Türkiye’de uzunca süredir hep günlük politika konuşuluyor. Toplumun hemen her kesimini ilgilendiren gelişmeler bir bütün olarak ülkenin gündemini belirledi. Bugün, bu yoğun tartışma ortamı bir ölçüde sona ermişe benziyor. Peygamberce sonuçlar henüz ortaya çıkmasa bile görevler belirlendi ve artık “yapılacaklar” bekleniyor.
Kuşkusuz politika yine sürecek. Politika bilinen ölçüleriyle, insanları depolitize etmek doğrultusunda kullanılacak. Beklentiler başka bahara kalacak. Peki, neler bekleniyordu? Kasımın sonundan bu yana gündem seçim sonuçlarının değerlendirilmesiyle belirlendi. Ayrıca, daha önce de gelmesine mutlak gözüyle bakılan zamların insanları dehşete düşürecek ölçüde yüksek oluşu önemli bir çalkantı yarattı.
Mevcut sistem içerisinde muhalefet işlevini yüklenmekle görevlendirilen partilerin zam furyasını göreli bir memnuniyetle karşıladıkları ve sözkonusu zamları yapan parti olmadıkları için tanrıya şükrettikleri görülüyor. Siyasal gelişmelerin ortaya çıkarttığı bir başka sonuç da Ecevit’in politikayı “bırakması”. Sonra, seçimleri boykota yanaşmadığı için SHP’ye yönelen eleştiriler… Sistem içindeki tartışmalar bir süre bu ve benzeri görüntülerle sürecek.
Sistemin bir diğer yanında Özal’ı politikacı kimliğine daha çok bir yana atmış teknisyen yanıyla bulacağız. Erdal İnönü, silik kimliğiyle, basının tüm çabalarına karşın gerçek bir muhalefet lideri olabileceği izlenimi vermeyecek. Demirel, hep bilinen Demirel. Ancak artık inisiyatif konusunda çok geride. Yapabileceklerini, kendi tercihlerinden çok Özal’ın yaptıkları ya da yapamadıkları belirleyecek. Son olarak Ecevit %10’luk barajı aşamayarak yitirdiği “solun liderliği” ardından üzülerek, gerçekte ait olması gereken yere, köşesine çekilebilecek. Bunlar işin bir yönü…
Oysa Türkiye gerçeğinin bir başka yönünün daha olması gerekmiyor mu Artık birilerinin ortaya çıkıp bir şeyleri açık seçik söylemesinin zamanı değil mi tam En başta 77’lerden bu yana uzanan 10 yıllık sürecin ciddi bir güncel durum saptaması ve bundan sonrasının görevlerine ilişkin sonuçlar… Böyle bir genel değerlendirmenin çerçevesi üç alt başlık ile çizilebilir: Koşullar nesnel durum ve özne.
Şiddet: Tepecek mi?
Türkiye’de son 10 yılda politik arenada önemli gelişmeler cereyan etti. Çok açık ve net olarak söylenebilir: Türkiye’de son 10 yıl kitlelere yönelik depolitizasyon çabalarında her yol denendi. Ancak, burada paradoksal bir durumun da altını çizmek istiyoruz: Bizzat bu depolitizasyon süreci ve bu süreçte hemen hemen tüm araçların yoğun bir biçimde kullanılması, istenilenin tersine, kitlelere gerçek anlamda bir politik bilincin nüvelerini kazandırdı. Sürekli olarak apolitize bir ortamdan ve bu ortamın aynı nitelikteki insanlarından yakınanlar çok dikkatli olmalılar. Yaşanan süreçte öznel politik faktörün ya da daha farklı bir deyişle müdahale öznesinin eksikliği kuşkusuz önemlidir, ancak kimi yaşananların, yaşanışlarındaki yoğunluk nedeniyle kendi başlarına da önemli birikimler yaratabileceklerini unutmamak gerekir. Türkiye’de yaşananların, bu yoğunluk ve süreklilikte olduğunu sanıyoruz.
77’den 80’e kadar uzanan ve hepimizin yaşadığı bir dönemin görüntülerine takılıp kalanlar olabilir. Onlar için 77-80 arası herhalde tartışmasız bir biçimde “politika yapabilen” üstelik de bu politikanın “kitlelere ulaştırılabildiği” bir dönemdi.
Bu noktada, kavram kargaşasına yol açmadan şöyle bir saptama yapılabilir: Mevcut çelişkilerin birileri tarafından serbestçe ve sıkca ifade edilmesiyle yaşanan süreç, o çelişkilerin yaşandığı tek süreç değildir. İnsanların, gerçek taraflarını görmeksizin sürekli olarak kimi çelişkilerin içine sokuldukları bir ortam da politik bilinçlenme açısından oldukça verimli koşullar barındırır.
Türkiye’de 1980-83 arası gelişmelere baktığımızda, yoğun bir sindirme ve dehşet olgusunun yaşanan tek gerçeklik olduğu sonucuna varıyoruz. Görüntü, bizi bu sonuca zorluyor. Oysa, çelişik, karşıt yanı bulunmayan bir gerçeklik olabilir mi? Zor’un, politikanın başka araçlarla sürdürülmesi olduğunu hepimiz biliyoruz. Zor’un bu ölçüde yoğun olarak kullanıldığı bir dönem, o halde gerçekte politikanın yoğun olarak uygulandığı bir dönemdir. Doğrudan doğruya şiddete muhatap olmasa bile herkes, sözkonusu dönemin sindirici kokusunu hissediyor etinde kemiğinde duyuyordu. Bu yapılanlar neydi? Neden vardı böyle bir dönem?
Varolan herşey, kendisiyle birlikte, varoluş gerekçelerini ve koşullarını da açıklar. 80-83 şiddetinin yoğunluğu, üstüne geldiği ortamın ivme kazanmış bir politik ortam olduğunun, bir kriz anını temsil ettiğinin göstergesidir. Zor, böylesine politikleşmiş bir ortamı tersyüz etmek için kullanıldı. Başka deyişle, politikanın bir biçimi, depolitizasyon için kullanıldı. Şiddetin bu yoğun kullanımı, ürünlerinin daha sonra görülebileceği kaçınılmaz süreçlere de yol açtı. Neler mi?
Şiddetin en yoğun biçimde kullanımı, özel olarak neyi hedef aldığını da azami düzeyde belirginleştirir. Sindirme eylemi, kimin, niçin ve neyin adına sindirilmek istendiğinin de en net mesajını verir. Geride hep verimli soru işaretleri bırakır. 77-80 dönemi hep lanet edilen bir dönem oldu. Ama insanların zihninde, bir yerlerde, bu dönemin belli bir “anlamı ve önemi” olduğuna dair izler de bırakarak…
Şiddetin temel hedefi, daha önce bir yazımızda da belirttiğimiz gibi, “hurra” sloganlarıyla yola çıkanlar oldular. Bu sloganların sahipleri yokoluşlarındaki koflukla, varoluşlarına ilişkin en gerçekçi açıklamayı sundular. Sloganlarla yola çıkanların zihinlerde bıraktığı bilinçle, onların seslerini kesmek için uygulanan şiddetin gerçekleştirdiği “bilinçlenme” arasında ilginç karşılaştırmalar yapmak mümkündür…
Taşlar Birikirken
83’lerden sonra ise ilginç arayışlar ve dengeler dönemine tanık olundu. 83’le birlikte partilerin kuruluşu, vetolar, seçimler, seçimlere sokulmayış vb vb. Gündem “devleşen” ya da bir anda yokoluveren liderlerin görüntüleriyle çalkalandı. Artık ortada açık ve belirgin bir Türkiye vardı; “temiz” bir Türkiye… Artık istenilenler çok rahat yapılabilirdi. Teknisyenler, o çok “katı” kurallarıyla belirgin bir ekonomik yönelişi sürdürdüler; ortada politikacı gözüyle, politik olarak yönlendirilen bir ülke yoktu sanki. Çünkü ülkede adeta ikili bir yönetim kurulmuştu ve bunun bir yanındaki teknisyenlerin “politik” bir görünüm vermelerine ya da gerçekten politik yönlendiricilik yapmalarına gerek yoktu. Politikayı, teknisyenlere dikensiz gül bahçesini yaratanlar sürdürebilir, denetleyebilirdi.
Ancak, teknisyenlikle politikacılık arasındaki bu farklılaşma bile, özünde son derece politik bir içerik taşıyordu. İstenildiği ölçüde yukarıda çizilen yanılsamalar zincirinin ardına saklanılsın, ortada açık bir politik tavır vardı. Her politik tavır gibi, bunun da önemli politik sonuçları olacaktı.
Özetle 12 Eylül’den günümüze, egemen sınıflar, hedeflerine ulaşmak için ortaya çok iri taşlar atmak zorunda kalmışlardır. Kendi çıkarları açısından buna mecburdular. Onlar açısından tehlike, bu taşların gerçekçi bir biçimde dizilip ne anlama geldiklerinin kavranılmasıdır. Bu nedenle günümüzün sorunu, insanların bu taşları anlamlı biçimde dizmesini engelleyecek, bunları perde ardına sokacak yanılsamaların yaratılabilmesidir. Partiler, parlamento, seçimler, sivil-asker çelişkisi, Avrupa demokrasisi, ana muhalefet vb vb…
Bu tür yanılsamaların günümüzde de süreklileştirilmesi, yeni takviyelerle zenginleştirilmesi gerekiyor. Türkiye’de sistem, kendini yenileme çabalarını sürdürüyor. Daha açığı sistem, kendini yenileme çabalarının en önemli adımlarını bundan sonra atmayı planlıyor. Sistemin kendini yenileme yolundaki bu çabaları, insanların yaşamlarını ekonomik konumlarını altüst edecek uygulamalar da içeriyor.
Şimdi, böyle bir dönemde, insanlara pek çok mesajın gideceği, kimse götürmese bile kitlelerde bu anlamda pek çok bilinç taşının birikeceği nasıl göz ardı edilebilir? Evet, bugün ortada 77’dekine benzer “hurra” diyen kesimler yoktur, olanları da o günkü güçlerinin çok gerisindedir. Ancak, bunun tüm nesnelliği sıfırlayıcı, kitlelere ulaşacak her birikimi yarı yolda kesici bir faktör olduğu da söylenemez. Kuşkusuz burada klasik anlamda eksiksiz bir politik bilinçten sözetmiyoruz. Ancak gelişmeler pek çok insanı uyaracak, uyandıracaktır. Kısacası, anlamlı biçimde dizilmeseler bile, taşlar giderek daha çok birikecektir.
80 sonrasını toptan ele aldığımızda, ortaya çıkan sonuçları şöyle özetlemek mümkün: Sistem kendini koruyup yenilerken önemli ekonomik ve politik sonuçlar yarattı. Ortada bir “müdahale öznesi” olmadığından, bu ortamın doğal bilinçlendirici taşları sistemli biçimde yerlerine yerleştirilemedi. Ancak, yoğunlaştırılmış politik uygulamalar, önemli ve sarsıcı ekonomik sonuçlarıyla birlikte sürüyor ve bu anlamda kriz tam anlamıyla sona ermiş değil. Daha da önemlisi ortada bir koalisyon iktidarının bulunmaması, mecliste rahat bir çoğunluğa dayanılması, birkaç yıldır “demokrasi, hak, hukuk, adalet” diye bağıran ve bu kavramları kendi konumlarına indirgeyen insanlara sözkonusu hakların verilmesi, siyasal tabloyu daha da net ve yalın hale sokuyor.
Dayatan Görev
Bu, içten içe kaynayan bir kriz tablosudur. İktidarın bu denli net biçimde belirmesi, kriz potansiyelini azaltacak bir faktör değildir. “yüzde 34’lük iktidar” sorunun yalnızca bir yönüdür; daha önemli olan ve durumu ağırlaştıran, bu yüzde 34’lük iktidarın yapmayı düşündükleridir.
Çözüm için ortada siyasal formül bulunmayan (bugünkü parlamenter yapı ve bileşimde) kriz krizlerin ağırı ve kimi açılardan da en verimlisi olabilir. “Teknisyen” iktidarı daha güç ekonomik koşullar bekliyor. İktidarın bu güçlüklerin üzerine rahat bir sayısal çoğunluk ile yürüyebilmesi, zamanla ters tepen bir silaha dönüşecektir. Nihayet, parlamentodaki muhalefetin büyük olasılıkla güçsüz tutumu, politik durumu daha da ağırlaştıracaktır.
“Bu, bir krizdir. Tarih kimi dönemlerde salt birikim yaratan süreçlerle gelişir. Başka dönemler ise, bu birikimin kullanılmasını gündeme getirir. Sözü edilen nesnelliğe denk düşen yeni oluşumlar ya da müdahaleler, olumlu sonuçlar doğurabilir. Bugünün Türkiyesi’nde, öteden beri tanımlamaya çalıştığımız nesnelliğin dayattığı, burada kullandığımız deyimle “müdahale öznesi”dir. Gerçekten güçlü bir siyasal özne, bu dönemi çok iyi değerlendirebilir. Görevlerinden başlıcası, geçmişten beri atılmış ve birikmiş taşların anlamlı biçimde dizilmesinde kitlelere öncülük ve yardımcılık etmesidir.
Sözünü ettiğimiz müdahale öznesi, kuşkusuz Türkiye solundan çıkacaktır. Bu öznenin oluşmasına katkıda bulunma konumunda olanlar, eski umutsuzluklarından, kitlelere yaşatılan depolitizasyonu abartmaktan vazgeçmelidir. Türkiye’de artık kozlar muhalefet olanın eline geçmiştir. Bu tarihsel fırsatı iyi değerlendirmek gerekir.
Sol, Türkiye’nin gündeminin belirlenmesinde söz sahibi olabilir. Bu, ciddi çabaları gerektiriyor. Mutlaka yerine getirilmeli…