David Robinson, Devrim Sineması seçkisine yazdığı önsözde, Sovyet Film Okulu’nu şu cümleler ile özetler;
“(…) Geçmişin sanatları tamamen ölmüştü. Güncel görev, yeni, devrimci bir sanat, sosyalist bir sanat (heyecan duyan, eşine rastlanmadık ve ideal yeni toplumun gereksinmelerine hizmet edecek bir sanat) yaratmaktı. Kural, emsal, sınırlama, kısıtlama, hiçbir şey yoktu. Söylemek gereksiz ki bu gençler çok da korkusuzlardı. Niçin korksunlar ki? Geçmişin yıkılmaz gibi görünen dev kütlesinin bir anda un ufak olup dağılmasına tanıklık etmişlerdi. İçlerinden birçoğu Birinci Dünya Savaşı’nda, Devrim’de ve onun ardından patlayan İç Savaş’ta savaşmıştı. Gün, her şeyden özgür olan bu sanatsal aşırılık ve eksantriklik eğilimlerinindi: Bütün gerekli olan, enerji ve coşku, belki bir de yetenekti.”1
Robinson’un bu tarifi belki de, Sovyet Film Okulu’nun neden dünya sinemasına bu denli yenilik kattığının en somut cevabıdır. 1920’lerin başında genç Sovyet sanatçılarının önüne açılan türde, sınırsız görme ufkuna bir daha hiç rastlanmayacaktı. Evet, sihirli formül, geçmişin yıkılmaz gibi görünen dev kütlesinin un ufak olup dağılmasına edilen tanıklıktı. Yani Devrim…
Diğer sanat dallarına nazaran, sinemanın ürünü olan ‘film’ daha doğuşundan itibaren bir meta idi ve çok kısa sürede endüstriye dönüştü. Amerika’nın dünyanın en büyük pazar hacmine sahip olması, dünya siyasetinin göbeğine oturması, İngilizcenin dünya genelinde neredeyse ortak bir dil haline gelmesi, Amerika’da sinemanın daha ilk yıllarında ihracat yapan bir sektör olarak örgütlenmesi, Amerika’yı sinema endüstrisinin merkezine yerleştirdi. Filmin bir meta olarak doğması ve hızlıca endüstrileşmesi beraberinde kitle ölçeğini de yarattı. Bu nedenle filmin esas itibari ile kitleye seslendiğini, bu yüzden politik olduğunu ve yine bu yüzden ideolojik propagandanın en etkili biçimini uyguladığını bir kenara not etmek gerekir.
Peki Sovyet Film Okulu’nu, endüstrinin merkezi haline gelmiş olan Amerika’dan ayırt eden şey neydi? Sinemanın doğuşuna tanıklık eden, emperyalist blok baş düşmanı olarak gördüğü Sovyetler Birliği’nin en dahi çocuklarından Eisenstein’ınPotemkin Zırhlısı filmini yüzyılın filmleri sıralamasında en başa yazmaktan beis görmüyordu? Şimdi bu soruların cevabını arayalım.
Devrimin delikanlı sanatçıları
O dönemin yani devrimin ilk yıllarının genç sinemacılar açısından nasıl olduğuna bakmak için sözü, o yılların en büyük tanıklarından SergeyYutkoviç’e verelim;
“İnanılmaz, harika günlerdi; devrimci bir sanatın ilk adımları. Sanat çalışmalarımıza ilk başladığımız yıllardan söz ederken, o devrin neredeyse bütün yönetmenleriyle belli başlı sanatçıların doğum tarihlerini duyan herkesin ağzı açık kalmaktaydı. Hepimiz inanılmaz derecede gençtik! Sanat hayatımıza atıldığımızda on altı-on yedi yaşlarındaydık. Oysa bunun çok basit bir açıklaması vardı: Devrim biz gençlerin önünü açmıştı. O zamanlar bütün bir kuşağın yok olmuş olduğu unutulmamalıdır. Büyüklerimiz ülkenin her tarafına dağılmışlar, İç Savaş’ta kırılmışlar ya da Rusya’yı terk edip gitmişlerdi. Bu yüzden Devrim, açıkça örgütlenme eksikliği, insan eksikliği duyuyordu; bunu anlamıştık, ülkemiz bizden çalışmamızı bekliyordu. Açıktı ki, ülkemizin kültürün her alanında insanlara ihtiyacı vardı.”2
Yutkoviç’in işaret ettiği, Sovyetler Birliği’nin kültürün her alanında insanlara duyduğu ihtiyaç, film yapımı konusunda genç yönetmenlerin ihtiyaçlarının sınırsız bir biçimde devlet tarafından karşılanmasına zemin oluşturmuştu. Gençler bu alanda teşvik ediliyor, sanatsal yaratımları destekleniyor ve film çekmeleri için her türlü olanak sağlanıyordu.
Genç Sovyet sanatçılarının sınırsız bir deney yapma özgürlükleri vardı. İç savaş ile birlikte neredeyse bütün kuvvetini tüketen Cumhuriyet, kendi kültürünü yaratmaya henüz başlıyordu. Sovyet iktidarı ile birlikte çalışmak isteyen genç sanatçılara kapılar sonuna kadar açıktı.
Gazeteler, herkesin okuyabilmesi için duvarlara asılıyordu, ekmek ve ulaşım gibi tiyatro da ücretsizdi.
Sovyet sanatının kendisinden önceki her şeyi reddedip yıktığı ise karşı-devrimcilerin uydurduğu bir mitten ibaretti. Genç Sovyet sanatçıları kesinlikle baştan yaratmak istiyordu, ama geçmişin sanatının onlara çok şey öğrettiğinin de farkındaydılar. Bu yüzden yeni yön arayışlarında küçümsenen türlere, aristokrasiyle burjuvazinin tepeden baktığı halk sanatı türlerine yöneldiler ki bunlar müzikhol, sirk ve sinema idi. Kuşkusuz Sovyet Film Okulu’nun, Sovyet sinemasının çok şey borçlu olduğu isim Meyerhold’du. Onun öğrencileri, dünya sinema tarihine çok şey armağan edeceklerdi.
Tüm bunlara ek olarak, genç Sovyet sinemacıları yalnızca birer film yapımcısı değil aynı zamanda birer sinema kuramcısıydı. Çünkü yeni sanatın yeşerebilmesi için fikirsel anlamda da tartışılmaya ihtiyacı vardı. Bu fikirsel tartışmalar sinema sanatına ‘kurgu’yu hediye edecekti.
Kurgunun doğuşu
Kurgunun bir ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıktığı gerçeğini başa yazalım. Sessiz film döneminde sahneler arası geçiş siyah bir ekranın üzerinde o sahneyi açıklayan cümleler ile sağlanıyordu. Ancak bir sıkıntı vardı, o da Devrim’in henüz ilk dönemlerinde Sovyet halkının ezici bir çoğunluğunun okuma-yazma bilmemesi. Bunun ivedilikle çözülmesi gerekiyordu. Bu nedenle yoğun mesailerin ardından ‘kurgu’ kuramsal olarak ortaya kondu ve işlenir hale getirildi. Artık film sahneleri birbirine bağlanabiliyor ve bu sayede izleyici filmi rahatlıkla anlayabiliyordu.
Sovyet sinema kuramcısı Lev Kuleşov ilk defa “montaj” kelimesini Vestnik Kinematografi (Sinema Haberleri) dergisinde, “Sinemada Sanatçının Görevleri” adlı makalesinde kullandı:
“Üzerine harfler yazılarak dağıtılmış ayrı küpleri bir araya getirerek, kelime veya cümle kuran çocukların yaptığı gibi, yönetmen de filmi yapmak için ayrı, birbirleriyle ilgisi olmayan, farklı an ve günlerde çekilmiş parçaları bir araya getirerek, dağınık pozları en uygun, anlamlı, eksiksiz ve düzenli bir şekilde sıralamalıdır. Bu da filmin montajını anlatan en basit, en ilkel şemadır…”3
Kuleşov ilk montaj denemelerine 1917’de başlamıştı. Bu deneylerde zamanı, mekânı ve duyguları yeniden yaratıyordu. Ona göre montaj, sinemayı bir dil haline getiren en temel unsurdu.Yaptığı deneyler gösteriyordu ki planlar belli bir mantıkla bir araya geldiği zaman anlamlı hale geliyordu. Kuleşov dönemin Amerikan sinemasından edindiği izlenimleri kuramlaştırıp sistematik hale getiriyordu.
Kuleşov’un bir başka çıkış noktası ise Rus edebiyatıydı. Tolstoy’un ‘bağ’ diye isimlendirdiği şey aslında montajdı. Puşkin’in şiirlerinde de aynı yapıyla karşılaşıyordu. Çekime hazır gerçek bir sinema “decoupage”ına sahipti bu şiirler.
Kuleşov, sinemanın ilk estetik kuramcısıydı. Kuleşov’un kuramını geliştiren ve kurgunun babası olarak adını tarihe yazdıran isim ise tüm zamanların en iyi yönetmenleri arasında gösterilen Eisenstein’dı.
24 Ocak 1898’de Riga’da dünyaya gelen Eisenstein, Petrograd’da Mühendislik Fakültesi’ndeki öğreniminin ardından, Kızıl Ordu’ya katıldı ve buradaki hizmetini tamamlar tamamlamaz daMeyerhold’un öğrenciliğini yapmaya başladı. Bu esnada Forregger Tiyatrosu’nun dekorlarını hazırlıyordu. 1920’den sonra görev aldığı Proletkült Tiyatrosu’nun yapımlarından, “Her Akıllı Adamın Saf Yanı” oyununa dâhil edilen kısa filmi ile beraber de sinemaya ilk adımını atmış oldu.
25 yıllık sanat hayatı boyunca altı film tamamlayan Eisenstein’ı yalnızca filmleri üzerinden değerlendirmek büyük bir haksızlık olacaktır. Zira o sinemaya geniş kültürünü ve zekâsını katmış, kurguyu hediye etmiş ve anlatım imkânlarıyla sinema sanatının tartışmasız ustalarından biri olarak tarihte yerini almıştı.
Kuleşov’un bir başka öğrencisi ve aynı zamanda kurgunun çok şey borçlu olduğu diğer bir isim de Pudovkin’di. Pudovkin’in, ilk film çalışması “GolodgolodGolod” (Açlık) filmiydi. 1924’te Kuleşov yönetiminde grubun eline geçen ilk boş filmle “Bay Batı’nın Bolşevikler Diyarındaki Olağanüstü Serüveni” adlı filmi gerçekleştirdiler. Pudovkin bu filmde yönetmen yardımcısı ve dekorcu olarak çalışıyordu. Grubun ertesi yılki filmi “Ölüm Işını”nda oyunculuk yaptı. Pudovkin yaşamı boyunca oyunculuk, senaristlik, yönetmenlik, kuramsal çalışmalar ve dünyanın ilk sinema okulu olan VGIK’ta hocalık yaptı. Pudovkin, 1925 yılında Kuleşov atölyesinden ayrıldı. 1926 yılında ünlü ruhbilimci Pavlov’un şartlı refleks buluşunun anlatıldığı “Beynin Mekaniği” adlı orta uzunlukta bir belgesel gerçekleştirdi.
Leon Mossinac, Pudovkin’in yaratıcılığını şu sözlerle övecekti;
“Pudovkin, müzikte olduğu gibi hareketin, imgeleri anlatmanın önemli bir parçası olduğunu çok iyi anlamıştır. Ama hareketi düzene koyan ritim de, imgelerin düzeninin ve sürelerinin bir parçasıdır. Sinemada kompozisyon arayışı söz konusu olduğunda Pudovkin’in filmleri kadar anlamlı ve yaptığının bilincinde olan bir başka örnek daha tanımıyorum.”4
Sinemada konstrüktivizm
Sovyet Film Okulu’nun diğer önemli isimlerinden biri de aynı dönemde belgesel sinemanın ilk adımlarını atan, DzigaVertov’du. Vertov, hem yeni toplumun kuruluş ideallerine hizmet ediyor hem de sinema alanı için çok önemli teorik ve pratik sonuçlar ortaya çıkaracak “Kino-Glaz” (Sinema-Göz) çalışmaları yapıyordu. Kino-glaz’lar insanları sosyalizme çağıran haber-propaganda filmleriydi.
Vertov dram sinemasına da karşıydı. İnsanları, olayları olduğu gibi filme çekip daha sonra bu görüntüleri kurgulayıp, bu gerçeklikle kitleleri harekete geçirmek düşüncesiyle yeni bir sinema anlayışı oluşturmuştu. Diğer Sovyet sinemacıları gibi Vertov da gerçeğin gösterilmesinden yana değil gerçeğin yaratılmasından yanaydı. Sovyetler’debu anlayışla filmler yapan birkaç Kinoks grubu kurulmuştu.
Sinema endüstri haline geliyor
İlk kuşak sinemacılar olarak adlandırılan, Kuleşov, Eisenstein, Pudovkin, Dovjenko, Protazanov ve Vertov gibi isimler aynı zamanda Sovyet Film Okulu’nun öncülleri idiler. Birçoğu Avrupa’ya gitmiştir. Başta Fransa ve Almanya olmak üzere buralarda çeşitli teknik eğitim süreçlerinde bulunmuşlardır. Onların döneminde Sovyetler’de bir sinema endüstrisi kurulması gündeme gelmiş, nihayetinde alınan politikalarla bunun temelleri atılmaya başlanmıştır.1918’de Moskova’da Devlet Sinema Enstitüsü’nün kurulması da büyük gelişmelerden birisidir. Bu adım daha sonra St. Petersburg’da çeşitli sinema okullarının açılmasıyla pekişmiştir.
1941’de Sovyetler Birliği, Alman işgali altına girerken sinema sanayisi de Alma Ata’da toplanır 13 Haziran 1942’de savaş cephesi boyunca yerleştirilen 240 alıcının çektiği filmlerin kurgusuyla oluşturulan Den Vojny (Savaşın Bir Günü) bu filmlerin en ilgincidir. ABD Sineması’nın gösteriye yönelik yapısına karşın, Sovyet Sineması daha çok eğitici ve propaganda amacına yönelik bir çizgi içinde yer alır. Bu eğilim, devletin içte ve dışta karşılaştığı güçlükler karşısında giderek artan sınırlamalarıyla sinemada durgunluk yaratır. Sinemanın ele aldığı konular, insanlar ve anlatım biçimleri kalıplaşırken, uzun metrajlı, konulu film sayısında büyük düşüş görülür. Örneğin, 1946’da 18, 1951’de 8 film yapılır. Ancak 1953’de film sayısı 28’e çıkarken, eskilerin yanında genç sinemacılar Sovyet Sineması’na güçlü bir soluk getirir. G.Çukray, M.Kalatozov, S.Yutkeviç, Y.Segel’in filmleri başta olmak üzere özgün eserler ortaya konur. 1960’ların başında yılda çekilen film sayısı 200, sinema sandalye sayısı 23 milyon (bunun 16 milyonu kırsal alanda) dolayındadır. Moskova, Kiev dışında Bakü, Riga, Taşkent, Minsk, Odesa gibi çeşitli yerlerde 30’un üstünde film stüdyosu kurulur. Sinemada sağlanan yaygın olanaklar, 1970’lere doğru Sovyetler Birliği’ni oluşturan Cumhuriyetlerde yetkin filmlerin yapılmasını sağlar. Kırgızistan’da S.Urusevski, B.Şemsiyev, Türkmenistan’da Altay Karlıyev, Ermenistan’da FrunzeDolvatyan, Gürcistan’da G.Çengelaya, T.Abuladze, Estonya’da Y.Muvr, Letonya’da B.Leymanis, Moldovya’da E.Lotianu geniş piramidin üstünde yer alan adlar arasındadır. Her cumhuriyetin bir film üretme merkezi bulunur. Konulu uzun metrajlı filmlerin yanı sıra çok sayıda belgesel ve çizgi film çekilir. S.Bondorçuk, A.Tarkovski, N.Mihalkov, G.Panfilovve 1979’da 46 yaşında ölen Larissa Şepitto yalnız Sovyet Sineması’nın değil, dünya sinemasının da önde gelen ustalarıdır.
Toparlamak gerekir ise, Sovyet Film Okulu, sinema sanatına hem kuramsal hem de pratik anlamda çok şey kazandırmıştır. Henüz emekleme döneminde olan bir sanatsal disipline ayakları üzerinde nasıl duracağını öğretmiştir. Bu anlamıyla biz sinemaseverler ve bu alanda üretmek isteyenler için onca zamanın ardından hala yolumuzu aydınlatmaya devam etmektedir.
Anıları, akılları ve bakış açıları önünde sevgi, saygı ve minnetle…
Kaynakça
J. Dudley Andrew, (2007), Sinema kuramları, (Çev: İ. Şener), 1. Baskı, İzdüşüm Yayınları.
LudaSchnitezer-Jean Schnitzer-Marcel Martin, (2003), Devrim sineması, (Çev: O. Akınhay), 1. Baskı, Agora Yayınları.
Peter Harcourt, (2008), Altı Avrupalı yönetmen, (Çev: Ö. Özdüzen-O. Yusufoğlu), 1. Baskı, Doruk Yayınları.
VladaPetric, (2000), Dzigavertov: Sinemada konstrüktivizm, (Çev: G. Yamaner), 1.Baskı, Öteki Yayınevi.
https://sites.google.com/site/videokurgu/temel-bilgiler-1/kurgu-da-yontemler-ve-gecisler/kulesov-efekti
https://m.bianet.org/biamag/kultur/125925-ve-ekim-devrimi-sovyet-sinemasini-dogurdu
Dipnotlar ve Kaynak
- Schnitezer, L.,Schnitezer, J., Martin, M. (2003),Devrim sineması, (Çev: O. Akınhay), 1. Baskı, Agora Yayınları, Ekim 2003, s. viii.
- A.g.y, s.6-7.
- https://sites.google.com/site/videokurgu/temel-bilgiler-1/kurgu-da-yontemler-ve-gecisler/kulesov-efekti
- https://m.bianet.org/biamag/kultur/125925-ve-ekim-devrimi-sovyet-sinemasini-dogurdu