Mao’nun ölümünün üzerinden 12 yıl geçti. Bu 12 yıl “Mao Zedung Düşüncesi”nin Çin’de terkedilmesine, çeşitli ülkelerdeki Maocu akımların sahipsizlik içinde oradan oraya savrulmalarına sahne oldu. Bazıları sebatla ÇKP’de direnip Mao’nun yolundan sapılmadığını ispatlamaya çalışırken, başkaları Arnavutluk Emek Partisi’ne “transfer” oldu; ikisinde de aradığını bulamayanlar ise bir taraftan eski vasilerine reddiyeler düzerken, diğer yandan “Mao Zedung Düşüncesi”nin umutsuz savunuculuğuna soyundular.
Çin, bu yazının konusu değil. Kısaca söylenip geçilebilir: “Kültür Devrimi” arifesinde dünya devriminin lideri ve kalbi olduğu iddia edilen Çin’in bugün böyle bir iddiası kalmamıştır. Ne kendi gözünde, ne de dünyanın gözünde. Çin bu iddianın gerektirdiği konumun çok gerilerine savrul muştur.
Castro’ca “elleriyle yaptıklarını ayaklarıyla yıkmıştır” diye değelendirilen Mao’dan, “Mao Zedung Düşüncesi”nden günümüze ne kaldı, ne kalabilir? Bir zamanlar “Büyük Kaptan”ın direktifleri doğrultusunda sempatizanlarına on ikiden çok kitap okumamayı öğütleyenler1 bugün Mao’nun bazı yargılarının “gözden geçirilmeye muhtaç” olduğunu yazıyorlar. “Mao Zedung Düşüncesi”ne karşı çıkan herkesin karşı devrimcilikle suçlandığı günlerden bugünlere gelindiğine göre, Mao’nun, pratik vargılarının ötesinde teorik bir sınanmadan geçirilmesi gerekli oluyor. Bugüne dek genellikle birincisine ağırlık verildi. Bunun anlaşılır ne denleri var. Gerçekten de çelişkileriyle, tutarsızlıklarıyla, savrulmalarıyla, sosyalist harekete verdiği zararlarla, dünya devrimci hareketinin tarihinde Maoculuk ölçüsünde politik başarısızlığa uğramış bir akım daha yoktur. Maoculuk, tüm-antiemperyalist söylemine rağmen, emperyalizmin, anti-komünizmin sosyalist sitemi zayıflatmak için sarıldığı silah olmuştur bazen bizzat emperyalizmin yayında yer alarak. Bulara yeri geldiğinde değinmek üzere, önceliği Mao’nun teorik görüşlerine vermeyi hedefliyor bu yazı. 2
Burada bir parantez açıp Mao’nun görüşlerinin şekillendiği ortama değinmek gerekiyor. Yüz milyonlarca köylünün en geri koşullarda yaşadığı ve üretimde bulunduğu, sanayinin Mançurya dışında yok sayılacak denli gelişmemiş olduğu, kapitalizm öncesi üretim biçimlerinin egemenliği altında bir ülke Çin. 3 Japonya ile olan savaşlar ve Japon emperyalizminin Çin üzerindeki sürekli tehdidi de göz önünde tutulması gereken en önemli olgulardan biri. Hatta Japon emperyalizmine karşı uyanan milliyetçiliğin, Çin devriminin karakteristiğinin oluşumunda temel belirleyen olduğu söylenebilir.
Temmuz 1920’de toplanan 3. Enternasyonal ikinci kongresinde ulusal kurtuluş savaşlarına yönelik belirlenecek politika ele alınıyor ve ulusal burjuvazinin rolünün altı çiziliyor. Bu kongreyi izleyen dönemde Avrupa ve Asya’da komünist partiler kuruluyor. 1921’de kurulan ÇKP de bunlardan biri. Yeni kurulan partilerdeki ortak özellik teorik yetersizlik, tecrübesizlik ve sınıfsal heterojenlik. ÇKP kurucuları içinde iki isim var ön planda olan: Çen Tu-şiu ile Li Ta-çao. Çen Tu-şiu, Çin toplumunun geri kalmışlığını Batı’ya yönelerek aşabileceğine inanan, bunda da en etkin yolun “modernleştirici” bir akım olarak gördüğü komünizm olduğunu savunan bir aydın. Li Tao-çao ise Leninist emperyalizm teorisini kendi şoven görüşleri doğrultusunda kullanan bir milliyetçi. Şöyle diyor: “Irk sorunu, dünya ölçeğinde bir sınıf sorunu haline geliyor. Çin halkı dünyanın diğer ırklarıyla bir sınıf savaşımına girişmeye hazır olmalı ve ulusal özelliklerini ispatlamalıdır4 Schram, Mao’nun düşüncelerinin oluşumunda bu iki önderin etkili olduğunu ve Mao’nun özellikle Li’ye borçlu olduğunu belirtiyor. 5 Parantez bu kadar
Mao’da Diyalektik
Çelişkilere yönelik görüşleri maocu teorinin ana direği olarak gösterilir. Bu konuda en kapsamlı görüşlerini Mao, 1937 tarihli Çelişki Üzerine adlı makalesinde açıklamıştır. Mao’nun tezlerinden yola çıkarak söylenmesi gereken, Mao’da Marksist diyalektiğin “güdük” kalmışlığıdır. Bunu kendisi daha iyi ifade ediyor: “Engels üç kategoriden söz etmişti ama bana sorarsanız ben bu kategorilerin ikisine inanmıyorum. (…) En temel şey, zıtların birliğidir. Nicelikle niteliğin birbirine dönüşmesi nicelik ve nitelik zıtlarının birliğidir. Yadsımanın yadsınması diye bir şey yoktur.” 6 Mao’da yadsımanın yadsınması diye “birşey” olmadığı için Mao’da diyalektik eksiktir. Diyalektiğin eksik olması hiç olmamasıyla aynı anlama geliyor.
Maocu diyalektikte şeylerdeki çelişik yanlar birbirlerine bağımlıdır ve bu şeylerin hayatını belirleyen, gelişmelerini sağlayan, çelişik yönler arasındaki çatışmadır.7 Değişim ve ilerleme çelişkilerin mücadelesiyle belirlenir. “Çelişki evrenseldir, mutlaktır ve şeylerin bütün gelişme sürecinde vardır ve bütün süreçlerde baştan sona devam edip gider.”8 Buraya kadar birşey yok. Mao’nun bu soyut düzeyi belli somutluklarda örneklendirirken bazı kabalaştırmak yapması genellikle kolay yoldan eleştirilmesine yol açmıştır. Dış zıtları mekanik bir şekilde karşı karşıya getirmekle,karşıtların birliğini, içsel çelişkileri gözden kaçırarak dışsal çelişkilerin basit bir bileşimi olarak ele almakla 9 suçlanmıştır. “Sorunlu” olan nokta ise bundan sonrasıdır. Çelişik şeylerin birbirlerine dönüşmesi, süreçlerin kendilerini kendi karşıtlarına dönüştürmeleri, yadsımanın yadsınması kavramının yol açıcılığı olmadan garip sonuçlara vardırmıştır Mao’yu.
Marx, Kapital’de yadsımanın yadsınmasını şöyle anlatıyor: “Kapitalist üretim tarzının ürünü olan kapitalist mülk edinme tarzı, kapitalist özel mülkiyeti yaratır. Bu, mülk sahibinin emeğine dayanan kişisel özel mülkiyetin ilk yadsınmasıdır. Ama kapitalist üretim bir doğa yasasının kaçınılmaz zorunluluğu ile kendi yadsınmasını doğurur. Bu, yadsınmanın yadsınmasıdır. Bu, üretici için özel mülkiyetin yeniden kurulması değildir, ama ona, kapitalist dönemde edinilen elbirliği ve toprak ile üretim araçlarının ortak sahipliği temeline dayanan bireysel mülkiyeti sağlar.” 10 (abç, S.D.)
Marksist diyalektikte çelişkilerin ivmelendirdiği gelişim eğrisi, dikey bir helezon biçimindedir. Çelişkilerin çözümü, bu çelişkilerin yokolması ve iki çelişki arasındaki ilişkinin belirlediği olgunun, nitel bir dönüşümle, yeni bir olgu haline gelmesi demektir. Bu, yadsınandan daha üst düzeyde gerçekleşir. Mao’da ise çelişkiler dairesel bir çevrim içinde gelişir. Karşıtlar hareket sürecinde birbirleriyle yer değiştirirler, fakat karşıtların ilişkisinde niteliksel bir değişim yoktur.
1962 yılında yaptığı bir konuşmada, sosyalist ülkelerde de sınıfların ve sınıf mücadelesinin varolduğunu, geri dönüşlerin mümkün olduğunu, bunlardan dolayı uyanık olmak gerektiğini söyleyen Mao şöyle devam ediyor: “Aksi halde bizimki gibi bir ülke hala kendi zıddına dönüşebilir. Kendi zıddına dönüşmek gene de çok fazla önemli olmayabilir, çünkü gene inkarın inkarı olur ve sonradan gene kendi zıddımıza dönüşebiliriz.” 11 Güdük diyalektik Mao’yu bu tür saçma tezlere getirmiştir. Ona göre emperyalist Rusya kendi zıddına, sosyalist Sovyetler Birliği’ne dönüşmüş, 68’den sonra yine kendi zıddına, “sosyal-emperyalist” Sovyetler Birliği’ne dönüşmüştür.
Mao’da çelişkilere ilişkin bir başka tez de “çelişkilerin sonsuzluğu” tezi. Mao’ya göre sınıflın ortadan kalkmasından sonra da çelişkiler bireyler arasında olsun, toplumsal gruplar arasında olsun, sona ermez. Üretici güçlerin sürekli gelişimi nedeniyle, üretim ilişkileri ile bu güçler arasındaki çelişkiler doğmaya devam eder, bu çelişkiler topluma da yansır. Böyle bir değerlendirmeye ilk elden itiraz etmek mümkün görünmüyor. Şunlar söylenebilir: Geleceğe dair kehanetlerde bulunmak Marksizmin işi değildir. Marx ve Engels, her fırsatta, gözlerinin önünde olup biteni (kapitalist toplumu) incelediklerini vurgulamış ve tarihselci bakışın sağladığı netliğin ötesinde geleceğin toplumu üzerinde spekülasyona açık yorumlardan kaçınmışlardır. Marksist teorinin de bir tarihi ve gelişim çizgisi var. Bu gelişim, teoriye katkıda bulunanların “dahilik” derecelerinin gelişiminin bir fonksiyonu değil: “Marksist kuramanın gelişim süreci, bu sürecin her aşamasında, incelediği gelişimin bir fonksiyonu oluyor.” 12 Bu fonksiyon, bire bir fonksiyonu değil. Nesnellik ve teori bire bir bir ilişki içinde değiller. Fonksiyon, çeşitli sıçramaları ve kesintileri içinde barındırıyor. Fakat, varolmayan bir nesnellikten güncel sonuçlar türetmek, ileriye sıçrayıp olduğun yere düşmek mümkün olamıyor… Kurgusal düzeyde kalan ve bu anlamda Marksist teoriye hiçbir katkı yapmayan bu tezi, siyasal uzantılarıyla birlikte değerlendirmek gerekiyor.
Mao sonsuz çelişkiler yumağının çözümünü “marksist sürekli devrim” kavramında görüyor: Sonsuz sayıda devrim… Öncelikle marksist sürekli devrim kavramıyla Mao’nun kullandığı kavram arasında önemli ayrımların olduğu söylenmeli. Süreç boyunca teorik içeriği değişen marksist sürekli devrim kavramı 1848 deneyiminin öğrettikleriyle burjuvazinin devrimciliğini yitirdiği saptamasını temel alır ve burjuvazinin “yarım” bıraktığı devrimin proletarya eliyle “süreklileştirilmesi” proleter devrim aşamasına geçiş anlamına gelir. Proletarya diktatörlüğü formülasyonu ve 1917 ile aşılmış olması bir yana bu kavram salt Çin devriminin neredeyse “ulusal” burjuvaziden “icazetli” bir yol izlemesi nedeniyle bile maocu yo rumundan ayrılmaktadır.
“Sürekli devrim” ilk kez 1958’de “Büyük Hamle” döneminde Mao’nun sloganı oluyor. “Büyük Hamle” dönemi ileride incelenecek… Maocu sürekli devrim kavramı 1968’de parti tüzüğüne sokuldu. 1968 “Kültür Devrimi”nin tam ortası. “Sonsuz çelişkiler” ve “sürekli devrim”in siyasal anlamı da burada ortaya çıkıyor. Bu iki kavram Mao’nun partide kendisine karşı büyüyen muhalefeti sindirmek için başlattığı “devrim”e ideolojik haklılık kazandırma işleminde kullanılmıştır. “Kültür Devrimi” hep ol duğundan farklı sunulmaya çalışıldı. Ordunun partinin yerini alması sürecinde en önemli dönüm noktası olan bu “devrim”de Marx’ın Paris Komünü’nde burjuva devlet aygıtına nasıl davranılması gerektiği konusun da söyledikleri ÇKP için tekrarlandı: “Ele geçirmeyi denemektense parçala!” Parti kadrolarına kızıl muhafızlar eliyle terör uygulandı ve kadrolar toplum önünde aşağılandılar. Artık ordu “devlet hakimiyetinin baş unsuru”ydu. “Herkes ordudan öğrenmeli”ydi.
Başlangıçta öğrenci kitlesinin yanı sıra Batılı aydınların önemli bir kısmını etkileyen “Kültür Devrimi” asıl yönelimi ve sonuçlan açık seçik görülmeye başlandıktan itibaren Çin devriminin tarihinde hakettiği bölmeye yerleştirildi.
“Maoculuk özünde somut durumlara ve kitlelerin harekete geçirilmesi istenen siyasal yöne bağlı olarak zaman zaman değişen bir sloganlar sistemidir.” 13 Hak vermemek mümkün değil. Mao’nun tezleri siyaset pra tiğindeki izdüşümleri dikkate alınmaksızın pek bir anlam ifade etmez. “Sonsuz çelişkiler”de olduğu gibi… Bir örnek de partiyle ilgili: “Partide çelişki ya da çözülecek ideolojik çatışma yoksa patinin hayatı sona erer.”14 Sınıfa bilinç ve hedef taşımanın aracı olm partinin işlevi ideolojik çatışmaları çözmeye indirgeniyor. 1935 yılında ÇKP üzerinde kontrol sağlayan Mao’nun bundan iki yıl sonraki makalesinde “çelişkinin mut laklığı” olgusu parti içindeki mücadelenin haklı gösterilmesi için “kullanılıyor” ve bugüne anlamsız bir “iki çizgi tezi” kalıyor…
Sınıfsal Bakış mı Milliyetçi Bakış mı
20. yüzyıl ulusal kurtuluş hareketlerinin dünyanın her lafında boy göstermesine sahne oldu. Özellikle 1920’lerden itibaren… 3. Enternasyonal de azgelişmiş ülkelerdeki devrimci hareketlere gereken önemi veriyor fakat hep “ulusal” niteliklerinin altını çizerek. Gelenek’te daha önce hep vurguladı: Ekim Devrimi’nden sonra uzunca bir süre dünya devrimci hareketinin gidişatını belirleyen en önemli olgu “tek ülkede sosyalizm” perspektifidir varolan sosyalizmin emperyalist kuşatmadan korunması gereğidir. Beğenilse de beğenilmese de bu böyle. Görülmesi ve anlaşılması gerekiyor. Yoksa ne Mao’nun “Çin devrimi Stalin’in iradesine karşı gelerek zafer kazandı” 15 demesi ne de Bu sözün ardındaki gerçek payı anlaşılabilir…
Yazının başında bahsedilen ÇKP kurucularının bakış açıları ve 3. Enter nasyonal’in yaklaşımı göz önüne alındığında “Çin’in şu anki sorunu ulusal devrim sorunundan başka birşey değildir”16 (Mao 1923) sözü kimseyi şaşırtmaz; sürekli olarak milliyetçiliğin “Çin milletinin onur ve bağımsızlığı”nın17 altının çizilmesi çıkarlarından ötürü Amerikan ya da İngiliz emperyalizmine karşı olmayıp Japon emperyalizmine karşı olanların da Ulusal Birleşik Cephe’ye katılabilecekleri çağrısı18 da (Mao 1935) kimseyi şaşırtmamalı. Şu da gözden kaçmasın: ÇKP askeri mücadele boyunca gereksindiği köylü desteğini milliyetçilik motifinin sürekli işlenmesiyle elde etmiştir. Öyleyse sorun nerede
Sosyalist düşüncenin en önemli kıstaslarından biri milliyetçi bakışın kayıtsız şartsız atılıp yerine sınıfsal bakışın geçirilmesidir. Milliyetçiliğe kimi zaman bilinçli olarak ödün verildiği olmuştur. 2. Dünya Savaşı öncesi Sovyetler Birliği’nde milliyetçi ideolojinin bir ölçüde süzgeçten geçmesine izin verildiği unutulmamalı. Unutulmaması gereken en önemli şey ise şu: İstisnalar kadrolar düzeyinde de geçerli olduğunda geri dönülmez tahribatlar yapabiliyor. Kadroların milliyetçi ideolojiden arınmaları burjuvaziden hem ideolojik hem de örgütsel kopuşun en önemli güvencesidir. Çok net olarak söylenebilir: Hem sınıfsal hem de ilkesel ve biçimsel olarak leninist parti modelinin çok uzağında bir yapılanma olan ÇKP milliyetçi ideolojinin kadranına sızmasını engelleyebilecek hiçbir işlevsel önlem almamıştır. ÇKP’nin 70 yıla yaklaşan tarihi milliyetçi ideolojinin gölgesi altında kalmıştır. Tüm düşüncesi boyunca Mao’da görülen de budur: Milliyetçi ideolojinin belirleyiciliği.
Milliyetçi ideolojinin bir yanının burjuvaziden ayrışamama olduğunu yazdım. Bu sınıfsal bakışın çarpıklığı anlamına geliyor. 1920’lerde Mao tüccarları devrimin öncü gücü olarak gösteriyordu. 1962’de devrimden on üç yıl sonra ise işçiler ve köylülerle “yurtsever kapitalistler ve diğer yurtseverler”in aynı kefeye konması 19 fellik fellik ittifak yapılacak “ulusal burjuvazi” arayanların dışında kimseye sosyalizm adına birşey anlatmıyor20
“Örgüt ya da parti sınıfsalı siyasal alana yükseltip sınıfsallığı siyaset alanında yeniden üretir. İşçi sınıfı sosyalist enjeksiyondan yoksun ol duğunda geçici ve arızi olarak ulaşabileceği siyasallığı hiçbir zaman ‘muhalif’ bir karakterden öteye geçiremeyecektir.”18 İtirazlar belli: “Bunun Çin’le ne ilgisi var Eğer varsa Çin’de işçi sınıfından söz etmek biraz abartılı olmuyor mu” 1949 öncesi için doğru; oluyor. Buna rağmen dillerinden feodal kalıntılar”ı düşürmeyenlere göre daha gelişkin bir tavır. Ayrıca 1949 devriminin endüstriyel olarak gelişmiş sayılabilecek tek yer olan Mançurya’dan ilk kıvılcımı aldığı unutulmamalı. Bunlar bir yana sınıfsal perspektifle biçimlenen bir politika izlemek sınıfın nicel ve nitel durumundan öte öncü örgütün süreçlere ideolojik müdahalesi anlamına gelir; sınıfın gelişeceği (geliştirileceği21 zamana yönelik bir ön rezervasyondur. Daha açığı sınıfsallık sosyoekonomik analizler içinde eriyen (eritilen) bir tablet değil öncünün elinde nesnelliği biçimlendirebilen bir güçtür. Ne ÇKP’de ne de Mao’da aramaya gerek yok…
Marx ve Engels’in köylülük karşısındaki tavırları net. Devrimci giriş kenlik önderlik kapasite gibi konularda köylülüğe pek umut bağladıkları söylenemez. Alman İdeolojisi’nde şöyle yazılı: “Ortaçağın büyük ayak lanmalarının hepsi kırdan başlamıştır ama hepsinin kaderi köylülerin dağınıklığı ve bunun sonucu olan kültürsüzlükleri nedeniyle başarısızlık olmuştur.” 22 Bir başka yerde de şöyle yazılı: “(…) tarımsal nüfusun geniş bir alan üzerindeki dağılması ve içinden az buçuk önemli bir bölümü arasında bir anlaşma yaratmanın güçlüğü sonucu (köylülüğün) hiçbir zaman başarılı bir bağımsız harekete girişemeyeceği; kentlerin daha yoğun daha uyanık harekete geçmesi daha kolay halkının ona bir ilk itiş vermesi gerek.” 23 Lenin’in ittifaklar politikası içinde de köylülüğe giririşim yeteneği verilmiyor.
1927 tarihli Hunan Raporu‘nda Mao yoksul köylülüğün liderliğinden bahsediyor ve “Çin devrimi bir köylü devrimi olacak ya da hiç olmayacaktır” diye yazıyor. 192737 arasında sadece köylülerden kurulu olan ama kendisine “proletarya partisi” diyen bir gerilla örgütü yaratıyor… Mao her zaman marksist söylem içinde kalmaya gayret etmiş “proletarya” sözcüğünü dilinden düşürmemiştir. 1951’de Toplu Eserler’i basılırken eski yazı ve konuşmalarının birçok yerini değiştirmiş özellikle köylülüğe koyduğu vurguları hafifletmiş (Hunan Raporu’ndaki yoksul köylülüğün liderliğine ilişkin pasaja da silinenler arasında) devrime proleter bir görüntü kazandırmaya çalışmıştır. Çin devrimi bu görüntüyü ne devrim öncesi ne de devrim sonrası kazanamadı belki de kabul etmedi.
Tarihin yargıçlığına soyunmak gereksiz ve sonuçsuz bir çaba. Çin devrimi de buna bir istisna oluşturmuyor. Mao bu devrimin öznesi olduğu oranda nesnesidir de. Söz konusu otan silyahbeyaz normlarla yaklaşıp Mao’nun boynuna bir yafta asmak değil. Ama herkesin şu sorayu sorması gerekiyor: Bir köylü devrimciliğinden “ikibine doğru” yaklaşan dünyamızda ne devralınabilir…
Klasiklerde dünya devriminin liderliği gelişmiş ülkelerin proletaryasına yüklenmiştir. Bunun nedeni bu ülkelerin proletaryasının ekonomik ve kültürel gelişkinliğidir. Son dönemlerinde gözlerini Rusya’ya çevir melerine rağmen Marx ve Engels’in bu genel çerçeve dışına çıktıklarını söylemek mümkün değil. Asya’nın dünya devrimci sürecindeki önemli rolünü görme anlamında çerçevenin dışına çıkan Lenin oluyor.
Mao 1960’larda “dünya kentlerinin dünya kırları tarafından kuşatıldığını” ilan ediyor. “Dünya kırları”nın liderliğine ise Çin soyunuyor.
“Dünya kırları” Çin kırının belirleyiciliğine bir ideolojik destek oldu. Başta maoculuğun çelişkilerinden bahsedilmişti. Kırın belirleyiciliği ile “proletaryacılık” bir araya gelince ortaya neler çıkmıyor ki “İşçi çocukları nasıl proleter devrimci olunacağını öğrenmek üzere köylere gönderilerek köylüler tarafından eğitilmeli.” Bunlar Çin’de bizzat Mao tarafından açıkça savunuldu. Burada birşey daha beliriyor: Mao’da sınıfsal analiz sınıfların belirlenme ölçütleri marksizmin tümüyle dışındadır. Mao’nun önermelerinde sınıfları üretim süreci içinde aldıkları yer belirlemez bölüşümdeki konumları belirler. Yani Mao’da sınıfları belirleyen insanların zenginlik dereceleridir. Bunun için köylüler proleter devrimciliği proleterlerden daha iyi bilirler.
Sınıflar böyle ele alınınca geriliğin erdem haline getirilmesi kaçınıl maz oluyor. Mao sosyalist toplumda bile devrimci fikirlerin ve hareket lerin ortaya çıkmasına fakirliğin neden olacağı görüşünde. 1958’de Çin’deki 600 milyon insanın yoksul ve cahil olduğunu bunun gerçekte iyi birşey olduğunu yazıyor24 Çünkü “fakir insanlar değişim ister birşeyler yapmak ister devrim ister.” Bu nedenle “fakirlik iyi birşeydir” “tüm insanların zengin olacağı zamanı düşünmek dahi korkunçtur.” Bu düşünceler ekonomik alana şu sloganlarla yansıyor: “Daha çok işe daha az ücret” “Ücreti düşünmeden çalış”. Mao kitlelerin motivasyonunda maddi özendiricilerin kullanılmasının gerekli olduğunu savunanları emeğe göre ücret ilkesinin uygulanmasını isteyenleri “kapitalist yoldan gitmekle” suçlamış motivasyonu hep sloganlarda ideolojik ögelerde aramıştır. Yüz milyonlarca nüfusun böyle motive edilebileceğini düşünmek ise Marx öncesi sosyalizme ütopik sosyalizme dönüş demektir. Nitekim 7475 yıllarının yığınsal grevleri bu politikanın iflasını belgeler.
Kapitalizmi verimliliğinin moral değerlerin üzerinde tutulduğu bir sis tem olarak görmek özünü gözden kaçırmak anlamına geliyor. Bir bütünün parçalarına karşı olmak parçaların tümüne karşı olunsa bile bütüne karşı olmak değildir. Çünkü bir bütün parçaları toplamından daha çok şey ifade eder. Kapitalizmin özü demokratların altını çizdikleri olumsuzlukların çok ötesindedir. Kapitalizmin özü kendi sonunu kendi içinde taşıması tarihsel olarak görevini tamamlamış olmasıdır25 Sosyalistler kapitalizmin sonuçlarına değil kendisine karşıdırlar. Tersi tutarsızlık oluyor: Mao bir yandan kapitalizmi yıkmayı değil regüle etmeyi hedeflediklerini söylerken 26 diğer taraftan üretimi artırıcı motivasyon yöntemlerini “kapitalistlik”le suçluyor.
Mao’da tutarsızlıklar bitmiyor…Üretici çalışma eşittir tanmsal üretim. Mao’ya göre böyle. Bunun uzantısı ise şöyle oluyor: Aydınlar köylerde toprak sürmeye gönderiliyor. Aydınlar toprak çapalayıp tohum atmakla üretken olmuş oluyorlar! Bir yandan da kafa emeği ile kol emeği arasındaki ayrım ortadan kaldırılmış oluyor!
Aydın ve Kitle
Gelenek‘te “aydın”ın tarihsel konumu misyonu işlevi sürekli sorgu landı ve birtakım önemli noktalar vurgulandı. Bunların içinde “aracılık” duygusu konumuzla yakından ilgili. Kısaca “bilim”in kitlelere taşınmasında “aracılık” “bilim” ile kitle arasında “çöpçatanlık”. “Aracılık” duygusunun aydını kişiliksizleştirici ve kısırlaştırıcı etkilerine dikkat çekildi ve aydının bir özne olarak altı çizildi.
Mao’da da bu “aracılık” kavramıyla karşılaşıyoruz fakat bir farkla: Mao düşüncesinde konumlar değişik. Öğreten kitleler (daha doğrusu köylüler) öğrenen ise aydınlar.
“İşçilerden köylülerden ve askerlerden öğrenme görevi onları eğitme görevinden önce gelmektedir.” 1942’de Yenan Sanat ve Edebiyat Forumu’nda Mao bunları söylüyor. 1964’te ise şunları: “Öğretim üyelerinin yardımcılarının idarecilerin ve öğrencilerin tümü beş aylık bir süre için gitmelidirler. Eğer beş ay için taşraya veya fabrikalara giderlerse biraz algısal bilgi edineceklerdir. Atları inekleri koyunları tavukları köpekleri domuzları ve pirinci süpürge darısı fasulye buğday mısır çeşitlerini bir görmüş olurlar. Kışın giderlerse harmanı göremezler ama yine de hiç olmazsa toprağı ve insanları görürler. Biraz sınıf mücadelesi tecrübesi kazanmak üniversite diye buna derim ben!”27
Aydınları sanatçıları devrime kazanmak zor ve sancılı bir iştir. En fazla kendileri “aydın” olanlar gerektiğinde aydınlara cepheden saldırmak zorunda kalırlar. Devrim gerisinde kalanlara acımaz. “Aydın” olmanın muhaliflikle bir tutulduğu ülkemizde bunun anlaşılmasının zor olduğunu biliyorum ama anlamamakta direnenlerin üzerinde fazlaca direnmenin gereksiz olduğu kanısındayım28 Dahası bazı “aydın”ların köylere toprak sürmeye gönderilirlerse gerçekten daha çok işe yarayacaklarına inanıyorum…
Çin devrimi de bu tür zorlukları sancıları yaşadı. Bunda şüphe yok. Yalnız iki şeye dikkat etmek gerekiyor. Yukardaki alıntılarda görülen yak laşım bir “arızi” değildir Mao’nun düşüncelerinde hep egemen olmuştur; iki “aydın”a yönelik bir tavır olmaktan çok kitleye yönelik bir tavırdır. Daha açığı kitle kuyrukçuluğudur sınırsız bir popülizmdir. Değiştirmeyi ve dönüştürmeyi hedeflemeyen bulanık bir sınıfsal bakışı daha da bu landıran bir halk tapınımıdır Maoculuk29
Kuruluşa İlişkin
Mao 1958’de Çin’in komünizme doğru evrimi halk komünleri yoluyla kırlarda başlatıp şehirlere sonradan genişleterek komünizmi Sovyetler Birliği’nden önce kurabileceğini iddia ediyor.
Aynı yıl şunları da yazıyor: “Aşağı yukarı on beş yıl içinde İngiltere’nin düzeyine ulaşacağız.” 30 Bundan sonraki bir iki yıl içinde iddiaların büyüdüğü gerektiği söylenen yılların azaldığı da görülüyor. 1962’de ise beklentiler değişiyor: “Üretim gücümüzü yüz yıldan kısa bir süre içinde en ileri kapitalist ülkelerin düzeyine ulaştıracak ve onları geçecek bir hızla geliştirmemiz imkansızdır.” 31 Değişimin büyük olduğu görülüyor.
Değişimin nedeni kısaca şöyle: “Sol” sapmanın başarısızlığı sağ sapmaya yol açıyor. “Sol” sapma sağ sapmaya dönüşüyor. Neydi “sol” sapma
1958 Çin’de “İleri Doğru Büyük Hamle” denilen dönemin başlangıcı. Mao kitlelerin siyasi bilincinin hızla yükseldiğini geri kesimlerin ileri kesimleri yakalamaya çalıştığını ve bunun sonucu sınai ve tarımsal üretimde büyük kapitalist ülkeleri yakalamanın daha önce düşünülenden çok önce gerçekleşeceğini vurguluyor konuşmalarında. İnsan isteğinin iradenin yapabileceklerinin sınırsız olduğu ilan ediliyor. “Büyük Ham le”nin amacını Mao’nun şu sözleri iyi anlatıyor: “Demiri tavında dövmek ve sonuca oyalanmadan bir hamlede ulaşmak.” 32
İnsan bilinci irade tarihte nasıl bir rol oynar Bu soru yüz elli yıldır güncelliğini yitirmedi sosyalist hareketin ekseninde yer aldı. Marksizmin kendisinden önceki sosyalist akımlardan ayrım noktası olan bilimselliğini mutlaklaştıranlar bu soruya bilinç ve iradeyi tümüyle maddi ortamın belirleyiciliği altına sokarak nesnelliğe bağımlı kılarak cevap veriyorlar. Kısacası ekonomizm. Bunun bir de tersi var. “Marksizmin ‘bilim’ yanı siyaset alanına olduğu gibi uzatıldığında uç veren ekonomizm oluyor; buna karşılık siyasal etkinlik alanında sergilenmesi gereken girişimcilik ipin ucunun kaçırılıp karşı konulmaz yasmıkların egemen olduğu alanlara sokulduğunda ise iradecilik ortaya çıkıyor ve sapma biçimine bürünebiliyor.”33
“Birey”in devrimci iradesi tarihteki en önemli rollerden birini üstlendi ve üstlenmeye devam edecek. Bunun koşulsuz tasdiki gerekiyor eğer iktidar düşünülüyorsa. Mao’da ise irade maddi ortamı keyfi olarak değiştirebilen bir güce ulaşıyor. ÇKP’de açık açık “bilinç maddeyi yaratır” türünden düşünceler savunuluyor.
İktidar mücadelesi nesnelekonomik koşulların belirlediği bir süreçten daha çok iradi müdahalenin ve siyasetin ön plana çıktığı bir süreç boyunca gelişir. Bu özellikle bolşevik deneyiminin ispatladığı bir gerçektir. Lenin’in “politikanın ekonomiye önceliği” yönündeki yaklaşımı da bunun dile getirilişidir. Mao bu yaklaşımı iktidar sonrası dönemde slogan olarak beninisemiş sosyalist kuruluşun gerektirdiği koşulların olgunlaşmasını sağlayıcı bir ekonomik politikaya yönelmektense “sonuca oyalanmadan bir hamlede ulaşmayı” hedef almıştır.
İnsan iradesi çelik yaratmıyor. Siyasetin sınırlarının etkide bulunamaya cağı alanlara dek genişletilmesi siyaseti bir bütün olarak işlevsizleşti riyor. Çin’de olan budur. Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin kuruluş sürecindeki kimi olgular bu söylenenlere aykırı gibi gelebilir; eğer kosko ca bir NEP dönemi unutulursa…
Öznel ve nesnel birlikte anlam kazanıyorlar. Öznel nesneli kavradığı oranda müdahalesini etkin kılabiliyor. “Özgürlük zorunluluğun kavran masıdır” önermesi de bundan türüyor34 Sosyalist kuruluş sürecinde öznel müdahalenin rolü çok büyük ama nesneli göz önüne aldığı oranda başarılı olabiliyor. Mao nesnelin üzerinden sıçramak istediği için başarılı olamıyor nesnel ayağına takılıyor düşüyor. Mao ayağa kalkmayı beceriyor. Beceremeyenler “dörtlü çete” oluyor: “Sol sapma ekonomiyi anarşiye boğarak kendi tasfiyesi için gerekli nesnel koşulları da yaratmış oldu. Ancak bu evrede tasfiye edilen maoizm olmadı. Maoizm ütopik sosyalizm anlayışını pragmatik sosyalizmle değiştirmek zoranda kalarak bir sağ sapmaya dönüştü. ‘Dörtlü çete ve taraftarları’ diye adlandırılarak tasfiye edilenler ise bu dönüşümün gerisinde kalanlar oldu”. 35 36
Narodizm-Maoculuk Geleneği
Mao’ya ilişkin söylenenlerin oldukça net olduğunu sanıyorum. Bunlar dan “GramsciMao geleneği” çıkmıyor. Çıkaranların nasıl çıkardığını merak ediyorum. Benim çıkarabildiğim narodizm-maoculuk geleneği.
Maoculuk köylerin ve köy komünlerinin komünizme doğru bir sıçrama tahtası olarak kullanılması beklentisiyle merkeze işçi sınıfını koymamasıyla tüm sınıflara ve tabakalara dayanmaya çalışmasıyla kısacası sınıfsal olmamasıyla popülizmi ve kitle kuyrakçuluğuyla gecikmiş ve aşılmış bir narodizmdir. Biçimsel açıdan marksizm ile ilişkisini sürdürmesine rağmen en temel konumda marksizmin tümüyle karşısına savrulmuştur.
Hepsinin başında ise sınıfsallık geliyor. 19. yüzyıl marksizminden günümüze devrolan şeyler konusunda açık olmak gerekiyor. Eksikliklere göz yumulmamalı hiç çekinmeden “ayıklanmalı”. Bu “ayıklama” işleminden muaf kalanların başında ise sınıfsal bakış geliyor. Mirasın hakkı verilmediğinde Mao örneğinde olduğu gibi marksizm üzerinde durduğu ayaklardarı yoksun bırakılmış oluyor. Bunun ideolojik kılıfı ise “marksizmin Çinlileştirilmesi” oluyor.
Mao önce anlaşılmalı. Anlaşıldıktan sonra günümüze birşey devretmediği çok net. Mao’nun görüşleri hiçbir zaman evrensel olmadı. Çin’de bile hemen tedavülden kaldırıldı. Orada kalan sadece bir isim olarak “Mao” ve arkasına sığınılacak bir imaj. Başlarına bunlar da gerekmiyor.
“Kültür Devrimi”nde şu slogan dillerden düşmüyordu: “Başkan Mao’nun ilgisi yer ve gökten daha geniştir Başkan Mao bize ana ve babamızdan daha yakındır. Ben Başkan Mao’suz varolamam…”
“Başkan Mao” artık yok….
Dipnotlar ve Kaynak
- Mao 1964’te sunları söylüyordu: “Çok fazla kitap okumamalıyız. Marksist kitapları okumalıyız ama gene de çok fazla değil. Bir düzine kadarını okumak yeter. Eğer çok fazla okursak kendi zıddımıza dönüsebilir kitap kurtları dogmatikler revizyonistler haline gelebiliriz.” (Mao Zedung; Yayınlanmamış Yanlar May yay. 1979 çev: Fatmagül Berktay s.164) 1958’de de sunları: “Tarihte her zaman az okumuslar çok okumusları alasağı etmistir.”(a.g.e. s.70)
- Mao’nun teorik düzeyi oldukça düşüktür. Mao marksizm-leninizmin birçok klasiğini okumamış okuduklarını da düşüncelerinin temel karakteristikleri olustuktan oldukça uzun bir süre sonra okumustur. Marksizm-leninizm zincirinde üçüncü halka olarak sunulan “Mao Zedung Düsüncesi” oldukça “zayıf” bir halkadır. Bundan dolayı Mao’nun teorik görüslerine yönelik bu yazı bu görüslerin pratik uzanımlarını ele almak zorundadır. Öncelik bu anlamda…
- Trotski ve Radek’in Çin’de feodal kalıntılar olmadığını varsa bile pek bir önem tasımadığını öne sürerlerken çubuğu biraz fazla bükmüş oldukları açık. Madalyonun öteki yüzü ise şöyle: Esitsiz gelisimin 1917’nin sosyalist sistemin damgasını vurduğu çağımızda bu konuda “kıvamında” bükülmüş bir çubuk her zaman gerekli.
- Aktaran Schram S.R.; The Political thought of Mao Tsetung Praeger 1976 s.42
- a.g.e. s.29
- Mao Zedung; Yayınlanmamış Yazılar May yay. 1979 çev: F.Berktay 69 s.179
- Mao Zedung; “Çeliski Üzerine” Teori ve Pratik içinde Sol yay. 1979 çev: N.Solukçu s.32
- a.g.m. s.35
- Dvanov K.; “Maoculuğun Temel İdeolojik Kaynakları” Marksizm ve Maoizm içinde der:V.Krivtsov Bilim yay. 1979 s.82
- Marx K.; Kapital c.l Sol yay. 1978 çev:A.Bilgi s.7823
- Mao Zedung; Yayınlanmamış Yazılar s.144
- Demiriz T.; “Sosyalist Kuruluş: Geçmis Kazanımlar Güncel Sorunlar” Gelenek 10 içinde Eylül 1987 s.54
- Delyusin D.; Maoculuğun SosyoPolitik Özü Yöntem yay. 1978 s.8
- Mao Zedung; “Çelişki Üzerine” a.g.e. içinde s.34
- Mao Zedung; Yayınlanmamış Yazılar s.54
- Aktaran Schram; a.g.e. s.206
- Mao Zedung; Kültür Sanat ve Edebiyat Üzerine Aydınlık yay. 1978 çev: Celal Üster s.37
- Aktaran Schram a.g.e. s.224
- Mao Zedung; Yayınlanmamış Yazılar s.123
- Mao marksist kategorilerin o kadar dışındadır ki devrimci güçler arasında deklase olmuş tabakaları (haydutlar soyguncular fahiseler) bile sayar (aktaran Schram S.R.; a.g.e.s.238.)
- Biraz önce 1949 öncesi için işçi sınıfından söz etmenin abartılı olabileceğini belirttim.Ya 1949 sonrası İktidar ele geçirildikten sonra sınıfın sadece “gelişmesi” değil “gelistirilmesi” de sözkonusudur. Sanayilesme kollektivizasyon toplumsallastırma. Bunlar ne anlama geliyor ki zaten.
- Marx K. Engels F.; Alman İdeolojisi Sol yay. 1976 s.35
- Engels F.; “Almanya’da Devrim ve KarsıDevrim” Almanya’da Burjuva Demokratik Devrimi içinde Soy yay. 1975 s.275
- Aktaran Schram a.g.e. s.352
- Yeni sol ve devrimci demokrasinin temel “sorun”unun burada olduğuna inanıyorum. Kapitalizmin “yan ürünlerini” sosyalizmde de görebilmek bir bütün olarak reel sosyalizmi yadsımaya götürüyor bu kesimi. Bu sefer de sosyalizmin özünü göremiyorlar.
- Aktaran a.g.e. s.235
- Mao Zedung; Yayınlanmamış Yazılar s. 166
- Cumhuriyet gazetesindeki bazı haberler dikkatimi çekiyor: “Sovyetler Birliği’nde 250 muhalif aydın bir apartman dairesinde komünist partiye alternatif muhalif bir parti kurmak için toplandı” vb. “muhalif” olanlara “aydın” payesi çok ucuza dağıtılıyor. Nerede muhalif varsa ‘aydın’ imal ediliyor…
- Halk tapınımının ne boyutlara vardığını gösteren bir ömek: Thomson’a göre dini ibadetler iki tür. Resmi ibadetler ve “yığınların bağrında filizlenen halk ibadetleri”. İkincisinde “halkçı bir nitelik” varmış ve “sınıf sömürüsüne karsı bir avunma ve baskaldırma” aracıymış. Thomson bu ikincisinde “belli belirsiz bir diyalektik anlayış” olduğunu yazıyor. (Thomson G.; insanın Özü Payel y. s.745)
- (25)a.g.e. s.42
- a.g.e. s.128
- a.g.e. s.45
- (28)Çulhaoğlu M.; Tarih Türkiye Sosyalizm/Bir Mirasın Güncelliği Gelenek yay. 1988 s.2930
- Sosyalist insa kanunlarının kavranması bir süreçten geçmelidir. Baslangıç noktası olarak pratiği almalı hiçbir tecrübesi olmamaktan biraz tecrübesi olmaya; henüz tam olarak kavranmamış olan zaruretler dünyasındaki sosyalizmin insasından yavas yavas körlüğümüzü yenmeye ve objektif kanunları anlamaya geçerek böylece özgürlük kazanmak bilgimizde bir sıçrayıs sağlamak ve özgürlük dünyasına ulasmak.” (Mao; Yayınlanmamıs Yazılar s.127) Mao apaçık çarpıtıyor; basarısızlığa kulp bulmaya çalısıyor… Pratik aynı zamanda bilgi sürecinin kendisidir. Hem ampirik gözlemi hem de rasyonellestirmeyi içerdiği için böyledir. Mao pratiği salt ampirik gözleme bağlayarak onu rasyonellikten “azat” ediyor. Ampirik bilgi edinme ve rasyonellestirmeyi ayrı asamalar olarak ele alıyor. Bunun sonucu marksist anlamda bilgi nin (teorinin) pratikten ayrılması oluyor. Mao’da teori ve pratik eszamanlı bir süreç olusturmuyor. Öncelik vurgusu ise pratiğin. Böylece teori “erteleniyor”: “Cahilliğimiz yüzünden birçok yenilgiye uğramaya ve gerilemelerle karsılasmaya hazır olmalıyız; bu suretle tecrübe sahibi olacağız ve nihai zaferi kazanacağız.” (a.g.e. s. 129)
- Yalın N.; “Maoizmin Üç Dünya Serüveni” Yurt ve Dünya 8 içinde Mart 1978 s.245 70
- “Büyük Hamle”nin basarısızlığı ile “modern revizyonizm” suçlamalarının aynı zamana denk gelmesi rastlantı değil. Çin “Büyük Hamle” sonucu büyük sarsıntı geçiriyor ülkede açlık basgösteriyor. Hemen yambasında halkının yasam kosullarını düzeltme uğraşı veren Sovyetler Birliği “zenginleşmek” istediği için “revizyonist” yapılıyor. “Modern revizyonizm” suçlamalarını 20. Kongre’ye bağlamak doğru değil. 20. Kongrenin tarihi 1956 “modern revizyonizm” teriminin ortaya çıkmasından çok önce. Ayrıca Mao’nun 20. Kongre’den rahatsız olduğunu gösteren hiçbir sey yok. Tam tersi söz konusu: “Körü körüne inançtan kurtulduktan sonra artık hiçbir manevi yükümüz kalmadı insanları korkutmak için birkaç adam boyunda Buda’lar yapılmıştır. Kahramanlar ve savasçılar sahneye çıktıklannda sıradan insanlara benze memeleri sağlanmıstır. Stalin de bunlardan biriydi.” (Yayınlanmamıs Yazılar s.50) 1958’de bunları söyleyen Mao 20. Kongre’nin getirdiği “özgürlük” ortamından fazlasıyla yararlanıyor.