Seksenli yılların ikinci yarısında solun hareketlilik ivmesi yukarı doğru yükselirken, bu yükselişin karşılık geldiği alanlardan birisi de üniversiteler olmuştu. Özellikle, bu hareketliliğin örgütsel karşılığı olan öğrenci derneklerinin Türkiye genelinde bir yaygınlığa ulaşması ye merkezi öğrenci eylemleri bir önceki dönemden devralınmış “öğrenci hareketi” kavramını sokuyordu. Her şey eskisi gibi olacaktı; anti-emperyalist, anti-faşist kitlesel bir öğrenci hareketi, onun dinamizminin sola getireceği canlılık vb. Ancak tüm bu beklentiler ve iyimserlik gün geçtikçe bir hayal kırıklığına dönüşmeye başladı. Bugünse Türkiye sosyalist hareketinde hiç kimse ağzına bu beklentileri, kitlesel bir öğrenci hareketi lafzını almıyor. Uzunca bir dönem kendiliğinden bir devrimcilik, doğal bir aydın olma vasfı, kitlesellik ve hareket özellikleri atfedilen üniversite gençliğinin itibarı elinden alınmıştır.
Her ne olursa olsun, tüm bu beklentilerin ve hayal kırıklıklarının ötesinde, yaşananlar Türkiye solunun öğrenci gençliğe yönelik ürettiği illüzyonların yanlış teorik değerlendirmelerin ve boş inançların açığa çıkarılmasına ve üniversitede doğru temeller üzerine kurulmuş bir sosyalist hareketin yaratılmasına hizmet edecek önemli bir deneyim olmuştur. Her ne kadar seksenli yıllarda “öğrenci hareketi” bir komedi olarak tekrar edilmiş olsa da.
Dönemin bilince çıkarttığı temel sonuç ise “gençliğin, ne teorik formasyon, ne de örgütsel konumlanış açısından izdüşümü olduğu sol hareketten daha ileride olamayacağı” 1 saptamasının doğrulanmasıdır. Bu anlamda, bir öğrenci hareketinden üniversitede siyasal çalışmadan bahsetmeyenlerin aslında bir sosyalist hareketten de bahsetmeye mecalleri yoktur. Ya da biraz daha iyisi… Topyekun kavranan öğrenci gençlik, beklentiler karşılanmadığında topyekun reddedilmiştir.
Dönemin analiz edilmesinde, doğrulanan bu saptamanın ışığında yapılacak bir ayrıştırmanın yol açıcı olacağını düşünüyoruz. Bu ayrıştırma, öğrenci gençliğe kendiliğinden biçilen değerlerle sınıfsal bakış açısının ayrıştırılması ya da öğrenci hareketi diye adlandırılanın sol hareketin bir türevi olarak kabul edilmesi, ona apayrı bir kimlik sunulmamasıdır. Öğrenciliğe, gençliğe kendinde değerler verilmesinin zeminini oluşturan teorik yanlışların bertaraf edilmesi alana yönelik sosyalist bir siyasal üretimin yolunu temizleyecektir.
61-71 döneminde üniversite gençliğinin sosyalizmle kitlesel buluşması ve üniversite gençliğinin radikalliği sosyalist harekete kitlesellik ve devrimciliğin gençliğin kendinde özellikleri ve değerleri olduğu düşüncesini miras bıraktı. 12 Mart çıkışında sosyalist hareketin esas olarak yine öğrenci gençlik içerisinde yaygınlığa ulaşması bu kanıyı pekiştirici bir işlev gördü. Benzeri bir beklentiyi 12 Eylül ertesine de taşıdı. Öğrenci gençliğin sosyalizmle ilişki kurduğu dolayımlar aynı zamanda sosyalist hareketin öğrenci gençliğe yönelik çizdiği siyasi modelleri de belirledi. Bunda sosyalist hareketin kısmi çıkışlar dışında gençliğe yönelik örgütlenme çabalarının etkisizliğinin de katkısı vardır. Öğrenci gençlik kitleselliğiyle sosyalist hareketin modellerini etkilemiştir.
Öğrenci gençliğin sosyalist hareketle ilişki kurduğu iki ana dolayımdan söz edilebilir. Bunların ilki siyasi etkililiktir. 27 Mayıs öncesinde DP iktidarına karşı CHP’nin yürüttüğü “devlete sahip çıkma” mücadelesinde öğrenci gençliğin CHP’nin yanında aldığı pozisyon ve DP iktidarının 27 Mayıs darbesiyle devrilmesi öğrenci gençliğin siyasi mücadelede önemli bir güç olduğunu ortaya çıkarttı. Ordunun yanısıra öğrenci gençlik de toplumun siyasi olarak aktif ve etkili bir gücü olarak kabul edildi. İkincisiyse, toplumsal sorumluluk bilincidir. Toplumsal sorunlara sahip çıkma yine DP iktidarına yönelik mücadelesinde öğrenci gençliğin güçlendirilmiş bir motifi oldu. Bu motif, yüksek öğrenimin sınırlı niceliği dolayısıyla üniversite gençliğinin sahip olduğu aydın olma misyonunun doğal bir uzantısı olarak ortaya çıkıyordu. Toplumsal sorumluluk kendisini yine devlete sahip çıkma özelinde ifade ediyordu.
Öğrenci gençliğin egemen ideoloji tarafından devindirildiği bu dönemden çıkışı 61-71 döneminin sola açılışında olur. Ancak bu bir kopuş olmaktan çok bir süreklilikte kendisini ifade eder. 61-71 döneminde kemalizmle etkileşim içerisinde, bir kalkınma modeli olarak kurgulanmış bir sosyalizm anlayışı öğrenci gençliğin hareketlendiği ideolojik çerçeveden çok da uzak değildi. Öğrenci gençliğin radikalleşmesinde de üzerinde taşıdığı toplumsal sorumluluk bilincinin düzen dışı kanallara, sosyalizme akması kadar 1965 ertesinde özdeşlik kurduğu, hatta kurtardığı devlet tarafından itilmesi rol oynar. Bu itilmenin nedeni varolan siyasi etkililiğini kendisinden istenmediği zamanlarda da kullanıyor oluşudur.
Her ne kadar öğrenci gençliğin siyasi dinamikleri bu dönemin ertesinde sosyalizm kanalları içinde aksa da sosyalist hareket öğrenci gençliği hep kendinde devrimci değerleri olan bir kategori olarak algılamıştır. Sosyalist hareketin öğrenci gençliğe bakışı tarihsellikten arındırılmış, mutlaklaştırıcı bir açıdan olmuştur. Buysa öğrenci gençliği ayrıştırmak hareket dinamiklerini analiz etmek noktasında zaaflı üretimlere yol açmıştır.
Bu anlamda sosyalist hareketin öğrenci gençliğe yaklaşımları kitlesellik belirlenimli olmuştur. Bu kitlesellik belirleniminin doğal uzantısı tarihsellikten arındırılmış mutlak bir hareketlendirici dinamiğin öğrenci gençliğe içkin olduğu varsayımıdır . Bu varsayım aynı zamanda öğrenci gençliğin sınıfsal belirlenimler dışında kapitalist sistemle kendine özgü bir çelişkisi olduğu değerlendirmesine de yol açar.
İç dinamiklerin açıklanmasında, biri öğrenci gençliğin içinde bulunduğu alanın nesnelliği ve diğeri de siyasallaşmasına yönelik sahip olduğu değerler olmak üzere iki ana tema kullanılagelmiş-tir. Bu ikisi belli ağırlıklar taşıyarak her dönem öğrenci gençliği açıklamada kullanılan mutlaklaştırıcı temeller olmuştur.
Öğrenci gençliğin altmışlı yıllarda düzen dışına ve sosyalizme doğru kitlesel olarak akarken kullandığı ideolojik ve siyasi motifler temelde sosyalist hareketin o dönemde oluşturulan motiflerinden ay-rıştırılamaz. Sosyalizmin kemalizmle olan ideolojik bulaşıklığı öğrenci gençliğin 27 Mayıs öncesi ve sonrasındaki siyasi aktivitesinde zaten vardı. Kitleselliğinin sırrı da burada aranmalıdır. Zaten aydın karakterli olan sosyalist hareketi cezbeden öğrenci gençliğin aydın karakteri değil, kitleselliği ve siyasi etkililiği olmuştur. Bu veri pozisyonun nedenleri üzerinde düşünülmeden öğrenci gençliğe devrimci bir karakter atfedilmiştir. Bu devrimci karakter altmışlı yıllarda anti emperyalist olarak, yetmişli yıllarda da anti faşist olarak açıklanmış, kısacası dönemin gerekli görülen siyasi mücadele hattının gereklilikleri öğrenci gençliğin doğasına gömülü varsayılmıştır. Sosyalist hareketin kendi siyasal yönelimlerinin kitlesel olarak karşılanması durumuna aldığı tavırda itiraz edilecek birşey yok, itiraz edilmesi gereken bunu mutlaklaştırıcı yaklaşımlardır.
Öğrenci gençliğin kendinde siyasal değerlerine ağırlık veren yaklaşımın öğrenci gençliğin sınıfsal analizini “öğrenci gençlik küçük burjuva karakterlidir” diye yapmasında siyasal tercihinin bir sonucudur. Aslında sorunu geçiştirici bir yaklaşım olarak görülmesinde yarar vardır. Bu yasak savma siyasal esnekliği zedelemeyici bir pozisyon sağlarken diğer yandan sınıfsal bakış açısının da dikkate alındığı mesajını iletmenin ötesinde bir anlam taşımamıştır.
Yetmişli yılların sonuna kadar öğrenci gençlik sosyalist hareketin belkemiğini oluşturuyordu. Özellikle devrimci demokrasi için öğrenci gençlik ve onun kitlesel örgütleri hem kendilerini içlerinden siyasal oluşumlar olarak çıkarttıkları kadro ve ideolojik açılım alanı hem de siyasal aktivitelerini gerçekleştirdikleri -aracılığıyla veya üzerinde- yerlerdi. Hareket esasına göre oluşturulmuş yapıları ve sosyalizmin kendi gündemlerini yaratmaktan çok geniş kesimleri cezbetmeye yönelik cepheci -demokratik gündemleriyle öğrenci gençlik örgütleri kitlesellik esası üzerine kuruluydu. Kitle çizgisi diye tarif edilen siyasi gündemsizlik – ideolojik belirsizlik modeli hareketinin esasını oluşturuyordu. Bu anlamda dönemin ideal örgütsel modeli Dev-Genç’tir. Ancak bunun yalnızca devrimci demokrasiye özgü olduğunu düşünmemek gerekir. Geleneksel solun kimi bölmeleri de bu modeli taklit etmiştir İGD örneğinde olduğu gibi.
Yetmişli yılların sonuna doğru sosyalist hareketin siyasal çözümsüzlükleri arttıkça ve iktidar perspektifi yitirilmeye başlandıkça öğrenci gençliğe yönelik diğer model; alanın nesnelliğiyle açıklanan iç dinamikler modeli ağır basmaya başlamıştır. Bu model öğrencinin bilgiyle olan ilişkisinin belirleyici olduğu, bilimsel bilginin tarafsızlığıyla bilginin kapitalizmin yararına kullanılması arasındaki çelişkinin akademik alanın temel çelişkisi olduğu öğrencinin de bu belirlenim dolayımıyla şekillendiği tesbitine dayanır.
Bu yaklaşım kafa ve kol emeği ayrışmasına ve geçirdiği değişim süreçlerine yönelik doğru önermeler içermesine rağmen ürettiği siyasi model sınırlayıcı ve parçacıdır. Her alanın kendi özgül çelişkisi etrafında devindiği ortadadır. Üçüncüsü nesnel bilginin tarafsızlığı veya demokratikliği düşüncesidir ki sınıflı toplumlarda bilginin üretimi denetimi ve kullanımının sınıfsal aidiyetlerden bağımsız tasarlanması mümkün değildir. Dördüncüsü üniversitenin ideolojik işlevinin onu siyasal işlevlerden ayrı tutacağı yanılsamasıdır. Buysa üniversitenin idari mekanizmaları, devletle ilişkisi gibi noktaları ya boşta bırakır ya da akademik alanla bunlar arasında bir çelişki uyumsuzluk tarif eder. 12 Eylül’ün ertesinde sosyalist hareketin kendisini toparlama sancılarının bir uzantısı da üniversitelerde yaşandığı sırada bir önceki dönemin temel yaklaşımlarının üniversiteye yansıtılmasında kimi kopuk- luklar da yaşandı. Birincisi seksenli yılların ortasında önceki dönemin özellikleriyle belirlenmiş bir öğrenci kuşağı çok incelmiş seyrekleşmişti. Bu taşıyıcı öğrenci grubu aynı zamanda ciddi bir demo-ralizasyonun da etkisi altındaydı. Karşılaştıklarıysa depolitize bir üniversite gençliğiydi. Üniversite dışındaki sosyalist hareketin etkisizliği de bunlarla birleşince üniversitedeki sosyalistlerin gündemi gitgide sıkıştırılmış bir hal aldı. Sosyalist hareketin iktidar perspektifinden uzak, örgütsüz, dağınık hali ve siyasi üretimindeki kısırlık üniversiteye de yansıdı.
Bu dönemde öğrenci derneklerinin kuruluşu doğrudan öğrencilerin sorunlarıyla ilgilenecek bir baskı grubu oluşturulması anlayışıyla şekilleniyordu. Akademik-demokratik haklar için mücadele düşüncesi siyasi plandaki karşılığını YÖK’ün kaldırılması ve özerk demokratik bir üniversitenin kurulması talebinde buluyordu. Bu anlayışın taşıyıcısı daha çok geleneksel sol olurken devrimci demokrasi bir anlamda gününü bekliyordu. Öğrenci derneklerinin yaygınlaşması devrimci demokrasinin de bu kanallara akması sonucunu verdi. Devrimci demokrasinin demokrasi perspektifli, üniversitede reformlara dayanan çerçeveyi genelde zorlaması beklenemezdi. Ancak öğrenci gençliğin anti-emperyalist, anti-faşist karakteri düşüncesi ve kitlesellik düşüncesinin hayaletini de beraberinde üniversiteye taşıdı. Sözü edilen temeller üzerinde kitlesellik “elde bir” varsayıldığından, bu varsayıma uygun bir hareketlilik üretimi denendi. Dışarıdaki siyasi üretim-sizlikse devrimci demokrasinin, üniversitelerin dışarıya yönelik siyaset üretimini de sırtlayabilecekleri gibi bir yanılsamayı da üretmesine neden oldu. Siyasi bir güçmüş gibi davranan devrimci ve sosyalist öğrenciler kitlesellik hayaletinin ve dışarıya yönelik siyasal canlılık üretme görevinin altında ezildikçe ezildiler. İçine düştükleri acınası durumu farketmeden geçmişin kitlesel örgüt adları gündemi doldurmaya başlamıştı bile. Kitleselleşememeyi depolitizasyonla, dışsal müdahale ve baskılarla açıklamak ve çözüm olarak siyasallaşmayı değil öğrencinin sorunlarına daha çok eğilmeyi hedeflemek kısır döngüsü hızlandıkça hızlandı. Her ağzını açanın amentüsü haline geldi. Sorun üniversitede sosyalist çalışma yapmaktan çok bir öğrenci hareketi yaratmak olduğu için dönemin özelliklerine uygun siyasal görevleri üstlenmek değil, önceki dönemden devralınan modeli realize etmek düşüncesi ağır bastı. Mevsime ve aylara bağlı hareketlenmeler ve kitlesiz kitle örgütünün üyelerinin ortaya çıkarttığı devrimci tipolojisi dönüştürmek istediği nesnenin refleksif bir parçası haline geldi, ona eklemlendi. Böylece bir şekilde ehlileştirilmiş oldu. Sosyalist hareketin geçirdiği iç bunalımlar ve siyasetten uzaklık ağırlaşarak üniversiteye yansıdı. Üniversitelerde sosyalist hareket likide olurken gündemi artan bir dozajda demokrasi düşüncesi belirlemeye başladı. Egemen ideolojinin üniversitede kurduğu etkili denetim mekanizmaları artık burjuvazi ideolojisinin yeniden üretim süreçlerini neredeyse kusursuz işletmeye başladı. Sosyalist hareketin üniversite için belirlediği özerk demokratik üniversite hedefini burjuvazi kendisi hayata geçirmeye başlıyor. Özerk demokratik üniversite hedefinin altını dolduran mali özerklik mütevelli heyetlerine burjuvaların alınması, kaynakların üniversitelerin paralı yapılmasıyla sağlanmasıyla gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Yönetsel özerklik yine mütevelli heyetleri eliyle ve öğrencilerin yönetime öğrenci konseyleri aracılığıyla katılımı planlanarak oluşturulurken doğrusu bu hedef peşinde koşanlara söyleyecek söz kalmıyor.
Üniversitelerin kapitalizm koşullarında burjuvazi aleyhine ve işçi sınıfı lehine bir konum elde edemeyecekleri gerçeği bir kez daha kapitalizmin topyekün kaldırılmasını hedeflemeyen modeller iflas ediyor. Ya da sistemin meşruluğuna katkıda bulunmakla kalıyor. İktidara ve iktidardaki sınıfa karşı nötr bir üniversite tasarımını hayata geçirmek mümkün değil. Kapitalizm koşullarında üniversiteyi daha iyi işletmekten değil işleyişini bozmaktan söz etmek daha doğru olacaktır. Üniversitede sosyalist bir mücadeleden bahsedildiğinde sözü edilen yalnızca ideolojik bir mücadele değil aynı zamanda siyasal bir mücadeleyi de işaret etmelidir.
Üniversitedeki siyasal çalışma her ne kadar yalnızca bir propaganda zemininde kalmayacaksa ve günlük bir faaliyet zemini üretecekse de bunların asli olarak sistemin meşruluğuna katkıda bulunmayacak -örneğin, üniversite yönetimine katılmak değil onu denetlemek talebi gibi- ve sınıfsal mücadeleye akacak çerçevede oluşmalıdır. Üniversitedeki siyasi-ideolojik mücadeleyi belirleyen içsel dinamikler değildir. Üniversitedeki mücadeleyi belirlemesi gereken şey, siyasal merkezli bir eleştirel konum ve üniversitenin işleyişini bloke etme düşüncesidir. Sosyalist hareketin gündemi üniversiteye bu çerçevede dönüştürülerek taşınmalıdır. “Sosyalist Türkiye: Sosyalist üniversite” hedefi üniversitelerdeki siyasal çalışmanın yalın bir anlatımı olabilmelidir. “Zihinsel faaliyetin maddi üretim ve bölüşümden özü itibarıyla ayrılması, onu işçi sınıfından da bağımsızlaştırarak egemen sınıfların denetimi altına sokar. Akademik alan yalnızca bilginin değil, bu denetimin de yeniden üretildiği bir alandır.”2 Öğrencilerin sınıfsal aidiyetlerinden bağımsızlaşmış gibi görünmelerinin temel nedeni maddi üretim sürecinden ayrılmış olmaları ve bölüşüm süreçlerine dolaylı katılımlarıdır. Sosyalistler açısından kritik olan nokta üniversiteli gencin oluşum döneminde deklase olmaya yatkın bir aşamasında olması giderek bu dönemde “düzenden koparılabi-lir” olmasıdır. Bir şey çok açık olmalı: Sorun üniversitenin düzenden koparılmasından çok üniversitelinin düzenden koparılmasıdır. Üniversitenin bu kopuşu mümkün kılacak bir dönüşüm geçirmesi hedefi bir günlük faaliyet zemini için çerçeve oluşturabilir.
Önemsenmesi gereken bir diğer noktaysa burjuvazinin ideolojik hakimiyetini pekiştirdiği üniversitelerde bu hakimiyetin pekiştirilmesi sürecinin yol açtığı iki temel zaaf noktasıdır. Bunlardan ilki depolitizasyondur. Burjuvazinin üniversiteyi, öğrenci gençliği yeniden biçimlendirmekte üzerine bastığı bu zemin artık aleyhine dönmeye başlamıştır. İdeolojik olarak düzene göbeğinden bağlı, onu yeniden üreten öğrenci gençlik siyasal planda burjuvazinin ihtiyacını karşılayamaz durumdadır. Burjuvazinin bu yüzden tüm toplumsal planda olduğu kadar üniversitede de sınırlı siyasallaşmalara ihtiyacı vardır. İkincisiyse, kafa emeğinin geçirdiği değişimlerdir. Kafa emeğinin değersizleşmesi süreci burjuvazinin maddi üretiminde bir canlanmaya yol açsa da deklase öğrencileri işçi sınıfına daha yakın bir çerçeveye itmektedir. 3
Önümüzdeki dönemde sosyalist hareketin bu iki noktaya ayağını basarak yükselmesi mümkündür. Sosyalistlerin uzak durmaları gereken iktidar perspektifinden örgütlü mücadeleden yoksun bir siyasi çalışma tarzıdır bu tarzın nesnel zeminini oluşturan devrimci demokrasinin siyasal üretimini “öğrenci hareketi”ne yıkan perspektifidir. Böylesi bir yükün altında olmanın doğal sonucu içinde bulunulan alanın olumlanması olmuş, sonuçta siyasal ve ideolojik gücün gözetilmediği, kitlesellik varsayımlı bir eylemlilik, hareket zemini olmuştur. Bu siyasi çalışma tarzının iflası ve itibarsızlaşmasından yararlanılarak, üniversitedeki sosyalist mücadelenin nesnesinin yaratılması, yaratılan bu nesnenin üniversitede etkin bir özne haline gelmesi ve sosyalist hareketin bir parçası olması gerçekleştirilebilir hedefler olarak öne konmalıdır. Sözü edilen zeminin temiz tutulması önceki dönemin hareket esasına dayalı sosyalizm dışı gündemler taşıyan siyasal-ideolojik üretimlere kapalı tutulması bu geçmişe yönelik bir eleştirelliğin korunması kadar bunlar olmadan da üniversitede sosyalist bir hareketin ya-ratılabileceğinin kanıtlanmasıyla olacaktır. Bu anlamda denenmemiş olanın da gerçekleştirileceği yaratıcılık isteyen bir siyasi çalışma sosyalistlerin önünde durmaktadır. Yaratıcılığı, sürekliliği ve etkililiği üniversite alanında da örgütlemek sosyalistlerin elindedir.
Dipnotlar ve Kaynak
- Seçkinoğlu, H., “Sol Siyasette Gençlik” GelenekKitap Dizisi 22, s. 17, 1988 Kasım
- “Emeğin ve Eğitimin Kurtulusu YolundaGençlik”, Gelenek Yay. s.15, 1989
- Dev-Genç’in olusumunda kafa emeğinindeğersizlesmesi düsüncesinin, 68 Avrupası’ndanalınmıs, anakronik bir kullanımı için bkz.Kürkçü, E., “Dev-Genç”, Sosyalizm ve ToplumsalMücadeleler Ansiklopedisi, s.21-62-63, Đletisim Yay.,1988