Seçimler, kendine özgü yanlar taşıyan bir madde olarak, bir kez daha sosyalistlerin gündemine girmiş bulunuyor. Seçimlere ve “sosyalistlerin tavrı”na ilişkin, söylenebileceklerin hemen hemen tamamı daha şimdiden söylenmiş durumda. Farklı tutumları savunanları kabaca şöyle sıralamak mümkün: SHP’nin desteklenmesini isteyenler, seçimlerin yalnızca bu an için değil her durumda boykot edilmesini gerekli görenler ve nihayet bağımsız sosyalist adayların desteklenmesini savunanlar…
Gelenek‘te, bugüne dek çeşitli vesilelerle değinildi: Seçimler ve sonuçları, sosyalistleri her zaman için yakından ilgilendirir, ilgilendirmelidir. Sosyalistler, hiçbir zaman, bu ülkede olup biten kapsayıcı politik gelişmelere gözlerini kapama lüksüne sahip değildirler. Ancak şu da hiç unutulmamalı: Sosyalistler, başka tüm politik gelişmeleri olduğu gibi seçimleri de, kendi bağımsız perspektifleri ışığında, onun ölçütlerine göre değerlendirme durumundadırlar.
İlk bakışta, seçimlere ilişkin değerlendirme yapan sosyalist çevrelerin hepsi yukarıdaki ölçütü benimser görünüyorlar. Başka deyişle herkes, seçimlere ilişkin olarak savunduğu tutumun, sosyalist hareketin kısa ve uzun dönemli perspektifleri ışığında saptanmış bir tutum olduğunu söylüyor. Böylece ortaya, çözülmesi gereken bir sorun çıkıyor: Eksen olarak gerçekten de sosyalist perspektifler alınmışsa, nasıl oluyor da bu kadar farklı tutum belirebiliyor?
Geleneksel Solda Durum
Yukarıdaki sorunu çözmeye çalışırken, bağımsız sosyalist adayların desteklenmesini bile reddedip boykot çağırısı yapan devrimci demokrat kesimleri tartışma gündemine almayacağız. Ancak bu kesime yöneltilen “müzmin boykotçu” biçimindeki bir eleştirideki “haksızlığa” da işaret etmek gerekiyor. “Dinime küfreden müslüman olsa” denir halk arasında. Devrimci demokrat kesimlerin bir bölümünü “müzmin boykotçuluk”la suçlayan müzmin demokrasi güçleri, en başta kendi müzmin SHP’ciliklerini açıklamak zorundadırlar. Çünkü söz konusu demokrasi güçlerinin yaşları ile boykotçu kesimlerin yaşları karşılaştırıldığında önce CHP sonra da SHP’ciliğin, boykotçuluktan daha müzmin bir tutum olduğu apaçık ortaya çıkacaktır.
Seçimlerde SHP’nin desteklenmesi gerektiğini söyleyenlerin başında, çoğu kez olduğu gibi gene geleneksel solun ana kümeleri geliyor. Ancak, seçimlerdeki tutuma ilişkin olarak bu kesimde, ilginç bazı rüzgârların esmiş olduğu da anlaşılıyor. Bir yanda, Türkiye geleneksel solunun bugünkü konumuna, başka deyişle tam bir “demokrasi gücü” olmaya yakışan, açık ve anlaşılır tutumlar yer alıyor. Bir örneği Gün dergisinde şöyle verildi: “SHP nisbeten sola açık politikasıyla ANAP’ın en güçlü rakiplerindendir. Etki gücü tartışmalı ve cılız sonuçlu politikalar adına SHP’nin bu pozisyonuna destek vermekten uzak durmamak gerekir. Yine nesnel bakımdan kısa vadede bu gücün gerilemesi gericiliğin saldırganlığını artıracaktır” (sayı: 32, s. 7). Ancak, Akis dergisinin kendisi ile yaptığı bir görüşmede, TKP genel sekreteri Haydar Kutlu daha başka ve ilginç bir tutum öneriyor: Bağımsız adayları var gücümüzle destekleriz, ama oy verin demeyiz…
“Var güçle desteklenen” bir tutuma, sandık başında oy vermemek, “yeni” bir tutum oluyor. Gerekçe, hiç kuşkusuz, bugünkü seçim sisteminde bağımsız sosyalist adayların seçilme şanslarının olmayışı. Ne var ki, böyle bir gerekçe ile, daha on yıllarca sosyalist partilere ve adaylara oy verilmesinin yanlışlığını savunmak da mümkün olabilecektir.
Gene de belirtmek gerekir, Haydar Kutlu’nun bağımsız adayların desteklenebileceği açıklaması, solda asıl “müzmin” ve can sıkıcı olmaya başlayan eğilimin SHP (daha önce CHP) destekçiliği olduğunun bir göstergesidir. Belirttiğimiz gibi, geleneksel solda kimi ilginç rüzgârlar esmektedir.
Ancak, bu rüzgârların yönü konusunda pek de umutlu olmamak gerekiyor. Türkiye’de egemen sınıfların yıllardır kullandığı bir retorik “milli birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz günler”dir. Öyle ki, her gün milli birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz gündür. Başka deyişle, gerçekte yapılabilir olan kimi şeyler, “milli birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz günlerde” yapılmaması gerekir. Milli birlik ve beraberlik ihtiyacı, yaklaşık 70 yıldır hergün kendini duyurduğu için de, bu işler hiçbir zaman yapılabilirlik kazanmaz. Türkiye solunun bir kesimi, bu retorikten kendince ders almışa benziyor. Onlar için de her gün, “demokrasi güçlerinin birliğine en çok muhtaç olduğumuz gün”dür. Eğer gündemde seçim varsa, bu birlik için bir tek oyun bile boşa gitmesi istenmez.
Geleneksel solda rüzgârlar estiren bir başka faktörün de artık SHP iktidarından iyiden iyiye umut kesilmesi olduğu anlaşılıyor. On yıl önce CHP gerçekten iktidarın eşiğindeyken, bir ünlü profesör, seçimlere katılan sosyalist partinin karşısına “rahme düşmüş ceninler aşkına” oyların bölünmemesi, CHP’ye oy verilmesi yakarışı ile çıkıyordu. Bugün, SHP böyle bir yakarıştan uzak görünüyor. Ancak, geleneksel solda esen yeni rüzgârların serinliğinde, bir başka saygın profesör sosyalist perspektifle, SHP’nin hiç olmazsa ana muhalefet olsun olabilmesi arasındaki ilişkiyi kuruveriyordu: “sosyal demokrat partinin iktidar ya da hiç değilse ana muhalefet olması, kendi hareketimizin yasallaşması açısından büyük önem taşır.” (Sadun Aren, Bilim ve Sanat Ekim 87, s. 9).
Yukarıda örneklerini vermeye çalıştığımız, genel olarak aynı kesimden kaynaklanıp aralarında belirli nüanslar da taşıyan tutumların hepsi birleştiğinde, ortaya ilginç sonuçlar çıkıyor. Bunları şöyle özetlemek mümkün:
1- TİP ve TKP’nin TBKP adı altında bir birlik süreci içine girmeleri ve söz konusu birliğin tepki uyandıracak geri bir program üzerinde kurulması, bu kesimde belirli bir aceleciliğe yol açıyor. TBKP’nin böyle bir program ile “dışarıda” kalması, Türkiye solunu elinden tümüyle kaçırması demektir.
2- Türkiye’de, iktidar bir yana SHP’nin etkin bir muhalefet olabilmesi bile giderek gündemden çıkmaktadır. Bu durumda, ivedilik kazanan legalite sorununa, SHP’den gelebilecek katkılar da giderek azalmaktadır. Öte yandan ANAP’ın Avrupa ile ciddi sorunları vardır. Bu durumda, çeşitli değerlendirmelerde gericiliğin baş odağı ilan edilen ANAP’ın legalleşme konusunda, “sivil ve demokratik yanını” zorlamak, daha gerçekçi bir yol olabilir.
3- Ancak, seçimlerde ortalığın tozunu atıp çok büyük bir çoğunlukla meclise giren bir ANAP’ı demokratlık ve sivillik adına zorlamak da çok güç olacaktır. Bu durumda en ideal çözüm, demokrat ve sivil yanı Avrupa nezdinde sürekli zorlanan ANAP’ın içeride, hiç olmazsa soluğunu duyacağı bir muhalefetle karşılaşabilmesidir.
4- Bugünkü geri program bazında ve somut politikada kayıtsız şartsız SHP’cilik yapılarak, Türkiye’deki sosyalistler nezdinde saygın bir yer alabilmek mümkün değildir. TBKP bu noktada eskiden “goşist”, “sol sapma”, “maceracı”, “anarşist”, “Troçkist”, “anti komünist” “anti sovyet”, “provakatör” vb. olanlara şirinlik muskası dağıtma gereğini duymaktadır.
5- Hepsini birleştirdiğimizde geleneksel solun bu kesiminin tutumu “ANAP’ı zorla, SHP’yi güçlü tut, Sosyalist sola şirin gözük” sözcüklerinde düğümlenmektedir. Teorik-politik çözümlemelerde gericiliğin baş odağı ilan edilen ANAP’ın, muhtemel gücünden ve iktidarından hareketle “sivil” yanını zorlamak, bu arada Türkiye’deki sosyalist güçlerden ciddi ve kalıcı bir kopuşa izin vermemek için çaba göstermek bugünkü politikanın özüdür.
Sosyalistler ve SHP
Gelenek bir kez daha yineliyor: Sosyalistler için seçimler, kendi bağımsız hedef ve perspektifleri ışığında anlam kazanır, yerine oturur. Sosyalistlerin, istinasız her durum ve koşulda, kendilerinden başka kimseye oy vermemeleri, savunulabilecek bir görüş değildir. Ancak, bugünkü koşullara baktığımızda, başkaları nasıl “demokrasi güçlerinin birliğine en çok muhtaç olduğumuz günler” saptaması yapıyorsa, sosyalistler için geçerli ve gerçekçi olan da sosyalist güçlerin ayrı, bağımsız kişiliklerini kazanma ve perspektiflerini çizme zorunluluğudur.
Bu doğrultuda, sosyalistler en önce 12 Mart’tan bu yana yerleşiklik kazanan bir kolaycılıktan, “başkaları arasında kaynama” rehavetinden kendilerini kurtarmalıdırlar. Dünkü sosyalistlerin, sözünü ettiğimiz tutum sonucunda bugün fiilen birer “demokrasi gücü” haline gelmeleri, eleştirilen tutumun acıklı bir örneğidir. Aynı doğrultuda “düşük oy sosyalist solun gerçek gücü konusunda kuşku doğurur” mantığı da bir an önce aşılmalıdır. Düşük oyun hangi kuşkuları doğurduğu bir yana, kalabalık içinde kaynama mantığı en başta sosyalist bilinenlerin sosyalistlikleri konusunda çok daha ciddi tereddütler doğurmaktadır.
Seçimlerde bağımsız sosyalist adaylarla ortaya çıkmak, belirli bir gerekçeye daha genel bir çerçeveye oturmaktadır. Bu da, günümüzün koşullarında, sosyalist/sol topluluğun silkelenmesi gereğidir. Seçimler vesilesi ile yapılacak bağımsız sosyalist çalışma ve propaganda, böyle bir silkelemenin aracı olabilecektir. Bağımsız sosyalist çalışma, bir yandan sosyalizm mücadelesinin yeni adaylarına ulaşırken, öte yandan kendi başına ayakta durmaya çalışanlara yardımcı olacak, hareketten uzak tutulması gerekenlerin ayrılmasında da yararlı işlevler görebilecektir.
Daha önce önemli olmayan bir ikinci nokta da, felsefesi, politikası ve uygulamaları açısından bugünkü ANAP iktidarının, sosyalist propaganda açısından özellikle elverişli bir karşı zemin oluşturmasıdır. Yasal kısıtlamaları, anti demokratik engellemeleri bir yana bırakırsak, bir sosyalist için ANAP ölçüsünde net ve belirgin bir karşı hedef bulmak mümkün değildir. Anlaşılması gereken nokta şudur: ANAP ve iktidarının asıl ayırt edici yanı, anti demokratik niteliğinden çok, tüm çirkinlikleri ve çelişkileri ile kapitalist düzenin en doğrudan ve açık temsilcisi olmasıdır. Yalnızca önümüzdeki seçimler için söylemiyoruz: İşini bilen, ciddi bir sosyalist hareket, bugünün ve yarının ANAP’ına karşı, 1965-71 TİP’inin AP karşısında bulabildiğinden çok daha net ve etkili sosyalist propaganda malzemesi bulabilecektir.
Zaman zaman sosyalistlerin SHP’ye, ANAP karşısında ciddi ve etkili muhalefet olmaları öğüdü verdikleri görülüyor. Öğüdü verenler açısından ne kadar acıdır ki, SHP gerçekten de ciddi ve etkili muhalefet yapmanın yollarını başka yerlerde arayacağa benziyor. Partinin bugünkü yönetiminin net sağ tutumu ve politikası bir yana, SHP açık biçimde, kendi alternatifini ANAP’ın çizdiği “liberal, yenilikçi ama vahşi” kapitalizm kanallarında aramaya karar vermiş durumda. Özetle SHP, yeni kurmayları ve akıl hocaları ile ANAP’ın yenilikçilik fiyakasını tam tamına aynı ipte oynayarak bozacağını sanıyor. Açık söylemek gerekirse, SHP’nin böyle bir yenilikçilikle etkin ve ciddi bir “muhalefete” başlaması demek, sosyalizm düşmanlığına rafine ve “çağdaş” boyutlar katması demektir. Bu iş, CHP’den devralınan, azılı sosyalizm düşmanı ve daha genç kadrolara düşeceğe benziyor.
Sosyalistlerin bir kesimi ile SHP arasındaki ilişkilere bakıldığında, dikkati çeken iki nokta daha var. Bunlardan ilki, sosyalistlerle SHP arasındaki ilişkilerde oldukça ilginç bir ters korelasyonun giderek yerleşiklik kazanması. Başka deyişle, SHP ne denli geri ve sağ bir politika izlerse, paradoksal biçimde, sosyalistlerin SHP’ye ilişkin umutları o denli artıyor, canlılık kazanıyor. Nasıl oluyor? Galiba SHP’nin yapısından da kaynaklanan biçimde, şöyle oluyor: SHP, her biri kendinin en iyi sol olduğuna inanan bir hizipler toplamı görünümünde. Parti politikası ise bir tür ortalamaya, dengeye oturuyor. Kuşkusuz böyle bir ortalama, herbiri “sol” olduğuna inanan hiziplerden tek tek hiçbirini memnun etmiyor; böylece her ortalama kararda her grup, “sol” adına isyan ediyor, karşı çıkıyor. Sonuçta, SHP’de kabına sığmaz, isyankâr ve güçlü bir sol dinamik olduğu imajı doğmuş oluyor! SHP ne denli sağa çark ederse, tek tek hiziplerin tepkileri o kadar artıyor. Bununla paralel olarak, söz konusu hiziplerin “sol” tepkilerini gören sosyalistlerin partiye yönelik umut ve beklentileri de artmış, yenilenmiş oluyor. Bu SHP’nin bir buluşu değil, CHP ile 1970’lerde başlayan bir geleneğin ürünüdür.
Sosyalistlerin aynı kesimi ile SHP arasındaki ilişkileri belirleyen bir başka kavram ise, arz elastikiyeti. Sözünü ettiğimiz sosyalistler, SHP karşısında oldukça elastik bir arz eğrisi oluşturuyorlar. Elastikiyet şu anlama geliyor: SHP’nin demokrasi insan hakları vb. konusunda attığı bir birimlik adım, sosyalistlerin bu kesimindeki hizmet, destek ve alkış arzında yaklaşık on birimlik bir artış doğuruyor. Kuşkusuz, bu da SHP’nin kendi yaratıcılığı değil; 70’lerden Ecevit CHP’sinden geliyor…
Sosyalistlerin, en başta, bu iki uygunsuz konumdan kendilerini kurtarmaları gerekiyor.
Ayrışma Gerekiyor
En açık biçimiyle söylemek gerekiyor. Türkiye’de bugün sosyalistler arasındaki temel sorun ya da tartışma, artık sosyalizme demokratlığın ileri bir biçimi olarak bakmaya başlayan, bu nedenle de kaçınılmaz biçimde demokratlaşan kesimlerle, sosyalist ideoloji ve hareketin ayrı, özgün konumunu teorik-pratik tüm alanlarda ve bir olgunlaşma döneminin eşiğinde pekiştirmeye çalışan kadrolar arasındadır. Türkiye sosyalist hareketinin kadroları arasında, bu çerçevede bir ayrışma mutlaka ve kısa sürede yaşanacaktır. Kuşkusuz seçimler ve bu vesile ile alınan tutum, söz konusu ayrışmanın tek ve son kriteri olarak görülmemelidir. Ancak, önemlilerinden biridir. Yakında, ortaya yeni kriterler, önemli yeni dönemeç noktaları çıkacaktır.
Kasım’dan sonra, “demokrasi güçlerinin” tüm istek ve çabalarına karşı SHP’nin bir iktidar alternatifi olarak gündemden düşmesi halinde, ayaklar daha çok suya erecek, sosyalistler bundan sonrası için düşünürlerken, kafa bulandırıcı, atalet yaratıcı bir beklentinin gölgesinden belki de kurtulmuş olacaklardır.