Ekim Devrimi’nin insanlık tarihindeki önemi hakkında çok fazla şey söylenebilir. Söylenebilecek çok şeyin en başındaysa şunun gelmesi en doğrusu: Ekim Devrimi’nin en büyük önemi yapılmış olmasındadır.
1917’nin 6 Kasım’ında gerçekleşen ayaklanmanın başarısızlığa uğradığını ve Bolşeviklerin iktidarı alamadığını, sosyalist ülkenin kurulamadığını varsayalım. O günden bugüne kadarki tüm dünya tarihini baştan yazmak gerekecektir. Dünyanın farklı ülkelerindeki emekçilerin sahip olduğu hakların niteliği, dünyanın farklı köşelerindeki ulusların bugün bir devlete sahip olup olmayacakları, bilimsel ve teknolojik gelişmenin ulaşacağı nokta ve akla gelebilecek birçok başlık, örneğin Türkiye diye bir ülkenin varlığı bile, Ekim Devrimi ile açılan pencereyle doğrudan ilişkilidir çünkü.
Ekim Devrimi’nin açtığı pencere sosyalizmdir. Yani, tüm insanlar için gerçek eşitliğin, gerçek özgürlüğün, gerçek adaletin sağlanabileceği, toplumsal üretim araçlarının toplumun bütününe ait olduğu tek düzen. Tarihin baştan yazılması gerekir dememizin ilk gerekçesi budur: Ekim Devrimi ile birlikte dünya üzerinde yeni bir düzen kurulmuştur. İkinci gerekçe ise Ekim Devrimi’nin evrensel karakteriyle ilgilidir. Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren öncülüğün, bu öncülüğün önderlik ettiği dinamiklerin, devrimin yolunu tarif eden teorik çerçevenin yerel olması, kendine özgü kalması mümkün değildir.
Üzerinde duracağımız konular Ekim Devrimi’nin bu evrensel karakterini tanımlayan, tam da bu yüzden güncelliğini de kaybetmeyen sosyalist devrim ve Leninizm olacak.
Marx’ta devrim teorisi: Devrim nasıl olacak?
Görünüşte oldukça basit olan bu sorunun hem teorik ve pratik olarak yanıtlanması gereken karmaşık hem de siyasi yelpazenin solunda yer alan devrimci özneler arasındaki ayrışmaların temelinde yatan belirleyici bir soru olduğunu belirterek başlayalım. Çünkü, doğru bir yöntem kullanılmadığı ve doğru cevaplar verilmediğinde “Devrim nasıl olacak?” sorusunun çağrıştırdığı devrimci enerji ve atılganlığın “Devrim falan olmaz” kabulleniş, bıkkınlık ve kolaycılığına dönüşmesi işten bile değildir.
Marx ve Engels’in temellerini attığı bilimsel sosyalist teorinin devrimlere ve devrimlerin nasıl olacağına dair verdiği yanıtlar genel olarak bilinmektedir. İnsanlık tarihini sınıflar arasındaki mücadele üzerinden ele alan, toplumlar tarihini ilkel köleci sistem-feodalizm-kapitalizm-sosyalizm şeklinde şemalaştıranMarx ve Engels tüm bu süreci şöyle ifade ederler:
“Özgür insan ve köle, patrisyen ve pleb, derebeyi ve serf, lonca üyesi usta ve kalfa, kısacası ezen ve ezilen, sürekli bir karşıtlık içinde bulundu ve kesintisiz bir biçimde bazen gizli, bazen açık, ama her seferinde tüm toplumun devrimci bir dönüşümüyle ya da mücadele eden sınıfların birlikte çöküşüyle sonuçlanan bir mücadele yürüttüler.”1
Şemanın basitliğinin ve devrimci dönüşümün “olağan” ifade edilişinin devrimin nasıl gerçekleşeceğine dair soruyu basitleştirdiği ve kendiliğindenleştirdiği söylenebilir. Marx ve Engels devrimci dönüşümün kaynağına dair saptamalarda bulunurken 2 daha çok bu kaynağı ve işleyen mekanizmayı öne çıkarırlar ve detaylı bir şekilde bunların üzerinde dururlar. Bunun bir sonucu olarak, ürettikleri eserlerin önemli bir kısmında üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki çelişkinin, mevcut üretim ilişkilerinin üretici güçlerin gelişiminin önünde bir engel oluşturmaya başlamasının devrimci bir dönüşüm için gerek ve yeter şart olduğu izlenimini ediniriz.
19. Yüzyıla kadar, yani Marx ve Engels’in işçi sınıfı devriminin teorik temellerini attığı zamana kadar, dünya üzerinde gerçekleşen devrimlerin, devrim girişimlerinin, kalkışmaların gerçek nedenleri üzerine yapılmış herhangi bir açıklayıcı kuramsal çalışma bulunmamaktadır. Tam da bu yüzden Marx ve Engels dikkatlerini sınıf savaşımlarına ve kapitalizm çağının devrimci sınıfı olarak proletaryaya çevirirken, devrimin kendisi üzerine, nasıl olacağı üzerine sadece bazı değinilerde bulunurlar. 3
Marx ve Engels’in bu tercihlerinin o döneme ait maddi nedenleri vardır ve bunlar bilinmeden yapılacak bir Marksizm savunusu şöyle ya da böyle temelsiz kalacak, ardıllarına yanlış yol gösterecektir.
- Marksizm, uzunca bir süre, 19. yüzyıldaki diğer devrimci akımlara göre küçük bir hareket olarak kalmıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak diğer hareketlerle ayrışma noktalarına ve kendi sistematiğinin dayandığı nesnelliğin bütünlüklü bir açıklamasına ağırlık vermiştir. Örneğin, insanların eşit ve özgür olacağı bir toplumun burjuvazi tarafından niye kurulamayacağının ya da proletaryanın niye devrimci sınıf olduğunun açıklaması diğer birçok başlığa göre çok daha önemli ve önceliklidir.
- Proletarya devriminin teorisi olarak Marksizmin nesnelliği aslolarak 19. yüzyıldır. Kapitalizmin gelişimi, burjuvazinin iktidar pratiği, gerçekleşen devrimler ve işçi sınıfı hareketleri üzerinde durulan ana incelemelerdir ve buralardan yola çıkılarak yapılan soyutlamalar teoriyi şekillendirmektedir.
- Burjuvazinin, özellikle ekonomik ve toplumsal alanda, gerçekleştirdiği hızlı dönüşüm heyecanla karşılanmaktadır. Heyecanın ana nedeni bu dönüşümlerin işçi sınıfının oluşumuna ve eğitimine katkı sağladığının, toplumdaki farklı katmanlaşmaları sadeleştirdiğinin ve işçi sınıfı iktidarına giden yolu kısalttığının düşünülmesidir.
- Bu dönem işçi sınıfının kendiliğinden hareketliliğinin yoğun ve görece türdeş olduğu görülmektedir. Bu durum hem iktidarın nasıl alınacağıyla ilgili konuların üzerinde pek durulmamasına hem işçi sınıfının kendiliğinden bilincine güvenilmesine hem de sınıf içi eşitsizliklerin göz ardı edilmesine neden olmuştur.
- 1789, 1830 ve 1848 devrimlerinin tüm Kıta Avrupası’nda yarattığı etkilere bakılarak, Avrupa merkezli ve eşzamanlı bir devrim fikri öne çıkarılmıştır. Ekonomik gelişimin en ileri olduğu yerlerin sosyalizme geçiş için en uygun yerler olduğu düşünülmektedir.
Bahsettiğimiz bu nesnellik Marx ve Engels’in işçi sınıfı devriminin nasıl gerçekleşeceğine dair geliştirdikleri modelleri de oldukça belirgin bir şekilde etkilemiştir. Komünist Parti Manifestosu’ndakiyükselen devrim modeliyle, işçi sınıfının kendi bağımsız kimliğiyle tarih sahnesine ilk çıktığı ayaklanma olan 1848 Haziran’ı sonrası ifade edilen sürekli devrim modeli bu etkilenişi açıkça göstermektedir. İki model arasındaki farkları yaratan ana unsur Haziran ayaklanması ve burjuvazinin gericiliğinin saptanması olmuştur ve bu farkların ortaya konması bile Marksizmin tarihsel gelişimi nasıl soyutladığının güzel örnekleri olarak görülmelidir. Haziran sonrası geliştirilen devrim modelinde proletaryanın rolü daha aktif hale getirilmiş, proletarya diktatörlüğü kavramı ortaya çıkmış 4, devrimler ve krizler arasındaki bağlantı saptanmıştır. 5
Sürekli devrim modeli siyasi iktidarın -artık ilericilik barutunu tüketmiş olan- burjuvaziden alınması, burjuva demokratik ideallerin küçük burjuvazi tarafından sahiplenilmesi, proletaryanın küçük burjuvaziyi gidebildiği en son noktaya kadar zorlaması ve küçük burjuvazinin artık ilerleyemediği noktada bayrağı proletaryanın alması üzerine kuruludur. Burjuvazinin siyasal iktidarına son verilmesiyle kapitalist ilişkilerin tasfiyesi arasındaki dönemin niteliği, bu modelin önemli noktasıdır. Proletarya diktatörlüğü kavramı buradaki belirsizliğe karşı öne sürülür ve asıl dayanaklarına Paris Komünü’yle kavuşur.
Komün deneyimi yeni bir devrim modeli ortaya çıkarmamıştır. Tarihin bu ilk işçi devletinin Marksizme asıl katkısı devlet teorisi üzerinden olur. Siyasi iktidarın nasıl alınacağı değil de, siyasi iktidarın alınmasından sonraki pratik süreç ve bu sürecin ortaya çıkardığı sorunların çözümü öncelik kazanır. Denebilir ki, Paris Komünü’nün ortaya çıkardığı sorunlar genelde sosyalist devrimin ikili yapısının ikincisine, yani siyasal devrimi takip eden toplumsal devrime dairdir ve proletarya diktatörlüğü bu dönemin geçici devlet biçimi olarak öngörülür; kendinin ve tüm sınıfların yok oluşunu hazırlayan ve hedefleyen bir devlet.
Proletaryanın devrimci hareketinin eşsiz bir sonucu olan Komün’ün öncesinin ve sonrasının devrim teorisine farklı etkileri/katkıları olur. Sınıfın görünürdeki türdeş ve bilinçli hareketinin, iktidar alındıktan sonra farklı programlara sahip siyasi öznelerin (Komün’deki etkili özneler Proudhoncular ve Blankistler’dir) karar alma süreçlerinde yaşadığı salınımların/tartışmaların, eşzamanlı devrim beklentisinin pratik olarak değerlendirilmesi gerekir. Yapılan değerlendirmeler, daha sonraları, asıl çözümlemelerini Lenin’de bulacak sorunların nüve halinde de olsa kavranmaya başladığını gösterir.
Söz sırası Rus devriminin
Marx ve Engels’in formüle ettiği devrim teorisi maddi gelişmelere bağlı olarak revizyonlara uğrasa da, ana yaklaşımlar pek değişmemiştir. Sınıfın oluşumu, maddi koşulların gelişimi, bu gelişimin işçi sınıfını nitel ve nicel olarak geliştirmesi ve sınıfı eğitmesi ana çıkış noktalarıdır. İşçi sınıfına eşitleyici bir bakış ve hareketliliğin sınıfın kendiliğinden bilincini oluşturacağı/besleyeceği beklentisi vardır. Bunlara uygun olarak maddi koşulların gelişkin ve proletaryanın güçlü olduğu merkezlerde devrimin gerçekleşmesi beklenir. Nitekim devrimin merkezi olarak başta İngiltere, sonrasında Fransa görülür. Devrim merkezinin Fransa’dan Almanya’ya, sonrasında da daha doğuya kaydırılmasıysa nesnel bir gerçekliğin sıkıştırmasıyla ilgilidir.
Marksizmin Marksizm-Leninizm’e dönüşmesindeki en önemli katkılardan birinin kaynağı işte bu sıkıştırmanın aşılmasıyla ilgilidir.
Marx ve Engels’de nüve halinde bulunan eşitsiz gelişimi Lenin bir yasallık olarak değerlendirir. Hem kapitalizmin gelişimindeki eşitsizlikler hem de sınıf içi eşitsizlikler devrim teorisinin önemli girdileri haline dönüştürülür. İşçi sınıfının tarihsel misyonuyla siyasal sınıf bilinci arasındaki ilişki özellikle önemlidir. Bu ilişki Marx ve Engels açısından, yaşadıkları dönemin sınıf hareketinden kaynaklı olarak, oldukça yakın ve neredeyse örtüşen bir ilişkiyken, Lenin için farklı iki kanaldır ve bu iki kanalın arasında oluşan açı siyasal öncülüğün zeminini oluşturur. Kısacası, Marx ve Engels’in üzerinde pek durmadıkları siyasal iktidarın nasıl alınacağı sorusuna yanıt üretmek işi Lenin’e kalmıştır.
Bu durumu bir tesadüf olarak görmek ya da Lenin’in kişisel özellikleriyle ilişkilendirerek açıklamaya kalkışmak tarih dışı ve hatalı olur. Rusya’nın özgün koşullarının (siyasal yapı, ekonomik yapı, devlet geleneği, devrimci mücadele geleneği gibi) değerlendirilmesi gerekir. Devrimin merkezinin doğuya doğru kaymasının bu özgün koşullarla ilişkisi doğrudandır ve bunun ilk tespitleri de Marx ve Engels tarafından Komünist Parti Manifestosu’nda yapılır.6
Komünist Parti Manifestosu 1869 yılında, Kapital ise 1872 yılında Rusça’ya çevrilir. Yani, Manifesto ilk basımından 22 yıl, Kapital ise ilk basımından 5 yıl sonra Rusça’ya çevrilmiştir. Manifesto’dakigecikmişlik ve Kapital’deki aceleciliğin Rus devrimci hareketin strateji tartışmalarına bağlı öznel, kapitalizmin gelişimine ve sınıf mücadelelerinin merkezinin doğuya kaymasına bağlı nesnel yönleri vardır.
Gözden kaçırılmaması gereken bir nokta, devrimin merkezi doğuya kayarken batıda nelerin yaşandığıdır; çünkü batıda yaşananlar, aynı zamanda, merkezin doğuya kayışının da nedenleridir. 1789’dan başlayan ve 1871’e, Paris Komünü sonrasına, kadar devam eden muazzam hareketlilik durulmaya, düzene girmeye ve yavaş da olsa gerilemeye başlar. Coğrafi keşifler neredeyse tamamlanırken, dünya nüfusu çok büyük ölçüde artar, teknolojik ilerlemeler insanların, malların, bilginin ve sermayenin dolaşımını hızlandırır ve kapitalist ülkeler arasındaki pazar kavgalarının sinyalleri yoğunlaşır. Paris Komünü’nün yıkılmasından sonra işçi sınıfı içerisindeki Marksizm dışı hareketlerin etkisi azalmaya, yaşanan yenilgilerin de etkisiyle sınıf mücadelesinin farklı araçları öne çıkmaya başlar. Özellikle genel oy sisteminin ve parlamenter mücadelenin fazlaca önemsenmeye başlaması, işçi sınıfı hareketinin ekonomik haklara doğru yönlendirilip siyasal ufkun demokrasi mücadelesiyle sınırlanması o zamana kadarki devrimci dalganın geri çekilişini gösteren güzel örneklerdir.
Kısacası, batıdaki gelişmeler Marksizmin devrim modelinin maddi koşullarının değiştiğini, sürekli ve hızlı bir şekilde yayılacak devrim beklentisinin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini gösterir. Burjuvazinin edindiği tecrübe, kapitalizmin dünyanın her köşesine ulaşmasının getirdiği politik ve ekonomik avantajlar, ideolojik aygıtların gelişimi o zamana kadar devrim teorisinde ağırlıklı bir yeri olmayan eşitsiz gelişimi ve siyasal öncüyü öne çıkarır.
19. yüzyılın ikinci yarısında Rusya’dan batıya doğru bakan bir devrimcinin gördüğü tablo böyledir. Bakışlarını kendi ülkesine çevirdiğindeyse karşısına “gericiliğin kalesi” Çarlık otokrasisi, büyük toprak sahipleri, yoksul ve geri köylülük, büyük birkaç kentte yoğunlaşan proletarya ve bitmek bilmeyen savaşlar çıkar. Dönemin Rus devrimcilerinin devrim stratejileri iki farklı yönü gösterir. Birinci yön, kapitalizmi yaşamadan komünizme geçilebileceğine inanan ve bunun yolunun Çarlık rejimiyle halk yığınları arasındaki dengeyi yıkmakla mümkün olacağını savunanların, ikinci yönse, kapitalizmi yaşamanın bir zorunluluk olduğuna inanan ve bunun için Rusya’daki feodal yapının yıkılıp kapitalizmin gelişiminin sağlanmasını savunanların yönüdür.
Marksizm Rusya’ya bu iki farklı yönün savunucuları aracılığıyla girer ve Leninizm de bu iki farklı yönün savunucularıyla hesaplaşarak inşa edilir. Narodnikler, Legal Marksistler, ekonomistler, Menşevikler ve bunların türevleriyle yapılan polemikler hem Rus Marksistlerinin Rus devrimci hareketi içerisindeki yerini netleştirir hem de öncülük, öncü partinin yapısı, parti-sınıf ilişkileri gibi Marx ve Engels’in üzerinde çok dur(a)madıkları temel meseleleri geliştirmek için gerekli zemini sunar.
Başlangıç noktası proletaryanın devrimdeki rolünün netleştirilmesidir. Lenin, işçi sınıfının burjuvaziye karşı verdiği ekonomik mücadeleyle, sınıfın kendiliğinden hareketiyle, sınıf bilincinin edinileceğini ve bunun yeterli olduğunu savunanlara karşı, işçi sınıfı hareketiyle sosyalist hareketin kaynaklarının farklı olduğunu ortaya koyar. Sınıfın kendiliğinden hareketinin ulaşabileceği en ileri seviye olan ekonomik bilincin sınıfın iktidarı almaya yönelmesine yetmeyeceğini söyler.
Lenin’in yaklaşımı özetle şöyledir: Sosyalist hareketin kaynakları tarihsel bir bilinçten beslenir ve gündelik ve lokal etkilenmelerle oluşan ekonomik sınıf bilincinin tarihsel bilince kendiliğinden ulaşması mümkün değildir. Sınıfın kendiliğinden hareketinin ulaşabileceği en ileri nokta sendikal bir bilinçtir ve kendiliğinden hareket bu noktanın ilerisine geçip bütün olarak kapitalizmi yıkmaya yönelemez.
Bir noktanın belirginleştirilmesinde fayda var. 19. yüzyıl işçi hareketi, yüzyılın önemli bölümünde burjuvazinin farklı kesimlerinin ve burjuva demokratik taleplerin savunucusu/destekçisidir. Kendi adına yaptığı en büyük hamle olan,Komün’ün öncesinde bile harekete geçişin ilk nedeni burjuvaziyi devirmek değil, Paris’in ya da Fransa’nın, ulusal savunmasıdır. Bu bağlamda, sınıfın kendiliğinden hareketliliğin doğrudan kapitalizmi yıkmayave burjuva iktidarı alaşağı etmeye yöneldiği pratik bir örnek de yoktur. Bir fabrikada, örneğin işten çıkarmalara karşı greve gidilmesi ya da tarım işçilerinin bir bölgede toprak işgali gerçekleştirmesi, bunların o alanlardaki işçilerin kendiliğinden hareketiyle gerçekleştirilmesi önemli ve sınıf hareketini radikalleştirici eylemler olabilir, ama bir bütün olarak iktidarı almaya yönelindiği anlamına gelmez.7
İşçi sınıfı hareketinin siyasi iktidara yönelmesi ancak ve ancak sınıfın tarihsel rolünün ve gücünün bilincinde olan bir aracın, yani işçi sınıfının partisinin, öncülüğünde mümkün olabilir.
Marx ve Engels sınıf savaşımlarını, kapitalizmi, kapitalizmin devrimci sınıfı olarak proletaryayı ve sosyalizmin sınıfsız topluma giden yoldaki geçiş formasyonu olduğunu çözümlerken, Lenin kapitalizmi yıkacak proletaryanın nasıl bilinçlendirileceği, nasıl siyasi iktidarı almaya yönlendirileceği, öncülüğün rolü ve öncü partinin yapısı üzerinde duruyordu.
O zamana kadar hem Avrupa’da hem de Rusya’da yaşanmış olan deneyimler, kapitalizmin gelişmesinin ortaya çıkardığı yeni zorluklar, emperyalizmin bir dünya sistemi olarak varlığının belirginleşmesi ve bunun yarattığı avantaj ve dezavantajlar, gerek ülkeler gerek sınıf içerisindeki eşitsizliklerin pratik olarak görünürleşmesi, Marksistler dâhil dönemin siyasi hareketlerinin gelişmeler karşısında aldıkları tutumlar, Lenin’in öncülük ve öncü parti konusundaki düşüncelerini beslediler.
Lenin’in öncülük anlayışı nihai hedefe sıkıca bağlı, somut ve güncel gelişmeleri bu hedefle ilişkilendirerek -nihai hedefi öteleyen değil de nihai hedefe yakınlaştıran- çözümleyen ve merkezi yapıdaki bir örgüte dayanır.
Kapitalizme geçişin ya da kapitalist üretim ilişkilerinin tamamen egemen hale gelmesinin, Lenin’in devrim teorisinde işgal ettiği yer tamamen taktik (yani somut durumda yarattığı etki ve olanak ölçüsünde) açıdan değerlendirilir. Devrim teorisi, siyasal iktidarın alınması, tamamen sınıfsal aidiyet üzerinden şekillenir. Parti ise devrimin aracıdır ve devrimci bir kalkışmanın öncesinde, anında ve sonrasında işçi sınıfına ve müttefiklerine önderlik yapacak bir yapıyı kurmalıdır.
Lenin’in devrim ve örgüt teorisinin pratik olarak sınandığı iki örnek 1905 ve 1917 Şubat devrimleridir. Lenin, her iki devrimde de çağdaşlarının çoğundan farklı olarak -ve çoğunu karşısına alarak- çubuğu demokrasiye ve/veya demokratik devrime değil, burjuva iktidarın devrilmesine, iktidara el konulmasına, sosyalist devrime ve sosyalist devrimin araçlarının güçlendirilmesine bükmüştür.
“KONFERANS’IN kararı şu sorunu ele almaktadır: ‘iktidarın ele geçirilmesi ve geçici bir devrim hükümetine katılma’. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, sorunun bu biçimde konması, kafa karışıklığının bir kanıtıdır. Sorun bir yandan dar bir biçimde konuyor: karar, yalnızca bizim geçici bir hükümete katılmamızı ele alıyor, partinin genel olarak geçici bir devrim hükümetine ilişkin görevlerine değinmiyor. Öte yandan birbirinden tamamen ayrı iki sorun karıştırılmaktadır: demokratik devrimin aşamalarından birine katılmamız sorunu ile sosyalist devrim sorunu. Gerçekten de, sosyal-demokrasi tarafından ‘iktidarın ele geçirilmesi’, sosyalist devrimin ta kendisidir ve bu sözcükler doğru ve alışılan anlamıyla kullanılıyorsa, başka bir şey de olamaz. Yok eğer, bu sözcükler, sosyalist değil de demokratik bir devrim için iktidarın alınması anlamında kullanılıyorsa, o zaman, yalnızca geçici devrim hükümetine katılmanın değil, aynı zamanda genel olarak ‘iktidarın ele geçirilmesi’nden söz etmenin ne anlamı var?”8
Leninizmin esası: Öncülük ve iktidar
1902’de parti üyesinin nitelikleri üzerinden yürütülen tartışma da, 1905 sonrası “bir savaş aracı” olarak tarif edilen İşçi ve Köylülerin Devrimci Demokratik Diktatörlüğü de, 1917’nin Nisan Tezleri de, Sovyetler’in ikili iktidarın bir ayağı olarak gösterilmesi ve “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganının yükseltilmesi de Lenin’in iktidarı almak için attığı adımlar ve buna yönelik arayışlardır.
Ekim Devrimi Lenin’in haklılığının en muazzam göstergesi olmuştur. Hem iktidarın alınmasında hem de sosyalist ülkenin inşası ya da başka bir deyişle toplumsal devrimin gerçekleştirilmesinde…
Marksizmle ilişkisi olmayan ya da bizzat Marksist hareketin içinden çıkan ama farklı siyasal aranışlara giren birçok siyasi akımla yürütülen şiddetli polemikler Ekim Devrimi ile birlikte bir sonuca ulaşmış, işçi sınıfı devriminin teorisi olan Marksizmi bozmaya ve/veya revize etmeye çalışan akımlarla yollar kesin bir şekilde ayrılmış ve uluslararası komünist harekete yön verilmiştir. Sınıfsız topluma giden yolda işçi sınıfının tarihsel rolü ile sınıfın öncü partisi arasındaki ilişki teorik bir çerçeveye oturtulmuş ve önemli bir deneyim edinilmiştir.
En başta söylediğimiz gibi 1917’de Avrupa’ya göre oldukça geri bir ülkede gerçekleşen sosyalist devrim, o günden bugüne kadar gerçekleşen ekonomik, politik ve toplumsal olarak her şeyi etkilemiştir. 70 yıllık Sovyetler Birliği deneyimi ve Parti’nin öncülük misyonunda yaşanan zaaflar, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve kapitalizmin 21. yüzyıla “galip” girmesi Ekim Devrimi’nin önemini ve etkisini azaltmış değildir. Ekim’in korkusu burjuvazinin yaklaşık 30 yıldır aralıksız sürdürdüğü saldırının ana nedenidir. Tarihin sonunu ilan ederek başladıkları saldırı, işçi sınıfını yok sayma, işçi sınıfı partilerini yasaklama, devrimin ve sosyalizmin imkânsızlığını vazetme gibi değişik biçimlerle devam etmektedir ve kapitalistler birkaç on yılda sosyalizm ve Ekim Devrimi insanlık için neden önemli olduğunu, yaptıklarıyla fazlasıyla göstermiştir.
Kapitalizm kendini, şimdilik galip sayabilir. Şüphe yok ki, insanlığın ileri yürüyüşünün mağlubudur…
Dipnotlar ve Kaynak
- Marx, K., Engels, F. (2005), Komünist parti manifestosu, (Çev: E.Özalp), NK Yayınları, s.11..
- “Burjuvazinin kendisini var ederken temel aldığı üretim ve değişim araçları, feodal toplumda üretilmiştir. Bu üretim ve değişim araçlarının gelişiminin belirli bir aşamasında, feodal toplumun üretim ve değişim ilişkileri, tarımın ve imalatçılığın feodal örgütlenmesi, kısacası feodal mülkiyet ilişkileri, gelişmiş bulunan üretici güçlere ayak uyduramamaya başladı. Bunlar, üretimi teşvik etmek yerine engelliyordu. Ayak bağları haline geldiler. Parçalanmak zorundaydılar, parçalandılar.” (A.g.y., s.15.) “Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder.” (Marx, K. (1979), Ekonomi politiğin eleştirisine katkı önsöz (Çev: S.Belli), Sol Yayınları, s.25-26)..
- “Burjuvazinin kendisini var ederken temel aldığı üretim ve değişim araçları, feodal toplumda üretilmiştir. Bu üretim ve değişim araçlarının gelişiminin belirli bir aşamasında, feodal toplumun üretim ve değişim ilişkileri, tarımın ve imalatçılığın feodal örgütlenmesi, kısacası feodal mülkiyet ilişkileri, gelişmiş bulunan üretici güçlere ayak uyduramamaya başladı. Bunlar, üretimi teşvik etmek yerine engelliyordu. Ayak bağları haline geldiler. Parçalanmak zorundaydılar, parçalandılar.” (A.g.y., s.15.) “Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder.” (Marx, K. (1979), Ekonomi politiğin eleştirisine katkı önsöz (Çev: S.Belli), Sol Yayınları, s.25-26)..
- “Komünistlerin yakın hedefi tüm diğer proleter partilerinkiyle aynıdır. Proletaryanın sınıf olarak oluşması, burjuva egemenliğinin yıkılması ve siyasal iktidarın proletarya tarafından fethedilmesi.”(Marx,, Engels,, Manifesto, s.23)..
- “(…) proletarya, burjuva cumhuriyetinin içinde, kendi durumundaki en küçük bir iyileşmenin bile bir ütopya olarak kalacağı ve bu ütopyanın, onu gerçekleştirmek istediği anda bir suça dönüşeceği gerçeğine, ancak yenilgisi sayesinde inanabildi. Şubat cumhuriyetine pazarlıkla kabul ettirmeye çalıştığı, biçimleri açısından abartılı ama içerikleri açısından sınırlı ve hatta henüz burjuvaca olan taleplerinin yerini, devrimci mücadelenin cesur sloganı aldı: Burjuvazinin devrilmesi! İşçi sınıfı diktatörlüğü! (Marx, K. (2009), Fransa’da sınıf mücadeleleri 1848-1850 (Çev: E.Özalp), Yazılama Yayınevi, s.36).
“(…) proletarya, giderek, devrimci sosyalizmin, yani burjuvazinin Blanqui adını taktığı komünizmin çevresinde toplanıyor. Bu sosyalizm, devrimin sürekliliğinin ilanıdır; genel olarak sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması, bunlara temel oluşturan tüm üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması, söz konusu üretim ilişkilerine karşılık gelen tüm toplumsal ilişkilerin ortadan kaldırılması, bu toplumsal ilişkilerin ürünü olan tüm düşüncelerin dönüştürülmesi için zorunlu geçiş noktası olarak, proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür.” (Marx, Fransa’da sınıf mücadeleleri 1848-1850 s.105)..
- “Burjuva toplumunun üretici güçlerinin, burjuva ilişkileri içinde mümkün olan en bereketli şekilde gelişmesini sağlayan bu genel gönenç döneminde, gerçek bir devrim söz konusu olamaz. Bu tür bir devrim, yalnızca, iki etkenin, yani modern üretici güçlerle burjuva üretim biçimlerinin birbirleriyle çelişkiye düştükleri dönemlerde olasıdır. Bugün Kıta Avrupası’nın düzen partisinin tekil hiziplerinin temsilcilerinin kendi aralarında giriştiği ve birbirlerini küçük düşüren çeşitli ağız dalaşları, yeni devrimlere fırsat sağlamanın çok uzağında; tam tersine, bu ağız dalaşları, yalnızca, ilişkilerin temelinin şu an için bu denli sağlam ve -gericiliğin bilmediği üzere- bu denli burjuvaziye özgü olması sayesinde mümkün oluyor. Gericiliğin burjuvaziye özgü gelişimi engelleme girişimleri de, tıpkı demokratların tüm ahlaki kızgınlıkları ve tüm heyecanlı bildirileri gibi, bu ilişkilerin duvarına çarpacak. Yeni bir devrim, ancak yeni bir bunalımın ardından gerçekleşebilir. Ama aynı zamanda, ikincisi kadar kaçınılmazdır.” (Marx, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850, s.114)..
- “Eğer isyanlar ezilen insanların sadece başkaldırısı idiyse, sistematik grevler de sınıf mücadelesinin ilk nüvelerini ifade ediyordu, ama işte sadece nüvelerini. Bu grevler, esasında, henüz sosyal demokrat değil, trade-unioncu [sendikal] bir mücadeleydi; bunlar, işçilerle işverenler arasındaki karşıtlığın uyanışına işaret ediyordu. Ne var ki işçiler, kendi çıkarlarının günümüzün politik ve toplumsal sistemiyle uzlaşmaz bir karşıtlık içinde olduğu bilgisinden yoksundular, yani sosyal demokrat bilince sahip değillerdi, zaten olamazlardı da. Bu anlamda 90’lı yılların grevleri, “isyanlarla” karşılaştırıldıklarında devasa bir ilerleme olmalarına karşın, tamamen kendiliğinden bir hareket olarak kaldılar.
İşçiler sosyal demokrat bir bilince zaten sahip olamazlardı dedik. Bu bilinç onlara ancak dışarıdan verilebilirdi. Bütün ülkelerin tarihi, işçi sınıfının salt kendi gücüyle ancak trade-unioncu bir bilinç üretecek durumda olduğunu; yani sendikalarda birleşmek, işverenlere karşı mücadele etmek, hükümetten işçiler lehine şu ya da bu yasayı çıkarmaya zorlamak vb. gerektiği inancını geliştirebileceğini gösteriyor. Oysa sosyalizm öğretisi, mülk sahibi sınıfların eğitimli temsilcileri, yani aydınları tarafından geliştirilen felsefi, tarihsel, ekonomik teorilerin içinden doğmuştur. Çağdaş bilimsel sosyalizmin kurucuları Marx ile Engels’in kendileri de, sosyal konumları bakımından burjuva aydın kesimine mensupturlar. Aynı şekilde Rusya’da da sosyal demokrasinin teorik öğretisi, işçi hareketinin kendiliğinden yükselişinden tamamen bağımsız olarak doğdu; devrimci sosyalist aydınların düşünsel gelişiminin doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olarak doğdu. Sözünü ettiğimiz dönemde, yani 90’lı yılların ortalarında, bu öğreti sadece “Emeğin Kurtuluşu” grubunun tam anlamıyla şekillenmiş programını oluşturmakla kalmıyordu, aynı zamanda Rusya’nın devrimci gençliğinin çoğunluğunu da saflarına kazanmış bulunuyordu.”(Lenin V.İ. (2011), Ne yapmalı? Hareketimizin acil sorunları (Çev: A.Berberoğlu), Evrensel Basım Yayın, s.51)..
- Lenin, V.İ. (1992), Demokratik devrimde sosyal-demokrasinin iki taktiği (Çev: M.Erdost), Sol Yayınları, s.22-23.
Lenin’in yıllar sonra Şubat Devrimi’ni tartışırken yazdıkları da aynı bağlamda değerlendirilebilir:
“Bugünkü Rusya’da özgün olan şey, proletaryanın bilinç ve örgütlenme düzeyinin yetersizliğinden ötürü, iktidarı burjuvaziye vermiş olan devrimin birinci aşamasından, iktidarı proletaryaya ve köylülüğün yoksul katlarına devredecek olan ikinci aşamasına geçiştir.”
(Lenin, V.İ. (1992), Nisan tezleri ve Ekim Devrimi (Çev: M.Erdost), Ankara, Sol Yayınları, s.10).
“Birinci aşama neyi kapsar? Devlet iktidarının burjuvaziye geçmesini. Şubat-Mart 1917 Devriminden önce devlet iktidarı, Rusya’da, eski bir sınıfa, başında Nikola Romanev’un bulunduğu feodal toprak soylularına aitti. Bu devrimden sonra, iktidar, başka bir sınıfa, yeni bir sınıfa, burjuvaziye ait bulunuyor. İktidarın bir sınıftan ötekine geçişi, sözcüğün salt bilimsel anlamıyla olduğu kadar, politik ve pratik anlamıyla da bir devrimin birinci, başlıca ve esas belirtisidir. Burjuva devrimi ya da burjuva demokratik devrim, Rusya’da, bu bakımdan tamamlanmıştır.” (A.g.y., s.21)..