“Bütün hatalarına rağmen o bir kartaldı ve kartal olarak
kalacaktır ve anısı bütün dünya komünistleri için daima değerli
olmakla kalmayacak, aynı zamanda biyografisi ve bütün eserlerinin
yayınlanması, tüm dünyada pek çok komünist kuşağın eğitilmesinde
son derece yararlı kılavuzlar olarak hizmet edecektir.”
Lenin
Rosa Luxemburg, her şeyden önce ürettikleri ve mücadelesi ile çok önemli bir sosyalistti. Bütün yaşamını işçi sınıfının gerçekleştireceği sosyalist devrime adamıştı. 49 yaşında bir askerin dipçiğiyle öldürülünceye kadar mücadelesinden hiçbir şekilde taviz vermemişti.
16 yaşında başlayan mücadelesi boyunca birçok olaya tanıklık etmiş, önemli tartışmalarda yer almış, yazılar kaleme almış, birçok eylemin de öncülüğünü yapmıştır.
Luxemburg, sosyalistler açısından geçiştirilemeyecek kadar önemli tartışmaları açmıştır. Bundandır ki Lenin ile olan 20 yıllık zengin ve tartışmalı ilişkileri basit bir siyasi/ideolojik farklılığa indirgenemez. Yapılan tüm tartışmalar oldukça yapıcıdır. Her ikisi de 1. Dünya Savaşı sürecinde Avrupa sosyal demokrasisinin sol kanadında yer almış ve oportünizme karşı amansız bir savaş vermiştir.
Parti, ulusların kaderlerini tayin hakkı/emperyalizm, sermaye konusunda iki devrimcinin öne sürdükleri farklı olsa da, temelde sosyalist iktidar ve işçi sınıfı vazgeçilmez ortak noktadır.
Hayata kısa bakış…
Rosa Luxemburg’un doğum tarihine dair çeşitli rivayetler olsa da Zürih Üniversitesi’ne verdiği belgede, 5 Mart 1870’te Polonya’da dünyaya geldiği belirtilir. Lina ve Elias çiftinin beş çocuğundan en küçüğüdür.
Luxemburglar, 1873’te ekonomik sorunlar nedeniyle Varşova’ya taşınmak zorunda kalır. 1875 yılında Rosa Luxemburg’da nedeni belli olmayan bir kalça rahatsızlığı ortaya çıkar ve bu hastalık ömrü boyunca topallamasına neden olur. Bir süre yatalak kalan Luxemburg, o arada annesinin desteğiyle okuma-yazma öğrenir ve 10 yaşına kadar evde eğitim alır. Öğrenme tutkusu ve durdurulamaz merakı sayesinde eğitimine hiçbir şekilde ara vermez.
1880 yılında Rus Kız Okulu’na yazılır, ancak bu okul Luxemburg’un Yahudi kimliğinden dolayı yüksek puan almasını önkoşul sayar. Rosa Luxemburg Vakfı’nın yayınlarında yer alan bilgiye göre, “Rosa, bir Yahudi çocuğu olarak hiyerarşinin en altındadır”. Luxemburg’un okulu Polonya düşmanıdır. Bundan dolayı okulun en başarılı öğrencisi olduğu halde başarılı öğrencilere verilen altın madalyayı alamaz.
Luxemburg’un birçok özelliği vardır. Edebiyat, resim ve müzik onun için vazgeçilmez bir tutku olduğu gibi, farklı kültürlere, bitki ve hayvanlar dünyasına da özel bir ilgisi olduğu belirtilmelidir.
Öğrencilik yıllarında okula yakın bir yerde devrimcilerin, sosyalistlerin taş ocaklarında çalıştırıldıklarını, hücrelere atıldıklarını ve asıldıklarını görmesiyle şiir yazmaya da başlar:
“Bütün ıstırapları, tüm o gizli, acı gözyaşlarını,
Karnı tokların vicdanına yüklemek istiyorum…”[1]
1884 yılına gelindiğinde ise yazdığı şiirler daha da politikleşir. Alman İmparatoru 1. Wilhelm’in Varşova ziyareti öncesinde Lehçe bir alay şiiri kaleme alır:
“İmparator Wilhelm’in Gelişi
Nihayet göreceğiz seni,
Batı’nın heybetlisi,
Yani Saksonya’nın bahçesine gelirsen,
Çünkü ben sizin saraylarınıza gelmem,
Şatafatlı konuşmalarınız umurumda değil.
Ama orada ne gevezelikler ettiğinizi bilmek isterim.
“Bizimkine” hitabın “sen” şeklindeymiş.
Politikada henüz aptal bir koyun sayılırım,
Onun için seninle fazla konuşmam;
Ama sana bir şey söylemek isterim, sevgili Wilhelm:
Kurnaz hergelene,
Bismarck’a ilet,
Avrupa için ilet,
Batının İmparatoru,
Emret ona, barış pantolonunu pisletmesin.”[2]
Sosyalistlerle bağını güçlendiren Luxemburg, 18’ine geldiğinde siyasi faaliyetlerinden ötürü yurt dışına kaçmak zorunda kalır. Zürih Üniversitesi, dönemin kadın öğrencilere kapısını açan tek üniversitesi olduğundan buraya gider. Bu dönem içerisinde Alman sosyal demokrasisi hakkında ajitasyon çalışmaları yapmaya başlar. Bu çalışmaların konusu, sosyal demokrasinin temel teorileri ve devrim başlıklarından oluşur. Luxemburg, Georg Plekhanov, Vera Zasuliç, Paul Axelrod gibi Leh ve Rus Marksistleri ile bu tartışmalar sayesinde tanışır.
1893’te Zürih’te toplanan II. Enternasyonal Sosyalistler Kongresi’nde delege olmak istemesine rağmen bu gerçekleşmez.
Bu dönem Polonya Sosyalist Partisi’nin giderek milliyetçi bir eğilim göstererek Rusya’dan bağımsızlığını ilan etme çabası ile işçi sınıfı mücadelesinin geriye itilmesi Luxemburg’u oldukça öfkelendirir. Polonya Sosyalist Partisi’ne karşı sıkı bir mücadeleye girişir. Bu mücadele Lenin tarafından ilgiyle izlenir ve desteklenir. Her ikisine göre yapılması gereken, Rus ve Polonyalı işçilerin uluslararası birliğini sağlamak olmalıdır. Ancak, ulusal sorunun o dönem için geriye itilmesinin Rus şovenizmini teşvik edeceğini de düşünür. Yani, Polonyalı işçiler bir devletin kurulması talebinden vazgeçmemeli, Rus sosyalistleri de bu hakkı savunmalıydı.
Luxemburg bu dönemde, reform, devrim, demokrasi, diktatörlük, ulusların kendi kaderini tayin hakkı, enternasyonalizm başlıklarında birçok çalışma yapar.
1898 yılına gelindiğinde Berlin’e giderek Alman vatandaşlığına geçebilmek için Gustav Lübeck ile sahte evlilik yapmıştır. Böylelikle Alman vatandaşlığını kazanır ve Alman Sosyal Demokrat Parti’sinin (SPD) aktif bir üyesi olur. SPD’nin 100.000’den fazla üyesi vardır. Luxemburg, SPD Başkanı August Bebel, Clara Zetkin, Karl Kautsky gibi partinin ileri gelen marksistleriyle yakın ilişkiler geliştirir. Clara Zetkin ile olan dostluğu ise öldürülene dek sürdürecektir.
20 Temmuz 1898 tarihinde Kamu Hukuku ve Devlet Bilimleri Doktoru olarak mezun olur. Doktora çalışmalarına devam ederken Julian Marchlewski ve Adolf Warski’yle birlikte Paris’te “Sparawa Robotnicza” (İşçilerin Meselesi) adlı Rusça ve Lehçe illegal bir dergi çıkarır. Bu dergiye farklı isimlerle makaleler yazar.
1900 yılına gelindiğinde ise, Luxemburg’un fikirleri sosyalist çevrelerde büyük yankı uyandırır. Özellikle Eduard Bernstein’in düşüncelerine getirdiği eleştirilerle[3] öne çıkar.
1905 yılında 140 bin kişinin Petersburg’taki Kışlık Sarayı’na doğru ilerlemesiyle başlayan yürüyüş bir katliamla sonuçlanır. Binlerce insan katledilir. “Kanlı Pazar” olarak tarihe geçen bu gün, sonrasında protesto grevine, işçi ve köylülerin Çarlık’a karşı ayaklanmasına dönüşür. Luxemburg, tüm bu süreci yakından takip edecektir.
1906 yılında yazdığı Kitle Grevleri, Sendikalar ve Siyasi Partiler eseri Luxemburg’un konuya yaklaşımı açısından önemli bir kaynaktır.
1907 yılının Ekim’inde August Bebel tarafından açılmış olan SPD Parti Okulu’nda eğitim vermeye başlayanlar arasındaki tek kadındır. Parti Okulu, öğrencileri ve öğretmenleri ilk günden itibaren Prusya gizli polisi tarafından takibe alınır ve nedensiz para cezaları, tutuklamalar gerçekleşir. Luxemburg’un buradaki görevi okulun kapatılmasıyla son bulur. Bu süreçte yazdığı Ulusal Ekonomiye Giriş kitabı da ancak 1925 yılında basılacaktır.
1913 yılında Sermaye Birikimi adlı eserini yazan Luxemburg’a, aynı yıl bir toplantı konuşması sonrası “yasalara ve hükümetin kararlarına karşı gelmek” ve 1914’te yine yaptığı bir konuşmanın ardından “orduya hakaretten” dava açılır. Savcı, kaçma tehlikesi nedeniyle hemen tutuklanmasını ister.
Luxemburg, savcıya verdiği yanıtı Walter Stoecker’e yazdığı bir mektupta şöyle anlatacaktır:
“Savcı Bey, sizin kaçacağınıza inanırım. Bir sosyal demokrat kaçmaz. O, eylemine sahip çıkar cezalarına güler. Hadi şimdi beni cezalandırın… Boynuma urgan takılacak olsa bile kaçmayacağıma dair size güvence verebilirim. Çünkü partimizi, kurban olmanın bir sosyalistin zanaatı olduğuna alıştırmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Haklısınız. Yaşasın mücadele!”[4]
Bir yıllık cezadan sonra özgürlüğüne kavuşan Luxemburg’un sağlığı gittikçe kötüleşmeye başlar. Tehlike atlatıldıktan sonra onu çiçeklerle karşılamaya gelen binlerce işçi kadına şöyle bir konuşma yapar:
“Büyük bir çalışma hırsıyla özgürlüğe geri döndüm… Çiçekler için özellikle teşekkür ederim. Bana nasıl bir iyilik yaptığınızı bilemezsiniz. Yeniden botanik ile uğraşabiliyorum ve bu benim için en iyi dinlenme şekli oluyor.”[5]
5 Ağustos 1914’de Karl Liebknecht ile beraber Internationale grubunu kurar 1 Ocak 1916’da grubun adı Spartaküs Birliği (Spartakistler) olur.
Luxemburg “Spartaküs Birliği Ne İstiyor?” başlıklı makalesinde, kendisinin de bağlı olduğu USPD (Bağımsız Alman Sosyal Demokrat Parti) temsilcilerini eleştirir. Kapitalistlerin iyi niyetle bir parlamentonun sosyalist kararına uyacaklarına, kârlarından, mülkiyetlerinden, sömürme haklarından feragat edeceklerine inanmamak gerektiğini vurgular.
Parti temsilcileri ile çetin bir kavgaya giren Luxemburg, tartışmaktan asla kaçmaz, başlattığı mücadelesinde Liebknecht ile beraber hareket eder.
Birliğin devlete karşı tutumundan dolayı 28 Haziran 1916’da Luxemburg yine hapis cezasına çarptırılır.
Arkadaşı Mathilde Jacob’un yardımıyla yazılarını gizlice çıkardığı cezaevinde sağlık sorunları ciddi oranda artar. Bu nedenle serbest bırakılır.
Luxemburg 1917 Ekim Devrimi sonrası yazdığı bir yazıda Bolşevikler için şu cümleleri kurar:
“Devrimci sosyalizmin pratik ifadesi haline gelen Bolşeviklik, iktidarı ele geçirmek için işçi sınıfının ne denli gayret göstermesi gerektiğinin örneği olmuştur… Sosyal demokraside olmayan bütün devrimci eylem ve onur yetisi Bolşeviklerde temsil edilmekteydi. Onların Ekim başkaldırısı, sadece Rus Devrimi’nin gerçek kurtuluşu olmakla kalmadı, aynı zamanda uluslararası sosyalizmin onurunun da kurtuluşu oldu… Gelecek her yerde ‘Bolşevizm’e aittir…”[6]
1917 Nisan’ında USPD içinde yer alan Spartaküs Birliği, partiden ayrılarak yeni bir partinin tohumlarını atacaktır.
Luxemburg, 1917’de gerçekleşen Ekim Devrimi’ni selamlayarak başta Almanya olmak üzere, diğer ülkelerde de devrimin başlaması gerektiğini belirtir. Ancak bu dönem tutuklanmıştır.
Başını Devrimci İşçi Temsilcileri ve Karl Liebknecht’in çektiği, 6 Kasım’da düzenlenen bir toplantıda devrimi başlatma tarihi olarak 11 Kasım karar altına alınsa da, kitleler bu tarihi beklemeyip 9 Kasım’da sokaklara dökülürler. O sabah Berlin’de Spartakistler ve Devrimci İşçi Temsilcileri iki ayrı genel grev çağrısı yapınca işçiler de greve çıkar. İmparatorluk Sarayı ve Emniyet Sarayı ele geçirilir, Rosa Luxemburg da dahil olmak üzere siyasi tutuklular serbest bırakılır. Hükümet çekilir ve görev SPD liderlerinden Ebert’e devredilir. Tabii sorunlar bitmez…
SPD, USPD’nin de katıldığı sözde bir “Halk Komiserleri” hükümeti kurarak, devrimi durdurmaya çalışır. Spartaküs Birliği, kurucu meclisi reddederek, tüm iktidarın işçi-asker konseylerine geçmesi gerektiğini önermiştir, ancak 21 Kasım’da toplanan Berlin işçi-asker konseyleri genel kongresinde bu öneri çoğunluk sağlayamadığı için reddedilir.
1918 Aralık ayı sonunda toplanan kongrede Spartaküs Birliği, Almanya Komünist Partisi’ni (KPD) kurma kararını alır. 1 Ocak 1919’da KPD resmen kurulur. 5 Ocak 1919’da ise kendiliğinden gelişen bir ayaklanma daha baş gösterir. Henüz yeni bir parti olan KPD, bu sürece hazırlıksız yakalanmış olduğu için kitleleri yönlendiremese de işçileri yalnız bırakmamaya gayret eder.
Ancak ayaklanma 12 Ocak’ta sert bir biçimde hükümet tarafından bastırılır. Bu süreçte tutuklanan Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg, ilerleyen günlerde sosyal-demokrat Ebert-Scheidemann hükümetinin emriyle katledilecektir.
Ayaklanmanın yenilgisinden sonra çalışmalarına illegal olarak devam eden KPD’nin diğer önemli ismi Leo Jogiches ise iki ay sonra tutuklanarak Berlin Polis Müdürlüğü’nde kafasına kurşun sıkılarak öldürülür.
Böylece Almanya faşizme kapı aralayacaktır…
Bu dönem için Luxemburg şunları yazar:
“İnisiyatif ve bilinçli yönelimin belirli sınırları vardır. Devrim sırasında proletarya hareketinin bir yönetim organının hangi fırsat ve faktörlerin patlamalara yol açabileceğini hangilerinin açmayacağını önceden görmesi ve hesaplaması son derece zordur. Burada da inisiyatif ve yön verme birinin eğilimlerine göre emirler yayımlamaktan değil, verili duruma en ustalıklı biçimde uyum sağlama yeteneğinden ve kitlelerin ruh hali ile mümkün olan en yakın ilişkiyi sağlamaktan ibarettir.”
Ölümünden bir gün önce 14 Ocak 1919’da ayaklanmanın bastırılışını değerlendirirken sorunun Berlin’deki önderliğin kararsızlığı korkaklığı ve yetersizliği arasındaki çelişki olduğunu belirtir.
İlk dönemlerinde sosyal demokrasiyi ölesiye önemseyen, çalışmalarının temelini buradan alan Luxemburg’un yaptığı değerlendirmeler her şeye rağmen hiçbir zaman önemini kaybetmez.
Luxemburg’un, yaşadığı dönem boyunca gerçekleşen olaylar dizgesine bakıldığında, mücadelesi açısından oldukça “verimli” bir dönem yaşadığı söylenebilir. Bu dönem kapitalizmin emperyalizme geçiş aşaması olmasına rağmen, Avrupa’da sosyal demokrasinin her geçen gün topluma daha fazla nüfuz etmesi, 1905 Rus Devrimi, 1914 1. Dünya Savaşı ve 1917 Büyük Ekim Devrimi’ne bakıldığında sosyalist hareketin önünün açıldığı bir dönem olduğunu da görmek gerekir.
“Bütün hayatını ve varlığını sosyalizme vakfetti… O, keskin bir kılıç, canlı bir devrim aleviydi.”[7]
15 Ocak 1919’da Luxemburg ve Liebknecht tutuklanır. Berlin’in batısını işgal eden “Piyade Muhafız Kıtası”, burada Eden Oteli’ni kurmuştur. Luxemburg, Liebknecht ve Wilhelm Pieck, tutuklanıp Eden Oteli’ne götürülür. Pieck kaçmayı başarsa da Luxemburg ile Liebknecht yedikleri darbelerle bilinçlerini kaybeder. Aynı gün Liebknecht ağır işkencelerden sonra vurularak öldürülür, Luxemburg ise dövüldükten sonra vurularak Landwehr Kanalı’na atılır.
Karşı devrimciler, Liebknecht’in kaçarken vurulduğunu, Luxemburg’un ise linç edildiği yalanını yayarlar.
Luxemburg’un cesedi, 1 Haziran 1919’da Berlin Landwehr Kanalı’nın Freiarchen mevkiinde bulunur. Luxemburg, 13 Haziran 1919’da Berlin Friedrichfelde’de Karl Liebknecht’in yanına gömülür. Mezarı, 1935’te Naziler tarafından yıkılır ancak, faşizmin yenilgisinin ardından, 1951’de mezar anıtı tekrar dikilir.
Sosyalizm tarihinde geçen önemli isimlerin hayat hikayelerini okumak elbette önemlidir hatta keyifli bile olabilir. Ancak eserleri, ürettikleri, bıraktıklarını okumak kadar öğretici değildir. Luxemburg tüm hayatını sosyalist mücadeleye adamış, karşılaştığı zorluklarla baş etmeyi bilmiş, hiçbir zaman insanlara ve yaşama olan sevgisi tükenmemiştir. Luxemburg’a daha yakından bakmak bu açıdan da önemlidir.
Parti Tartışması:
1903-1904 yılları arasında Lenin ve Luxemburg arasında yaşanan tartışmalardan biri Parti tartışmasıdır. İşçi sınıfı mücadelesini temel alan bir Parti nasıl olacaktır?
Aslında ikisi de temelde revizyonistlerin, II. Enternasyonal’de sosyal demokratların tavrının karşısında olmuş, sosyalist devrimde mutabık kalmışlardır. İkisi de proletaryanın bilinci ve eylemi olmaksızın sosyalist devrimin gerçekleşmeyeceğini, bunun için sosyalist bir partiye ihtiyaç olduğunu da biliyordur. Ancak bu partinin nasıl olacağı konusunda görüş ayrılıkları vardır.
- Genel olarak Alman SPD’nin iç örgütlenmesini referans alan Luxemburg, Lenin’in merkeziyetçi parti vurgusuna kuşkuyla yaklaşır. Merkeziyetçi parti yapısının daha bürokratik ve muhafazakâr bir işleyişe dönüşeceğini, bu bürokrasinin ise partiyi atalete sürükleyeceğini düşünür. Bundan dolayı, bürokrasiden kurtulmak için, işçi sınıfının kendiliğinden hareketine güvenir. Bu da kitle hareketinin/partisinin öne çıkması anlamına gelir ki Lenin böylesi bir durumun devrimci örgütlenmenin önemini geriye düşüreceğini belirtir. Dolayısıyla o kitleye yön tarif edecek bir “öncü”nün olmasını şart koşar. Kendiliğindenciliğe izin verilmemelidir.
- Partiyi öncü bir örgüt olarak değerlendiren Lenin, kapitalizmin yönetimi altındaki işçi sınıfının bilincinin düzensiz ve çelişkili olması noktasında “Devrimcilerin görevi, bu bilinci yansıtan bir kitle partisine katılmak değil, sınıfın çoğunluğunu Marksizm’e kazandırmak için bir arada örgütlemektir.”[8] ifadelerini kullanır. Lenin’e göre, öncelikle mücadeleye yön verebilecek ve tutarlılık kazandırabilecek merkezi bir örgüt kurulmalıdır. Ancak, bu görüş Luxemburg tarafından Lenin’in partiyi sınıfın yerine ikame etmesi olarak değerlendirilir. Bu tartışmayı gerçekleştirdiği koşullara bakıldığında, Luxemburg’un bürokratik bir parti içerisinde (SPD) bu mücadeleyi verdiği görülmeli, bu yüzden önemsenmelidir. Luxemburg, II. Enternasyonal içinde boy veren oportünizmin içinde durmasına rağmen, ölümüne dek bu tartışmaları sürdürmüş ve Parti konusundaki amansız mücadelesini yürütmüştür.
- Luxemburg ile yaptığı tartışma, sosyal demokrasinin yöneldiği durum, devrim ve savaş süreçleri Lenin’in parti konusunda kafasını daha da netleştirir. Merkeziyetçi parti modeli, sosyalist hareket içerisinde oportünizme karşı verilen mücadelenin en temel yapısını oluşturacaktır. Bütün bu tartışmalar sonucunda Luxemburg, ölümünden önce Bolşeviklerin iktidarını selamlamış, bu örgütlenme biçiminden övgüyle söz etmiştir. Parti modeli tartışmasında, 1917 ve hazırlık süreçleri değerlendirildiğinde Lenin’in parti modeli haklı çıkmıştır.
Sermaye birikimi, emperyalizm ve ulusal sorun
Bu başlığa değinmek için önce Marx’a yüzümüzü çevirmek doğru olacaktır. Marx, biri üretim araçları üreten (Kesim 1), diğeri tüketim malları üreten (Kesim 2) olmak üzere iki dinamiği yan yana koyduğunda kapitalist ekonominin kendini büyüyerek sürdürülebileceğinin altını çizer. Bu sonuçtan yola çıkarak “denge”nin sağlanabileceğini ve kapitalist ekonominin krizler, çöküşler, inişler ve çıkışlarla karakterize olduğunu belirtir.
Ortaya çıkan toplam artık-değerin yatırıma yöneltilecek bölümü, üretim malları üreten kesimle tüketim malları üreten kesim arasında “denge”li biçimde dağılmalıdır. Marx’a göre bu durum olanaksız değildir. Ancak Luxemburg’a göre bir koşul daha bulunmaktadır: Metalar için talebin de artması gerekir:
“Süreç üretim araçları üretimi ile başlar. Bu ek üretim araçlarına kim gereksinme duymaktadır? Şemanın verdiği yanıta göre bunlara tüketim araçlarını artan miktarda üretebilmek için Kesim II gereksinme duyar. Peki ama bu ek üretim mallarına kimin ihtiyacı vardır? Şemaya göre, bu mallara şimdi daha fazla sayıda işçi istihdam ettiği için, Kesim I ihtiyaç duymaktadır. Apaçık daireler içinde dönmekteyiz. Kapitalistler açısından sadece daha çok işçiye bakmak gerekçesiyle daha fazla tüketim malı üretmek ve fazla işçi istihdam etmeye devam etmek için daha çok üretim aracı üretmek anlamsızdır (…) Eğer yeni işçiler, yeni üretim araçlarını çalıştıracaklarsa, üretilecek yeni ürünler için bir aşamada yeni talep meydana gelmiş olmalıdır.”[9]
Dolayısıyla Luxemburg’a göre, var olan durumda talep yetersizken kapitalistler böyle bir yatırıma girişmezler. Ayrıca, kapitalizmin var olabilmesi için “dışarısı” ile yürütülecek ticari ilişkilerin öneminden bahsederek, emperyalizmin özünde bu gerçekliğin yattığına değinir.
Sermaye Birikimi’nin asıl sonucu ve marksistler için tartışma noktası, “tüm dünya kapitalistleştiğinde bir bütün olarak kapitalist sistemin ayakta kalma şansı kalmayacaktır” tezidir. Burada Luxemburg’un, emperyalizmin, ortaya çıkışında tekelleşme süreçlerinin ve kapitalist üretimdeki dönüşümlerin rolünü atladığını belirtmek gerekiyor.
Luxemburg, kapitalist ekonomi için talep yokken üretimin anlamsız olacağını vurgulasa da kapitalizmde talep, üretimle belirlenir. Kapitalist üretimin başlıca itici gücü tek başına tüketim değil, kapitalistlerin kâr beklentisidir. Bu nedenle, Luxemburg’un öne sürdüğünün aksine, üretim için üretim yapılması söz konusu değildir.
Kapitalist toplumlarla, henüz kapitalizme geçişin gerçekleşmediği toplumlar arasındaki ilişkilere değinmesi ve bununla beraber bir ilk birikimin sömürgecilik biçimi altında ilerlediğini vurgulaması da önemsenmelidir. Bu durumu en iyi açıklayan ve nokta koyan ise Lenin olmuştur. Sömürgeleri ve yarı‐sömürgeleri basit pazarlar olarak algılayan anlayışı aşarak, bunun sınıflar mücadelesine yansımasını öne çıkarır. Kapitalizmin emperyalizme geçiş sürecinde sömürge ülkelerin işçi sınıflarının rolünün azalması Lenin tarafından 1907 yılında şöyle ifade edilir:
“Hiçbir şeye sahip olmayanlar fakat aynı zamanda çalışmayanlar, sınıf sömürücülerini devirme yeteneğine sahip değildir. Ancak tüm toplumun ihtiyaçlarını karşılayan proleter sınıfı başarılı bir toplumsal devrim gerçekleştirebilme gücüne sahiptir. Ve şimdi görüyoruz ki, kapsamlı sömürge politikasının sonucu olarak Avrupa proletaryası kısmen öyle bir duruma ulaşmıştır ki, toplumun tümünün ihtiyaçlarını karşılayan onun çalışması değil, pratikte esirleştirilmiş olan sömürge halklarının çalışmasıdır. İngiliz burjuvazisi, örneğin, İngiliz işçilerinden sağladığı kârdan fazla kârı Hindistan’ın ve diğer sömürgelerin nüfusunu oluşturan milyonlarca kişiden sağlamaktadır. Bazı ülkelerde bu koşullar bir ülkenin veya diğerinin proletaryasının sömürgeci şovenizm hastalığına bulaştırılmasının maddi ve ekonomik temellerini yaratmaktadır. Tabii ki bu durum belki yalnızca geçici bir olgu olabilir, ancak yine de tüm ülkelerin proletaryasının bu tür oportünizme karşı mücadelede toparlanabilmesi için bu kötülük açıkça saptanmalı ve onun nedenleri anlaşılmalıdır. Bu mücadele muzaffer olmak zorundadır; çünkü ‘ayrıcalıklı’ uluslar kapitalist ulusların giderek küçülen bir bölümünü oluşturmaktadır.”[10]
Böylece Lenin, sömürge ülkelerin kendi kaderlerini tayin hakkını salt ekonomik zeminden değerlendirmek yerine siyasal boyutunun unutulmaması gerektiğini ifade eder.
Ayrıca, emperyalizm, sadece ekonomik alanda derinleşen krizlerle değil, siyasal alanda da ciddi istikrarsızlık eğilimi gösterir. Düzene karşı yükselen toplumsal rahatsızlık temelinde siyasal koşullarda ani değişimlerin yaşanması, işçi sınıfının devrimci partisinin etkisini belirleyici kılar. Başa dönersek, Lenin, devrimci öncü partinin inşasının yakıcı önemini bununla emperyalizm tartışmasında bir kez daha vurgular. Luxemburg her ne kadar Lenin’i eleştirse de somut pratik ve tarihsel deneyim yine Lenin’i haklı çıkarmıştır.
Ulusların kendi kaderini tayin etme konusu da bundan bağımsız değildir. Lenin’e göre ayrılma demokratik bir haktır. Eğer daha sonra, ekonomik baskılar nedeniyle, bağımsız bir devletin proletaryası, önceden sömürgesi olduğu bir devletin proletaryası ile özgürce birleşmek isterse, bu istek kabul edilebilirdi. Artık onların birliği baskı değil özgürlük temeli üzerine kurulurdu.
Luxemburg’un Polonya’dan bakarak ulusal baskıdan nasıl kurtulunacağının arayışı içerisine girmesinin, ileri sürdüğü tezlerde etkisi mutlaka vardır. Lenin ise sadece bir noktaya odaklanmadan tezlerini ileriye taşıyarak ulusal baskının kaynağına inmiş ve emperyalizmde bu baskının önemli bir rolü olduğu, ancak proletaryanın birliği gerçekleşirse bu durumun aşılabileceğini belirtmiştir.
“… Rosa, ulusların kendi kaderini tayin hakkı gibi bir formülasyonu baştan reddetmiştir. Polonya’nın Rus devrimci-demokratik güçleriyle ortak bir mücadele yürütmesi konusunda ısrarcı olmuş, ulus sorununu sınıf mücadelesinin üzerini örten ve milliyetçiliği ortaya çıkaran bir sorun olarak görmüştür.
Dönem ilginç bir dönemdir. İkinci Enternasyonalci partilerin kendi ülkelerindeki hükümetlere savaş destekçisi oldukları bir dönemde, enternasyonal bayrağını yükselten az sayıda komünistten biridir Rosa Luxemburg. Bir başkası ise Lenin’dir. Bu savaşı bir milliyetler savaşı olarak değil emperyalist savaş olarak değerlendirip, savaşı içi savaşa çevirmek tezini savunmuşlar ya da devrimci durum tespiti yaparak işçi sınıfı iktidarını hedefleyen stratejiler geliştirmişlerdir. Bu devrimci tutumun karşısına ise kendi ülke burjuvalarının savaş politikalarına destek veren sosyal demokrat hareketlerin içinden sağ sapmalar çıkmıştı.
Tam da böylesi bir dönemde Rosa’nın kendi ülkesinde çıkan milliyetçi eğilimlere karşı mücadelesi büyük bir anlam taşımaktadır.
Rus komünistleri ise bu tartışmada başka bir tutum takınmışlardır. Lenin, bir yandan İkinci Enternasyonal’in sağcı çizgisi ile mücadele ederken, ulusal sorun konusunda Rosa gibi “mutlak karşıt” bir tutum geliştirmemiştir…
(…) Lenin, ulusal sorun dolayısıyla ortaya çıkmış ulusal dinamikleri devrime bağlayacak siyasal bir tutum olarak, bu tartışmalarda devrimci ve gerçekçi bir çizgi izlemiştir. Bütün yapılan tartışmalarda, özellikle Rosa ile girdiği polemiklerde, ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanımak gerektiğini ancak bu hakkın nasıl kullanılacağı konusunda ise koşulsuz ve şartsız bir tutum alınmayacağını açık olarak yazdı. Lenin sorunu politik düzlemde tartıştı ve devrimin bir ittifak unsuru olarak ulusal dinamikleri bağlama ve bunun için seslenilmesi gerektiğini yazmıştı.. Bu açıdan Marx da olduğu gibi Lenin’de de ulusların kendi kaderini tayin hakkı bir ilke değil tamamen siyasal bir taktik olarak değerlendirildi.”[11]
Nihayetinde 1917 ve sonrasına baktığımızda, Lenin bir kez daha haklı çıkmıştır. Tıpkı Lukacs’ın belirttiği gibi:
“Lenin’in üstünlüğü (…) emperyalizmin ekonomik teorisini çağımızın bütün siyasal sorunlarıyla birbirine somut olarak bağlamayı başarmasında(dır)”.[12]
Spartaküs Birliği (Spartakistler- Almanya Komünist Partisi)
1918’de, Almanya’da gerçekleşen kalkışma ve sonrasının değerlendirilmesi Luxemburg’un kaleme aldığı Spartakistler Ne İstiyor? başlıklı broşür ile sağlanır. “Spartaküs Birliği” imzasıyla yayınlanan broşürde, savaşın yol açtığı yıkım ele alınmakta ve tek çıkış noktasının sosyalizm olduğu vurgulanmaktadır: Ya sosyalizm ya da barbarlık içinde çöküş! Bu aynı zamanda mücadeleye çağrı bildirgesidir.
Bildirgede emekçilerin gerçek kurtuluşunun ancak ve ancak işçi sınıfının iktidarı alması ile mümkün olacağı anlatılır. Bunun için hazırlanan program kabaca dört başlıkta toplanır: Devrimin güvenliği için derhal alınacak önlemler, siyasal ve toplumsal alanda alınacak önlemleri, önemli ekonomik talepler ve uluslararası görevler.
Spartakistler’in (Alman Komünist Partisi) 31 Aralık 1918 tarihinde toplanan kuruluş kongresinde, Luxemburg’un “Programımız ve Siyasal Durum” başlıklı konuşması Komünist Parti Manifestosu’nu referans alması ve sosyalizme geçiş sürecini değerlendirmesi açısından önem teşkil eder. Zaten kendi misyonlarını, asıl olarak, özünde marksizmin savunusu ve devrimci bir programın temeli olarak “sosyalizme geçiş”i tarif ediyorlardır.
Son söz yerine…
Böylesi zorlu, inatçı, devrimci bir kişiliğin, geriye çok şey bıraktığını ve sosyalizmden hiçbir şekilde vazgeçmediğini belirtmeye gerek yok sanırım. Ancak yaşadıklarından çok tartıştığı, uğruna mücadele ettiği, ürettiği başlıklara değinmektir asıl olan. Mücadelesini bıraktığı yerden alıp sürdürebilmek…
Rosa Luxemburg dikkatle okunması gereken bir öneme sahiptir. Bütün hayatını sosyalizm mücadelesine adamış olan Luxemburg, yanlışıyla doğrusuyla, eksiğiyle fazlasıyla mücadelesinde tutturduğu politik hattı hep daha ileriye taşımayı bilmiş, sosyalizmde inadın adı olmuştur.
Ölümünden bir gün önce yazdığı son yazısında devrime, mücadeleye olan inancını şöyle ifade edecektir:
“Berlin’de düzen hüküm sürüyor!’ Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin ‘düzeniniz’. Devrim daha yarın olmadan, ‘zincir şakırtıları içinde yine doğrulacaktır!’ ve sizleri dehşet içinde bırakıp, gür sesi ile şunu haykıracaktır: ‘Vardım, Varım, Varolacağım!”[13]
[separator type=”thin”]
Kaynakça:
Her şeye inat tutkuyla yaşamak, Annelies Laschitza, Yordam Kitap (2010).
Marksizm ve Parti, John Molyneux, İmge Yayınları (2015).
Rosa Luxemburg ya da: Özgürlüğün bedeli, Derleyen: Jörn Schütrumpf, Rosa Luxemburg Vakfı (2008).
Emperyalizm: Kapitalizmin en yüksek aşaması, V.I.Lenin, Sol Yayınları (1979).
Spartakistler ne istiyor? Rosa Luxemburg, Belge Yayınları (2012).
Sermaye Birikimi, Rosa Luxemburg, Belge Yayınları (2004).
[separator type=”thin”]
[1] http://gazetemanifesto.com/2016/01/15/sosyalizme-yazgili-bir-omur-rosa-luxemburg/.
[2] A.g.y.
[3] Eduard Bernstein ilerleyen dönemlerde sınıf mücadelesine karşı çıkmaya başlamıştır. SPD’nin bir demokratik reform partisine dönüşmesini savunur. Stuttgart’ta 1898’de düzenlenen parti kurultayında, Rosa Luxemburg, tartışmalara katılır ve Bernstein ile taraftarlarının reform teorilerine karşı çıkar. Karl Kautsky ve Franz Mehring ile August Bebel ve Clara Zetkin revizyonistlere karşı yürütülen tartışmalarda Rosa Luxemburg’un tarafında yer aldılar.
[4] https://www.rosalux.de/fileadmin/rls_uploads/pdfs/Themen/Rosa_Luxemburg/rls_ ausstellung_turk.pdf.
[5] Rus Devrimi Üzerine, Rosa Luxemburg’ın kaleme aldığı, 1922’de Paul Levi tarafından yayımlanan yazılar.
[6] https://www.rosalux.de/fileadmin/rls_uploads/pdfs/Themen/Rosa_Luxemburg/rls_aus stellung_turk.pdf.
[7] Clara Zetkin
[8] 1905 Rus Devrimi (1988), Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, Cilt: 2, s. 515.
[9] Luxemburg, R. (2004), Sermaye Birikimi, Belge Yayınları, s. 100-101.
[10] Lenin, V.I. (1978), “Stuttgart Uluslararası Sosyalist Kongresi”, Toplu Eserler, Moskova. s. 77.
[11] Kılçer, K. (2016), Marksizm ve ulusal sorun üzerine hatırlatmalar, Marksist Manifesto, Sayı: 2, s. 55-56.
[12] Lukacs, G. (1979), Lenin’in düşüncesi devrimin güncelliği, Belge Yayınları, s. 44.
[13] Mathilde Jacob’a, [7 Şubat 1917]. GB 5, s. 171.