“Artık” 2000’lere gidiyoruz.
“Artık” değişmek gerekiyor.
“Artık” eskiyi bırakma, gömme günüdür…
Her yıl 31 Aralık günü kentlerimizin caddelerinde bir koşuşturmadır gider. İnsanlarımız kendilerini oraya buraya atarak yeni yılı karşılamaya hazırlanırlar. İşte biraz bunu andırıyor: Türkiye’nin sağı ve solu, galiba en çok da solu, bir mesih bekler gibi bekliyor 2000’leri.
Ne olacak acaba?
Dinamo Kiev iyi bir takımdı. 2000’lerin futbolunu oynadığı söylendi. Belki de bu yüzden 1987 yılında başarılı olamadı. Türkiye’ de ise, sokaklarda, üzerlerinde 2000’lere ilişkin vecizeler yazılı tişört giymiş gençler dolaşıyor. Haftalık sol dergilerimizden birinin adı da böyle. Daha bitmedi: Özal “sol”dan devşirdiği takviye kadrolarla gerçekte 2000’lerin ekibini oluşturuyordu. Ya SHP ve İnönü? Onlar da, çok ama çok cince bir strateji ile 2000’lere oynuyor, gene çevreye pek sezdirmeden, o doğrultuda kadrolaşıyordu. Kısacası, hemen herkesin eteğinde 2000’lere ilişkin iri taşlar vardı.
2000’lerin hakkını bugünden vermeye başlayanlar arasında geleneksel solun büyük bölümü ile “demokrasi gücü” oldukları söylenen kesimler de yer alıyor. Avrupa Topluluğu içinde yer alan, tüm yasakların kalktığı, en çok Perinçek telaffuz ettiği için adına öyle denmese bile, çatışan sınıfların pek çok konuda “konsensus”a ulaştıkları bir Türkiye! Sonra, az buz değil; 2000’lere geliniyordu ve “artık” her şeyi eskiden olduğu gibi sınıf bazında görmek iyiden iyiye çağdışılık olurdu. Evet, dünya ve Türkiye 2000’lere “hızla” yaklaşıyordu. Ama bu arada ortada amblemi kaplumbağa olan yeni demokrasi güçleri de dolaşıyordu. Ve ne yapıp edip bunları da cepheye duhul ettirmek gerekiyordu. Bu da, onların istediği gibi “temel çelişki”, “asıl problem” diye birtakım sıkıcı sınıf meselelerini ortaya atmakla mümkündü…
Gerçekte neydi bu olup bitenler?
Anlaşılan, Türkiye solunun 1961-71 dönemine özgü “retrospektif” hedef hastalığı yeni dönemde bu kez çok “prospektif” bir çeşni kazanacak. 61-71 döneminde yaşanan sürecin demokrat öğeleri, 30-40 yıl öncesinin Kemalizmini ülkenin tek umudu ilân etmişlerdi. Sınıf bazı, hep bu retrospektif bakışla örtülmeye çalışılmıştı. Bugünkü sürecin demokratları ise, heveslerini artık geçmişe değil geleceğe ilişkin olarak yaşamak istiyorlar. Dün, yıllar öncesinin “has” Kemalizmi, işçi sınıfı ile burjuvazi arasında bir ortak payda ideolojisi olarak zorlanmıştı. Bugün, yaklaşık 15 yıl sonrasının “Avrupalı ve açık toplumu”, aynı kesimler arasında aynı türden bir uzlaşma için deneniyor. Özal, dediği gibi Türkiye’ye çağ atlatabilir mi, bilinmez. Ama Türkiye solu 20 yıl içinde, 1930’lardan 2000’lere fiilen çağ atlamış bulunuyor.
Dün Kemalizm idi, bugün 2000’ler ve 2000’lerin demokrasisi. Dün, Kemalizm, egemen ideolojinin sol nezdindeki en elastik arz eğrisiydi. Bugün 2000’ler ve “açık toplum” aynı işlevi görüyor. Burjuvazinin, ANAP’ın, DYP’nin, Demirel’in ve elbette SHP’nin 2000’lere ve açık toplumculuğa yakıştırılan çıkışlarından her bir birim, solda neredeyse on birimlik bir umut, katılım ve hizmet arzı doğuruyor.
2000’ler edebiyatının gerçek içeriği budur.
Oysa tarih ve toplum, takvim ve takdir ile çehre değiştirmiyor. Türkiye kapitalizmi, Türkiye kapitalizmi olarak kalıyor. Çözümsüzlükleri, dengesizlikleri, bunalımları, eşitsizlikleri ve çelişkileri, takvim ve takdir kendi başlarına etkilemiyor. Son sözü, gene bunlar söyleyecektir.
O halde, haydi 2000’lere!