Neredeyse iki yıla ulaşan yayın yaşamında, Gelenek’in solda pek çok kesime nedense ciddi rahatsızlıklar verdiği anlaşılıyor. Yalnızca Türkiye’de değil tüm dünyada, solun polemikle gelişip olgunlaşmaya başladığını biliyoruz. Bu yüzden doğal da karşılıyoruz. Yine de Türkiye solunda günümüzde rastlanan polemik biçimlerinde, ilginç ve özgün “kaygı”lara tanık olunduğunu belirtmeden geçemeyeceğiz. Soldaki pek çok yayın, başkalarını hedef seçerek, üçüncü kişilerin bu ikincilere inanması durumunda ne kadar korkunç şeylerin olacağını anlatmaya çalışıyor ve bu doğrultuda uyarılar sıralıyor. Böylece solda, başka dükkana gitme eğilimleri karşısında “o dükkanın mallarını kötüleme” anlayışından öteye pek geçemeyen odaklar türüyor.
Çağdaş Yol, Türkiye’de yayınlanan sol dergiler arasında, Türkiye sol hareketinin tarihinde özgün bir yeri olan Hikmet Kıvılcımlı’nın düşüncelerinin savunucusu olarak biliniyor. Ancak Çağdaş Yol Kıvılcımlı’nın en hakiki ardılı olarak gerçek bir kabul görüyor mu, yoksa başkaları da mı var, orasını bilemiyoruz. Yine de şu çok açık biçimde görülebiliyor: Çağdaş Yol, devrimci demokrat kesimlerin en bıçkın yayınlarında bile görülmeyen bir “ders verme”, “iş bitirme” megalomanisi sergiliyor. Sosyalizme yeni başlayanlarda sıkça görülür: Bir yazı, bir polemik, bir eleştiri ile belirli çizgilerin “işinin bitirileceği”, “defterinin dürüleceği” sanılır hep. İşte, Çağdaş Yol yazarları bu işi biraz uç bir noktada, aşırı bir ahkamcılıkla yapmayı seviyor. Öyle ki, her nasılsa daha efendice bir üslupla kaleme alınmış kimi yazılarda bile, yazının sonlarında “yahu galiba adamların dersini tam veremedik” endişesi ortaya çıkıyor olsa gerek, aynı yazı, genel üslubu ile hiç uyum taşımayan aşırı sert bir paragrafla bitiyor. Sözgelimi, az çok dengeli sayılabilecek bir eleştiri yazısının son paragrafında, mutlaka “bataklık”, “debelenme”, “sefalet” vb. türü sözcükler devreye sokuluyor. Bu şekilde “bitirilen” sol siyasetlerin sayısı bile belli değil…
Çağdaş Yol, çıkan son sayısında Gelenek’i de “bitirmeye” karar vermiş, öyle anlaşılıyor. Bakalım bu işi nasıl yapıyorlar?
Mirasımız
Mirası nasıl devraldığımızı soruyorlar? Lenin, bolşeviklerin, “proletaryanın jakobenleri” olduğunu söylüyordu. İşte bu anlamıyla jakobenizme sahip çıkıyoruz.
Oktobr devriminin özündeki evrenselliği öne çıkarıyoruz. Sosyalist devrimi ertelemek için ideoloji üretenlere sahip çıkmıyoruz.
Kısa vadeli anlaşmalar ve ucuz hesaplara yönelik açık arttırmacılıktan arınmış bir şekilde, Türkiye sosyalist hareketinin kadrolarına sahip çıkıyoruz. Çağdaş Yol, geleneğimizi fransız burjuva devrimine dayandırdığımızı ima ediyor. Çünkü Gelenek’te Fransız devriminden ve Jakobenizmden söz edilmiş! Mehmet Yılmazer köylü kurnazlığı yapıyor. Burjuva demokrat devrimciliğini, proletaryanın dışındaki sınıflara öncü devrimci misyon yüklemeyi, burjuvaziden “demokrat” yandaş üretmeyi gönül rahatlığı ile MDD’cilere, aşamacılığa bırakıyoruz.
Galiba Türkiye sosyalist hareketini hafızasız sanıyorlar. Mücadele geleneği gerçekten önemlidir. Çağdaş Yol‘un geleneğini biliyoruz ve hatırlatıyoruz: “Türk ordusu kayıhanlı gazilerin dirlik düzeninden Mustafa Kemal’in Milli Kurtuluşuna dek hep ilerici devrimci gelenekli bir ordudur… Ve her gün biraz daha her şeyin içyüzünü bilmekte ve bildirmektedir… Sosyalizmi az çok kendi çabası ile öğrenmesine kimseyi engel ettirmemektedir.”1
Gelenekleri “ikinci milli kurtuluş” geleneğidir. Gelenekleri “Dirlik Düzeni” geleneğidir. “Dirlik Düzeninin maddesi toprak meselesini çalışan halk yararına çözmekle özetlenir.”2 Narodnik gelenek ve sosyalist gelenek ayrı tarihsel kanallara sahiptir. Bunları birbirine karıştıranların başkalarına devrimcilik dersi vermeye hakları yoktur. 27 Mayıs mı? “27 Mayıs Türk ordusunun Horasan erleri çağından kalma tarihcil devrim gelenek ve göreneklerinin ürünüdür.”3 12 Mart mı “Ordu kılıcını atmıştır.” Gerisini Çağdaş Yol getiriyor: “Demokratik devrimlerin sınıf güdümü proletarya, köylülük ve orta burjuvaziye kadar çeşitli bileşimler gösterebilir. Hatta özgün koşullarda bir avuç genç subay bu yola atılabilir.”4 “Kentli orta tabakaları ise hiç bir siyaset liberalleşmedikçe kazanamaz.”5 Halkçılık ve liberalizm, bolşevik gelenek tarafından geçmişe itildikçe içiçe geçerler.
Lenin ve Kapitalizmin Gelişkinliği
Lenin popülistlerle polemiklerini bilimsel bir temele oturtmak için en kapsamlı çalışmalarından birini gerçekleştirdi. Daha 1898 yılında Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi adlı çalışmasıyla, birçok gelişkin üretim biçimi arasında “kapitalizmin kesin olarak yerleştiğini”6 vurguladı. Popülistler, liberaller ve Avrupalı, Amerikalı bilginler, “daha devrimci taktikleri haklı gösterebilmek için Lenin’in üretici güçlerin gelişmişlik derecesini bilinçli olarak abarttığını” ileri sürdüler.7 Oysa Lenin de Rusya’daki pre-kapitalist ilişkilerin nicel ağırlığının farkında idi. Önemli olan Rusya’nın geri kalmışlığının derecesi değil, ağır basan üretim ilişkileri ve temel sınıf çelişkilerinin özü idi. Lenin’in doğrudan doğruya eşitsiz gelişme yasasına dayanan tezi, kapitalist gelişmenin çapı ile değil, sınıf karşıtlığının niteliği ile ilgiliydi. Kapitalist üretimin ulaşılabilecek en yüksek aşamasına ulaşmadan da, kendi deyimiyle “kapitalist sınıf savaşı deneyiminden geçmek” bir devrimci olanaktı. Neredeyse “öcü” ilan edilen eşitsiz gelişme yasası, budur.
Bolşevizmin teorik özü, kapitalizmin belli belirsiz bir çokgelişmişliğini; sosyalizmin ön gereği olmaktan çıkarmasıdır. Marx’ın tezi ise ağırlıklı olarak sosyo-ekonomik formasyonların gelişme potansiyellerini tüketene dek yıkılmayacakları yolunda idi. Lenin, Marx’ın Vera Zasuliç’e yazdığı 8 Mart 1881 tarihli mektubu8 referans alarak Marx’ın tezini soyut, aşamacı bir evrensel şema olarak değil, kapitalist gelişmenin, o zamanın verileriyle algılanabilen bir formülasyonu olarak yorumladı. Burada ne Marx kabaca ekonomisttir ne de Lenin teorik bakışı olmayan bir iradeci. Bu yönüyle bakıldığında Lenin ile Marx arasında, tezlerin geliştirilmesi farkı vardır ve bir uçurum yoktur.
Gelenek‘te Marx’ın “ütopyacı modellere karşı kendi öğretisinin bilimselliğini vurgulaması zorunluluğunun (…) öznelliğe pek yer bırakmayan, gelişen ve çöken bir kapitalizm”9 ortaya çıkardığı haklı olarak söylendi. Şimdi bütün yukarıda söylenenlerden sonra, Çağdaş Yol yazarı M. Yılmazer Gelenek’in Marx’ı “sınıf mücadelesinde öznelliğe pek yer bırakmadığı” için suçladığını iddia ediyor. Marx’ın kapitalizmin tahliline ilişkin yaptığı vurguyu belirtirken Gelenek sanki sınıf mücadelesine ilişkin bir sapma tespit etmiş gibi, cümlesine sınıf mücadelesini monte ediyor. Bir paragraf altta ise Lenin’in eşitsiz gelişmeden 1915 yılında söz ettiğini ve bu yasanın ancak tek ülkede sosyalizm sorunu ile birlikte işlendiğini çıkarsıyor.
Demek Lenin 1898’de Rusya’da “kapitalizm kesin olarak yerleşmiştir” derken 1902’de Ne Yapmalı‘yı yazdığında, proletaryanın tek bir kütle halinde eşanlı hareketlenmeyeceğini, ideolojik-politik gelişkinliği işçi sınıfının genel toplamından ileride bir örgütün sınıfa bilinci dışarıdan taşımasını formüle ederken, eşitsiz gelişme yasasından bihaberdi. Çağdaş Yol yazarına göre eşitsiz gelişme öyle bir yasa ki 1915’de ampul gibi yanıp sönüyor. Üstelik Gelenek‘in büyük bir günahı var:”Bu sözde yasayı, kapitalist toplumdaki sınıflar savaşının içine yerleştiriyor.”10 Evet doğru, Gelenek bunu yapıyor, çünkü Rusya’da kapitalizmin gelişmesi üzerine Lenin’in tezlerinin, Ne Yapmalı’daki formülasyonlarının ve tek ülkede sosyalizm sorununun “kapitalist toplumdaki sınıflar savaşıyla” organik ilişkisi vardır. Aşamacı mantığın mekanik determinizmi, görülüyor ki bunu algılayamıyor.
M. Yılmazer daha sonra eşitsiz gelişme yasasını 1950’lerden sonra N.Left Review, Monthly Review gibi dergilerin gündemlerine aldıklarını, “en önemli sorun olarak” tartıştıklarını iddia ediyor. Birincisi, bu dergiler “en önemli sorun” (!) olarak böyle bir yasayı tartışmadılar. İkincisi, bazı batılı marksist yayın organlarında “Eşitsiz Değişim” konusu tartışıldı. Üçüncüsü, eşitsiz gelişmeden söz ettiklerinde ise, bu daha çok sanayi dalları ve kapitalist ülkeler arası iktisadi eşitsiz gelişmeyi ifadelendiriyordu. Gelenek ise söz konusu yasayı doğrudan marksizmin klasik yapıtlarında, Lenin’de, Stalin’in 1924’de proleter devrimin gelişkin olmayan kapitalist ülkeler içinde güncelliğini vurgulamasında ve kapitalist toplumdaki sınıflar savaşında buluyor.
“Ünlü eşitsiz gelişme yasanız geri ülkelerde devrim sorununu açıklıyor diyelim, ancak neden hala gelişmiş ülkelerde devrimin patlak vermediğini…. açıklıyor mu?”11 Bir kere söz konusu yasa “bizim” yasamız değildir. Anlaşılan yasaların sosyalist teoriyle ilişkisinin kurulabilmesi için önce Yılmazer’in bunları anlaması gerekiyor. Bunu, kendisi, disiplinli bir okuma-tartışma çalışmasıyla da yapabilir. Yoksa yasaların Çağdaş Yol yazarlarına bir şeyleri açıklamaları hiç gerekmiyor. Yasaların tek tek ülkelerde niçin devrim olmadığına ilişkin soyut gerekçeler üretme zorunlulukları yoktur. Lenin “Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” çalışmasında, “zayıf halka”larda emperyalist zincirin kırılabileceğini soyutluyor. Çelişkilerin zayıf halkalarda yoğunlaştığını açıklıyor. Lenin’in kafasında devrim sorununu gelişmiş ülkeler-azgelişmiş ülkeler kategorizasyonuna göre çözme sorunu yoktur. Bu sorun menşeviklerde ve aşamacılarda vardır. Yine Stalin 1924’de “Eskiden ayrı ayrı ülkelerde ya da daha doğrusu gelişmiş şu ya da bu ülkede proleter devrim için nesnel koşulların varlığından ya da yokluğundan söz etmek adetti… Şimdi, sistem tümü ile devrim için olgunlaşmış ise, daha doğrusu olgunlaştığı için, bu sistemin içinde sanayi yönünden yeter derecede gelişmemiş bazı ülkelerin bulunması, devrim için aşılmaz bir engel olamaz.” diyor.12 Yılmazer belki bunları eşitsiz gelişim ve sosyalist devrimin üzerini örtmek için gizlemeye çalışıyor. MDD formasyonluların en olumsuz miraslarından birini, “laf cambazlığını”, 88 Türkiye’sinde siyasi eleştiri silahı olarak kullanıyor. Geleneksel sol’dan aşamacılığı anlayanlar için Sosyalist devrim savunmak, eşitsiz gelişmeden söz etmek, “yeni-solculuk” oluyor! Yılmazer’in gözlüklerinden bakıldığında “yeni solcu” denebilecek olan Sovyet Bilimler Akademisi yöneticisi Yuri Krasin, Lenin’in “Rusya’da sosyalist devrime başlamak kolay oldu, sürdürmek ve amacına vardırmak zor olacak, Batı’da ise başlamak zor, sürdürmek kolay olacak”13 demesini devrim sürecinin eşitsiz gelişimi olarak nitelendiriyor.14 Aynı olgudan Fedoseyev “Leninizmin Sosyalist Devrim Teorisi” adlı çalışmasında sözediyor.15 Gördünüz mü otzovistleri, gördünüz mü yeni-solcuları!
Mehmet Yılmazer, Gelenek’i eleştirdiği yazısında Engels’i de müvekkili sanıyor. “Sosyal-demokrat Menşevik eğilimi marksizmden söküp atmanın onuru Bolşevizme ait”16 alıntısını yapıp, bunu Engels’e karşı yapılmış “hafif ve bayağıca davranış olarak” niteliyor.
Bolşevikler hesaplaşmalarını iktidara gelerek yaptılar. Engels’in bu tarihsel kopuşa zaman olarak yetişememesi ya da parlamenter, legal mücadele konusunda belirli bir Önsöz’de sergilediği aşırı iyimserlik, onu sosyal-demokrat/menşevik sapmanın içine yerleştirmek anlamına mı geliyor? Engels hiç de “Yılmazer’in dediği gibi” yakın taktik zeminde (ne demekse?) iktidar mücadelesinin söz konusu olmadığı koşullarda değil, kendi deyişiyle “Amerikan ve Avrupa proletaryası o kadar güçlü hale gelmiştir ki” diye tanımladığı bir kesitte, “bugün Alman proletaryasının ne açık, ne gizli resmi örgüte ihtiyacı yoktur…”17 demiştir. Böyle bir konjonktür düşünebiliyor musunuz? Sonuç, Lenin’in dediği gibi “Engels yanılmaz değildi”. Gelenek, hiçbir zaman Engels’in yukarıda sözünü ettiğimiz türden gözlemlerini ya da perspektiflerini onun genel bütünsel teorik çerçevesinden soyutlayarak, “sapma” adları takarak nitelemelere girişmedi. Elbette Marksizm tekil gözlemlerin ötesinde bir eylem kılavuzudur. Bunu kerameti kendinden menkul kişilere beğendirmek zorunda da değiliz.
Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi
Mehmet Yılmazer’in büyük potlar kırdığı bir diğer konu ise Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi. Bir başka aşamacı, Mihri Belli, Ekim Devrimi için “demokratik devrimdir” deyip kestirip atmıştı. Yılmazer’in de Nisan Tezlerinin teorik anlamı ya da pratik sonuçları ile fazla ilgisi yok. Her şeyden önce Nisan Tezleri ile Ekim devrimi arasında bir ilişki yok. Nisan Tezleri neyin programı belli değil, yazara göre. Ekim Devrimi aşamaların bir basamağı mıdır, yoksa bir sıçramayla ele geçirilen, bir sınıfın siyasi iktidardan alaşağı edildiği bir proletarya egemenliği midir?
Lenin’in “burjuvazi iktidara gelmiştir burjuva demokratik devrimi tamamlanmıştır”18 demesinin anlamı nedir? Burjuvazi iktidara gelene kadar gerçekten bir aşama söz konusudur. Lenin tarafından Şubat devrimi ile iktidara geldiği tespit edilen burjuvazi, Nisan tezlerinin ikincisinde artık tamamlanmış bir aşamaya mal olmuştur. Özellikle bu ikinci tez, bolşevikleri, proletaryanın iktidarı alacağı bir aşamayı hedeflemeye davet etmektedir. Bütün bunların ve birkaç satır yukarıda sorduğumuz soruların Çağdaş Yol yazarı için anlamlı hiçbir cevabı yoktur. Lenin bu tezini uzun süre kimseye kabul ettiremez. Ancak devrimin arefesinde bunu başaracaktır. Neden acaba? Herkes demokratik devrim üzerine mutabıksa, sorun neydi? Lenin gerçekleri değil, bir önceki aşamada kalmış iradeleri zorluyordu. Yoksa Yılmazer, Nisan Tezleri’nin amacının, Lenin’den yaptığı alıntıyla “kendi isteğiyle iktidarı burjuvaziye bırakan, isteyerek burjuvazinin kuyruğuna takılan proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü” mü olduğunu savunacaktır? Bu mu Lenin’in öngördüğü aşama Rusya’da özgünlüğün ikili iktidardan kaynaklandığını hem Lenin hem de diğer bolşevikler söylediler. Lenin’in yukarıdaki formülasyonu proletarya diktatörlüğüne yönelik özgün bir biçimi ifadelendiriyordu. Tıpkı “Halk demokrasileri” gibi…
Çağdaş Yol yazarı ise bolşevizme saygısızca yaklaşarak Lenin’den bir devrimci-demokrat, Nisan tezlerinden ise aşamacı bir perspektif üretiyor. Yılmazer’e göre “Kurtuluş savaşıyla Türk burjuvazisi egemenliğini kurmuştur. Lenin’in Nisan Tezlerini da yanına alıp birisi bize ‘bu anlamda burjuva devrimi tamamlanmıştır’, “şimdi sosyalizme” derse, ona burjuva egemenliğinin hemen yanında duran işçi-köylü sovyetlerimiz nerede sorusunu sormak zorundayız.”19 Her şeyden önce, sosyalist devrime öyle birisinin gelip “şimdi sosyalizme” demesiyle yönelinmez. Çağdaş Yol yazarına göre Sosyalist devrim bir hedef değil, birisi gelip “hadi” dediğinde karşı çıkılacak bir tez. İkincisi, burjuvazinin iktidara gelmesiyle gelmemesi arasında bir fark yok. Değişmeyen tek saplantı aşama. Üçüncüsü de “hani bizim işçi-köylü sovyetlerimiz” deyip, eğer yoksa “sosyalizme geçmeyelim” demek zorunda hiç mi hiç değiliz. “Kendi isteğiyle iktidarı burjuvaziye bırakan bir ikili iktidar odağını” oluşturmaya çalışmak, bunu da sosyalizm öncesine bir aşama sıkıştırıvermek için yapmak zorunda değiliz.
Her şeyden önce ikili iktidar, Lenin’in Nisan Tezlerindeki tezlerden biri değil yapılan bir durum saptamasıdır. “Hiç kuşku yok ki bu karışıklık uzun zaman süremez. Bir devlette iki iktidar olamaz… iktidar ikiliği devrimin gelişmesinin geçici bir döneminden… ama arı durumdaki bir proletarya ve köylülük diktatörlüğüne henüz varmadığı bir dönemden başka bir şey yansıtmıyor. Bu kararsız geçiş döneminin sınıfsal anlamı…”20 Bu mu Lenin’in öngördüğü aşama? Hayır, bu sadece Lenin’in deyimiyle “bir olgu”. Geçici bir dönem.
Geçiş dönemi. Birisinin gelip “hani işçi-köylü Sovyetleri” deyip sosyalist iktidarı ertelediği bir aşama değil. Yılmazer’in kavrayışı ikili iktidar kesitinde takılıp kalmış. Lenin’i Sosyalist devrimden kurtarmaya çalışıyor. Nisan Tezleri’ni bu kitabımızda daha ayrıntılı inceleyeceğimiz için bu sorunu kapatıyoruz.
Yılmazer’in sanrıları tükenmiyor. Gelenek‘in Enternasyonal hakkında yaptığı bütün değerlendirmeler içerisinden, Enternasyonal’in dağıtılmasına ilişkin yorumunu alıyor, Komintern’i kendi deyimiyle biraz da alelacele dağıtıyor, kaşla göz arası suçu da Stalin’in üzerine atıveriyor. Ve ardından iki adet muhteşem çıkarsama yapıyor: 1- “Dünya proletaryası bu ödediği bedeli nasıl ve ne zaman geriye alır” (demek ki politikalar için bedel ya da maliyet ödenebiliyor. Fakat Çağdaş Yol bunu son dönemin modasıyla Stalin’e fatura ediveriyor). 2- “Böylece Gelenek gerçek mirastan, hareketin tarihinden en köklü kopuşu yapmış olur.”
M. Yılmazer hiç affetmiyor. Enternasyonalizm vizesini elinde tutuyor. Ve Gelenek vize alamıyor. Acaba Çağdaş Yol yazarı devrimci-demokrat grupçukların oluşturduğu bir enternasyonal mi hayal etmekte?
Emperyalizm ve İttifaklar
Emperyalizm çağı, Çağdaş Yol‘a göre devletin yapısının sadece bir zümreye mal edilebilmesi anlamına geliyor. “Tekelci kapitalizmin egemen olduğu her ülkenin kendi “40 haramileri” vardır. “Proletarya” 40 haramilerin dışındaki burjuva kesimleri hiçbir zaman sevgiyle bağrına basmayacaktır. Ancak onları kör bir aldırmazlıkla, 40 haramilerin safına da itemez.”21 Bütün bu bin bir gece masalları ile Türk filmi karışımı senaryo, sosyalistleri, sosyalist devrimi hedeflememeye ikna etmek için öne sürülüyor. Proletaryanın kimseyi bağrına basması gerekmiyor; devrim sürecini değişen koşullara göre müttefikleriyle birlikte yaşamasa gerekiyor. Yılmazer’in şablonuna göre ise sosyalist devrimi sadece proletarya gerçekleştiriyor. Ne Lenin ne de bir başkası böylesi biri vülgarizasyona gitmişti. Çağdaş Yol‘un en önemli özelliği önce bir müttefikler listesi çıkarıp, o müttefiklerin itiraz etmeyeceği bir demokratik devrim aşaması üretmek. Müttefiklerin o payeyi kazanabilmeleri için ise bir “avuç oligarşinin” dışında kalmaları yetiyor. Örneğin köylülük, Lenin’in “farklılaşma” merceğinden baktığı köylülük, apar topar proletaryanın yanına tüm kütlesiyle taşınıveriyor. Çağdaş Yol‘un ittifaklar politikası “somut durumun soyut tahliline” dayanmaktadır. H.Kıvılcımlı bu konuda oldukça net bir şema öneriyordu: “1. Garpte: amele+fakir köylü ittifakı, 2. Şarkta: Amele+bütün köylülük.”22 M.Yılmazer’in müttefiklerini belirleyen olgu, iktidar perspektifi değil, coğrafya ya da kapitalizmin gelişmişlik dozajı ve şu ünlü “finans kapital”.
Emperyalizm çağı, Çağdaş Yol yazarına göre bir müttefikler cenneti. Türkiye kapitalizmi ise bir hilkat garibesi. Önce Kıvılcımlı’dan dinleyelim: “1908 devriminden sonra finans kapital hazretlerinin nasıl şartsız kayıtsız egemen kesildiği ondan sonra görülen şirketler gelişiminden anlaşılır.”23 Çağdaş Yol ile devam ediyoruz: “TİP, kapitalizmin ülkemizdeki gelişim seviyesini olduğundan öteye götürerek konumunu Sosyalist devrim parolasında somutlaştırdı.” Ve tezler Türkiye’de kapitalizmin egemen olduğunu büyük bir gayretle ispatlamaya çalışıyor.” Bu saptamalar Yılmazer’in Şubat 1988’de söyledikleri. Temmuz 1987’de ise Yılmazer çok daha tehlikeli saptamalarda bulunuyor: “Kırda kapitalizmin geliştiğine, özellikle 1950’lerden sonra hızla geliştiğine ve kır üretim ilişkilerinde kapitalizmin kesin egemen olduğuna hiç şüphe yok.”24 Yılmazer tüm söylediklerinin üzerine bir başka yazıda tüyünü dikiyor: “Büyük toprak sahipleri ellerindeki toprak tekelleriyle kırda kapitalizmin özgür gelişmesine en büyük engeldir”.25
Yılmazer’in kafası iyice karışmış. Türkiye kapitalizminin neredeyse “nev’i şahsına münhasır” olduğuna inanacağız. Öyle bir kapitalizm düşünün ki daha 1908’de finans kapital egemen, fakat birileri kapitalizmin gelişkinliğini “abartıyor”. Öte yandan kırda kapitalizm 1950’lerden sonra “kesin egemen” ama büyük toprak sahipleri de kapitalizmin kırda gelişmesini “engelliyorlar”.
Bu akıllara durgunluk veren tahlilden sonra yazar ağzındaki baklayı çıkarıyor: “Gelenek, ittifak güçlerini şimdiden belirlemek için biraz çaba harcasın.”26 İşte mekanizma: iktidara yönelik süreçte devrim için ittifaklar değil, devrimi belirleyen, önceden türetilmiş ittifaklar.
Bu tablonun mantıki sonuçları ise ortaya çıkıyor: “Ancak filiz halinde de olsa uçveren ve tefeci bezirgan hacı ağaların örümcek ağlarını aşabilen kimi bağımsız islami kıpırdanışlar”…27
“CHP ve devamları egemen finans kapital zümresine değil, yaygın tekel dışı burjuvalara ve orta tabakalara dayandığı için sosyal-demokrat hayaller peşindedir… Proletaryanın finans kapital partilerine karşı tavrı ile tekel dışı burjuvaların partilerine karşı tavrı aynı olamaz. CHP gibi partileri bazen söylediklerini yapmaya zorlayarak… bazen de yapmadıklarını bizzat devrimci eylemlilikleriyle yaparak…”28
“Sendikal alanda mücadele veren işçiler için kutup yıldızı, devrimci-demokrat zeminde sendikal birliktir.”29
Böyle müttefiklerle proletaryaya elbette ancak devrimci-demokratlık görevi düşüyor! Keza “Devrimci demokrasinin programı hiç şüphesiz ki henüz sosyalist uygulamaları içermez… Kapitalizm öncesi kalıntıların tasfiyesini içerir.”30
1988 yılında sosyalist mücadeleye gözlerini açan insanlar, bunları ancak ilginç vakalar olarak inceleyecektir. Bu MDD döküntüsü tezleri savunanlar ancak sosyalist mücadelenin ‘kalıntıları’ olabilirler. “Bağımsız islami kıpırdanışlarıyla”, “tekeldışı burjuvalarıyla”, farklılaşmadan soyutlanmış köylülük ile ve “vurucu güçleri” ile istedikleri mücadeleyi verebilirler. Örneğin TBKP programı yukarıdaki ihtiyaçlarını oldukça iyi karşılar. Yeter ki, ona buna radikalizm ve devrimcilik dersi verilmesin.
Faşizm ve Çağdaş Yol
Yılmazer Gelenek’e pek öfkelenmiş. Gelenek, “faşizmin burjuva demokrasisinden çıkıp geldiğini” iddia ediyormuş. “Bu gerçekliği aşırı abartıp (ne demek acaba) burjuva demokrat ideolojinin faşist ideolojiyi yadsıyamayacağının kabul” edilmesini istiyormuş. Bu günahı da kabul ediyoruz ve soruyoruz: faşist diktatörlükler sosyalist demokrasiden ya da gezegenimizin dışındaki bir yerlerden mi kaynaklandı? Faşist ideoloji denen şey burjuva ideolojisinin bir özel biçiminden başka nedir? Sosyalist ideoloji ve burjuva ideolojisinin dışında bir üçüncü olasılık var mıdır?
Yılmazer, çizgisinin bütün miladını doldurmuş demokrat yönünü,sağ konumunu, proletaryayı burjuvazinin kuyruğuna çekiştiren perspektifini açığa vurmaktadır. “Henüz sosyalizmi hedeflemeyecek durumda olan proletarya neden kararlı anti-faşist tavrıyla mücadeleyi yükseltmesin?”
Sosyalizmi hedefleyemeyecek proletarya kararlı anti-faşist tavır da gösteremez.
Gelenek’te hem Dimitrov’un hem diğer komünistlerin sermayeye karşı mücadele edilmeden faşizme karşı kararlı ve sonuç alıcı bir mücadele yürütülemeyeceğine dair söyledikleri aktarıldı. Yılmazer başından beri saplandığı soyut demokratlığın alışıldık yönteminden, anti kapitalist tezlerin “üzerini örtme” alışkanlığından kopamamakta. “Taktik” dediği, burjuva katmanlara hoş görünmek için proletaryaya dayattığı geri burjuva demokratlığından kopamamış tavizler demeti. Gelenek‘in taktik belirlemeden uzak olduğu iddia ediyor. Neden “kendi başına anti-faşist mücadele olmaz”mış. Hayır, taktiği değil, stratejiden bağımsız, sosyalist iktidar perspektifinden muaf taktikleri benimseyemiyoruz. Yazara göre “Faşizme karşı mücadelede Bulgaristan, İspanya, Portekiz ve Şili deneylerinin özgül yanlarını” Gelenek anlamıyor. Acaba bu söyleneni nereden tutmalı? Faşist diktatörlüğü sosyalist devrim ile yıkmış Bulgaristan devrimi ile Şili, İspanya nasıl yan yana konabilir? İspanya’da sosyalist iktidar perspektifinden uzak bir cephe faşizme yenilmiştir. Yıllar sonra tamamen sosyalistlerin iradesi dışında burjuva demokrasisine yumuşak geçiş yapılmıştır. Şili’de proletarya diktatörlüğünü, demokrat hedefler yüzünden kuramamış bir iktidarı devirmiştir. Portekiz’de ise, sosyalist iktidarı kuramayan bir devrimci-demokrat girişimden geriye Avrupa emperyalizmine entegre olmuş bir burjuva demokrasisi kaldı. Yılmazer’in “müttefiklerinin” kotaracağı da en fazla budur.
Yeni-sol ve Ortodoksluk
MDD zihniyeti için sosyalist mücadelenin kendine özgü taktikleri, ayrışmışlığı “yeni” gelir. Devrimci-demokratlık kendi içinden sürekli “yeni-sol” kopuşlar ürettiği için ciddi bir yeni-sol kompleksleri vardır. Örneğin Vatan Partisi 1979 ocağında tam ortasından troçkist bir bölünme ile çatlamıştı. “Dirlik düzeninde”, “Milli Kurtuluşta” takılıp kaldıkları için sosyalist iktidarı hedefleyenleri yadırgarlar.
Ortodoksluk üzerine konuşmadan önce, Çağdaş Yol, “tarihsel devrim-sosyal devrim” ayrımını marksizm leninizmin neresine sıkıştıracağını açıklamalıdır. “Yaban burjuva”, “ilkel sosyalizm”, “devlet sınıfları” gibi kategorilerin ortodoks teoriyle ne ilgisi olduğunu anlatmalıdır.
“Vurucu güçler”, “kılıçlılar” ile proletaryanın partisinin arasındaki farkları şöyle bir dökmelidir. Bunların leninist örgüt teorisiyle ilişkisini açmalıdır. Kıvılcımlının “sosyal üretici güçler, insan üretici güçler ve tarih üretici güçlerini”, “barbarlık-uygarlık” ikilisini genç kuşaklara anlatsınlar bakalım.
Kıvılcımlı sosyalistler için bir sorun değildir. Türkiye’de sosyalist mücadele tarihinde yerini almıştır. Fakat Mehmet Yılmazer, lütfen eski tüfek ukalalıklarını, sosyalist mücadelenin asli hedefine bağlanmış, Lenin’i okumuş ve sosyalizmi iliklerinde duyan insanlara, gençlere pazarlamasın. Altını kazıyınca ortalığa milliyetçilik, cuntacılık ve ilkel demokratizm görüntüleri saçan “özgünlükleri” ile kimsenin kafasını karıştırmasın.
Dipnotlar ve Kaynak
- H.Kıvılcımlı, “Türk Ordusu ve İkinci Milli Kurtuluş”, T.M yay. 1975, s.59
- H.Kıvılcımlı, Tarih, Devrim, Sosyalizm, T.M. yay. s.185
- H.Kıvılcımlı, Halk Savaşının planları, T.M. yay. s.3l
- M.Yılmazer, Türkiye Üzerine Tezler Hakkında Birkaç Söz, Ç.Yol, Şubat 1988, s.3l
- M.Yılmazer, Tarım Sorunu, Ç.Yol, Temmuz 1987, s.24
- Lenin, Collected Works, cilt.1, s.495
- “R.Ripes, The origins of Bolshevism in Rev. Russia’dan aktaran Andrej Walicki, Rus Düşünce Tarihi, Verso yay., s.392
- K.Marks, F.Engels, Kapitalizm Öncesi Ekonomi biçimleri, sol yay., s.263
- Gelenek, A.Dalman, Eylül 1987
- M.Yılmazer, Ç.Yol, yıl.2, sayı 4, s.10
- a.g.m., s.11
- J. Stalin, Leninizmin Sorunları, sol yay., s.28
- Lenin, Sol Komünizm, sol yay., s.66-67
- Y. Krasin, Devrim Sürecinin Diyalektiği, Konuk yay., s. 18
- A. Fedoseyev, Leninizmin Sosyalist Devrim Teorisi, ss.43-45
- A. Fedoseyev, Leninizmin Sosyalist Devrim Teorisi, ss.43-45
- K. Marks, F. Engels, Oevers Choisies 1, Ed. du Progres, Moskova, s.122
- Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, sol. yay s.
- M. Yılmazer, Türkiye Üzerine…, s.34
- Lenin, Nisan Tezleri…, s.42
- M. Yılmazer, Ç. Yol, s. 14
- H. Kıvıcımlı’dan aktaran M. Yılmazer, Ç.Yol şubat 1988 s.18
- H. Kıvıcımlı, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi, s.111
- M.Yılmazer, Tarım Sorunu, Ç.Yol, Temmuz 1987, s.22
- a.g.m., s.22
- M. Yılmazer, Ç.Yol, Haziran 1988
- Ç.Yol dergisi, yıl.1, sayı.l, s.3, 1987
- M. Yılmazer, Türkiye Üzerine…, s.38
- Ç.Yol, yıl.1 sayı.l s.23 1987
- [BU DİPNOT ORİJİNAL GELENEKTE DE BULUNMUYOR]