Legal sol parti tartışmaları yaklaşık iki yıldır Türkiye sol hareketinin gündeminde.
Daha önce Gelenek’te yer alan yazılarda, böyle bir partinin hangi temeller üzerinde kurulması gerektiğine değinilmişti. Başka yayın organlarında, özellikle Görüş, Emek Dünyası ve Toplumsal Kurtuluş’ta, konuya ilişkin kapsamlı denebilecek tezler, öneriler yer aldı. Çalışma ve tartışmaların artan bir ivme ile devam edeceği inancındayız.
Eninde sonunda birden çok kesimin katılımı ile yola çıkacak bir partinin hangi ortak görüşler eksenine oturabileceği, partinin niteliği açısından son derece önemli bir konudur. Bu önemi dikkate alarak, legal sol partinin programatik çerçevesine yönelik bir “ön etüd” yapmaya çalıştık.
Altını özellikle çiziyoruz: Bu bir ön çalışmadır. Kapsamlı bir program önerisi olarak değerlendirilmemelidir. Bir programda içerilmesi mutlaka gerekli önemli başlıklar görüleceği gibi bu ön etüdde henüz yer almamaktadır. Sözgelimi “somut hedefler” gibi önemli bir başlığın altını dolduracak noktalara bir başka kitapta değinmek amacındayız.
Legal sol partinin programında, Türkiye sol hareketinin, özellikle 1960-80 arası deneyimleriyle aştığı noktalar yer almamalıdır. Legal sol partinin, hassas bir dengeye oturtulma zorunluluğu vardır. Bugünkü koşullarda böyle bir partiye sosyalist mücadelenin tüm gereksinimlerini karşılayabilecek bir yapılanma olarak bakmak mümkün değildir. Öte yandan aynı partinin bu kez bir “demokratlar kulübü”ne dönüşmesi tehlikesi de vardır. Legal sol partide, bu iki ucun dışında bir düzey tutturulması gerektiğine inanıyoruz.
Bu ön çalışmada, legal sol partinin programatik çerçevesi açısından zemin oluşturulabilecek bazı saptamaları tartışmaya açıyoruz.
Bugünün Dünyası ve Temel Dinamikler
•Çağımız kapitalizmden sosyalizme geçiş çağıdır.
1917 Ekim Devrimi toplumların tarihinde yeni bir çağ başlatmıştır. Bu Devrim ile birlikte dünyamızın belli bir bölgesinde yepyeni bir toplum düzeninin, sosyalizmin kuruluşu süreci gündeme girmiştir.
1917 Ekimi’nden sonra dünyamıza damga vuran tüm gelişmeler kapitalizm-sosyalizm karşıtlığının belirleyiciliğinde biçimlenmiştir. 20. yüzyılın özelliği, sosyalizmin güncelliğidir.
Bir çağın, bir dönemin tanımlanmasında ileriye dönük dinamikler her zaman için belirleyicidir. Bu nedenle, bazıları önemli boyutlara ulaşabilen güncel akım ve yönelimlerin varlığına rağmen, kapitalizmden sosyalizme geçiş, çağımızın temel dinamiği olma özelliğini bugün de korumaktadır.
•Yaşamımıza kendi damgasını vurabilen teknolojik vb. gelişme süreçlerinin sömürüyü, temeldeki sınıfsallıkları, sınıf mücadelelerini ve nihayet sosyalist bir toplum hedefini artık geçersiz kıldığı yolundaki yaygın propaganda, doğrudan doğruya, burjuvazinin savunma gereksinimlerinin ideolojideki uzantısıdır. Bugüne dek dünyamız, kapitalizmin temel çelişkisine ilişkin olup gene kapitalizm tarafından ve o düzen çerçevesinde çözüme bağlanabilen tek bir soruna tanıklık etmemiştir.
•Günümüzde, başta kalıcı bir barışın sağlanması ve nükleer yıkım tehdidinin ortadan kaldırılması olmak üzere önemli bir içerik kazanan evrensel sorunlar, kapitalizmden sosyalizme geçiş süreci dinamiklerine bir almaşık olarak görülemezler. Tersine, bu sorunların her birinin nihai çözümü son tahlilde kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecinin yaratacağı yeni olanaklarla gerçekleşebilecektir. Sınıfsız ve sömürüsüz bir toplum için verilen mücadele ile evrensel sorunların çözümü için girişilen çabalar arasında esasen organik bir uyum ve bütünlük vardır.
•Sosyalizm, gene 1917 ile birlikte bir gerçeklik halini almaya başlamıştır. Büyük endüstrileşme süreci ve daha sonra dünya sosyalist sisteminin kuruluşu, reel sosyalizmi ortaya çıkarmıştır. Reel sosyalizm, sosyalist toplumu kurma sürecinde bir son, her yönüyle ölçüt ve kılavuz alınması gereken bir model değil, sosyalizme yönelik evrensel mücadelede atılan tarihsel bir adım, karşı tarafta açılan belirleyici önemde bir gediktir.
Sosyalizm en başta üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılması ile tanımlanır. Bu temel ilke belirleyici özelliğini koruduğu sürece, özel mülkiyet alanının sınırlı biçimde genişletilmesine yönelik geçici ve kontrollü politika uygulamaları, nitel bir değişikliği ifade etmezler. Bu nedenle, sosyalist ülkeler topluluğunun bazı birimlerindeki ekonomik politika farklılıkları, çeşitli ideolojik yönelimler ve pratikteki yanlışlar, kendi başlarına bu gerçeği değiştiremezler.
Topluluk içindeki ülkelerin “sosyalist” olarak nitelenmeleri ile, yaşanmış ve bundan sonra yaşanacak bütün pratiklerin onaylanıp kabul edilmesi birbirine karıştırılmamalıdır. Bugün sosyalist ülkeler topluluğunun çözülememiş pekçok sorunu vardır. Ancak şurası da açıktır ki aynı dünya bu sorunların gene sosyalizm çerçevesinde çözümü için gerekli en radikal kararları alabilecek bir dinamizmi de göstermektedir.
•Sonuç olarak herhangi bir sosyalist toplum projesi, oldukça eleştirel baksa bile, ayaklarını 1917 ile başlayan bir sürecin somut ürünleri üzerine basacaktır. Günümüzde sosyalizm adına ideolojik, siyasal ve ekonomik alanlarda 1917 öncesine dönüp tarihe buradan itibaren devam edebilme olanağı yoktur.
•Çağımızın “kapitalizmden sosyalizme geçiş çağı” olarak tanımlanmasının doğal bir sonucu da, bugünün dünyasını belirleyen evrensel “altyapının” kapitalist sistem ile sosyalist sistem arasındaki karşıtlık oluşudur.
Çağımızda bütün ülkeler kapitalist ve sosyalist, iki dünya sisteminden birine entegre durumda veya böyle bir sürecin içindedir. Bir “üçüncü dünya”, ideolojik zorlamaların dışında gerçek anlamda hiçbir zaman olmamıştır. Bazı ülkeler açısından sistem bağlarının zayıflığı, aynı sistem içinde farklı ideolojik ve siyasal yönelimlerin varlığı, kapitalist ve sosyalist sistemlerin dışında kalıcı yapılanmaların oluşabileceği anlamına gelmez. Deneyler, bu tür yönelimlerin sonunda gene iki sistemden birine indirgendiğini sergilemektedir.
•Çağımızın temel belirleyicisi olarak kapitalizm ile sosyalizm arasındaki mücadele, son tahlilde, ulusal düzeylerdeki sınıf mücadeleleri ile dünya sosyalist sisteminin gücünün ve dayatıcılığının ortak yansıması, hepsinin evrensel bir özetidir. Dünya sosyalist sisteminin çeşitli alanlardaki başarıları ile ulusal ölçekteki sınıf mücadelelerinde elde edilen kazanımları ikisi birlikte, kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecinin itici gücünü oluştururlar.
•Siyasal ve toplumsal devrimler aracılığıyla sosyalist kuruluş sürecine girmemiş ülkeler, gelişme düzeyleri ne olursa olsun dünya kapitalist sistemi içinde bir yere sahiptirler. Bugün emperyalist ve kapitalist sistemlerin dinamikleri bir ve aynıdır.
•Dünya kapitalist sistemi yaklaşık olarak, son 10-15 yıl içinde kendine yönelik sınıfsal tehditleri erteleyip geçiştirmede başarılı olmuştur. Sistemin içindeki durağanlaşmalar, dünya sosyalist sisteminin kendi içsel sorunluyla bütünleştiğinde, bazıları için “umut kırıcı” bir tablo ortaya çıkmıştır.
Ne var ki gerek ekonomik gerekse siyasal açılardan, kapitalist sistemin yukarıda sözü edilen göreli başarılarının kalıcı ve yapısal güvencelere dönüşmesi mümkün değildir. Öte yandan, kendi iç düzenlemelerinden, güçlenmiş ve önemli sorunlarını çözmüş olarak çıkan bir sosyalist sistemin, bu yeni koşullarda kapitalist dünya için daha meydan okuyucu bir güç oluşturacağı açıktır.
Tüm bunlar, çok da uzak olamayan bir geleceği aydınlatan unsurlardır.
Ortadoğu’da Türkiye
•Dünya kapitalist-emperyalist sisteminin bir parçası olarak Türkiye’nin de içinde yer aldığı Doğu Akdeniz ve Ortadoğu tam bir istikrarsızlık bölgesidir.
Ancak bu istikrarsızlık, ön plana sınıfsal çelişkilerin çıktığı, temel sınıfların ve bunların temsilcilerinin öteki bütün çelişki ve dinamikleri kendi kavgalarına bağlayabildikleri bir bütünlüğe ulaşamamaktadır. Kuşkusuz bunun çeşitli nesnel ve öznel nedenleri vardır.
Ancak şu da unutulmamalıdır ki mevcut istikrarsızlıkların üzerinde yükselebilecek bir sınıfsal çıkışın, böyle bölgelerde sonuç alma ve tüm dış tehditlere rağmen yaşama anlamında büyük şansı vardır.
•Köklü ve örgütlü bir sosyalist geleneğe sahip Yunanistan’ın sistem dışına düşme olasılığının giderek azaldığı bir sırada, özellikle iki ülke dikkati çekmektedir: Bunlar, mevcut istikrarsızlıklar üzerine sınıfsal dinamiklerin oturtulabileceği bir ülke olarak Türkiye ile, herşeye rağmen İran’dır.
Emperyalist-kapitalist sistemin bütünü açısından bakıldığında bölge gerçekten de büyük önem taşmaktadır. Emperyalizmin bölge üzerindeki kontrolüne yardımcı olan başlıca siyasal-ideolojik yapılanmalar arasında İsrail-Mısır işbirlikçiliği bir yana bırakılırsa, geleneksel Baas dengeciliği ile İslam radikalizminin, tüm ateşli söylevlere karşın, emperyalist sistem açısından oluşturdukları tehdit sınırlıdır.
Türkiye, bu bölgede, kapitalizmin gelişkinliği ve sınıfsal çelişkilerin derinliği anlamında özel bir önem taşımaktadır. Emperyalizm açısından bakıldığında Türkiye’nin İslam radikalizmi veya Baas çizgisiyle dengelenmesi de, tam tamına İsrail benzeri bir emperyalizm jandarmalığına soyundurulması da, çok güçtür. Bu durumda Türkiye’yi emperyalizm açısından dengeye oturtabilecek silah olarak uzun vadede sosyal demokrasinin düşünülmesi mümkündür.
Türkiye: Temel Çizgiler
•Türkiye, emperyalist-kapitalist sistem içinde yer alan kapitalist bir ülkedir. Türkiye’nin gerçek anlamda bir burjuva demokratik devrim sürecini yaşamamış olması, ülkedeki düzenin kapitalist niteliğini ve işleyişini etkilemez. Ücretli emek sömürüsü Türkiye’deki sömürünün egemen ve belirleyici biçimidir. Aynı şekilde toplam artı değerin üretim,i gerçekleştirilmesi ve paylaşımı da, Türkiye’deki dinamiklerin asli belirleyicisidir.
Kapitalizmin bölgesel eşitsizliklerle gelişmesi, yukarıdaki tanımı ortadan kaldırıcı bir etken olmayıp, tam tersine bizzat kapitalizmin bir yasallığıdır.
•Türkiye ekonomik-toplumsal özelliklerinin yanı sıra bir bütün olarak dünya kapitalist sisteminin içinde yer almaktadır. Türkiye, böyle bir bütünlüğün gerektirdiği ekonomik, siyasal ve ideolojik tüm özellikleri bütünüyle içkinleştirmiştir. Ülkenin egemen sınıfları ve onların temsilcileri, kapitalizm-sosyalizm karşıtlığının belirlediği bir dünyada saflarını çok önceleri seçmişlerdir ve bu alanda özellikle deneyim sahibidirler.
•Türkiye’deki egemen sınıflar ittifakı içinde ülkenin dünya kapitalist sisteminin bir parçası olmasına karşı çıkan bir kesim ne geçmişte ne de bugün varolmuştur. Türkiye’nin kapitalist-emperyalist sistemle bütünleşmesi, bazı parçaların bir bütüne eklemlenmesiyle değil sistemlerin kaynaşmasıyla gerçekleşmiştir.
•Türkiye’de kapitalistleşme tarım kesiminde de küçümsenemeyecek boyutlara ulaşmıştır. Ancak aynı süreç geçmişte başka ülkelerde de görüldüğü gibi, küçük üretimin varlığına kesin bir darbe indirmiş değildir.
•Bir bütün olarak bakıldığında, kapitalizmin egemen üretim biçimi oluşunun yanı sıra, tarım kesiminin ülkenin ekonomik dinamikleri açısından belirleyici rolü de giderek azalmaktadır. Bütün bunlara rağmen Türkiye tarımı gerek işgücünün değerinin ucuzlamasını sağlayan bir üretim potansiyelini, gerekse tutucu ideolojilerin kitle tabanını barındırması açısından, önemini korumaktadır.
Egemen Sınıflar
•Türkiye’de egemen sınıf “bir avuç” olmaktan çok, değişik sermaye ve çıkar kesimlerinin bir ittifaklar zinciri içinde bir araya gelmesinden oluşmuştur. Bu ittifaklar zinciri, küçük burjuvazinin üretim araçlarına sahip kesimlerinin üst sınırına dek ulaşmaktadır. Söz konusu ittifaklar zinciri içinde, bir bütün olarak Türkiye kapitalizminin varlığına ve geleceğine yönelik politikalar sonucunda sermayenin şu veya bu özel kesimi dönemsel olarak egemen ve belirleyici güç mertebesine ulaşabilmektedir. Ne var ki bu eklemlenmeyi belirleyen temel öge, çelişkiden çok paylaşımda uzlaşma ve sınıf düşmanı karşısında tek vücut olabilmektir.
•Türkiye gecikmiş bir kapitalistleşme sürecinin yarattığı bütün dengesizlikleri bağrında taşımaktadır. Bu dengesizlikler, ideolojik ve siyasal düzeylerde özellikle yoğunlaşmaktadır. Türkiye kapitalizmi bu ideolojik ve siyasal dengesizliklerin üzerini örtebilecek iktisadi araçlara sahip değildir.
Bu nedenle üstyapısal çelişkilerin ilacı gene üstyapıda aranmaktadır. İdeolojik ve siyasal araçların sürekli olarak düzenin merkezileşmiş savunma kalkanı olarak kullanılması, bu araçların giderek aşınmasına ve işlevsiz kalmasına da neden olmaktadır.
Bizzat bu aşınmanın kendisi de dengesizliği artırıcı bir etkendir.
•Türkiye’de burjuvazinin ittifaklar zinciri içinde yer alan her kesimin ayrı bir ideolojik-politik karşılığı yoktur. Bunun yerine değişik ideolojik-politik oluşumlar, değişik gereksinim ve anlara hitap ederek, farklı kesimler tarafından desteklenebilmektedir.
Bu durum, mücadelenin tek tek kimi parçalara karşı değil de bir blok olarak burjuvazinin siyasal-ideolojik cephesine karşı verilmesi gereğini vurgular.
Temel Devrimci Güç
•Türkiye’de toplumsal dönüşümlere öncülük edebilecek bir işçi sınıfı hem nicelik hem de nitelik olarak vardır. İkinci hatta üçüncü kuşak işçilerin önemli sanayi merkezlerinde yoğunlaşmaları, işçi sınıfının bazı kesimlerindeki tutuculuğun kırılabilmesi açısından önemli nesnel olanaklar yaratmaktadır.
Türkiye kapitalizminin gelişiminde bundan önceki dönemler işçi sınıfının nicel gelişimine tanıklık etmişti. Bir süredir içinde bulunulan dönem ise işçi sınıfının nicel gelişiminin durakladığı; buna karşılık yukarıda sözü edilen kuşaklar faktörüyle birlikte nitel yanların ağır bastığı bir dönemdir. Bugün özellikle büyük kentlerde sağ politikalara temelde karşı, hatta kimi yönleriyle “düzen dışı” denebilecek işçi kesimlerinin varlığından söz etmek mümkündür.
Türkiye Sosyalist Hareketi
•Türkiye’de örgütlü sosyalist hareket, tüm eksiklik ve zaaflarına karşın küçümsenmeyecek bir deneyime, köklü denebilecek bir geçmişe sahiptir. Türkiye de örgütlü sosyal hareketin en büyük zaafı, kadrolar arasındaki bağlarla hareketin sürekliliğini sağlayamaması ve bunun sonucu olarak sergilediği kesintili görünüm olmuştur.
•Bugün Türkiye’de belli bir formasyon ve deneyime sahip, sınıf mücadelesinin değişik biçimlerine en azından tanık olmuş önemli bir sosyalist kadro birikimi vardır ve son yıllarda uğranılan yenilgilere karşın, 60 sonrasındaki silkiniş, artık kesiklilik ortaya çıkartmayacak bir düzey sağlayabilmiştir.
•Türkiye sosyalist hareketinin temel sorunu, sözü edilen bu kadroların, sosyalist mücadele hedefleri doğrultusunda örgütlü bir seferberlik içine sokulamayışlarıdır. Sosyalist hareketin, temel güç olan işçi sınıfına ulaşmasını köstekleyen temel olumsuz faktör de budur.
•Böyle bir seferberliğin iki vazgeçilmez koşulu ideolojik netleşme ve örgütlenmedir. İdeolojik netleşme pratik örgütlenmenin önkoşuludur.
•İdeolojik netleşme çok boyutlu ve kapsamlı bir kavramdır. Ancak burada asıl söz konusu edilen, önemli asgari müştereklere esasen sahip kadroların bunun birkaç adım daha ötesine geçerek yeni uyuşmalar yakalamaları ve bunu aynı örgüt çatısı altında gerçekleştirmeleridir. Bu çerçevede bakıldığında sosyalist kadroların üzerinde özellikle durmaları gereken birleştirici noktalar olarak şunlara işaret ediyoruz:
-Sosyalist ideoloji kendine özgü ayrı bir demokrasi anlayışına sahiptir ve mücadelenin sonunda gerçekleştireceği de böyle bir demokrasidir.
-Hiçbir ara hedef veya ön mücadele sosyalist mücadelenin dışında ve onu perdeleyici bir nitelik taşıyamaz. -Türkiye’deki devrim süreci esas olarak sosyalizmi hedefleyen bir süreçtir; bu süreçten yola çıkılarak saptanan strateji ve taktiklerle esas alınması gereken de sosyalizm hedefidir.
-Mücadele süreci içinde sosyalist örgüt kendi ideolojik ve örgütsel bağımsızlığını zedeleyebilecek hiçbir anlaşmaya angajmana ve açılıma giremez. Bir programın “somut hedefler” bölümündeki başlıkların da bu saptamamdan hareketle oluşturulması gereğine inanıyoruz.