Türkiye solu tartışıyor.
Türkiye solu pek çok sorununu tartışıyor. Bu arada, ağırlığını geleneksel sol’un oluşturduğu kesimde “legal sol parti” sorunu gündemde giderek başlıca yeri alıyor. Gelenek, bir önceki kitabında, konuya yaklaşımının genel hatlarını ortaya koymuştu. Burada da sürdürmek, önemli kimi noktaları açmak istiyoruz.
Türkiye solundaki çeşitli tartışmalara katılanlar, hangi düzeyi sergiliyor, ne tür bir birikimi yansıtıyorlar. İşe buradan başlamak mümkün.
Önce, genel bir gözlemimizi dile getireceğiz. Baskı dönemleri, solun farklı kesimlerinde gene farklı denebilecek yönelimler doğuruyor. Belli soyutlamalarla bu farklılığı iki çıkış noktasından hareketle açmak mümkün. Geleneksel sol, örgüt kavramını ve bu kavram doğrultusunda belli bir pratiği kendine içselleştirmiş durumda. Geleneksel sol, her olguyu, her süreci, her gelişmeyi “örgütü” bağlamında değerlendiriyor. Tek başına bu ifadeyle ele alındığında kuşkusuz olumlu bir yan. Ancak gene de başka özelliklerle birlikte açılması gerekiyor. Az sonra yapmaya çalışacağız.
İkinci kesimde ise devrimci demokrasi var. Yirmi küsur yıldır örgüt, ne kavram olarak ne de pratiğiyle, devrimci demokrasinin gündemine gerçek anlamda hiç giremedi. Bu, devrimci demokrasinin doğası gereği böyle. Devrimci demokraside hareket herşeyi oluşturuyor; her şeyin başı ve sonu o. En başta, bu temel farklılığı göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Türkiye’nin son yirmi yılı, gerek örgüt gerekse hareket olgularına çarpıcı etkilerde bulunan gelişmelere tanık oldu. Geleneksel sol açısından bakıldığında, birinci baskı dönemi olan 12 Mart, bu kesimin en büyük genel doğrusu örgütün yok olduğu dönemdi. Ancak tüm kıyıcılığına karşın 12 Eylül, geleneksel sol’un örgüt tutamağını yok edemedi. Geleneksel sol’un temel ve marjinal yapılanmaları, 12 Mart’tan farklı olarak, 12 Eylül döneminde örgüt tutamakları ile birlikte oldular. Buna karşılık devrimci demokrasinin büyük kozu hareket, her iki dönemde de “likide” oldu. Kesinlikle küçümseme amacıyla değil; ancak gene de bir benzetme yapılabilir: Geleneksel sol 12 Eylül döneminden, elinde bir teselli ödülü ile çıkmaya çalışırken, devrimci demokrasinin elinde, her zaman saygı duyulması gereken direniş gerçekleri dışında, bu da yoktur.
Yukarıda söylenenler ilk bakışta geleneksel sol’un hanesine önemli puanlar yazılması gerektiği türü düşünceler doğurabilir. Oysa pratik, soruna bu denli iyimser yaklaşılamayacağını gösteriyor. Nedenlerini açmaya çalışalım.
İkinci kesimden, devrimci demokrasiden başlanabilir. Tek tutamak noktasının yani hareketin yok olması, devrimci demokrasinin diri ve az çok deneyimli kesimlerinde bir teori tutkusu ya da aranışı doğuruyor. Dün de böyle oldu; devrimci demokrasi 12 Mart’tan çıkışta, elde kazma kürek teori aradı. Böylesine tutkulu bir aranışta zaman zaman doğrulara teğet geçilmesi de mümkündü ve böyle oldu. Ancak, bir dönem yok olan hareket devrimci demokrasinin reel varlık nedenidir; olmazsa olmazıdır. Bu nedenle, devrimci demokrasinin örgüt aranışının hedefine ulaşıp rayına oturması, bu kesimin hareketi fetişleştirmesi, örgüt kavramı ile pratiğine yapısal uzaklığı nedeniyle mümkün değildir. Dahası, devrimci demokrasinin gene doğası gereği, geleneksel sol teorik çerçeve gibi, yeni sol teorik denemeler de aynı kesim için kalıcı olamayacaktır. Özetle şu: Devrimci demokrasi, hareketin yokluğunda ve bastırılmışlığında teori aradıkça kimi doğrulara teğet geçecek, ancak gündemde hep ve tek başına hareket olduğu için örgüt sorunu gerçek anlamda gündeme hiç gelmeyecek, kalıcı bir teorik çerçeveye ulaşamayacaktır. Devrimci demokrasinin “teorik” yapısında egemen öğe, zaman zaman geleneksel sol’a da göz kırpabilen, ama en çok yeni sol’dan cephane sağlayan bir amorfluk, bilinçli-bilinçsiz bir ideolojik kaypaklık olacaktır.
Devrimci demokrasinin iç dinamiklerini, ilerde, başka vesilelerle de açmaya çalışacağız.
Geleneksel Sol: Geçmişe Kısa Bir Bakış
Geleneksel sol 12 Mart’ı örgütsüz yaşadı. Ancak daha 12 Mart öncesinde örgüt, bu kesimin MDD karşısında azınlığa düşmüş ama inatçı militanının en büyük tutkusu konumuna gelmişti. 12 Mart günleri, bu tutkunun bilenmesi ve realize edilebileceği dönemin beklenmesi ile geçti. Bu noktada çok açık biçimde söylenmeli: Geleneksel sol’da örgüt tutkusu ideolojik yetkinlik ile beslenememiş, hatta belli kesimlerde tam tersine örgüt bağlılığı ideolojik yetkinliği ikame edebilen bir fazilet olarak görülmüştür. Bu, doğrudan doğruya, 12 Mart öncesi ve 1975 sonrası TİP’inin temel özelliklerinden biridir.
Geri dönülüp bakıldığında bir başka nokta çok daha net görülüyor: Kökeni gene 12 Mart öncesi TİP olan belli bir kesim ise, aynı biçimde benimsenen örgüt gerçeğini, TİP bünyesinde eksik olan ideolojik yetkinlik ve oturmuşlukla kendi bünyesinde bütünleştirmeyi denemiştir. İlginç yalpalamalara, Türkiye sol hareketi tarihinin nevi şahsına münhasır kimi kadrolarından güncel ideolojik önder yaratma çabalarına karşın bu kesim, örgütçülük – ideolojik yetkinlik denklemini kendi bünyesinde TİP’den daha homojen biçimde kurabilmiştir. Bu da, TSİP hareketidir. Gene de bu kesim geçmişte yaratıcılıktan çok didaktizme “Ortodoksluk” aşkına prim verme eğilimi taşımıştır.
Geriye TKP kalıyor. TSİP’de olduğu gibi TKP’de de, 1970 sonrası atılımda başı çeken kadrolar, büyük ağırlıkla 12 Mart öncesi TİP’inin örgüt tutkunu genç kadroları olmuştur. Burada hemen eklemek gerekiyor: Örgüt tutkusu ve aranışı çok ileri boyutlara varıp zamanla örgütsel güce ilişkin halüsinasyonlar doğunca, ideolojinin örgütle ikamesi inanılmaz boyutlara ulaşabiliyor. Bu örgüt fetişizmi, TKP’nin 75-80 döneminde, başta ünlü programı olmak üzere, ideolojik geriliğinin nedenlerinden biridir. İkinci bir neden de tabanda devrimci demokrasininkine benzer bir hareketliliğin şu ya da bu biçimde yaratılabilmesidir. Bu taban ve gençlik hareketliliği, gene devrimci demokraside olduğu gibi, teori aranışını çok geri planlarda tutmuştur. Sonuç olarak, geleneksel sol içindeki gücüne, militan bir tabanın varlığına karşın TKP 74-80 döneminin ideoloji ve program alanında en geri geleneksel sol çizgisi olmuştur. Bu yapılanmanın 78 programı, geleneksel solun gelmiş geçmiş en geri programıdır.1
Yukarıda söylenenleri kimi güncelliklerle bütünleştirmek mümkün. Örgüt bağı ve örgütlerin varlıklarını sürdürmeleri, aynı ikameci etkiyi 12 Eylül döneminde daha ağır sonuçlarıyla yaratmışa benziyor. Burada, TKP’nin güncel ideolojik konumuna ilişkin çok şey söylemek gerekmiyor. TİP ise, elde bir örgüt bulunması adına, öyle anlaşılıyor ki pek çok ideolojik ödüne ve gerilemeye hazır durumda. Ayrıca son gelişmelerle, TİP’in geçmişte bir süreci “yanlış” yaşamış olduğu bugün daha belirgin biçimde ortaya çıkıyor. 12 Mart çölünün örgüt tutkusu, ideoloji alanındaki doğal ikameci etkisiyle daha mütevazı ve ortalamacı bir çizgiyi gerektirirken, kimi öznel etkenler bu yapılanmayı Türkiye solu için oldukça ayrık bir çizgi sayılabilecek “sosyalist devrim” görüşüne ve 1975 programına itti. TİP, bu iğretiliği ya da eşitsizliği, özellikle 1978’den başlayarak gidermeye çalıştı. Kendi açısından doğru da yaptı. Bugün oldukça önemli bir mesafe aldığı görülüyor.
Şimdi, söylenenleri toparlamak gerekiyor. Güncel sonuçları şu biçimde özetlemek mümkün:
1-Geleneksel solun en başta “örgütçü” ve “örgüt sahibi” olma adına kabullenir göründüğü ideolojik ve programatik gerilik, solun dış (devrimci demokrat) kesimlerindeki teorik aranış çabalarıyla bütünleştiğinde, yanılsamalı tercihlerin yapılma olasılığını artırmaktadır. Oysa geleneksel sol gerçek radikalizmi ve bu çerçevede ideolojik doyuruculuğu, her ne pahasına olursa olsun, özellikle devrimci demokrat kesimdeki sorumsuz odakların eline teslim etmemelidir.
2-Devrimci demokrasinin, sözünü ettiğimiz özel konumdan kaynaklanan teorik aranış çabaları, hemen yukarda değinilen olumsuz yan etkilere karşın, genelde bir kalıcılığa ve oturmuşluğa yol açamaz. Devrimci demokrasi uzun dönemde hem yeni sol’a hem de geleneksel sol’a insan verecek, ancak gündeminde tek başına “hareket” olduğu sürece geneldeki amorf yapısını koruyacaktır.
3-Geleneksel sol’un kabullenir göründüğü ideolojik ve programatik gerilik, bugün üzerinde tartışılan legal sol parti olayını da kaçınılmaz olarak aynı doğrultuda etkileyecektir. Bu sınırlardaki bir homojenlik dayatıldığında ise, söz konusu parti bir sosyal demokrat yapılanmayı aşamayacaktır. Bu, en baştan ve ciddi olarak tartışılması gereken bir noktadır. Böyle bir tehlike karşısında legal sol parti, sola ve ileriye yönelik dinamiklere açık olmayı yola çıkarken benimsemelidir.
Zaaflar ve Olumlu Sesler
Devrimci demokrasinin “teorik aranış” çabalarından söz edildi hep. Söylenenlerin soyut düzeyde kalmasını istemiyoruz. İşte bir ses; dikkatlice kulak vermek gerek: “Siyaset yapmanın olanaklarının mayalandırılacağı yeni yapılanmaları yaratmak yerine, siyasetin kendisi inkar edildi. Bu da ‘yeni düzen’in mantığını benimsemenin başka bir göstergesiydi. Siyaset ve toplumsal muhalefet yine solun eski sağlıksız geleneklerine bağlı kalınarak, sınıfsal yapı temelinde değil, geçici dönemsel bir toplumsal çelişki temeli üzerinde inşa edilmeye çalışıldı. Özerk yapılanma zorunluluğu yine terkolunarak, yine başat çelişki esas alınıp, görüngü muhalefete eklemlenme önerildi. Yine sınıflı toplum temelinde değil, bizim varsayılan kendine özgü ‘antika’ toplumumuz temelinde yeni türden bir MDD politikası üretildi.” (M. Ragıp Zaralı; “Kimlik Sorunu Üstüne bir Deneme”, Türkiye Sorunları Dizisi-1, s: 16)
Yukarıdaki değerlendirme, devrimci demokrasinin teorik aranış girişiminin uzantısı bir yeni üründe yer alıyor. Kastedilen hangi kesim? Ya da belli bir kesim mi? Hiç önemi yok. Ancak bu değerlendirmeye katılmamak mümkün değil. Güzel de ifade edilmiş. Dahası, yukarıdaki değerlendirmenin geleneksel sol için özellikle geçerli olduğuna inanıyoruz. İnanmadığımız şu: Devrimci demokrasi, hareket tutkusunun insanları henüz tam sarmadığı geçiş dönemlerinde gerçekleştirdiği bu tür teorik silkiniş denemelerini kalıcılaştıramayacak, ciddi bir örgütsellikle bütünleştiremeyecektir. Gene de bu, alıntılanan değerlendirmenin doğruluğuna gölge düşürmüyor.
O halde yeniden vurgulanabilir. Geleneksel sol, en genelde Türkiye solunun sorunlarına, somut olarak da gündemdeki parti sürecine “demokrasi” hedefinin dar sınırları içinden baktığı, sahip olması gereken tüm ideolojik silahları bu yönde törpülediği sürece, boş bırakılan ideolojik yetkinlik ve doyuruculuk alanında rant sağlayanlar türeyecektir. Sorun, yalnızca bir haksız kazancı önleme sorunu da değil. Geleneksel sol, böyle bir geriliği bu aşamada “taktik” olarak benimsediğine istediği kadar inansın, sonuçta gerçek anlamda da gerileyecektir. Böyle bir gerilemenin güncel parti tartışmalarına da yansıtılması, daha kötüsü aynı geri düzlemin parti tartışmalarının kesin üst sınırı olarak belirlenmesi, verimli olabilecek bir süreci baştan iğdiş etme anlamını taşıyacaktır.
Ancak geleneksel sol’dan gelen olumlu sesler de var. Devrimci demokrasinin uzaktan dile getirdiği doğruların yanı sıra, geleneksel sol’un içinden de, üstelik parti tartışmaları çerçevesinde, doğru görüşlerin dile getirildiğine tanık olunuyor. İşte bir örnek: “Yaşayan sosyalizmi savunmakla beraber, partinin rolünü ‘demokrasi’ mücadelesi ile sınırlayan, parti iktidar hedefi olan sosyalist odaklaşmanın parçası olarak ele almayan, sosyalizm hedef ve ülkülerinin kitlelere anlatılmasını ‘yasaklayan’, partiyi ‘demokrasi güçlerinin’ partisi olarak görmek isteyen yanlış eğilimlerle de, oluşum döneminde mücadele edilecektir.” (Mehmet Emin Sert; “Yasal Sosyalist Parti ve Görevler”, Toplumsal Kurtuluş, sayı: 1, Temmuz 87, s:9)
Legal sol partinin kendisi bir yana, tartışma sürecinin de verimli olabileceğini gösteren başka örnekler de var. Bunlardan birinin altını özellikle çizmek istiyoruz. Sorun, üstünde tartışılan legal sol partinin, ortaya çıktığı taktirde “ikameci” ya da “dalaşma yaratıcı” etkileriyle ilgili kuşkulardan kaynaklanıyor. Bu konuda, kanımızca oldukça yetkin sayılması gereken bir yaklaşım, gene geleneksel sol’dan geliyor. “Son zamanlarda tartışma gündemine bir kez daha giren sol parti sorunu, konjonktürel bir sorundur. Öyleyse bu sorunun şu ya da bu biçimde bir sonuca bağlanarak tartışma gündeminden çıkması, temel parti sorununu her zaman güncel olmaktan çıkarmaz. Belki ona yeni bir boyut kazandırır.” (Kenan Somer; “Sol Parti”, Görüş dergisi, Temmuz 88, sayı: 8, s: 26) Gelenek bu değerlendirmeyi içtenlikle benimsiyor. Aynı çerçevede, önceki kitabımızda yer alan bir değerlendirmeyi tekrar hatırlatıyoruz: “Türkiye’de ‘işçi sınıfı partisi’ sorunu, şu ya da bu biçimde, belki de güncel parti tartışmalarının ve sonuçlarının da katkısıyla, ama zamanla çözülebilecek bir sorundur. Gündemdeki tartışma ve somut sonuçları, kendi başına, ortadaki sorunun nihai çözümünü oluşturamaz.” (“Sol Parti Hangi Zemine Oturmalı?”, Gelenek 8, Haziran 87, s: 10).
Sırada, geleneksel sol’un temel yapılanmalarının hassas göründüğü bir başka nokta daha var. Bunu tam anlamıyla görebilmek için, geçmişe göz atmak gerekiyor. 1960’larda, MDD çizgisinin “haklılığını” anlatan ve Mihri Belli’nin imzasını taşıyan bir analoji vardı. MDD adına bu söylendiğinde, akan sular duruyordu. Hep birlikte, istasyondan bir trene biniliyordu. Yola çıkılıyordu, milli burjuvazi bir süre gittikten sonra, ilk istasyonlardan birinde iniyordu. Kimileri “bağımsızlık” istasyonunda treni terk ediyor, kimileri de “demokrasi” durağında “işte geldim” deyip valizlerini hazırlıyordu. Sonunda, sosyalizm istasyonuna işçi sınıfı tek başına varıyordu… Kendileri bu kadarını söylüyorlardı, ama makinistlik ve kondüktörlük görevi de herhalde MDD’nin ideologlarına düşüyordu.
Bugün, bu kadarı söylenmiyor. Ancak, en başta, yola mümkün olduğunca kalabalık bir yolcu topluluğu ile çıkma mantığı tam tamına gene egemen. Bu kadar yolcuyu bir araya getirecek sihirli sözcük de belli: “Demokrasi” Geleneksel solun temel yapılanmaları, “demokrasi”yi çok çok isteyen, ama sosyalizme nedense pek ısınamamış geniş kesimler olduğuna gerçekten inanıyor olsa gerek. Ancak, bunun da bir ideolojik yanılsama olduğunu hemen vurgulamalıyız. Gelenek‘in önceki kitabında, bu şöyle yapıldı: “Teorik konumları ne olursa olsun, demokratlarla birlikte kendi demokrat geçmişine pratikte sürekli dönüş yapan sosyalistler zamanla demokratlaşacaklardır. Bu, büyük ölçüde kaçınılmazdır ve Türkiye bu dönüşü yapanların örnekleriyle doludur. Sosyalist, kendinden geridekilere en büyük yardımı, kendisi daha ileriye giderek yapar.” (a.g.y. s: 15) Gelenek, geleneksel sol’da bu saptamasıyla da yalnız kalmadığını söyleyebiliyor. Görüş‘te gene Kenan Somer yazıyor: “…sosyalizme geçiş çağında, sosyalizme yönelmeden sürgit demokrat kalabilme olanağı da yoktur. Demokrasi, devrimci içeriğinden arındırılamaz.” (Görüş, a.g.y. s. 27).
Şimdi toparlayabiliriz. Ancak ortada “toparlanacak” kadar dağınık bir durum da olmadığı görülüyor. Yalnızca şunlar:
1- Türkiye’de demokrat mücadelede kalıcı kazanımlar elde edebilmenin tek yolu, kısa ve uzun erimli perspektiflerde sosyalist mücadeleyi geliştirmektir. Legal bir sol parti, demokrat görevler çerçevesinde gerçek anlamını, ancak sosyalist mücadeleye katkıları oranında bulabilecektir.
2- Demokrasinin en kararlı savunucularının sosyalistler olması, sosyalistlerin salt bu amaçla parti kurmalarını doğrulamaz. Sosyalistler, demokrasinin en kararlı savunucuları konumuna, ancak sosyalist mücadeleleri aracılığıyla gelebilirler.
Devrimci Demokrasi: Bir Yaklaşım Üstüne
Sırası gelmişken, önce genel olarak, sonra da güncel parti tartışmaları çerçevesinde geleneksel sol-devrimci demokrasi ilişkilerine bir kez daha eğilmek istiyoruz.
Gerekçeyi, önemli sandığımız birkaç nokta oluşturuyor. Bunlardan ilkine başlarda değinildi. Özellikle günümüz koşullarında devrimci demokrasinin geleneksel sol’a göre belirli bir teorik canlılık ve yaratıcılık göstermesi mümkündür. Bunu ne çok abartmak, ne de küçümsemek gerekiyor. Abartmak yanlış olur; çünkü teorik aranış devrimci demokrasinin asli etkinliği değil bir tür “yorgunluk molası”dır. Çok yol alınsa, ulaşılacak yer, büyük ölçüde yeni sol olacaktır. Ancak, küçümsemek de yanlış olur; çünkü devrimci demokrasinin bu yönelimindeki içsel dinamiklerin yaraşıra, ulaştığı etkinlikte, geleneksel sol’daki kısırlığın da payı bulunuyor. Aşılması gereken asıl tehlike, buradadır. 12 Eylül’ün bilinen koşullarında bile tercihlerini sosyalist mücadele doğrultusunda yapabilen insanlar kendi alanlarında “demokrasi”den başka söz edilmediği için devrimci demokrasinin yeni sola götürücü vasıtalarına bindirmek, geleneksel sol için acı olacaktır.
İkinci olarak bir başka ve yeni eğilimin altını çizmek istiyoruz. Doğrudan kulak verelim: “Ateşli hareketlilik içinde, 1970 yıllarının ikinci yarısından itibaren TKP çizgisi ile THKP-Çayan çizgisine yer yer hummalı ve yer yer nostaljik bir ilgi uyanıyor. Toprak akıyor; her iki çizgi birbirinin varlık nedenleri olduklarını bir türlü anlayamıyorlar. TKP’de yok olan, THKP-C için bir varlık kaynağı olarak ortaya çıkıyor ve her iki çizgi ayrı ayrı kaldıkları sürece, Türkiye sol hareketinde bir güce değil güçsüzlüğe kaynaklık ediyor. Kütle, TKP’ye bakınca THKP-C çizgisinin eksikliğini ve yalnızca eksikliğini ve kütle, TKP, THKP-Çayan’a bakınca, TKP çizgisinin eksikliğini ve yalnızca eksikliğini görüyor.” (Çelik Bilgin; “Akan Toprakta Geleceği Yakalamak”, Toplumsal Kurtuluş sayı: 1, s: 34).
Yukarıdaki değerlendirme, geleneksel sol-devrimci demokrasi ilişkisinin belli bir açıdan ele alınışını içeriyor. Çok açık söylenmeli: Yukarıdaki değerlendirme, “nineye sakal takıp dede yapma” türü bir özlemden öteye geçmiyor. İçtenlikle söylenmişse, ciddi bir yöntemsel eksikliğe işaret ediyor. Ama politik amaçlarla söylenmiş de olabilir. Bu durumda, ikide bir sağa sola bükülmekten laçkalaşmış çubuğun bir süre de ” ortada” tutulma denemesi olarak görülebilir.
Geleneksel sol’u devrimci demokrat türü bir aktivizme; devrimci demokrasiyi ise reel sosyalizme, örgüt fikrine vb. ısındırıp sorunu çözme düşüncesi, düşsel güzelliğine karşın, hiç de gerçekçi görünmüyor. Geleneksel sol ve devrimci demokrasi, her ikisini de aynı anda etkileyen genel ulusal-uluslararası gelişmelerin dışında, kendi iç dinamiklerine sahip ayrı kategorilerdir. Bu kategorik ayrılık nedeniyle, geleneksel solun devrimci demokrat türde bir aktivizmi içselleştirmesi, devrimci demokrasinin de örgüt, reel sosyalizm türü kavramları kendi iç dinamiğiyle yakalaması mümkün değildir.
En geneldeki ayırım şu: Geleneksel solun, başta kuşkusuz kendi türünde bir aktivizm olmak üzere, varolan eksikliklerini giderici dinamik, gene bu kategorinin, yani geleneksel solun içindedir. Buna karşılık, devrimci demokrasinin “eksiğini giderecek” dinamik, ona dışsaldır, yabancıdır ve farklı bir alanın ödünç alınması mümkün olmayan parçasıdır. Somut göstergeler şöyle özetlenebilir: 70-80 döneminde, geleneksel solu sorgulayan ve mevcut yapılanmalardan kopan tüm tepkiler, gereksindikleri aktivizm dahil nihai yerlerini gene geleneksel sol çerçevede bulmuşlardır. Bu birincisi. İkincisi şöyle: Gene aynı dönemde devrimci demokrat kesimden, bu kesimi örgüt, reel sosyalizm vb. türü “temel eksiklik” alanlarında sorgulayan ve tepkilerini bu doğrultuda biçimlendiren tek bir çıkış olmamıştır. İki somut gerçeği birleştirdiğimizde ortaya çıkan sonuçların rastlantı sayılmaması gerekiyor. Tekrarlıyoruz: 12 Eylül öncesinde geleneksel soldaki yapılanmalardan çok sayıda kopuş yaşanıyor. Pek çoğu, oldukça ciddi bir aktivizm sergiliyor; ancak bu aktivizmde “suni denge”, “öncü savaş” vb. hiç yer almıyor. Kopanlar, aktivizmleriyle birlikte, geleneksel sol’da kalıyorlar. Aynı dönemde devrimci demokrat kesimde, bu kez “çok” değil sayısız tepkisel kopuş yaşanıyor. Hiçbirinin kökeninde ya da ulaştığı yerde örgüt fikrinin gelişkinliği ya da reel sosyalizme bakışın yeni baştan değerlendirilmesi görülmüyor. Neden acaba?
Son olarak eklemek gerek. Ortada iki aşama var. Önce, deniz özlemini duymak gerekiyor Deniz özlemini hiç duymayanlar için yapacak bir şey olmasa gerek. Ama deniz özlemi duyanlar için de, denizi onların bulundukları yere getirmek mümkün değil. Kalkıp, eleştirileri, dinamizmleri vb. ile denizin bulunduğu yere gitmeleri gerekiyor. Nitekim, böyle oluyor. Devrimci demokrasiden geleneksel sola çizgi değil, ama kadro transferleri gerçekleşiyor. Tümünü de “nefessizdik”, “yorgunluk”, “yılgınlık” vb. ile açıklamak mümkün değil.
Ama nedense, geleneksel sol’dan devrimci demokrasiye yönelik sınırlı da olsa bir mobilite hiç gündeme gelmiyor.
Gene, bir rastlantı mı acaba?
Sonuç: Küçük Hatırlatmalar
Söylenenlerin toparlanıp, güncel parti tartışmaları çerçevesinde son olarak kimi noktalara değinilmesine geldi sıra. İlk sonuçlardan biri şöyle belirginleşiyor: Geleneksel sol, devrimci demokrat kesimdeki teorik aranış girişimleri ve bu girişimleri karşılamaya soyunan adaylar karşısında, genelde, ama özellikle de güncel parti tartışmaları çerçevesinde geri ve sınırlı tutumlar aldığı sürece, büyük bir yanlış yapacaktır. Geleneksel sol, en başta, “goşist” olmadan aktif, “Troçkist” olmadan radikal ve nihayet “sekter” olmadan sosyalist olmanın yolları bulunduğunu bilmek zorundadır.
İkinci olarak, geleneksel solu parti tartışmaları çerçevesinde bekleyen bir başka tehlike, yeni sol, liberal, sivil toplumcu vb. motifler taşıyan bir başka kesimin de, paradoksal biçimde, gene parti tartışmalarında “sosyalist söylem”i savunmasıdır. Çok açık bilinmelidir: Tüm bunlar, günümüzde “sosyalist söylem “in ancak malum çevrelerce savunulan bir “yanlış” olduğunun değil, geleneksel sol’un bu alanı inanılmaz bir sorumsuzlukla ve “demokrasi” adına başkalarına terkettiğinin göstergesidir. Mutlaka aşılmalıdır.
Ve son olarak vurgulanması gereken de şu: Bugünkü tartışmalarla birlikte, ortada başlamış bir süreç vardır. Tartışmalardan başlayarak ilerde olduğu taktirde fiili partileşme noktasına ve daha sonrasına dek, söz konusu olan, sayısız dinamiğe gebe bir süreçtir. Böyle bir süreçte, üzerinde anlaşılan (örneğin söz konusu partileşmenin gerçek bir işçi sınıfı örgütünü ortaya çıkarmayacağı konusunda genel bir anlaşma ortaya çıkmıştır) temel noktalar dışında, aşırı sınıra olmanın, peşinen çok dar kanallar önermenin de ciddi sakıncaları vardır.
Yaşanacak sürecin, bu tür ön zorlamaları altüste etmesi yerine, en azından belli dinamiklerin gerçekleşebileceği bir yapılanmanın yaratılması daha yerinde olacaktır.
Gelenek 2.7.1987