Karl Kautsky
Yazılama Yayınevi– 2008 – 105 Sayfa
Çeviren: Mehmet Karaoğlu
Ekim Devrimi’nin açtığı parantezin kapitalist dünya sistemi açısından nasıl büyük bir kopuş olduğu bugünden bakıldığında daha iyi anlaşılıyor. İşçi sınıfının iktidarı kapitalist üretim biçiminin alternatifsiz ve “doğal” olduğu kanısının nihai olarak yerle bir olması anlamına geliyordu. 1917, yalnız kapitalist sistem ve egemen sınıflar açısından değil, en genel anlamıyla siyasetin sol cenahı için de tarihsel bir kopuşu simgeliyordu. Devrim, Marksizmi yeniden tanımlarken, Marksist solu da yeni bir ayrışmaya tabii tuttu. Dünya devriminin ağırlık merkezinin değişmesi, Marksizm adına düşünsel üretimin de ağırlık merkezinin ve daha önemlisi bakış açısının değişmesi anlamına geliyordu. Bu dönüşüm şaşılmayacak biçimde tarihsel polemiklerle somutlandı. Bunların en önemlilerinden biri, Lenin ve Kautsky arasında geçen “devlet” tartışmasıdır. Yazılama Yayınevi tarafından Türkçe’ye kazandırılan Proletarya Diktatörlüğü, bu tartışmanın arka planda yer alan metinlerinden bir tanesi. Bir anlamda Sovyet iktidarının ve leninizmin Marksist sol içerisindeki meşruiyet manifestosu olarak da okunabilecek Proletarya Diktatörlüğü ve Dönek Kautsky de esasen bu ayrışmanın nihai halkalarından birisidir. Böyle bir tartışmanın bir tarafı olan Lenin, sol cenahta öyle ya da böyle bilinmesine karşın diğer taraf yani Kautsky’e dair bilgi, Lenin’in alıntılarının ötesine geçmiyordu. Kasım 1990 yılında Kavram Yayınları’ndan çıkan Celâl A. Kanat’ın anlaşılması zor Türkçesi ile sunulan Kautsky derlemesinden başka, bu Alman sosyal demokratının kaleminden çıkan bir kaynak Türkçe’de mevcut değildi 1 .
Yazılama’nın Türkiye solunun heterodoksi açığını kapatma gibi bir niyet ve düşünce içinde olmadığını biliyoruz. Pekiyi, bu kitabın bugün basılmasının nedeni ne olabilir?
Devlet tartışmasının şu an için sönümlenmiş görüntüsünün sorunların çözülmüş olduğundan kaynaklanmadığını biliyoruz. Gelenek’in çok da uzak olmayan sayılarında dahi Devlet’e, sosyalizme ve devletsizliğe geçişe ilişkin Gelenek-içi bir tartışmanın olduğunu Gelenek okurları hatırlayacaktır 2 . Marksistler için devlet tartışması çok boyutlu ve henüz bitmemiş bir tartışma. Kautsky’in bu metninin söz konusu tartışmalara bir giriş niteliğinde okunabilecek olması, kitabı anlamlı kılan noktalardan bir tanesidir ve bu oldukça kıymetlidir. Ancak bu kitabı anlamlı kılan esas nokta kanımızca bu değildir. Kautsky’in bugün okunmasını anlamlı kılan diğer noktayı bir soruyu irdeleyerek anlatmaya çalışalım:
“Marksizmin özüne dönelim!” çağrısı kayıtsız şartsız onaylanabilecek bir çağrı mıdır?
Bu soruyu neden soruyoruz? Çünkü önce Devlet ve İhtilâl’de ardından da Proletarya Diktatörlüğü ve Dönek Kautsky’de Lenin Marksizmin devlet meselesine dair olan unsurlarını revize etmeye girişirken, Kautsky, otorite olma konumunu da ortaya koyarak Marksizm adına konuşmaktadır. Bizim baktığımız çerçeveden bakıldığında çok rahat Kautsky’in tarifinin Marksizm ile ilişkili olmadığı yönünde itirazlar geliştirilebilir. Fakat söz konusu tartışmaların yapıldığı dönemde makbul görünen Marksizm okuması –hele ki Ekim öncesinde– Engels’in kadim dostu Kautsky’in okumasıdır. Kautsky, bu nedenle Kemal Okuyan’ın deyişi3 ile “kibirle yaralayıp, nezaketle öldürürken” Lenin’e Marksizme sadakat çağrısı yapmaktadır. Üstelik Lenin, Kautsky’in adını “kapağa taşırken”, Kautsky, Lenin ismini yalnızca dokuz kez zikretmektedir.
Rus devrimcilerinin teoriye olan ilgilerini belli ki biraz da çocukça bularak takdir ettiğini belirttikten sonra Kautsky şöyle demektedir:
“Bolşevikler Marksisttir ve kendi etkileri altındaki proleter kesimlerde Marksizme büyük bir ilgi uyandırmışlardır. Ancak, diktatörlükleri, gelişmelerinin birbirini izleyen aşamalarının sunduğu engelleri kimsenin atlayarak veya hukuki yasalarla aşamayacağı şeklindeki Marksist öğreti ile çelişki halindedir. Bu durumda eylemlerine nasıl bir Marksist temel bulabiliyorlar?
“Fırsatçılık yaparak, Marx’ın 1875’te yazdığı bir mektupta kullandığı ‘proletarya diktatörlüğü’ ifadesini hatırladılar.” (sf.100)
Dediğimiz gibi Kautsky’in Lenin’e dönük “Marksizme rücu et” çağrısı dönem açısından reeldir. Zira, başka bir Avrupalı Marksist Gramsci’nin dediği gibi Bolşeviklerin önderlik ettikleri devrim “Kapital’e karşı devrimdir”. Sorun bundan sonra başlamaktadır: Kautsky’in tarif ettiği “Marksizmin özü” dönemin gereklerinden, gerçeklerinden ve dahası Marksizmin nihai hedefinden azadedir. Kautsky, emperyalistler-arası çelişkiler nedeniyle dünyanın kan gölüne dönmesinin öngününde ultra-emperyalizm saçmalığını ortaya atmakta ve bunu “Marx’ın dediği gibi” ile başlayan cümlelerle sunabilmektedir. Bunun yanı sıra Marksizmi politik içeriğinden ve nihai hedefinden arındırarak bir analiz yöntemine indirgeyen Kautsky, sonuç olarak gerçeklikten kopuk sonuçlara ulaşmaktadır. Lenin’in dahli bu noktadadır: Yalçın Küçük’ün sözleriyle söyleyecek olursak, Marx’ı sosyal bilim kitaplarında bir dipnot olmaktan kurtaran işte Lenin’in bu noktada Marksizme yapmış olduğu politik aşıdır4 . Bu aşının değeri tartışılmazdır. Kautsky’in Ekim Devrimi öncesinde Lenin’e saldırısının, Lenin’in de devrim öncesinde daha tutuk, devrimden sonra daha açık şekilde yapmış olduğu atakların nedeni bu aşının tutup tutmayacağı. Dolayısıyla mesele yalnızca “devlet” değildir. Mesele, Marksizmin yola nasıl devam edeceği meselesidir. Marksizmin, bir devrimci öz taşıyıp taşımayacağıdır tartışmanın odak noktasıdır.
Başka bir Alman devrimcisinin, Rosa’nın, daha erken bir tarihte sormuş olduğu soru yeniden başka bir içerikle günceldir: Devrim mi reform mu?
Kautsky, Proletarya Diktatörlüğü’nde bu adımı oldukça ustalıklı ve kendi içinde tutarlı biçimde yapmaktadır. Kautsky, demokrasinin tanımını sınıf-ötesi bir noktadan yaparak perdeyi açar. Demokrasi ve sosyalizm mücadelesi arasındaki açının ancak işçi sınıfının mücadelesinin ilkel aşamalarında açılacağını iddia eden Kautsky, kapitalizm çağında demokrasiyi sınıflar mücadelesinin bir önkoşulu olarak koyar. Kautsky’in “devrimci” tahayyülünde demokrasi bir çeşit maymuncuk rolündedir. İşçi sınıfını olgunlaştıracak olan da sosyalizmi en kolay gerçekleştirecek olan da demokrasidir. Marx’ın da proletarya diktatörlüğü derken kastı demokrasiden başkası olamaz. Zira altsınıfların diktatörlüğü birden bire kılıcın diktatörlüğüne dönüşebilir.
Bu esnada, “yaşlı kurt” Bolşevik hareketin önündeki açmazları da net biçimde dile getirmektedir. Bolşeviklerin hem Avrupa devriminin kaçınılmazlığına dayanan hem de öncünün iradisince şekillenecek devrimci sürecin tanım gereği çelişkili olduğunu beyan eden Kautsky, Rus Devrimi’ne biçilen Avrupa devriminin tetikleyicisi olacağı beklentisini de ustalıklı biçimde çürütmekte ve aslında Bolşeviklere çok yakın bir zamanda yüz yüze gelecekleri en büyük açmazın ipuçlarını sunmaktadır. Ancak Kautsky için esas çelişki, devrimin bir azınlık devrimi olmasıdır. Proletaryanın olgunlaşmadığı koşullarda bir avuç darbeci tarafından ele geçirilen iktidarın korunmasının tek yolu tabii ki diktatörlüktür. Ancak diktatörlükler yıkılmak içindir ve bu diktatörlük de diğerleri gibi yıkılacaktır. Kautsky, bu noktada aslında işçi sınıfının “Sovyet iktidarının kararnameleri” ile elde ettiği kazanımların gerçekliğini sorgulamaya çalışmaktadır. Sonuç ise açıktır. Bu kazanımlar diktatörlükle birlikte ortadan kalkabilir ama diktatörlüğün yıkılması devrimin yenilgisi anlamına gelmeyecektir. Dolayısıyla, Rus proletaryasının geleceği demokrasidedir.
Lenin’in dehası bir kez daha burada açığa çıkmaktadır. Kautsky’in bütün Marksist öğretiyi demokrasi-diktatörlük ikilemi içine hapsetmeye çalışan Kautsky’e karşı Lenin, devrimin meşruiyetini ve evrenselliğini savunmakta bunu da Sovyetlerin ve Sovyet iktidarının işçi sınıfını temsil ettiğini göstererek ve bütünlüklü bir öğreti ile yapmaktadır. Söz konusu teori, Rusya’daki devrimci süreç boyunca şekillenen Leninizmdir: Eşitsiz ve birleşik gelişim yasası ve onun çok özel ve gelişkin uygulamaları olan örgüt ve emperyalizm-zayıf halka teorisi ile bunlar sonucu şekillenen devrim teorisi, nihayetinde 1917 Şubatı’ndan sonra ikili iktidarın ve devrim sonrası sosyalist devlet örgütlenmesinin adı olarak Sovyetler.
Yazılama Yayınevi, Proletarya Diktatörlüğü ile önemli bir adımı daha atmış oldu. Bu adımın devamının geleceğini ve Marksist devlet kuramına ilişkin Sovyet Devrimi etrafında şekillenen literatürü okuyucularla buluşturmaya devam edeceğini umuyoruz. Yalnız burada bir not düşmemiz gerekiyor: Proletarya Diktatörlüğü’nün çevirisi önceki kısmî çevirisine nazaran çok daha başarılı olsa bile kulak tırmalayan kimi ifadeler için metnin İngilizcesi ile karşılaştırdığımızda ciddi diyebileceğimiz problemlerin mevcut olduğunu belirtmeliyiz. Örneğin, İkinci Bölüm’ün ilk cümlesinde geçen “üretim biçimi” kavramı çevirinin yapıldığını tahmin ettiğimiz İngilizce metinde “üretim araçları” (means of production) olarak geçiyor ve bu şekilde okununca cümle anlam kazanıyor.
Dipnotlar ve Kaynak
- Burada üçlü bir dipnot düşmemiz şart. Kautsky’in okuması oldukça eğlenceli ve yazarın entellektüel derinliğini daha açık biçimde gösteren “Thomas More ve Ütopyası” kitabı 2006 yılında Pencere Yayınları’ndan çıkmıştı. Ancak Kautsky’in “politik” metinlerine ilişkin tek kaynak Kavram Yayınları’ndan çıkan “Seçilmiş Politik Yazılar”dır. Gelelim dipnotun ikinci boyutuna: Kavram Yayınevi’nin 1990’ların hemen başlarında Türkiye’de geleneksel solun ve devrimci demokrasinin “Başımıza ne geldiyse Bernstein, Adler, Otto Bauer, Kautsky, Kropotkin okumadığımızdan geldi…” hezeyanını, öz itibariyle anti-komünist olan, anti-Leninist rüzgarlardan nemalanmak, hem de bu rüzgarı kuvvetlendirmek için kullanıdığını söylememiz gerekiyor. Türkiye solunun zaten çok zayıf olan kuramsal ekseninin iyiden iyiye ortadan kalkmasında bir dizi yayınevinin yanısıra (Metis, Afa ve Ayrıntı da sayılabilir) bu yayınevinin de önemli katkısı vardır. Son bir söz de Celal A.Kanat imzalı çevirilere: Kanat’ın çevirilerine ilişkin yargımızın netleşmesinde, yine çevirisi Kanat’a ait olan Althusser’in “Kapital’i Okumak” (Belge Yayınları’ndan çıkan eski baskısı, İthaki, kitabın Ballibar kısmını da içeren çok daha iyi ve geniş bir çeviri sunmuş durumda) çalışmasının payı büyüktür. Okunması zaten zor olan bu metnin çevirisi oldukça kötü olmakla beraber, bir de kitabın sonuna konmuş olan ilineksel, özek, söylen, tepke, ulam gibi çeviri içinde ‘sıkça’ geçen sözcüklerin karşılıklarını verdiği sözlük, bu yargının oluşmasında esas rolü oynamıştır. Bu arada söz konusu sözcüklerin anlamları sırasıyla şu şekilde verilmiştir: arızi, merkez, mitos, refleks, kategori…
- Bkz. Gelenek 85 ve Gelenek 86.
- “Devlet Tartışmalarında Kautsky’e Nokta Koymak”, Gelenek 86, sf.22.
- Bu cümleyi söyleyince Metin Çulhaoğlu’nun bu cümleyi nasıl tamamladığını söylemeden geçmek olmayacaktır. Çulhaoğlu’na göre, Marx’a ilişkin yapılan bu değerlendirme doğru olmakla birlikte, Marx olmasaydı, Lenin’in bir ‘Narodnaya Volya’ militanı olarak kalacağı da ilki kadar kuşku götürmezdir.