Yeni Düşün’ün nisan sayısındaki talihsiz bir mektuba Gelenek’in önceki kitabındaki değinilmişti. Sonra, Yeni Açılım adında bir tuhaf yayının ilk sayısını okuduk…
Bekleniyordu; ama bu kadarı değil… Sovyetler Birliği’ndeki glasnost ve perestroyka süreçlerinin geleneksel solun bazı kesimlerinde yeniden sağa itici bir etki yapacağı biliniyordu; ama bu ölçüde değil. Bir de TBKP programının eleştirilere açık olduğu, değiştirilebilir olduğu söyleniyordu; aman değiştirmesinler! Değişikliklerin “sağa, biraz daha sağa” yönelik olması kuşkusunu taşıyoruz.
Geleneksel solun bir kesiminde “yeni sağ” dalganın kaynağı elbette glasnost veya perestroyka açılımlarında değil. Zaten kendileri de belirtiyorlar; TKP’deki açılım pek “yeni” değil. Yeni olmak bir yana, geleneksel özellikler taşıyor.
Sorun bu değildir. Sorun, sağa kayışın kendisine glasnost ve perestroyka süreçlerinde evrensel gereçler bulmaya çalışması ve bulmasıdır. Buna ilave olarak glasnost ve perestroyka, geleneksel solun bünyesinde yaşanan ve yaşanması gereken bir radikalleşmenin hem önünü açıcı, hem de engelleyici etkilerde bulunacaktır. Bu da önemli bir sorundur.
Glasnost ve perestroyka, uluslararası sosyalist hareketin soluksuz kaldığı bir döneme denk düşmektedir. Yeni bir canlanma dönemine Sovyetler Birliği’ni ve sosyalist sistemi hazırlamayı da içeren bütüncül bir yenilenme söz konusudur. Daha önce bu yenilenmenin kendi organik kadrolarını ortaya çıkaracağını, şimdiye kadar benimsenen bazı yaklaşım ve araçların geri plana çekilebileceğini, glasnost ve perestroyka açılımlarının başarılı olması için kimi risklerin göze alınabileceğini Gelenek’te yazmıştık.
Glasnost ve perestroyka, yaşanması gereken sürecin anlamını ve hedeflerini kavrayanların yanı sıra, daha önceki yaklaşım ve araçların kimi zaman uzak tuttuğu, kimi zaman küstürdüğü, kimi zaman da hareketsizleştirdiği eğilim ve kadrolara da soluk aldırmaya başlamıştır. Bu, zaten bekleniyordu.
Glasnost ve perestroyka bazı sorunları deşerek, doğrudan doğruya bu sorunların şekillendirdiği kimi kesimlerin liberal talepleri ile karşı karşıya kalmıştır. Bunlar, düzenin, sosyalist düzenin karşıtları değildir. Ama, sosyalist kuruluşun gerektirdiği özveri ile bizzat sosyalizm arasındaki dengeyi bulmakta hep güçlük çekmişlerdir. Glasnost ve perestroyka, bu kesimlerin daha rahat hareket edebildiği, parti içerisinde kanallar bulabildiği bir açılımdır.
İşte bugün SBKP içerisindeki tartışma bu açılımın yandaşları ile karşıtları arasında değil, bu açılımın yaratacağı risk faktörünün nasıl ortadan kaldırılabileceğine ilişkindir. Söz konusu risklerin azaltılmasına yönelik önlemlerin herbiri, glasnost ve perestroykanın zararına çalışma potansiyelini taşımaktadır. Bu nedenle bir bütün olarak yeni bir hamleyi içeren bu açılımın “sağ sinyaller” vermeye devam etmesi son derece anlaşılır bir şeydir.
Ancak burada kolaycılığa yer yoktur. Türkiye gibi sosyalizme “yakın” olma şansına sahip bir ülkede, üstelik radikallikten, radikal kopuştan söz ettiğimiz bir sırada, bu “sağ sinyalleri” nasıl değerlendireceğiz?
Türkiye sosyalist hareketi, bu dönemden gerçekten “yeni” ve kalıcı bir “silkiniş” ile çıkmalıdır. İhtiyaç buradadır. Başta söyledim, ülkemizde bir açılımın “yeni” olabilmesi için “radikal” ve “sol” olması gerekiyor.
Bu anlamda, Türkiye sosyalist hareketinin, reel sosyalizmin iç dinamiğindeki bir yeniliğin dış yansımalarını siyaset pratiğine adapte etmek gibi bir yükümlülüğü kesinlikle yoktur. Farklı nesnelliklerin ürünü olan eğilimlerin uluslararası dayanışması ile, özgünlük ve yaratıcılığın törpülendiği bir tek sesliliğin farklı farklı şeyler olduğunun artık bilinmesi gerekiyor.
Bizi en başta, kapitalist ülkelerdeki, bu arada Türkiye’deki mücadeleye ilişkin tartışmalar, sosyalist hareketin stratejik sorunlarına ilişkin çözümlemeler ilgilendiriyor. Bu konuda başkalarının, uluslararası sosyalist hareketin değişik kesimlerinin söylediklerini, önerilerini dinlemek, izlemek mutlaka gereklidir; ama bu alanda Türkiye’de bizlerin de söyleyecekleri vardır.
Glasnost ve perestroyka, uluslararası hareketin, tek ve evrensel geçerliliği olan bir model içerisine sığdırılamayacağı bir konjonktür içerisinde yol almaktadır. Bu anlamda, bir yerlerde “demokrasi güçlerinin eylem birliği”nden söz edildi diye, “sınıf uzlaşmacılığını” bayrak etmek, bir yerlerde Stalin eleştirildi diye Buharin’i keşfetmek kişiliksiz bir tutumdur.
Burada oldukça önemli bir olanaktan söz etmek gerekir: Uluslararası sosyalist hareketin, bundan böyle biraz daha sağa kayarak “kişilik” bulması çok güçtür. Sağa kaymak mümkün ancak, bunun ses vermesi veya etkili olması çok zordur. Eğer, örneğin batılı partiler için ölçüt kitle tabanı veya oy tabanı olarak görülüyorsa, bu partilerin sağa kayarak oy oranlarını yükseltme şansları bile yoktur.
Bu açmaz, her zaman sağa dönme merakı içerisinde olan Avrupalı sosyalistler ve bu arada bizim “Avrupalılarımız” içerisinde sola yönelen tepkilerin çıkma olasılığını güçlendirmektedir. Nitekim, Türkiye’de geleneksel solda, radikal eğilimler giderek güç kazanmaktadır.
Eğer sağa kayışın kendisini kusması süreci, evrensel planda ve reel sosyalizmin dışarıya dönük yüzünde “sol sinyaller” verilen bir dönemi yakalayabilirse, o durumda, geleneksel solun evrensel bir silkinişi için son derece önemli bir fırsat ele geçmiş olacaktır.
Bu fırsatın hem öncüleri hem de yaratıcıları arasında yer alma şansına sahip olanlardan birisi de Türkiye geleneksel soludur.
Bu fırsat küçümsenmemelidir.