İşleri pek fena sayılmazdı.
Hatta çevresine şöyle bir baktığında ortalamanın üzerinde bir düzey tutturduğunu görüyordu. Gene de geçmişine ve inançlarına olabildiğince sadık kalmıştı. Ulaştığı yaşam standardına ve malum aile sorumluluklarına karşın içindeki mücadele kıvılcımları sönmemişti. Kimileri gibi “elveda” dememişti kısacası…
Evet hala inanıyordu ve daha önemlisi mücadele etmek de istiyordu.
Ama mücadelenin öyle çoluk çocuk işi olmadığını, üç beş kişinin örgütçülük oynamasıyla bir yere varılamayacağını da iyi bi- liyordu. Bir kere yıllarını vermişti bu işe. Toy değildi. Daha pek çok kişi de bugün onunla aynı konumda yer alıyor aynı duyguları paylaşıyordu. Bunca yıllık çalışma ve özveriden sonra bu ülkede ya birşeyler olurdu ya da “lanet olsun” demek ve çekip gitmek düşerdi. Ama o noktaya gelinmemişti.
21. yüzyıla dönülürken dünyanın gidişi, kendi ülkesinin ise bu süreçte biryerlere sıkışıp kalması tarihi bir fırsat çıkarmıştı ortaya. Bundan da önemlisi yıllardır hep ayakbağı oluşturan o kalıpçı dar ve sekter yaklaşımlar da yeni yönelimlerle artık bir bir aşılıyordu. İşte bunun hakkını iyi vermek gerekirdi. Maya bu kez gerçekten tutabilirdi. Maya tutunca da gerisi gelirdi…
Örgütçülük oynayanlara bu arada da “ideolojik sağlamlık” türü sözler geveleyenlere düşündükçe daha çok kızıyordu. Aklına geçen yaz o sahil kasabasında tanıştığı berber Raşit geldi. Traş olmak için dükkana girdiğinde adamın elindeki “Cumhuriyet” gazetesini görmüş bir yakınlık duymuştu. Geçimdir seçimdir derken sohbet koyulaşmıştı. Berber Raşit aslında kaya gibi bir sosyalistti. Gerçek partisi olmadığından oyunu SHP’ye veriyordu hatta ısrarlara dayanamayıp bu partiye girmişti de. Ama yerinin orası olmadığını kendi de biliyordu. Bir alternatif çıktığında…
Evet, yeni atılımların ve yeni yönelimlerin sonucunda yepyeni bir alternatif ortaya çıkınca berber Raşit de yuvaya dönecekti. Ama hiç kuşkusuz bu yuva üç beş kişinin tekkesi olmayacaktı. Ciddi oturaklı ismi ve cismi ile gerçek bir parti olacaktı. Berber Raşit bu yaşından sonra ideolojidir, marksizmdir deyip çoluk çocukla oyun oynayamazdı. Ve bu ülkede ciddi, sorumlu ve ağırbaşlı bir yapılanma ile harekete geçirilebilecek binlerce berber Raşit olduğunu herkes biliyordu.
Şu maya bir tutsun…
Gerisi kolaydı. Aklına tanıdıkları bildikleri duydukları geldi. Ellerindeki insan malzemesi, nitelik olarak kimsede yoktu. En önemlisi Rüknettin Hoca’nın da aklı yatmıştı bu işe. Birden hatırladı: Yaratıcılığa en çok gerek duyan bir alanda, reklamcılıkta, köşe başları tam tamamına solun elinde değil miydi? Gülümsedi. İleride seçimlere girdiklerinde bu yaratıcı beyinler SHP’nin limonunu solda sıfır bırakacak neler bulurdu kim bilir. Zaten burjuva partileri bile solun yaratımsal ve ekinsel etkinliklerdeki gücünü kabul ediyordu.
Birden düşünceleri gölgelenir gibi oldu: Aklına “Corn Flakes” gelmişti. Tüm tanıtıcı etkinliklere karşın bu “Mısır Gevreği” bizde tutmamıştı işte. Ya yeni yönelimler ve onun yeni yapılanması da böyle olur…
Ama olmazdı olamazdı. Bir kere “Mısır Gevreği”nin yenilmesinde katı kurallar vardı. Mutlaka sütle üstelik de soğuk sütle yenilecekti. Bu baştan belirtilmediği için halkımız “Corn Flakes”i sıcak sütle yiyip hiç beğenmemişti. Oysa yeni yapılanmada böyle katı ve tektip tüketim kuralları yoktu. Benzetme biraz kaba olacaktı ama yeni yapılanma herkesin istediği biçimde yiyebileceği bir esnekliğe sahipti. Üstelik koskoca bir siyasal yapı bir mısır gevreğinin akıbetine uğramazdı. Rahatladı.
Bir hafta önceki kokteyli düşününce yeniden keyiflendi. Kokteylde yanında Rüknettin Hoca SHP’nin sol kanat milletvekilleri ile uzun uzun sohbet etmişlerdi. Adamlar resmen ağızlarının ve gözlerinin içine bakıyorlardı. Sol sosyalist demokrat milletvekileri mecliste yürütülecek muhalefetin biçimi ülkenin gündemindeki meseleler ve demokrasi güçlerinin yakın hedefleri konusunda kendisinin ve Rüknettin Hoca’nın söylediklerini bir bir onaylamışlardı. Orada kokteylde konuşulanların SHP’nin meclis grubunda egemen tema olacağından adı gibi emindi. Sonra aynı kokteylde ANAP’la ilgili olarak yaptıkları bir esprinin isim de belirtilerek ilerici-yurtsever bir basın mensubumuzun köşesinde yer alması keyiflerini iyice artırmıştı. İşte niteliğin önemi buydu…
Yeniden kendisi gibi düşünmeyen arkadaşları geldi aklına. En çok teorik formasyonunu küçümsemelerine, kendisine “pratikçi” muamelesi yapmalarına kızıyordu. Sanki “siz partiyi kurun ben varım” diyen kaya gibi bir berber Raşit meselelere teorik bakıyordu da! Sonra neydi bu “teori” allahaşkına? Başkalarına pek söylemezdi ama için için düşünürdü: Teori dedikleri yirmi küsur yıldır solun paramparça bölünmesine giderek etkinliğini yitirmesine neden olan asarı atika kabilinden laf yığını mıydı yoksa? Küfredecekti ama kendini tuttu.
Haklı olduğundan emindi. Öyle çok şey istedikleri yoktu. Avrupa’daki yoldaşları gibi bir yandan iş güçle uğraşmak öte yandan parti etkinliklerinde yer almak. Sonra gerçi bu seçim sistemi ile zordu ama parlamentoda temsil olunmak kapitalizmin aksaklıklarını ve sosyalizmin üstünlüklerini bir de o platformdan dile getirmek…
Bunların hayal olmadığını herkes biliyordu. Bir de böylesi hedefler için o “teori” dedikleri şeyin hiç mi hiç gerekli olmadığını herkes öğrenebilse…
Geç olmuştu. Nostaljik bir girdap onu kollarına aldı geçmişe taşıdı. 20 yıl öncesine döndü acı acı gülümseyerek mırıldandı: Haklı olan baştan bu yana Aybar idi…
Sonra uyudu.