığı tıkanma ve kriz, partinin bölünmesine yol açacak bir dayatmayla ortaya çıkmıştır. Bugün Gelenek Dergisi, eğer kendisi yerine TKH’yi anlatıyorsa tezlerinde haklıdır, ancak kendisini yazacaksa ortaya çıkardığı yazılar manipülatiftir. |
2014 yılının temel ayrışma başlığı HDP ve liberalizm tartışması olsaydı, 2015 yılında yaşanan şiddeti yüksek politik ve ideolojik ayrışmanın (TKH ve HTKP arasındaki) gerçekliği olmazdı. 2014 yılında TKP’nin yaşadığı tıkanma ve kriz, partinin bölünmesine yol açacak bir dayatmayla ortaya çıkmıştır. Bugün Gelenek Dergisi, eğer kendisi yerine TKH’yi anlatıyorsa tezlerinde haklıdır, ancak kendisini yazacaksa ortaya çıkardığı yazılar manipülatiftir.
2014 yılında 12. Kongre raporuna yönelik Atılım Kongresi’nin şu ifadeleri ne demek istediğimizi yeterince gösterecektir:
“4 Temmuz’da sizlere ulaştırdığımız bültenimizde, ‘hâlâ birlik şansı var’ demiştik. Bu mesajı, kendilerini 12. Kongre olarak adlandıran arkadaşların son birkaç günlük seyrinden hareketle vermeye gerek duyduğumuz açıktır. Özellikle açıkladıkları kongre raporunun Atılım Kongresi raporuyla arasındaki benzerlikler ümitlendirmişti bizi.”[7]
Demek ki 2014 yılında ortada ideolojik-politik bir ayrışmadan daha çok “nasıl yapmalı” sorusu etrafında dönen bir tartışma vardır. Bu tartışmayı bir leninizm tartışması haline getirmek de mümkündür ve buradan bu tartışmalara ideolojik-siyasal kılıf bulmak da… 2014 yılında yaşanan ayrışmaya “örgütsel ayrışma” tanımı yapmamız tam da bu sebepledir. 2014 yılında liberalizm, emperyalizm, Kürt siyaseti, Suriye gündemi, birlikçilik vb. tartışılmamıştır. Haziran Direnişi sonrasında ortaya çıkan yeni politik zeminde TKP nasıl bir parti olmalı sorusuyla birlikte TKP’nin kendi iç gelişim dinamikleriyle çakışan bir süreç 2014 yılındaki krizi doğurmuştur.
HDP rüzgarı 2015 yılında esmiştir. TKP saflarında asıl liberalizmle hesaplaşma 2015 yılında yaşanmıştır.[8] 2014 yılında yaşanan tartışmaların merkezinde Haziran Direnişi’ne bakış ve Parti’nin nasıl olması gerektiği bulunmaktadır.
Özetlersek, Gelenek Dergisi tarafından teorize edilen “likidasyon”un nesnel zemini, 2014 ayrışması sürecinde değil, 2015 yılında açık bir gerçek olarak karşımıza çıkmıştır.
2014 yılında örgütü dizayn etme projesinin/tasfiyeciliğinin yol açtığı ayrışma ile 2015 yılında HDP’nin siyasal etkisine giren bir sağ siyasal sapmanın ortaya çıktığı ayrışma… Toplamda düzen siyasetinin TKP üzerindeki etkisi aranacaksa tam da buralardan aranmalıdır. 2014 yılı, bu etkiler altında, örgütsel bir tartışmayı, 2015 yılı ise kökten bir ideolojik-politik ayrışmayı beraberinde getirmiştir.
Gelenek Dergisi, bugün doğruda durduğu mesajını vermeye çalışmaktadır, ama bu çaba geçmişteki yanlışların üzerini örtememektedir. Tam da bu nedenle TKH’yi günah keçisi ilan etmek için illüzyon peşindedir. Öte yandan dünkü yanlışlarının üzerini örtmek ve sorumluluğu üzerinden atmak için kendisinin değil, TKH’nin hikayesini anlatması tam anlamıyla manipülasyon, mizah ve yaratıcı bir illüzyon denemesidir! Gelenek TKH’yi değil, kendisini yazmalıdır.[9]
Ayrışmanın sınıfsal teorisi yapılabilir mi?
Gelenek Dergisi’nde yapılan, ayrışmaların ya da likidasyonların teorizasyonu denemelerinde bir başka parametre ise sınıfsallıktır. Dünya komünist hareketi tarihinde ayrışma, sağa kayma, likidasyon örneklerini teorize ederken parti içinde sınıfsal kökenlere ya da partinin dayandığı sınıfsal zeminlere dönük saptamalar yapılmaya çalışılmıştır. Liberalizmin, bir orta sınıf ideolojisi olduğu ve bu açıdan orta sınıfların arayış, siyasallaşma ya da tepkilerine hitap eden bir siyasal hattı temsil ettiği anlatılmaya çalışılırken, “düzen siyasetinin projelerine bağlanma” parametresi yanında sınıfsal bir parametrenin de gündeme gelmesi elbette mümkün. Ancak söz konusu TKP’ye atıf ise biraz daha dikkatli olmak gerekmektedir. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, liberal saldırının sınıfsal karşılığını analiz etmek yararlıdır ve bir sınıf partisinin işçi sınıfı siyasetini taşıması gerektiğini vurgulamakta elbette bir sorun yoktur. Ancak bu tür analizler yapılırken, TKP’de yaşanan ayrışma süreçlerine dönük bir analoji kuruluyorsa işte burada durulmalıdır. TKP ayrışmasında sınıfsal kökenlerine yönelik üstü kapalı bir ima yapılmıştır. Dikkat edilmesi gereken yönlerden birisi de budur.[10]
Asıl tartışılması gereken ise TKP’nin siyasal-ideolojik olarak değil örgütlenme ve toplumsallık anlamında bir sınıfsal zemine basıp basmadığıdır.
TKP, Türkiye sosyalist hareketinde önemli bir güç olmakla birlikte, Türkiye siyasetinin genel fotoğrafı içinde siyasal olarak değil, ideolojik etkisi ile öne çıkmıştı. Başka bir deyişle, TKP’nin, niyeti, hedefi, söylemi, ideolojisi bir tarafa, emekçi sınıflar içinde gerçek bir gücü oluşturduğunu söylemek çok abartı olacaktır. Tartışmaların özünde de bu sorun yatmaktaydı. İşçi sınıfı partisi, işçi sınıfı içinde örgütlenmeliydi, sınıfın temsiliyetini ideolojik ve siyasal söylemi yanında aynı zamanda maddi olarak da hayata geçirmeliydi. 2014 yılında; 1993 SİP döneminden alınırsa 21, 2001 TKP kuruluşundan itibaren alınırsa 13 yılı geride bırakan bir partinin sınıf içinde elde ettiği mevziler ile emekçi sınıflara dayanan bir örgütlülük haline dönüşümü tartışması bulunuyordu. Parti ideolojik bir partiden siyasal bir partiye geçmeliydi. 2014 yılında yaşanan tartışmalarda en fazla dile getirilen tez buydu ve bu anlamıyla sınıf-parti ilişkisinin artık maddi gerçek hale geleceği bir toplumsal örgütlenme zeminine sahip olunması gerektiği ortadaydı. TKP, ideolojik bir parti görüntüsü veriyordu ve 2013 Haziran Direnişi sonrası öncü bir parti olarak siyasal ve toplumsal bir parti haline dönüşümün arifesindeydi. Tam da Gelenek’te de ifade edildiği gibi Haziran Direnişi, Parti’yi, sınıfı örgütleme görevine çağırıyordu.
İleri çıkamayan düşer; 2014 TKP krizinde yaşanan bu olmuştur. Biz ileri çıkılması gerektiğini söylüyorduk ve bunun için partinin örgütlü ve sınıf karakteri güçlendirilmiş bir biçimde dönüşümünden yanaydık.
2014 yılında yaşanan tartışma tam da buydu ve TKP, maddi bir sınıf temeline dayanan ve emekçi sınıflara yaslanan bir siyasal güç olmakla değil, ideolojik bir duruşla yetiniyordu. Bu açıdan TKP’yi ele alırken, yaşanan ayrışmayı sınıfsal bir ayrışmaymış gibi göstermek garabet örneğidir. Buharin ve Hruşçov örnekleri vererek, “köylülüğün temsilcisi idi bunlar” diyerek TKP tartışmalarına atıfta bulunmanın etik sıkıntıları bir yana maddi bir karşılığı da yoktur.
Yapılması gerekenler vardı. Sınıf partisi haline gelen, emekçi sınıfların öncülüğünü ve temsiliyetini sağlayan ve bunun için emekçi sınıflar içinde örgütlenen bir partiye ihtiyaç duyulduğu açıktı. İdeolojik bir partiden siyasal partiye geçiş: Emekçilerin ve işçilerin partisi olmalıydık, işçi sınıfı içinde örgütlenmeliydik.
Bunun için partinin kadro yapısından siyaset yapma tarzına, üslubundan işçilerin buluşacağı parti içi kültüre kadar bir dizi değişim gerekiyordu. TKP içinde gelişen fay hattının özünde işte böyle bir ayrım bulunmaktadır. Başka bir deyişle 2007 yılından beri TKP içinde varolan “iki çizginin gerilimi” budur ve bu iki çizgi bugün TKH ve KP olarak yollarına devam etmektedirler. Gelenek Dergisi’nde “sınıfsallık” arayışı, söz konusu ayrışma olunca, önemli sayılmalı ve 2014 tartışmalarının bam telinde yer alan “nasıl sınıf partisi olunacağı” sorusu açık olarak ortaya konmalıdır. Leninizmi, yarı aydın kadro dinamizmi üzerine mi kuracaktık, yoksa işçi komünist kadrolara da kapısını açan bir öncü örgüt mü olacaktık? Gelenek Dergisi’nde Kemal Okuyan ile yapılan söyleşide “teoriye bükülen çubuk” boşuna değildir ve sorunun kökeninde “aydınlanmamış kadrolar” bulunduğu yaklaşımı sergilenmiştir. Ama dengeleme yapma ihtiyacı da hissedilmiş, “akademizm” tehlikesine dikkat çeken bir bölüm röportajın içine konulmuş, daha doğrusu bir tehlike bertaraf edilmeye çalışılmıştır.
Bizler açısından şaşırtıcı değildir. Kadro ve kadrolaşmadan “yarı aydınları” anlayan, parti yönetimini bu anlayışa göre bina eden, parti çalışmalarında siyaseti değil ideolojik çalışmaları öne çıkartan bir tarzın sonucudur bu… Adlı adınca leninizmin kurgusal bir dünya üzerine mi kurulacağı yoksa işçi sınıfına dayanarak mı kurulacağı tartışmasıdır bu… [11] Siyasal analiz yazmayı siyaset yapmak olarak gören bir tarz… İşçi sınıfını merkeze koymak deyince örgütsel perspektifin merkezine sınıfın örgütlenmesini koymaktan imtina eden, ama “sınıfsal perspektif” karnesine not vermeyi iş edinerek eline geçen yazıları cımbızlayıp, “kadın, alevi, genç, lgbti yazılmış ama işçiler unutulmuş” deme naifliğine işi vardırabilen bir tarz… Kültür alanında, uluslararası dayanışma alanında varolan olanakların sınıfla buluşma ve sosyalist ideolojiyi yaygınlaştırma amacıyla kullanılmadığı, bu nedenle de zaman içinde tüm olanakların tek tek heba edildiği bir tarz… Gelenek yazarları orta sınıfların liberal sapma üzerindeki etkisini analiz etmeye niyetlenmişken komünist kadroların kütüklerinde ve sigorta kartlarında ne yazdığına değil buralara bakmalıdır.
Bu açıdan 2014 yılında yaşanan TKP ayrışmasının sınıfsal bir yanı bulunmaktadır ve doğrudur!
İdeolojik ayrışma yok mu?
Mesele örgütsel mi, siyasal mı, ideolojik mi? Bu soruların cevabını biraz da niyet belirlemektedir. Eğer yolları birleştirmek istiyorsanız, söze ideolojik ve siyasal büyük ayrımlarımız var diye başlamazsınız. Tam da bu yüzden, anlaşıldığı kadarıyla Gelenek Dergisi, KP’nin TKH ile görüşmesinin insani bir yan barındırdığını ifade ederek, “biz son görevimizi yaptık” mesajı vermek istemiştir. Bu açıdan da aslında ortada ideolojik ayrım noktaları da bulunduğunu ve bunları da artık “faş etmek” gerektiğini yazmaya çalışmıştır.
TKH ve KP arasında birlik görüşmeleri yapıldığını ve sonuca bağlanmadan sürece bırakıldığını biliyoruz. Komünist Parti, anlaşıldığı kadarıyla ipleri tamamen koparacak bir adım atmaya karar vermiş olmalı ki, “ideolojik ayrım noktalarımız da var” demek için Gelenek Dergisi’nin son sayısını bu konuya ayırmıştır.[12]
Ancak ideolojik ve siyasal ayrım noktaları kadar önemli olan başka bir olgu daha vardır ki, o da bizim tarafımızdan ifade edilen “örgütsel ayrışma” noktasıdır. Sorunu siyasal, programatik, ideolojik olarak tarif etmek kadar aynı zamanda “örgütsel olarak da” tarif etmek mümkündür ve bu sorunu hafife almak anlamına gelmemektedir, tersine daha da ciddi kılmaktır. Hatta “örgütsel sorunun” ideolojik ve siyasal bir tanımı da mutlaka yapılmalıdır ve bunun yapılmasının zamanı gelmiştir.
Bugün TKP’yi temsil eden siyasal bir hareket olarak TKH, ortak müktesebata ve ortak programa sahip olduğu KP ile arasında ‘bu anlamıyla’ ideolojik ve siyasal temel ayrım noktaları tarif etmemiştir. Meselenin özünde “örgütsel mesele” var demiştir; bunun da karşılığının adlı adınca leninizm konusu ve nasıl bir parti sorusu olduğu açıktır. Bolşevik ve Menşevik parti ayrışmasının kökeninde benzer bir örgütsel sorun vardır ve bu meselenin nasıl bir siyasal ve ideolojik yaklaşım farklarına yol açtığı tarihsel bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Bugün de benzer bir derdimiz bulunmaktadır ve örgüte bakış, siyaset yapma tarzı, sınıf partisi olma, ideolojik bir kimlikten siyasal bir kimliğe geçiş, toplumsal dinamiklere öncülük ederek sınıf mücadelesine bağlama, partinin kadrolaşma dinamiklerine bakış, örgütlü bir parti çalışması, birimli bir parti yapısı gibi en temel noktalarda görüş ayrılığı vardır ve görüş ayrılığı son kertede ideolojik bir bakış farklılığını da beraberinde getirmektedir.
Bu bakış farklılığının nasıl bir parti sorusunun gelip dayandığı Türkiye devrimi arayışı ile ilgisi bulunmaktadır. TKH’nin verdiği yanıt kısadır: İşçi sınıfı partisi haline gelmek. Evet ideolojik farklılıklarımız vardır ve leninizm yorumuna dairdir. Ortada küçük burjuva aydın elitizmini merkeze koyan bir leninizm yorumu ve pratiği bulunmaktadır. TKH’nin en temel eleştirisi başından beri bu olmuştur.
Gelenek Dergisi’nin son sayısında Aysan Şener imzalı yazıda geçen uzunca bir bölümü ele almak gerekiyor; Partiyi kimin tapulu malı olarak gördüğünü göstermesi açısından ters yüz edilmiş bir algının gerçek tezahürü olduğu için:
“TKP örneğinde uzun zaman parti siyaseti söz konusu olduğunda yalnızca uygulayıcı olmakla yetinen, siyasal meselelerde daha çok sonrasında ‘partiyi kendi malı zannetmekle’ eleştirdikleri kadroya tabi olmayı tercih edenler, yönetici konumlarını giderek tapulu malları olarak algılamaya başlamışlardı aslında. Bu tuhaf algıdaki çarpıklığı kalıcılaştırmanın çaresi ise partinin siyaset üretimine ilişkin birinci dereceden rol talep edilmesi oldu. Bunun gerekçelendirilme ve meşrulaştırma sürecinin partinin siyasal birikimine dönük bir “eleştirellik”, giderek bozgunculuk olması kaçınılmazdı.
Bu noktada ortaya çıkan sorun basbayağı politiktir ve artık ‘sadece’ örgütsel değildir. Zira konumunu korumak adına aceleyle girişilen ‘derinleşme’ çabalarının sonucu olarak TKP içinde söz konusu kesim Kürt sorunu, toplumsal hareket, ittifaklara yaklaşım gibi bir dizi başlıkta liberal etkilere açık hale gelmiştir.
***
‘sadece örgütsel’ciler siyaset-örgüt diyalektiğine tabidir ve duramadılar. Nasıl bir örgüt olması gerektiğini anlatmaya zorunlu olarak yöneldiler. Ve o noktada anti-Leninist bir tez ortaya çıktı. Merkeziyetçilik, bu çarpıtmaya göre, parti örgütündeki görüşleri (yerine göre dinamikleri) dikkate alan bir koordinasyon faaliyetiydi neredeyse.”[13]
Bu satırlar, “TKP içinde yaşanan ayrışma ideolojik-siyasal idi” tezini ısrarla savunan bir çizginin düştüğü çelişkidir. Demek ki, işin başka bir öyküsü daha bulunmaktadır ve bizim “örgütsel sorun” dediğimiz yere gelinmesi de bunun göstergesidir. Bir kez daha tekrar etmek gerekir ki, TKP saflarında yaşanan 2014 ayrışması “liberalizmi, Kürt sorununu ya da ittifakları” merkeze koyan bir zeminin ürünü değil, tersine TKP içinde yaşanan siyasal ve örgütsel tıkanma noktalarının nasıl açılması gerektiği üzerinedir. Kaldı ki bugün yukarıdaki alıntıda geçen “Kürt sorunu, toplumsal hareketler, ittifaklara yaklaşım gibi” konularda kimin ne söylediği bellidir. TKH’nin Kürt sorunundaki yaklaşımı, Leninist Parti modeline bağlılığı, merkeziyetçilik konusundaki tutumu, bağımsız sosyalist odak olarak ittifaklara yaklaşım politikası nettir. Güneşin balçıkla sıvanamayacağı ise herkesin malumudur.[14]
Peki nasıl olacak? 2014 yılındaki ayrışmayı “tek torbaya koyup” herkesin defterini dürme nasıl gerçekleşecek? Demek ki, 2014 yılındaki ayrışma ve tartışmalar yukarıda ifade edilen tezlere sığmıyor… Başka şeyler de tartışılmalı; üzerini örtmeden… 2015 yılının tartışmalarını KP kendine yontmaktan vazgeçmelidir ya da HTKP üzerinden kendini aklamayı bırakmalıdır…[15]
Ve elbette ki buradaki tartışmaların, “örgütsel sorun” tanımının, ki özünde leninizmin yorumu ve hayata geçirilmesi tartışmasıdır, mutlaka ideolojik-siyasal ayrıma denk gelen başka bir tanımı ve içeriği vardır.
Bu ideolojik farklılaşmanın zamanla siyasal farklılaşmaya denk geleceği de açık olmalı. Örneğin Gelenek Dergisi’nin ilk yazısında ele alınan siyasal tezlerin üzerindeki liberal etki ve “Yetmez Ama Evet”çilerle aynı metne imza atacak kadar liberalizme göz kırpan bir siyasal yaklaşımla TKH’nin bayağı farkı bulunmaktadır. |
Bu ideolojik farklılaşmanın zamanla siyasal farklılaşmaya denk geleceği de açık olmalı. Örneğin Gelenek Dergisi’nin ilk yazısında ele alınan siyasal tezlerin üzerindeki liberal etki ve “Yetmez Ama Evet”çilerle aynı metne imza atacak kadar liberalizme göz kırpan bir siyasal yaklaşımla TKH’nin bayağı farkı bulunmaktadır.
Zaman, bunları da net olarak ortaya çıkaracaktır.
Yukarıdaki alıntıda bahse konu olan, ancak tartışmaların özünü oluşturmayan tali birkaç noktaya da değinmek gerekiyor. “Yalnızca uygulamakla yetinen, siyaset üreten kadroya tabi olan, yönetici konumlarını tapulu malı olarak gören” ifadesi, Parti’nin merkezi ve örgütsel düzeyde birçok noktasında görev alan kadrolara bakışı yansıtması açısından çarpıcıdır. Örgüte ve kadrolara nasıl baktıklarının kısa özetini Gelenek Dergisi yazarı açık olarak bu satırlarla itiraf etmiştir. Aynı zamanda her başarıyı “merkezi” zanneden, her başarısızlığı “örgüte” havale eden bir yönetim tarzıdır karşımızda bulunan… Günlük gazetedeki başarısızlığın örgütle ilgisini, basın açıklamalarında bariz siyasi hataları (başkomutana selam açıklaması akla gelen ilk örnektir), son 4 yılın “Erdoğan gitti gidiyor” tezlerini, “yakında liberal restorasyon olacak” öngörülerini, “sürüden ayrılın” diyecek kadar apolitik merkezi seslenmeleri vb. nereye koyacağız? Ortada bir önderlik sorunu bulunuyordu, görülemeyen budur… Bu yüzden “aynı suda iki kere yıkanılmaz!”[16]
Yunanistan Komünist Partisi kutsal mı?
Gelenek Dergisi’nin son sayısında ele alınan yazıların bütününe ve içeriğine bakıldığında, bugün KP kendi meşruiyetini TKH’nin verdiği mücadele üzerine kurmaktadır. Liberal saldırıyla hesaplaşma kısmının hangi dönem verildiğini yukarıdaki satırlarda kabaca ifade etmeye çalıştık.
Bununla birlikte Komünist Parti, kendi meşruiyetini biraz da uluslararası ilişkilere dayandırmaya çalışmaktadır. Hatta daha ilerisine gidip Yunanistan Komünist Partisi’ni, TKP içinde yaşanan krize müdahale etmeye çağırmış, yardımını istemiştir. 2014 yılının gerçek tartışmalarından kaçıp, Parti’yi gerçek bir Kongre’ye taşımayan, iki ayrı kongre ve sonrası iki ayrı parti dayatmasıyla TKP’nin bölünmesine, itibar kaybetmesine ve binlerce üyesinin kenara çekilmesine sebep olan subjektivizm ve “keyfiyetçilik” Yunanistan Komünist Partisi’nin arkasına geçilerek saklanmak istenmiştir.
Madem ki, meşruiyet kaynaklarından birisi de YKP’dir, birkaç noktanın daha belirtilmesinde fayda bulunuyor. Yunanistan Komünist Partisi tarihi ile ilgili iki çevirinin yer aldığı Gelenek Dergisi’nde, YKP tarihi üzerinden bugün TKP krizine göndermede bulunuluyor. 1991 yılında içinde yer aldığı Synaspismos Kongresi’nden YKP’nin ayrılışına, üyelerin geri çekilmesi kararına, Merkez Komitesi’nde yaşananlara dair veriler sunuluyor. Ancak 2014 yılında TKP’de yaşananlar düşünüldüğünde YKP örneği bile yaşadığımız krizin hukuk ve etik boyutunun nasıl ayaklar altına alındığını, meselenin Parti’nin birliği, dirliği ve politik hattı olmadığını yeterince göstermektedir.
“Merkez Komite, Synaspismos’un organlarında faaliyetlerini sürdüren MK üyelerinin parti organlarının toplantılarına katılmamalarına ve partide sorumluluk üstlenmemelerine karar verdi. Konu, Parti Denetim Komitesi’ne havale edildi. Toplamda 39 MK üyesi ve 5 milletvekili açığa alındı.”[17]
KP’nin merkez yayın organı olan Gelenek Dergisi’nde YKP tarihi üzerine yazılan bu satırların, 2014 yılında TKP’nin başına gelenlerle karşılaştığımızda yaşadıklarımızın bir kez daha hatırlanması işten bile değil. Partinin birliği için “Kongre Hazırlık Kurulu” önerisi doğrultusunda bu kurul oluşturulurken birilerinin arka tarafta “imza topladığı” günleri unutmuş değiliz. Kimse siyasal sorun vardı, bunları tartışıyorduk demesin, 2014 yılında TKP içinde yaşananlar, nasıl bir yönetim tarzının var olduğunu açık olarak göstermiş, yoldaşlık hukuku, parti hukuku ve parti ayaklar altına alınmıştı. Bugün YKP örneği üzerinden bakacaksak görülmesi gereken bu noktalar da bulunmaktadır.
Yunanistan Komünist Partisi’nin 1991 krizinde liberal saldırıya karşı direnişini selamlamak lazım. 2015 yılında (TKH’nin çıkışına neden olan) TKP saflarında yaşanan tartışmalara çok benziyor.
Ancak söz konusu YKP olunca başka bir noktaya daha dikkat çekmek gerekir. O da bugün KP saflarında, YKP’ye dönük mutlaklaştırıcı bir bakış açısının bulunmasıdır. Örneğin Syriza gibi düzen içi ve sermaye yanlısı bir siyasal hareketin ortaya çıktığı bir dönemde, o dönem yapılan tartışmalar üzerinden KP kendisine paylar çıkarmaktadır. Türkiye sosyalist hareketinde Syriza’ya hayırhah bakan kesimlerin olduğu açık ve örneğin Haziran Direnişi sonrası Syriza gibi bir siyasal oluşumun Türkiye’de kurulmasını hayal edenler bulunuyordu. Bugün TKP saflarının dışına düşen sağ sapmanın temel argümanlarından birisi de buydu.[18]
Ancak bazı tartışma başlıklarının da açılabileceğini ve Yunanistan’da yaşanan siyasal gelişmelerin ülkemiz açısından değerlendirilmesinin Yunanistan’ı ve YKP’yi anlamak kadar önemli olduğunu söylemekten de kaçınmamak gerekmektedir. Örneğin Yunan sermaye devletinin iflas ettiği bir dönemde YKP’nin nasıl bir siyasal hat ve çıkış yapması gerektiği, Syriza’ya karşı konumlanışı kadar önemlidir ve bu durum bir ve aynı şey değildir. Bu tartışmalar meşrudur ve ne yapılmaması gerektiğini vaaz edenlerle ne yapılması gerektiğini arayanların arasındaki fark budur. Gelenek Dergisi, bu tartışmayı da anlayamadığı için “Syriza’dan birilerinin heyecanlandığı” sonucunu çıkarmıştır. Heyecan duyulan AB emperyalizminin yaşayabileceği krizdir ve Türkiye’nin nasıl bir devrimci kopuşu gerçekleştirebileceğine dair kestirimlere dairdir, Syriza değil!
Bu açıdan tartışılan ne Syriza ne de YKP’dir. Tartışma Türkiyeli komünistlerin ne yapması üzerinedir. Ancak siyasal mücadeleyi, ideolojik konumlanıştan ve analizden ibaret sayan bir siyasal tarzın, neden böyle olduğunun net olarak formüle edilmesi gerekmektedir: Politikayı, düşman ya da rakiplerinin olası söylemlerine göre dizayn eden, onların alacağı pozisyon ya da çıkışlara göre belirleyen, kendisinin ne yapması gerektiğini değil ne yapmaması gerektiğini merkeze koyan bir tarzdan bahsediyoruz. Belki de buna “ters-politika” demek gerek. Bu bakış açısı, ne yapmanın değil ne yapmamanın yöntemidir.
YKP üzerine yapılan tartışmaların özündeki arayışı göremeyip, YKP üzerinden kendini meşrulaştırma girişimlerinin de bir başka manipülasyon olduğunu yazarak bitirmek gerek. YKP’nin her yaptığına doğalında bir meşruiyet atfetmek ise doğru değildir. Örneğin Yunanistan’ın “alt-emperyalist” olduğuna dair YKP tezlerini sadece hatırlatmak isteriz. Bu tartışmadan hemen sonra “Türkiye zayıf halka mıdır, yoksa zayıf halka adayı mıdır?” diye bir tartışmanın YKP üzerinden TKP’ye taşınmak istendiği “günlere” de geçerken değinmek gerek.
Sonsöz yerine…
Türkiyeli komünistler, bugün muazzam bir siyasal dinamizm sergileyen ülkemizde bir dizi sorunun yanıtını bulacaklardır. Ne yapmamalı üzerinden değil ne yapmalı bakış açısıyla… İdeolojik bir odak olmanın ötesine geçmek istiyorsak eğer… O yüzden bu başlıkta daha fazla söze gerek yok, yürüyelim…
[separator type=”thin”]
[1] http://gazetemanifesto.com/2017/01/28/mercek-guncel-tezler-uzerine-komunist-siyasette-liberalizmin-etkileri/ Bu yazı, KP tarafından sunulan siyasi değerlendirmenin “liberal etkilere” ne kadar açık olduğunu gözler önüne sermektedir. TKP dönemi de dahil olmak üzere neredeyse 4 yıldır Erdoğan’ın gideceğini söyleyen, gitti gidiyor diye yazan, liberal restorasyon olacak diyen, 2014 yılında kaotik süreç “kavramını” büyük bir şiddetle karşısına alıp 2017 yılında kaos teorisi üreten, İstanbul sermayesi ile AKP arasında kopuş olduğunu düşünen ve ideolojiyi siyasete ikame eden bir “teorik bakışın” bugünkü gerçekliğe geçmişteki düşüncelerini uydurma uğraşı olarak da okunabilir bu tezler…
[2] Gelenek Dergisi yayın yönetmenlerinin ve üretken yazarlarının bile bugün Komünist Parti’de yer almamasının nedeni ne teorik üretimsizlik ne teorinin içselleştirilip içselleştirilmemesi ne de standartlaşma meselesidir. 1990 öncesinin kaç Gelenek yazarı örgütlü komünist siyasete devam etmektedir? Durum demek ki başka bir tarifi gerektirmektedir.
[3] 2014 yerel seçimlerinde partinin çok etkili sonuçlar alacağı iddiası, yeni tarzın ve birimsiz çalışmanın ne kadar yararlı olduğu propagandası unutturulmak isteniyor. Partili geleneğe aykırı “hareketçi” tarz partiye dayatılmak istenmiş, parti birimlerinin olmadığı ve örgütün yeni bir dizaynla oluşturulduğu bir model hedeflenmiştir. Seçim çalışmalarındaki iddialı sözlerin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine, durum değerlendirmesi yapmak yerine istifa seçeneği devreye girmiştir. 2014 tartışmalarının özünde yatan neden budur. Bedeli ise TKP’nin bölünmesi olmuş, iki kongre ve sonrasında iki ayrı parti bizzat KP tarafından gündeme getirilmiş ve dayatılmıştır. “İstediğimiz yapılmıyorsa gerekirse parti bölünür!” tarzının bugün kendini hareketçiliğe karşı konumlandırması ve örgütü yüceltmesi siyasetin cilvesi olsa gerek…
[4] Nalçacı, E., Dünya komünist hareketinde tasfiyecilik, Gelenek, Sayı: 133.
[5] TKP saflarında, 2014 değil 2015 yılında, HTKP adıyla bugün yoluna devam eden kesim tarafından “toplumsal dinamiklerden oluşan parti” modeli açık olarak savunulmuştur. Bu anti-leninist görüşle hesaplaşma verilerek TKH kurulmuştur.
[6] Bu anlamıyla “Kürt hareketinin tedirgin yaklaştığı bir direnişten sonra, ‘sol Kürtçülüğün’ yükselmesi organik değil zorlama bir gelişme olmuştur.” değerlendirmesi yapan Aydemir Güler’in 2014 TKP krizini HDP’ciliğe bağlaması da bir o kadar inorganik ve zorlama olmuştur. TKP’de yeni arayışçıların ortaya çıkışı 2014 krizinin nedeni değil bir sonucudur. HDP’cilik de 2015 de böyle uç vermiştir. 2014 krizini çözmek yerine derinleştiren, bugün KP’de varlığını devam ettiren siyasi irade, TKP’den Kürtçü bir hizibin çıkmasının da, bu bağlamda, müsebbibidir. TKH’nin bu süreçten kendini koruyarak ve liberalizmle hesaplaşarak çıkmış olması, KP’nin bütün sorumluluktan sıyrılıp bütün yükü TKH’nin sırtına yükleme lüksü olduğu anlamına gelmez. Tam tersine, bugün TKP’nin programına, ilkelerine ve geleneğine bağlı bir komünist partiyi bu topraklarda büyütme iradesi gösteren TKH’nin varlığı, KP’nin 2014’e atıfla tartıştığı neredeyse bütün tezleri çürütmektedir.
[7] Atılım Kongresi Türkiye Koordinasyon Kurulu’nun 6 Temmuz 2016 tarihli metni.
[8] Burada KP’nin kendi konumunu TKH’yi denklemin dışına çıkartarak ifade etmesinin çarpıcı bir örneğini vermek istiyoruz. Gelenek’te Aydemir Güler imzalı yazıda “Konunun seçim olduğu yerde tasfiyeciliğin koltuk pazarlığı biçimini aldığını söylemek durumundayız. Solda bu tongaya basanların çoğalmasına Komünist Parti’nin engel olduğunu da…” ifadelerine bakarak 2015 HTKP’sinde HDP ile ilgili seçim tartışmasını TKH değil de KP yürütmüş zannetmemek elde değil!
[9] 2014 ayrışmasını “HDP ve liberalizm rüzgarına kapılmak” ya da “liberal saldırı tezi” arkasına saklanarak açıklamanın bir sınırı bulunuyor. Çünkü birincisi tarihsel gerçekler böyle değil, ikincisi ise 2014 yerel seçimlerinde CHP’ye yakınlaşan bir siyasal yönelimin böylesi bir tezi gündeme getirmesi absürtlüktür. CHP yerel seçim komitesi üzerinden pazarlıklar yürüten, CHP’ye oy verilmesi çağrısı yapabilen, yerelliklerde CHP ile ortak işler yürütebileceğini düşünen bir anlayışın 2014 yılını liberal saldırı var teziyle açıklaması işin başka bir boyutudur ki mutlaka ayrıca üzerinde durulması gerekir. Kimse gerçeklerin ve yaşanmışlıkların üzerini örtmemelidir. “Liberal saldırı tezi” 2014 yılını değil, en fazla 2015 yılını açıklar.
[10] Erhan Nalçacı, Gelenek dergisinde yukarıda andığımız yazısında, “SBKP tarihindeki iki sağ figürün, Buharin ve Huruşçov’un köy kökenli olması birçok etkili faktörün yanında not edilmelidir.” ifadesi ile komünist partilerde kadroların sınıfsal kökenleri ile ilgili bir tartışma açmıştır.
[11] Kurtuluş Kılçer’in Marksist Manifesto’nun ilk sayısında kaleme aldığı leninizm yazısı bu tartışma için bir referans özelliği taşımaktadır. Burada KP ve TKH arasındaki leninizm yorumundaki fark açık olarak görülecektir. Kılçer, K. Marksist Manifesto (Aralık2015). Leninizm üzerine güncel tartışmalar: Parti devrimin aracıdır! Sayı: 1, s. 9-34.
[12] TKH Partinin Sesi Özel Sayısı, TKH ve KP arasındaki birlik görüşmelerinin bütün belgelerini ve toplantı tutanaklarını üyelerine açık olarak sunmuştur. Bu belgede geçen bir konuyu burada zikretmek gerek: “Komünist Parti temsilcisi; örgütsel ayrılığın değil politik birliğin önemli olduğunu, TKH ve KP arasındaki farkı dışarıda anlatamadıklarını, partinin politik bir birlik olarak düşünülmesi gerektiğini, mevcut arızi durumun ortadan kaldırılması gerektiğini, TKH’nin, TKP’nin örgütsel ve siyasal bir parçası olduğunu ifade etmiştir.” (Partinin Sesi Özel Sayı, s. 4). İdeolojik bir ayrım mı, yoksa örgütsel bir ayrım mı saptandığı bu söylenenlerde açık olsa gerek. Bununla birlikte bir de galat-ı meşhur edilmek istenen bir başka konu da “TKH, Merkez Komitesi pazarlığı yaptı” iddiasıdır. Oysaki tam tersi bir durum olmuş, TKH, iki partinin organlarının yan yana geldiği geniş bir kurul kurulmasını, yine iki partiden ve bağımsız isimlerin yer alacağı bu geniş kurulun koordinasyonunu sağlayacak ve Partiyi Kongreye götürecek dar bir kurulun oluşturulmasını; Kongre belgelerini ve Parti kurullarını Büyük Kongre’ye önerecek geçici kurullar kurulmasını önermiştir. Bütün il ve ilçe kurullarının Büyük Kongre’ye kadar birlikte toplanması, birimlerin varlıklarını sürdürmesi, belli illerde ortak siyasal toplantılar yapılması somut olarak önerilmiştir. Parti Merkez Komitesi’nin ve diğer kurullarının Büyük Kongre sırasında oluşmasını savunmuştur. KP ise, ilettiği metinlerde birlik için “bugünün KP MK’sı” tek yetkili sayılacak diye şart koşmuş ve “Kongreye KP MK’sı götürecek” diye bir dayatmayı yazılı olarak sunmuştur. Görüldüğü üzere 2014’de partiyi iki kongreye zorlayan zihniyette ne yazık ki hiçbir değişiklik yoktur.
[13] Şener, A. (Şubat 2017), TKP ayrışmasında ideolojik içerik yok muydu?, Gelenek Dergisi, Sayı: 133, s. 56-57.
[14] Gelenek’teki aynı yazının sonunda “Oportünizm Alıntıları” isimli bir bölüm oluşturulmuş ve Kurtuluş Kılçer’in İlerihaber portalında 2015 yaz aylarına kadar yayımlanan bazı yazıları, kaynak belirtilmeden, son derece ustalıklı bir şekilde cımbızlanmış, hatta bazı yerlerde iki farklı yazıdan alınan bölümler aynı yazıdan alıntıymış gibi yazılmıştır. Tartışmayı kişiler üzerinden yapmama gerekçesi ifade edilmiş, bu gerekçe kaynak kullanımındaki bilinçli özensizlikle beraber HTKP’de yaşanan iç tartışmalara atıfla yazılan yazıların bağlamından kopartılarak ele alınmasına zemin hazırlamıştır. Ayrıca bugün HTKP’de cisimleşen liberal siyasal hattın referanslarıyla tartışılmamış olması Gelenek yazarlarının asıl amacının üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğunun kanıtıdır.
[15] Gelenek Dergisi yazarı Aysan Şener, Demirtaş’a gönderilen mektup üzerinden liberalizme kapı aralandığını göstermeye çalışmış. TKP döneminde Kılıçdaroğlu’na mektup yazılmasının aynı bağlamda nereye konulacağı ise TKP döneminde kalmasından olsa gerek muhtemelen hatırlanmamıştır.
[16] Yöneticiliğin tapulu mal olması konusuna da burada kısaca değinmek zorundayız. TKP yönetici kadroları iki şekilde oluşuyordu. Bir mücadeleyle, emekle, örgüt içinden gelen kadrolar bir de ‘keyfi mekanizmalarla’ gelenler… Merkezi açılımlar, örgütsel tasarruflar, yönetim tarzı vb. eleştiri konusu olmaya başlayınca sorunlar başlıyor; ya kadrolar ya da çalışmalar tasfiye edilmek isteniyordu. Keyfi mekanizmalarla gelenler değil emekle gelenler “boyun eğmiyordu”. İstenen ise boyun eğen, tabi olunan bir merkeziyetçilik anlayışıdır. Gelenek Dergisi işte bunu ifşa etmiştir. Ve aynı zamanda şu anda varlığını bildiğimiz; emekle, mücadele ile yetişen KP kadrolarına da “öğüt”tür Gelenek yazarı Aysan Şener’in yazdıkları…
[17] KKE: 13. Kongre’den 14. Kongre’ye, Gelenek Dergisi, Sayı: 113, s. 72.
[18] Burada Gelenek’te Aysan Şener imzalı yazıda alıntılanan ve mesnetsiz bir şekilde eleştirilen Syriza değerlendirmelerine de değinmek zorundayız. Kemal Okuyan’ın dergideki röportajda bahsettiği standartlaşmanın yanında, kavram setini yeniden masaya yatırma ihtiyacının zaruri olduğunu, Syriza üzerinden yapılan tartışmalarda “radikal” kavramına atfedilen anlam örneğinde de görüyoruz. Çok kabalaştırarak söylersek, Gelenek yazarlarına “radikal” ve “devrimci” kavramlarını yerli yerine oturtmalarını, ondan sonra polemik yapacakları yazıları yeniden okumalarını tavsiye ediyoruz. Aynı zamanda “kitle, halk, sınıf” hareketleri ile düzen içi bir oluşumun bu hareketleri etkiliyor olmasının da bir ve aynı şekilde değerlendirilmiş olması, Kemal Okuyan’ın partileri için ifade ettiği ihtiyacın giderilmesinin, Gelenek yazarlarından başlayarak, ne kadar zaruri hale geldiğini gösteriyor.