Özellikle sosyalizmin bir gerçeklik olma sürecine girdiği 1917’den itibaren, sosyalist teori ve pratiğin evrenselliğine itiraz yöneltenler hep sapma olageldiler, literatüre öyle geçtiler. Karl Kautsky, Filipp Turati, Oscar Frossard Otto Şik, Santiago Carillo ve diğerleri 1917 Ekimi ile somutlanan sürecin evrenselliğini kabullenmediler, aynı anlama gelmek üzere, sosyalist düşünce ve pratiğin evrenselliğini inkar ettiler.
Elbette donmuş bir kalıp anlamında değil ama gelişmiş ve oturmuş bir yapı olarak marksizm, bu evrenselliği sürekli olarak somutta üretebildiği için canlılığını ve en önemlisi iddiasını yitirmemiş, 21. yüzyıla doğru başka reel veya ütopik eşitlikçi toplum arayışlarını gerektirmeyecek veya etkisiz kılacak denli kalıcı olabilmiştir.
Bu süreklilik ve rakipsizlik önemliyse, sosyal mücadele tarihinde evrenselliği besleyen teorik ve pratik kazanımların korunması özel bir önem taşıyor. Evrenselliğin teorik kaynakları örgüt-devrim-devlet-demokrasi kuramları ve üretim sürecinin ayrıcalığı ile sınıfsız toplumun “kaçınılmazlığı”nı gösteren ekonomi politik kategorilerdir. Reel sosyalizm ise evrenselliğin en çarpıcı ürün ve göstergesidir. Sosyalist mücadele içerisinde evrenselliğin bu kaynak ve göstergelerinden vazgeçilmesi mümkün değildir.
Bugün bu evrenselliğin karşısında ciddi bir tehdidi, pragmatizm tehdidini her zamankinden daha çok hissediyoruz. Geçmişte, milliyetçi veya uzlaşmacı sapmalar, kendilerince bir modelin karşısına belli bir modeli çıkarmaya çabalıyorlardı. Bolşevizm iyi değildi ama, yerine önerilen bir şey elbette vardı. Örneğin proletarya diktatörlüğü gidiyor demokratik cumhuriyet, sonraları ileri demokratik düzen geliyordu. Bugün ise, elbette “sağ” bir teorik içerik taşısa da, yeni düşünce fetişistlerinin ciddi bir alternatif “model”e sahip olmadıkları gözüküyor. Kısacası, bir evrensel teorik çerçeveye duyulan gereksinimin bizzat kendisinin sorgulanmaya başladığı ortaya çıkıyor.
Sözünü ettiğimiz evrensel teorik kazanımlar, sonsuz sayıda somutluklar dizisinin önemsiz kılamadığı, yani somutluklar dizisinin oluşturduğu engelleri aşan kazanımlardır. Şimdi kazanımlar, bir bütün olarak sosyalizm ile beraber, bir insanlık heybesine boşaltılmaya çalışılmaktadır. Geçmişte sosyalist hareketin döşediği temel taşlara ateşin, yazının bulunması türünden sahip çıkılmaktadır. Yalnızca o kadar, daha fazla değil. Daha da önemlisi, sosyalizme, mutlaka insani bir öz taşıyan sosyalizme, tamamen tarihsel materyalizm dışı bir kategori olan sınıflararası mücadeleden bağımsız bir insanlık tarihinin gözü ile eleştirel, seçmeci ve inkarcı bir içerikle yaklaşılmaktadır. Oysa sosyalizm, işçi sınıfı hareketi, kendi tarihine, geçmişine yönelik bir projeksiyon için, kendi araçlarına sahiptir. Bu araçların unutulması son derece vahim sonuçlar doğuracaktır.
Yalnızca sosyalizm açısından değil. Sosyalist hareketin tüm birikimini bir “insanlık” heybesine boşaltmak ve heybenin içindekileri şöyle bir karıştırmak, yalnızca insani anlamda bile önemli bir kayıptır. İnsanlık tarihinin örneğin 20. yüzyılda tanık olduğu tüm soyluluklar ve “güzellikler” kim ne derse desin, sosyalizmin reel olması ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilidir. Güzelliklerin kaynağı iyi bilinmelidir. Oysa sosyalist birikim insanlık heybesine boşaltıldıkça, sınıflar tarihi ile beraber varolan mücadelenin ayrıştırdığı devrimci dinamikler ile çürümüş reaksiyoner unsurlar yeniden ve bir kez daha insanlık adına birbirine eklemlenmeye çalışılacaktır. Sosyalist mücadele bir yana bu kültürel decadence‘ın sonuçlan kabul edilebilir bir şey değildir.
Ve bir kez aynı heybenin içerisinde harmanlandıktan sonra, sosyalizm kendisini çevreciler, liberterler, barışseverler… burjuva demokratlar ile aynı düzlem ve aynı kaygılar içerisinde sergilemeye başlayacaktır. Heybeden seçip seçip kullanılacak. Nasılsa hep aynı insani özveri…
Bu pragmatizmin nedenlerine bir tehlikeye işaret ettikten sonra geçmek istiyorum. Tehlike pragmatizmin geçici ama çarpıcı bir üstünlüğünden kaynaklanıyor. Pragmatizm, bir dönem boyunca tarihselci yaklaşımlardan daha somut, daha reel bir davranış olarak gözükme şansına sahip. Bir mücadele verilirken bu unutulmamalı.
Evet, ortada bir pragmatizm sözkonusu. Sınıflararası işbirliği savunuluyor, barış kavramı neredeyse bir üst belirleyen haline getiriliyor vs. Ama tüm bunlar bir sağ sapma olmanın ötesinde şeyler. İnsanın siyasal oportünizmden çok psikolojik oportünizm diyesi geliyor…
Bugün, sosyalist hareketin mevcut ve biricik teorik haznesi, yeni düşünce fetişistleri tarafından bugünün gereksinmelerini karşılamadığı için terk edilmiyor. Evrensel teorik çerçeve, en başta bir evrensel amaç, bazılarının çok sevdiği bir nihai hedef için söz konusudur. Bugün bazı geleneksel partiler içerisinde savunulan yeni düşünce-yeni açılım, bu hedefe yönelik bir yeniliği kesinlikle içermemektedir. Bugün bazı partilerde evrensel amacın likidasyon süreci bizzat sosyalizmin likidasyon süreci yaşanmaktadır. Bu anlamda yaşanılan pragmatizmin özgün bir pragmatizm olduğu gözlenmektedir. Burada sosyalizmin çıkarlarının pragmatik bir davranış ile gözetilmesi değil, kimi “sosyalist”lerin kendi varlıkları için sosyalizmi tek hareket noktası olarak görmemeleri, kısacası bir aşkın pragmatizm vardır.
Bu tür bir pragmatizmin nedenlerinden bir tanesi kapitalizmin kendisini yeniden üretebilmesi, bu konuda belki de öngörülenden daha başarılı olmasıdır. Bu neden herkes, hepimiz için geçerlidir. Başta Sovyetler Birliği, sosyal sistem daha uzun soluklu bir mücadelenin gereklerini yerine getirmeye çalışıyor. Kapitalizmde geçici de olsa bir istikrarın sözkonusu olamayacağını iddia edenler, sanmıyoruz ki pek fazla olsunlar. Şimdi oldukça kalabalık bir sabık sosyalistler topluluğu oluşmaya başlıyor. Kapitalizmin bir sistem olarak mevcudiyetini giderek kapitalizmin meşruluğu olarak görmeye alışıyor. Bunlar Türkiye’de de olduğu için, yukarıdaki türden bir taranscendental pragmatizm ülkemizde de yayılmaya başladığı için yazmakta olduğum kitap dizisinde ısrarla evrensel kazanımlardan sözediyor. Bu kazanımlar içerisinde eşitsiz gelişme yasasının siyasal ürünlerine özel bir önem veriliyor. Örneğin tek ülkede sosyalizmin kuruluşuna tüm bir tarih içerisinde ayrıcalık tanınıyor. Birilerinin çıkıp “Marks’ı Lenin’den ayırıyorsunuz” demesi ise bu durumda hiçbir önem taşımıyor.
Ortaçağ Ortodoksluğu her zaman sağdadır. Yeni düşünce fetişistlerine karşı panzehiri bu türden bir Ortodoksluk değil, gelenekte yaratıcılığı bulanlar oluşturacaklardır…