İşçi sınıfı hareketinde birlik sorunu, grevlerin artışı, kamuda toplu pazarlıkların kilitlenmesi ve 12 Eylül’ün attığı ölü toprağından silkinme çıkışlarıyla birlikte gündemin üst sıralarına tırmanmaktadır. Ülkemiz bir daha devletin ve sermayenin yaklaşık 10 yıldır bir topyekün saldırısının hem asıl hedefinin, hem de bu saldırıdan en az yılgınlıkla çıkan sınıfın işçi sınıfı olduğu gerçeğinin su üstüne çıktığı bir evreyi yaşamaktadır. İşçi sınıfı, patronu ister tekellerle bütünleşmiş devlet olsun, ister kapitalistler olsun, toplumsal mücadelenin ana lokomotifi, politik mücadelenin asli sınıfsal öznesi olduğunu yalın biçimde kanıtlamıştır. Üstelik bu gelişmeler, sosyalistlerin en fazla proletaryanın mücadelesinden söz etmelerine karşın sınıf bağlarının en zayıf olduğu bir evreye de denk düşüyor. Günümüzde işçi sınıfın sosyalizme henüz uzak olduğunu, bunun için ara mücadele uğraklarından geçmesinin kaçınılmazlığını, sınıfın öncülük misyonunu yükümlenebilmek için nesnel olarak gelişmemişliğini varsayan halkçı, devrimci demokrat ya da sosyalist mücadelenin ana hedefini erteleyici sınıf uzlaşmacı politikaların maddi zemininin çürüdüğü, fakat bu politikaların uzantılarının devrimciler arasında halen yaşadığı bir dönemden de geçmekteyiz.
Toplu sözleşme dönemleri hem ücretli iş gücünün hareketlendiği, işçi-sendika ilişkilerinin yeniden sınandığı fakat, bir yandan da ekonomizmin güçlenerek gıda bulduğu dönemlerdir. Ücret sendikacılığının güçleneceği, fakat sınıf bilinçli işçilerle politik öznelerin doğrudan kaynaşabilecekleri fırsatların doğduğu -belki geçici- bir ortam söz konusudur. Sermayesi, proletaryaya karşı tüm toplumsal sigortaları yeniden onaracak ölçekte ve değerde olmayan Türkiye burjuvazisi yukarıda sözettiğimiz “buluşmayı” daha ekonomi-dışı silahlarla engelleyebiliyor. Tarihi boyunca “ihtilalci değil, itidalci sendika“.
Sömürünün dizginlenmesi mücadelesinde sendikal örgütlenme ve birlik sorunu ilk defa ciddi olarak 1946’larda gündeme geldi. Bu yıllarda işçi hareketine yön vermeye çalışan sosyalistler sendikalaşmanın iş kolu esasına göre yürütülmesini ve her iş kolunda tek bir sendikanın güçlenmesiyle Türkiye ölçeğinde bunların bir federasyona gitmelerini öngörüyorlardı. Daha sonraları “sosyal demokrat sendikacılığa” evrilecek olan bir diğer eğilim ise, iş yeri esasına dayanan örgütlenmeyi savunuyor, il ve bölgelerde ayrı ayrı kurulacak sendikaların bölgeler düzeyinde birleşip federasyonlar oluşturmasını ve bunların da ulusal bir konfederasyon çatısı altında birleştirilmesini öneriyordu. Bu ikinci öneri özellikle küçük mülkiyet ve toplulaşmamış sermayenin çıkarlarına da, devletin her iş yerinin ayrı ayrı patronu olduğu bir devletçilik anlayışına da denk düşüyordu. Sınıf çıkarları yerine kamu çıkarlarını temel alan, “itidalci, ıslahatçı” sendika modeli CHP’nin 46’dan bugüne devrettiği İskandinav sendikalizmini önceler ve kimsenin kuşkusu olmasın bu formül sosyalistler arasında da kimi veçheleriyle onay bulur. DP ve CHP, milli sendikacılık modelini adım adım oturturlar. Sendikal örgütlenme konusunda ilk modeli savunan TSEKP ve İstanbul İşçi Sendikaları Birliği kapatılır. Yıllar sonra DP grev hakkını programdan çıkartıp CHP’ye ödünç verir.
1952 yılındaki sendikaların üst örgütlenme girişimi Marshall planının işçi-işveren ilişkilerine yönelik projesiyle çakıştı. Türk-İş ABD’li uzmanların eline doğdu. Türk-İş’e bağlı sendikalar içindeki doğal işçi önderleriyle CIA ve TC görevlileri aynı çatı altında yaşamaya başladılar. 1952’den 1967’ye kadar konfederasyon düzeyinde tek örgüt Türk-İş idi. 1967’den 1980’e kadarki dönem içerisinde bu tekeli özellikle DİSK kırdı. Öncelikle 1952-67 döneminde sendikal birliğin kendi başına tek bir çatı altında zoraki gerçekleştirilmesinin bugün sınıf sendikacılığı açısından bakıldığında tarihsel olanaklar sunmadığını saptamak olasıdır. Bu olgu Türkiye işçi sınıfı tarihinde, sendikal birliğin, bir üst düzeyde bağımsız politik örgütleri hayata geçirilmedikçe bir mevzuat sorunu olduğunu kanıtlar.
DİSK: Amerikan Sendikacılığından Avrupa/İskandinav Tipi Sendikacılığa
46 yılları tüm dünyada Soğuk Savaş politikalarının tek tek ülkeler burjuvazilerinin politikalarına da sızdığı bir tarih kesiti oldu. Kapatılmayan sendikalar devlet sendikalarına dönüştürüldü. Güdümlü sendikalizm (Avrupalı uzmanlar yardımıyla) geniş bir işçi kitlesini kanatları altına aldı. 46 sendikacılığı bir nicel örgütlenme sıçraması ile birlikte, devlet politikasından bağımsızlaşmamayı da ifadelendiriyordu. DİSK, Türk-İş’in bağrında doğdu ve 46 sendikacılığından da Amerikan sendikacılığından da kopuşun örgütsel çerçevesini oluşturdu.
Şurası unutulmamalıdır ki DİSK’i oluşturan sendikalar ve yöneticileri de yıllarca Türk-İş atmosferini solumuşlar, hatta onlar da Amerika’da sendikacılık kurslarından geçmişlerdir. DİSK hep söylendiği üzere özel kapitalist işletmelerde yoğun olarak örgütlendi. Öte yandan 50′ li yıllarda en büyük işçi yoğunlaşmasının varolduğu kamu kuruluşlarında, sınai komplekslerde, devlet sendikacılığının, Türk-İş’in tekeli kırılamadı. Bugün de 66.000 civarında kamu iktisadi işletmelerinde istihdam edilen işçi kütlesi, Türk-İş üyesi sendikaların çatısı altında örgütlenmişlerdir. Sınıf sendikacılığının en büyük açmazlarından biri bu sektördeki işçileri Türk-İş’in tekeline bırakmasıdır. Türk-İş içi muhalefet bile (Petrol-İş hariç) genelde küçük orta kapitalist işletmelerin işçilerini temsil ediyor. Bugün Türkiye’yi sarsan işçi eylemlerinin kamu sözleşmelerindeki tıkanmadan doğduğu düşünülürse, kapitalistleşmiş “devlet patron”, cumhuriyet yılları sonrasının “devlet baba”sının yerini almıştır. Ve en önemlisi hem Türk-İş içi demokratik muhalefet, hem de DİSK geleneğine kıskançlıkla sahip çıkan sendikal odaklar bu 66.000 işçinin hareketlenmesinde marjinal bile değildirler.
Bugün artık devlet sermayesi-özel tekel sermayesi bütünleşmesi, iktisadi politikalara KİT’lerin özelleştirilmesi projeleriyle de yansıyor. Devletin, yıllardır yürüttüğü “pederşahi” ücret politikasının sonu, artık devletin oligopolcü ve tekelci bir kapitalist işveren örgütlenmesine (örn. Kamu-Sen) gitmesi, KİT’leri özelleştirmesi ile işçi sınıfının sömürüyü dizginlemesinin bile koşulları zorlaşıyor. İşte DİSK mirasının etkisiz kaldığı toplumsal olgulardan biri de budur. Yine bugün burjuva devleti doğrudan karşısına almayan bir sendikacılığın, sınıf sendikacılığı ilkelerine göre örgütlenmesi, mücadele yürütmesi olanaksızdır. DİSK içinde de yaşama şansı bulan hatta son dönemde egemenliğini ilan eden sosyal demokrat sendikalizmin çıkışsızlığı da burada yatmaktadır. Ve yine bugün birkaç ay önce bir iş yerindeki yemek boykotu üzerine sayfalarca değerlendirmeler yapan, ufak grevleri paylaşamayan sosyalistlerin genel greve gebe bir sınıfsal kalkışma karşısında şoke olmalarının da sebebi budur.
Bugün salt DİSK’in ya da Türk-İş’in eski tabanı üzerine oturtulacak bir sendikal politikanın sınıfı kapsayıcı olmaktan uzak olmasının nedenleri açıktır. DİSK deneyiminin sınıf sendikacılığı doğrultusunda ne denli tarihsel bir adım olduğu konusunda kimse tartışmıyor, fakat DİSK’i 15-16 Haziranlar’dan 12 Eylül saldırısı karşısındaki pasifikasyona getiren süreci de yeniden üretmek kimsenin harcı olmamalıdır. Biz bunları da sosyal demokrat reformist/ilerlemeci ittifakının o zaman ve bugünkü koşullarda sınıfa hangi faturaları ödettiğini de anlatmayacağız. Önemli olan bugün sınıfın ileri kadrolarının, öncelikle sınıfın nabzının attığı kesitleri yeniden sınıf sendikacılığının çabasına nasıl maledeceği ve bunun ülke düzeyinde nasıl örgütleneceğidir. DİSK gerçekte A. Baştürk gibilerinin eline düştüğü, 12 Eylül’e teslim olduğu noktada bitkisel hayata girmiştir. 12 Eylül rejiminin anti-demokratik uygulamaları yabancı sendikacı ve gözlemcilere anlatılacağına gerçek açıklama işçi sınıfına yapılmalıdır.
DİSK’in devrimci eylemleri, sınıf sendikacılığı ilkeleri (kimileri kağıt üzerinde kalsa da) mücadeleci kadroları bugün de belli ölçülerde diriliklerini koruyorlar. DİSK deneyimi 67, 71, 77’de Türk-İş’ten kopmalarla ve yeni örgütlenmelerle beslendi. Türk-İş’ten ayrılıp olduğu gibi DİSK’e gelen sendikalar (örneğin Genel-İş) gerçekte Türk-İş’i DİSK’e taşıdı. Bu sosyal-demokrat sendikalizmin yeni bir manevra alanı açması anlamına geliyordu. Bugün 1950’den beri DİSK üyesi yaklaşık 500.000 işçinin yaklaşık beşte dördü Türk-İş üyesi sendikaların çatısı altına girmiştir. Bunu elbette burjuvazinin bağımlı devlet sendikacılığına bir ödülü olarak da görmek olasıdır. Fakat bir diğer yandan bu Türk-İş’e giren kitlenin ve özellikle orta düzey kadroların Türk-İş’i 80 öncesi Türk-İş’ten potansiyel olarak farklılaştırdığını görmek gereklidir.
Türk-İş’in Tabanı Ne Vaat Ediyor?
Çıkış noktası Türk-İş olacak bir sendikal odaklaşma için çoğu sendika başkanları ve üst düzey yöneticiler yerine DİSK formasyonundan geçmiş işçilere, temsilcilere, yöneticilere ve yeni kuşak işçi aktivistlere güvenmek gereklidir. Türk-İş ve bağımsız sendikalardaki devrimci bir mayalanma bu insanların inisiyatiflerine bağlıdır.
Bugün Türk-İş içerisinde sendikalaşmış işçiyi Türk-İş dışına çağırmak çok özel durumların dışında en azından teknik bir hatadır. Zaten örgütlülük oranı düşük bir sınıfsal kitleyi (iki milyon civarındaki sendikalı işçinin bir milyon altı yüz bin civarı Türk-İş’te) küçük parçalar halinde koparmak geçici bir yanılsamadır. Örgütlü işçi kitlesini değil sendikacıları bölmek gereklidir. Çünkü sendikacıların reformizmi aynı ölçüde, aynı kemikleşmişlik düzeyinde sendikanın işçilerine de yansımaz. Bir sendikanın kütlesinin yöneticilerinden bağımsız bir potansiyeli de vardır. Sendikacıları sınıf sendikacılığı ve bağımsız sınıf politikası ile sınıf uzlaşmacı ücret sendikacılığı arasında saf tutmaya zorlamak, reformizmde saf tutanları teşhir edip onlardan ayrışmak gerekiyorsa; örgütlü işçi kitlesini o denli bir arada tutmak sendikal politika ayrılıklarını işçi kütlesine de olduğu gibi yansımış varsaymamak gerekli oluyor.
Türk-İş içindeki muhalefet sözünü ettiğimiz süreci yaşama geçirebilir mi? Bunun için Türk-İş’ten önce demokratik muhalefetin köklü bir dönüşüm geçirmesi gereklidir.
Türk-İş İçi Muhalefet Muhalefet Olmayı Aşabilir mi?
Bugün Türk-İş’teki demokratik muhalefet içinde sosyal demokratlar ile bilimsel sosyalistler olarak ayrışmış iki net kanal yoktur. Çünkü sosyalistler fiili olarak sosyal demokrat sendikalizme bağımlı olmuşlar, onlardan ayırt edilemez hale gelmişlerdir. Türk-İş üst yönetimini değiştirme konusundaki mutabakatın dışında hangi programların varolduğu belirsiz gözüküyor. Sosyalist olduğu varsayılan kesimler politik plandaki sosyal demokratlarla bütünleşme perspektiflerini işçi örgütlenmesine de taşımak için sosyal demokrat sendikalizmle ayrımlarını muğlaklaştırmışlardır. Sağ ve sol sosyal demokrat gibi yapay reel düzlemde yansıması olmayan ayrımlara gidilmiş ve çoğu kez işçi kütlesinin takip edemediği karmaşık koalisyonlar, kulisler yaşanmaktadır.
İçeriğinden bağımsız olarak “Türk-İş’te Birlik” belgisinin üzeri kazındığında altından uzlaşmacı ve reformcu projelerin çıktığını görüyoruz. Demokratik muhalefet, SHP’ye sosyal reformizmin sınıf uzlaşmacılığı doğrultusundaki birlik çabalarının işçi sınıfına da sirayet ettirilmesi planlarının taşıyıcısıdır. İşçi sınıfının tarihsel misyonunu erteleyerek bağımsız sınıf politikasını rafa kaldıranlar ile emeğe saygılı (!) sosyal demokratlar, Türk-İş’in üst yönetimi ve bazı anti-demokratik uygulamaların değiştirilmesiyle birlik sorununun Türk-İş’in dönüştürülmesi sorununun çözüleceğini ima etmekteler. Bu reddedilmelidir.
Biz “dar sınıf açısını” terk edenlerin izleyeceği sınıf sendikacılığını tahmin edebiliyoruz. İşçi sınıfını “demokrasi güçleri” ve reformizmin kuyruğuna iteklemenin yeni yolu değişmiş bir Türk-İş olacaksa, buna karşı çıkanlar “sol komünistlerin sınıfa karşı sınıf” politikasını yeniden üretmekle suçlanacaklarsa, kendilerine yönelik yaftaları da şimdiden sindirmeleri gereklidir.
TBKP ve onun politikasına bağlı olanların anladığı “Türk-İş’in değiştirilmesi”, Ş. Yılmaz’ın gidip Cevdet Selvi ekolünden birinin onun yerini almasıdır.
Türk-İş 14. Genel Kurulu’nda (Aralık 86) bir demokratik muhalefet kendini gösterdi. Fakat onlar tüm sorunu,. Ş. Yılmaz ekibini azınlığa düşürmek olarak tanımladılar. Talepleri sınıfsal özden yoksun ve bütünsellikten uzaktı. Üstelik bu muhalefet ile DYP türü muhalefet arasındaki çizgiler de muğlaklaşmıştır.
Bu muhalefetin bugün de ciddi, nesnel handikapları vardır. Bugün sınıf sendikacılığına yönelmiş kadroların ağırlıklı bulunduğu sendikalar örgütlü işçi kitlesinin oldukça küçük bir kesimini temsil ediyorlar. (Kristal-İş, Deri-İş, Petrol-İş, Basın-İş, Toplam 110.000-150.000 işçi) Oysa Türkiye’nin kilit sektörlerindeki her bir sendikanın örgütlü işçi tabanı bile bu toplamdan fazladır. (Teksif dokuma 200.000, Türk-Metal 114.000, Tek Gıda-İş 186.000). Ve uzlaşmacı sendikacılık bu sendikaların üst yönetimlerinden oluşturmaktadır asli insan malzemesini. Üstelik kamu işçilerinin son eylemliliği Petrol-İş’in dışındaki ilerici sendikalara hiç tekabül etmediği için, “demokratik muhalefet” Türk-İş içinde reformculuğa yakınlaşmış bir DİSK’e tekabül ediyor. Yol-İş, Şeker-İş, Harb-İş gibi DYP ve reformistler arasında bölüşülmüş sendikalar da yukarıdaki modeli zorlayamıyorlar. Üstelik unutulan sosyal demokrat sendikalizm ile gerici sendikacılığın ilişkileri, koalisyonlar, kimi ortak manevralarıdır.
Oysa DİSK’in mücadele geleneğini Türk-İş içinde eritmek yerine Türk-İş’in örgütlü gücünü bir mücadele geleneğiyle kaynaştırmak olasıdır.
Türk-İş Ne Vaat Ediyor?
Türk-İş’e bağlı 32 sendika, 814 şube, 10.000 civarında yönetici ve 15 milyon işçi vardır. Sendikal birlik işçi sınıfının en yaygın örgütlenmesinin en geniş konfederasyonda bir araya gelmesi, iş kollarındaki sendikal rekabetin asgarileştirilmesi ve mücadelenin tek bir merkezi devrimci sendikal harekete bağlanması perspektifidir. Bu mücadelenin ana faaliyet alanı Türk-İş’tir.
Bir konfederasyonun ve sendikanın yöneticilerinin dünya görüşlerinden bağımsız bir sınıfsal temeli ve kurumsallığı vardır. Bunu görmemek devrimci tavır değildir. Uzlaşmacı sendika değil, uzlaşmacı sendikacılar, uzlaşmacı sendikal politikalar ve ilkeler vardır.
Sendikal birlik ilkeler ve tabanda birlik olarak algılanmalıdır, her şeyden önce. Yani birlik tek bir konfederasyonda toplanmaya indirgenemez. Konfederasyon birliğin bir biçimidir. iş yeri, iş kolu ve ülke düzeyinde birlik ve bu birliğin hangi temelde sağlanacağı sorunu bizlerin asıl sorunudur. Sendikal birliğin çatısı değil temelleri belirleyicidir. İşçi sınıfının örgütlü olduğu en geniş merkezi yapı olarak Türk-İş, sosyalistlere birliğin sağlanacağı ana düzlemi işaret etmekle birlikte, savunulacak birlik, işçi sınıfının dünya görüşü doğrultusunda sınıf sendikacılığı temelinde gerçekleştirilecek bir birliktir. Türk-İş’in sınıf ve kitle sendikacılığı doğrultusunda dönüşümü yönetsel, kadrosal bir değişim değil, yapısal politik bir dönüşüm olmalıdır.
Bu noktada yapmamız gereken bir uyarı var: 1980’den sonra işçi sınıfı Türk-İş’e cebren ve kandırılarak sokulmamış, fakat Türk-İş’e mecbur bırakılmıştır. Yani işçiler bile bile sırtlarında taşımışlardır, sendikalarını, konfederasyonlarını. Nasıl şimdi Türk-İş’e ve sendikalarına rağmen kollektif eylem örgütleyebiliyorlarsa. İşçi sınıfının örgütlenmiş ana kütlesini bir burjuva işçi örgütünün ve sosyal reformculuğun kolları arasından söküp almak gerekmektedir. Sınıfın en örgütlü kesimlerini reformculuğun değişik yan akımlarıyla göğüs göğüse gelmeden uzaktan daha devrimci bir zemine çağırmak, daha uzunca bir süre sınıfa güven vermeyecektir. Özellikle 12 Eylül’den sonra devrimcilerin örgütlü proleter kitle ile aralarında bir güveni tazelemeleri gerekiyor. Açık karşı devrimci bir rol oynamadıkça, en geniş ölçekte örgütlenmiş bir konfederasyonun bağrında sınıf ile buluşmak, dönüştürme gücü olan potansiyeli bu mekana akıtmak, fakat sınıf politikasıyla yoğrulacak bu potansiyelin Türk-İş’in geleneksel politikası içinde eritilmesine fırsat vermemek gerekiyor. Türk-İş heterojenleştiği, taban ve üst yönetimler gerilimi yükseldiği için de önemlidir. Türk-İş, devletin, tekellerle, sermayesini bir üst düzeyde değerlendirerek kaynaştığı, devletin örtük ya da açık bir kapitalist patron rasyonalitesi ile hareket etmeye başlaması nedeniyle de ayrıca önemlidir. Bu örgütlenme kapitalist sınai üretim sacayağı sektörlerini (dokuma, maden, gıda) ücretli iş gücü açısından kontrol edebildiği için hayatidir. DİSK geçmişte bu açılardan da Türk-İş’i önemsizleştirememiştir.
Türk-İş Dışında Ne Var?
Bağımsız sendikalar ise, Türk-İş’ten de heterojen bir sendikacılık anlayışına sahiptirler. Bağımsız sendikalara üye toplam 230.000 işçinin içinde Laspetkim-İş, Otomobil-İş, Banksis gibi ilerici sendikacıların DİSK geleneğini kimi boyutlarıyla devam ettirdikleri sendikalar 70-80.000 işçiyi temsil etmektedirler. Diğer bağımsız sendikaların ise, istisnalar dışında yetkisiz sendikalar olduklarını hesaba katmak gerekiyor. En gerici sendikal konfederasyon MİSK’e bağlı 130.000 işçi olduğu düşünüldüğünde, bağımsız sendikaların şu anda ancak bir iki iş kolunda gerici sendikacılığın yönetimindeki sendikalara kısa vadede alternatif rolünü oynadıklarını görürüz.1 Bu sendikalardaki kimi işçi ve yöneticilerin sendikal ve politik eğitimlerinin Türk-İş üyesi sendikaların eğitimlerinden daha fazla sınıf mücadelesinin politik zorunluluklarıyla da iç içe olduğu düşünülebilir. Fakat bu olgu, bağımsız sendikaları, işçi sınıfının birliğinin sağlanacağı ana dayanak noktaları olarak görmeye yeterli değildir. Üstelik bağımsız sendikal yönetimlerin reformizm ve sendikalizme karşı hiç de şerbetli olmadıklarını gözönüne aldığımızda, üye sayısı üç rakamlı sendikaların varlığı, bağımsız sendikaların en büyük uzlaşmacı örgütlenmeyi ancak dışarıdan zorlayan sendikal mevziler olarak görülmesini anlamlı kılmaktadır. Hak-İş’in ise diğer Türk-İş dışı sendikal odaklardan farkı toplam 162.000 üyesiyle altı iş kolunda örgütlü ve hepsi de yetkili altı sendikayı çatısı altında birleştirmesidir.2 Bu altı iş kolunun üçünde ise (gıda, dokuma, metal) Hak-İş’e bağlı sendikaların gücüne yakın bir iş gücü temsil eden MİSK üyesi sendikalar bulunuyor. Türkiye’de kilit sektörler sendikal birlik sorununun en büyük açmazlarla bulunduğu sektörlerdir.
Sınıf sendikacılığının bu alanda da (iş kolunda rekabeti asgarileştirmek) amaçlayacağı somut hedefler vardır. Önce Türk-İş’in bile 29 iş kolunda 32 yetkili sendika ile bu çemberi kırması gerekiyor. Sınıf bilinçli işçilerin hedefi her iş kolunda tek güçlü sınıf sendikası yaratmak olmalıdır. Fakat bu görev bugün bağımsız sendikaların daha belirsiz bir süre üstlendikleri işlevin birdenbire köreltilmesi anlamına da gelmiyor.
Hangi Birlik?
İçinde yaşadığımız günlerde birlik perspektiflerinin çoğu ortak bir paydaya sahiptir. Bu payda, sendikal birliğin, işçi sınıfının politik yöneliminden, sosyalist ideolojinin ülke koşullarında geliştirilmesi ve işçi sınıfının dünya görüşünün Türkiye’deki sınıflar, devrim ve iktidar süreçlerinden çıkılarak programlaştırılması sorunlarından soyutlanarak, tek gündemli bir ideal sorun olarak algılanmasıdır.
Bugün artık Maocu türev akımlardan Troçkizan gruplara ve hatta ortodoks devrimci-demokrat çizgilere kadar proletarya bir politik cazibe odağı olmuştur. Politik tahliller işçi sınıfı ile başlayıp onunla bitiyor. Bu akımları şu kategorilere bölebiliriz:
(1)Devrimci demokrat popülizmden koparak proletarya sosyalizmine yönelen, fakat bu yöneliş kuşaklar boyu yaşayagelen bir tarihsel/pratik miras olmadığı, son on-on beş yılın muhasebe ve iç bölünmelerine koşut olarak geliştiği için, işçi kütlesini fark edilmekte gecikilmiş bir fetişe dönüştüren akımlar. Bu politik akımlar sürekli olarak, her biri diğerinden daha fazla işçi sınıfını merkeze alan perspektifler üretip, diğerlerini popülizm ve devrimci demokratlıktan kopamamakla malul göreceklerdir.
(2)Yukarıda tanımladığımız kategori ile etkileşim ve geçişlilik ilişkisi içinde olan, “işçi sınıfının kurtuluşunun kendi eseri olacağı” önermesini sendika, bürokrasi ve merkezi Leninci örgütlenme düşmanlığından başka bir perspektife tercüme edemeyen, sosyalist mücadele tarihinde kazanılmış iktidar mevzileri olmayan gruplar. Bu gruplar hiçbir zaman sınıfsal tabana sahip olamadıkları halde, taban söylemine en fazla sahip çıkan kesimlerdir. Ve devrimci bir sosyalizmin yenilenmesi evresinde popülizmden yeni sola yönelen çevrelerin teorik aranışlarına konjonktürel olarak cevap verebilirler.
(3)1960’lı yıllardan beri Türkiye’de emek-sermaye çelişkisi üzerine politika inşa edememiş, işçi sınıfının rolünü diğer sınıf ve katmanların arasında bir bileşene indirgeyen, politikalarının ana eksenlerini kapitalizm öncesi ilişkilerin ve emperyalizmle bağımlılığın tasfiyesine oturtmuş, proletaryanın rolüne köylülüğün (farklılaşmamış) perspektifinden bakan, saf MDD’ci, “parti-cepheci”, Maocu akımlar. Bu çevreler bugün ciddi bir ideolojik reorganizasyona gitmeden şu ana dek üzerine yatırım yaptıkları modern proletarya-dışı sınıf ve katmanların politik verimsizliğini yaşayıp, işçi sınıfını bir lafız düzeyinde önemsemeye başlayan akımlardır. Bu kesimlerin içinde belli bir politik dinamizm taşıyanları, gerek reformcu doğrultuda, gerekse pratik radikalizmden taviz vermeyen, demokratik devrimciliği, Kemalizmi, üç dünya teorisini, köylücü popülizmi eleştirerek yeni bir yönelime giren, fakat bütünsel bir sınıfsal politika üretmek için henüz yetersiz kopmalar yaşıyorlar.
Proletarya salt politik değil, ideolojik uyarı öznesidir de aynı zamanda. Yukarıda sözünü ettiğimiz kategorilerin dışında işçi sınıfının misyonunu, politik öncünün asli rolünü, demokrasi mücadelesi ile sosyalist mücadele arasındaki ilişkiyi ikincisinin perspektifinden bakarak algılayan, emek-sermaye çelişkisine tüm mücadele alanlarında belirleyicilik atfeden bir devrimci sosyalist doğrultu ile, daha köklü sınıf bağlarına sahip reformizm ve sosyal-reformizm kutupsallaşmasından söz etmek de kaçınılmazdır. Bu kopuş-ayrışmanın bugün nüveleri, örgütsel-ideolojik çıkış noktaları oluşturulmuş, fakat reformcu bir sosyalizm anlayışının sınıfa hitap etme, gereken esneklikte politikalar üretme, geçmişten gelen kitle bağlarını koruma ve geliştirme becerisi hâlâ reformculuğa özgü olmaktan kurtarılamamaktadır. Sosyalistler işçi sınıfına yönelirken onun örgütlenmeye ve sendikal politika dışındaki politikalara da en duyarlı kesimlerine yönelirken soyut, genel, türdeş bir proletarya idealizasyonuna gidemezler. Proletarya içi eşitsiz gelişmişlik sendikal planda örgütlü, iki kuşaktır bilfiil işçilik yapan ve mücadele geleneğine sahip kesimleri sosyalistlere daha duyarlı kılmaktadır. Fakat asıl kritik halka işçi sınıfının bu duyarlı, burjuvaziye tepki verme ve sosyalistlerin mesajlarını daha güçlü bir biçimde algılama eğilimi gösteren kesimlerini bilimsel sosyalizmin devrimci yorumuna da duyarlı hale getirmek, sosyalizmin sınıf içi kökleri daha derin reformcu kanalını etkisizleştirecek güçlülükte politikaların üretilmesi ve üstelik reformizmin sınıf köklerini keserken sınıfı örgütsüzleştirmeme sorunudur.
Devrimci Teori Olmadan Devrimci Politikanın Olamayacağı İşçi Sınıfı İçin Daha mı Az Geçerlidir?
Yukarıda sözünü ettiğimiz hassasiyeti gösterecek sosyalist odakların reformizmden kopuşu, kimi ekiplerin aralarındaki köprüleri atmaları olgusundan öteye taşımaları, hem bir politik radikalizmi, hem de bu kopuşu sınıfın bütününe maledecek, kalıcılaştıracak güçte hayata geçirebilmesi için bir teorik-ideolojik olgunluğu da vazgeçilmez kılıyor. Devrimci teorinin üretilmesi işçi sınıfının örgütlenmesinin, güncel görevlerin ertelenmesi için bir gerekçe değil, proletaryaya da yönelik devrimci politikanın inşası için bir ön koşuldur. Devrimci teori olmadan devrimci politika üretim çabaları Marksizmin devrimci kanalını keskin ama kısır, uvriyerist ama sınıfın örgütlü kesimlerinden kopuk, örgütlenmede enerjik ama kalıcı olmayan konumlara sürüklenme tehlikesini büyütmektedir. Sosyalist teori sınıf mücadelesinin yasallıklarını sistemleştirdiği için proletaryanın en günlük mücadelesinde bile vazgeçilmezdir. Devrimci teori bir sınıfın devrimci misyonunun üretim ilişkileri, üretimin toplumsallaşması, mülksüzleşme süreci gibi kategorilerle bilince çıkarılmasına da elverir. Bu teorik bakış, enerjik pratik ile birlikte reformizmin panzehirini oluşturur. Artık örgüt teorisinde, devrim teorisinde klasiklerden “bizim devrimciliğimize uyan” alıntılar yapmanın sınıf uzlaşmacılığı ya da Leninizme yabancı yönelimlerle ideolojik hesaplaşma için yetersiz olduğu kabullenilmelidir. Devrimci teori bir savaş donanımıdır ve strateji-taktiklerin ana malzemesidir. Teorik yüzeysellik, devrimci politika üretiminde işlenmemiş hammadde ile politika üretmeye çalışmanın adıdır.
İşçi sınıfına en özlü, yaşamsal, politik mesajları ulaştırmak teorinin derinliğinden damıtılmış bir beceridir. En güncel talepler, sloganlar kitlelere hitap ediyorsa, pratikte kendilerini kanıtlayabiliyorlarsa, teorik bir derinliğin yansımaları oldukları içindir. Devrimci teori pratiğin kendiliğinden akışı içerisinde değil, teorik araçlarla fakat sınıf mücadelesinin devinimi, eylemi içinde teneffüs eder. Teorik üretkenliğin günlük mücadeleden, pratikten kopmaması bir devrimcinin bütün gün proleteryanın içinde yaşayıp soru ve tartışmalarla evine dönüp o dönem için yürürlükte olan sorunlara çözüm bulmak için kitap karıştırması demek değildir. Bu teori ve pratiğin birliği değil, birinin diğerini ikamesidir.
Sosyalistler için hayati denge, teorinin sınıf mücadelesinin tarihsel nedenselliklerini açığa çıkartırken, iktidar perspektifinin, devrim ve sınıf ilişkileri ve güncel siyasal pratik ile bağının güçlü tutulmasıdır. Devrimci teori özgür, bireysel bir üretim değil, sınıf mücadelesinin geniş zamanlı gündemiyle belirlenmiş kolektif bir çabanın ürünü olmalıdır. Sonuçta devrimci teori olmadan devrimci politika olmaz önermesi proletarya içinde yaşayan, ona elini uzatan sosyalistler için daha fazla geçerlidir.
Sendikal Birlik Özerk Bir Hedef Değildir
Sendikal birlik sosyalist ideolojiyi burjuva ideolojisinin karşısına dikecek, politik düzlemde sınıfı temsil eden partinin varlığı-yokluğu ile yakından ilintilidir. Türkiye kapitalizminin nasıl ve hangi doğrultuda aşılacağına, toplumsal devrimin gerçekleştirilmesine dair bir devrimci sosyalist program işçi sınıfının birliğinin içeriğini de belirleyecektir. Politik düzlemde, kapitalizmi aşan üretim ilişkilerinin, yeni devrimci bir bölüşüm politikasının bütünsel çerçevesi, sosyalistlerin salt bir sendikal muhalefet düzleminde oluşturabilecekleri politikalar değildir. Sömürüyü sınırlandırma mücadelesindeki birlik, sömürüyü yok etme mücadelesindeki politik ayrışma ve birlik süreçlerinin organik bir parçasıdır. Buna rağmen sosyalistler ekonomik mücadelede en geniş işçi kitlesinin örgütlülüğünü sağlarken, politik düzlemdeki ayrışmayı ve sosyalizmin devrimci yöneliminin odaklaşmasını iç içe yürütmek zorundadırlar.
Türkiye sosyalist hareketinin temel gücü olan işçi sınıfına ulaşmasını engelleyen faktörler sosyalist kadroların, 1) ideolojik netleşme eksikliği, 2) örgütlenme alanındaki hazırlıksızlığıdır. Bugün sosyalistler işçi sınıfına hitap ederken onların en gündelik sorunlarıyla boğuşurken tarihsel bir misyonu da güncelleştirecek,
(1)sosyalizmin kendine özgü bir demokrasi anlayışına sahip olduğunu ortaya koyan,
(2)kapitalizmi aşmayan ara hedeflerin, ara mücadele uğraklarının sosyalist mücadelenin önüne konulamayacağını gösteren,
(3)toplumsal devrime öncülük edebilecek temel devrimci gücün modern proletarya olduğunu, Türkiye kapitalizminin özgül gelişim özelliklerinden, sınıfsal dengelerden yola çıkarak da üretebilen,
(4)Türkiye’de egemen sınıflar ittifakı içinde emperyalizmle çıkarları ayrışan işçi sınıfı, yoksul köylülük ve mülksüzleşen şehir küçük burjuvazisi dışında bir toplumsal sınıfın ve katmanın olmadığını çıkarsayan,
(5)köylülüğü ancak devrimci ittifaklar açısından farklılaşması -proleterleşmesi- dinamiği içerisinde ele alabilecek,
(6)ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını kabul eden ve bunun yanında proletaryanın ulusal ayrılıklarla bölünmemesini, mücadele ve hedef birliğini öngören,
(7)sosyalist politik öncünün ideolojik-örgütsel bağımsızlığının tüm politik ittifak, uzlaşmalar, esneklikler ötesinde bir belirleyicilik taşıyacağını vurgulayan,
(8)Türkiye işçi sınıfının politik iktidar hedefinin, mücadelesinin iktidara gelmiş ya da gelmemiş müfrezeleri ile uluslararası proletaryanın yaşayan sosyalizmin bir unsuru olduğunu soyutlayan, ayrıntılandıran ve günlük somut hedeflerle iktidar hedefini bağımlılaştıran,
politik bir programa ihtiyacı vardır.
En Net Politik Ayrışma, En Geniş Sendikal Birlik
İşçi sınıfının kendisi için sınıf olma sürecini ülke düzeyinde kapsayıcı bir örgütlenme ile yaşaması gerekiyor. Bu hedef varolan sendikal örgütlülük likide edilmeden, uzlaşmacı sendikal politikalar ve önderlikler yalıtılarak, teşhir edilerek ve karşıt çözümler üretilerek gerçekleştirilmelidir. “Türk-İş’te birlik” perspektifinin işçi sınıfı içinde devrimci sosyalizmin örgütsel ayrışmışlığının, ideolojik netleşmenin avantajlarından azami yararlanmanın yolları mutlaka açılmalıdır: Türk-İş içerisindeki açık karşı devrimci yönetici çevreler dışında tüm işçi kitlesi, işçi temsilcileri, yöneticiler ve kısmen de birlik perspektifine sahip bağımsız sınıf sendikaları bir devrimci sendikal odaklaşmanın yeşertilebileceği topraktır. Üstelik bu politikleşme ve radikalizasyon süreci bir noktadan sonra eski konfederasyonun dışına taşma, odaklaşmanın ancak yenilenmiş farklı bir merkezde gerçekleşebileceği bir eğilimini de güçlendirebilir. Bu birikime gereken esneklikte yaklaşabilmek de önemli bir kazanç olarak gözüküyor bize.
Reformizmden ise adım adım değil, bir silkinişte kopulacaktır. Bu kopuşun, reformizmin sınıf köklerini kesmesi devrimci sendikal politikayı da arılaştırması için, kolaycı çözümler yerine enerji toplayıcı taktikler hayata geçirilmelidir.
İşçi sınıfı içinde iğne ile kuyu kazmak göze alınmalıdır. Türk-İş gerici üst yönetimi, sendikacılar, burjuvazinin politik saldırısının kişilerde cisimleşmiş örnekleridir. Bu burjuvazinin politik başarısıdır. İşçiler Türk-İş’te zorla değil, burjuvazi bu konfederasyonun üst yönetimine, gerici mirasına fazlasıyla güvendiği için bu çatı altına itilmişlerdir: 12 Eylül sendikacılığı uzlaşmacı devlet sendikacılığının güncel bir uzantısıdır. Yani Türk-İş’i dönüştürmek bir umut değil, bir güç sorunudur.
Diğer taraftan da alınan eylem kararları tabanın baskı ve uyarılarından sosyal demokrat yönetimlere hatta sınıf sendikacılığı ilkelerine göre örgütlenen sendikalara kadar geçerlidir.
Yönetimler işçilerin tepkisini çoğunlukla pasif dışavurumlara kanalize ediyorlar. İşçi hareketinin çoktan aştığı eylem biçimlerini orijinallik olarak empoze ediyorlar.
İşçi sınıfının örgütlü kesimleri üretimden gelen güçlerini her kullandığında bu sosyalistlerin öncü işçilerle, sınıf duyarlılığına sahip işçilerle buluşmaları için doğal fırsatlar anlamına geliyor.
Gerici, uzlaşmacı ve reformist sendikal yönetimler kendiliğinden bir itkiyle eylem içerisinde sorgulanmaktadır ve bu sorgulanışı iradi politize süreçlere dönüştürmek sosyalistlerden başka kimsenin görevi değildir.
Bugün Mart sonundan itibaren yürürlüğe konan eylem kararlarının Şubat ayında toplanan Türk-İş başkanlar kurulunu aşarak hayata geçirildiği, kamu sözleşmelerindeki tıkanıklığın krize dönüşmeden giderilmeye çalışıldığı günleri yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz yıl aynı zamanda şube, sendika merkez ve konfederasyon genel kurulunun seçilip toplanacakları yıldır. Üye sayısı 500’den fazla olan şubelerin genel kurulları iş yerlerinden seçilen delegelerce belirlenecek. Bu uygulama kimi sendika ve şubelerde ise, zaten genel bir uygulamaya dönüşmüş durumda. Taban çalışması, iş yeri sendika temsilciliği ve giderek şubeler sınıf sendikacılığının uzlaşmacı sendikalizme ilk elden galebe çalacağı kilit noktalarıdır. Sendikal komiteler ya da iş yeri komiteleri alternatif örgütlenmelerin ete kemiğe büründüğü nüveler oluyor. Sınıf sendikacılığı ilkelerinin belli ölçülerde hayata geçirilmeye çalışıldığı sendikalarda ve Belediye-İş, Tek Gıda-İş, Dok Gemi-İş gibi ilerici sendikal muhalefetlerin güçlendirilmeye çalışıldığı sendikalarda delege seçimlerinde sınıf bilinçli işçilerin seçilmeleri uzun vadeli kazanımlar anlamına gelebilir. Maden, gıda, dokuma iş kollarındaki en büyük sendikaların taban muhalefetlerinin açık ve net sınıf sendikacılığı ilkeleriyle koordine edilmeleri bir diğer görev olarak duruyor. Şube yönetimlerinden sarı sendikacıların tasfiye edilebilirliği küçümsenmemelidir (örneğin Gıda-İş 1 ve 11 no’lu şubeler). Bu çalışmalar DİSK pratiğinden gelen, bir mücadele geleneğini köreltmemiş ve seçilmiş ileri işçiler arası eş güdümü gerekli kılıyor. Dar sendikal hesaplar bunu engellememelidir. Bu süreçte son on yıl içinde sendikal çalışmalara katılan genç sendika aktivisti yeni kuşak işçilere özel önem verilmelidir.
Türk-İş’ten başlayarak yaratılacak bir devrimci sendikal odaklaşmanın programında şu hedef ve ilkeler olmalıdır:
- Her iş kolunda bir güçlü sınıf ve kitle sendikasının yaratılması ve iş kolu düzeyinde sendikal rekabetin asgarileştirilmesi.
- Burjuvazinin yarattığı yeni iş kollarının suni bölünmesinin giderilmesi (örneğin kara, demiryolu, deniz, hava taşımacılığının tek bir iş koluna dönüştürülmesi). DİSK’in 16 iş kolu hedefinin yeni koşullarda yeniden gündeme getirilmesi.
- AFL, ICFTU bağlantılarının tek taraflı koparılması.
- 1982 Anayasası’nın 2821-2822 sayılı yasaların bütünsel reddi.
- Kongrelerin iki yıl içinde yapılması, sendikal muhalefetlerin kongreden kongreye değil, sürekli uzlaşmacı yönetimler ile hesaplaşacak dinamizme kavuşması.
- Demokratik muhalefet içerisinde sosyalistlerin sosyal demokratlara değil, sosyal demokratların yönetici dışı unsurlarının sosyalistlere bağımlılaşması.
- Sosyal demokrat işçilere, yöneticilerinin sağcı sendikacılar, DYP’liler, Mustafa Özbek ekolünden sendikacılar ve resmi çevrelerden kişilerle giriştikleri kulislerin teşhiri.
- Türk-İş dışı sınıf sendikaları ile sistematik diyalog.
- Toplu iş sözleşmelerinde işçi onayı ve görüşmelerin işçilerce denetimi.
- Genel grev, hak grevi, dayanışma grevi haklarının kazanılması için politik kampanya.
- Demokratik kooperatifçilik hareketinin, kadın emekçilerin, genç işçilerin ve işsizlerin, memurların örgütlenme ya da yan örgütlenme yoluyla örgütlenmelerinin teşviki.
- Memurlara sendikalaşma, toplu pazarlık ve grev hakkı için destek.
- AAFLI-CIO’nun sendikal eğitimi yönlendirme ve sendikal politik istihbarat toplama faaliyetlerine son verilmesi, bu kuruluş ve gerici vakıflarla ilişkilerin tek taraflı askıya alınması.
- İşçi sınıfının dünya görüşü doğrultusunda, sendikal eğitimlerin yeni bir içerikle belirlenmesi, işçi sınıfı hareketi ile sosyalist mücadelenin gelişimini koşutluk içinde veren bir sendikal eğitim programının verilmesi.
- Kadınların emekçi ve kadın olmaktan kaynaklanan sorunlarını, çözüm tartışmalarını ve bunların toplumsal mücadeleyle ilişkilerini de temel alan bir sendikal eğitim programı.
- 1 Mayıs’ın devrimci özüne uygun, işçi örgütlerince kutlanması.
- İş kolu düzeyinde sendikal rekabet azaltıldığında ve kitlesel örgütlenme azamileştirildiğinde grup sözleşmesi.
- İşten çıkarmalara, tensikatlara, 13 ve 17. maddelere karşı iş yeri düzeyinden iş kolu düzeyine kadar üretim içi-üretim dışına itilmiş işçilerin ortak eylemini gözeten bir direniş kampanyası. Burjuvazinin ücret ve istihdam politikasının teorik eleştirisi, ideolojik teşhiri.
- Hapisteki, yurt dışındaki, sürgündeki sendikacıların, işçi önderlerinin ve devrimcilerin yurda dönüşleri, mücadeleye yeniden katılmaları için gereken dayanışmanın örgütlenmesi, devrimci politik ortam ve kamuoyunun yaratılması.
- Bir yeni araştırma örgütü (gerekirse Türk-İş dışında) kurularak sosyal bilimcilerin, uzmanların sınıf sendikacılığına yapacağı katkıların organize edilmesi.
- Halen örgütlü olmayan milyonlarca işçinin sınıf sendikacılığı doğrultusunda örgütlenmesi perspektifi.
- Devletten, kapitalist işletmeden, burjuva partilerinden mutlak bağımsızlık.
- Dış kaynaklı bağışlar yerine sendikaların mali özerkliğini garantileyecek oto-finansman düzenlemeleri; üst yönetimlerin CIA-MİT bağlantılarının teşhiri ve sınıf nezdinde yargılanması.
- Lokavtın anayasal hak değil, suç olduğunun dayatılması.
- Çalışanların haklarının tüm iş yerlerinde eşit olması. (Yabancı üsler, serbest bölgelerde hak kısıtlamalarının reddi)
- Geleneksel sendikacılığın müzakere taktiklerinin, alınan kararların likide edilmesinin, oyalama yöntemlerinin işçi kitlesine gösterilmesi ve bunların demokratik yöntemlerle ikamesi doğrultusunda genel ajitasyon faaliyeti.
- YHK, Kamu-Sen, TÜHİS ücret politikası, sendikalaşma ve grev yasakları diğer örgütlerle işbirliği yasağı, grev hakkı sınırlaması, grev erteleme gibi burjuvazinin kurumsal-hukuksal engellemelerine karşı ekonomik ve politik ajitasyon.
- Sendika ve soyut bürokrasi düşmanlığının, sendika içi demokrasinin çiğnenmesinin, mevki ticaretinin, kulis faaliyetlerinin politik reddi.
- İlerici, devrimci uluslararası sendikal örgütlerle ilişkilerin kurulması güçlendirilmesi.
- DİSK’in açılması, mal varlığının geri alınması, bu varlığın her iş kolunda yaratılan sınıf sendikalarına aktarılması ve gerekirse dolaylı yoldan aktaracak kurumsallaşmalara gidilmesi.
- Ne politik örgütlenmelerin yan kuruluşları olacak, ne de sosyalist örgütlerle, partiyle etkileşimden çekinecek bir sendikal politikanın oluşturulması.Bu ilkeler ve hedefler, salt ekonomik mücadele ile elde edilemeyecek olup, ekonomik mücadeleyi sömürünün sonlandırılması mücadelesine bağlayacak hedeflerle, sosyalizm perspektifini netleştirecek ilkelerle bağlanmalıdır.
Bu ilkeler ve hedefler, salt ekonomik mücadele ile elde edilemeyecek, ekonomik mücadeleyisömürünün sonlandırılması mücadelesine bağlayacak hedeflerle, sosyalizm perspektifini netleştirecek ilkelerle bağlanmalıdır.
- Sanayi kuruluşları ve mali kuruluşların işçi denetimine açılması, fakat bunun burjuva demokrasisi aşılarak gerçekleştirileceğinin pratikte kanıtlanması.
- Sendikal hareket dışındaki popülist, reformcu ve sınıf uzlaşmacı politikaların eleştirisi, bu eleştirinin sendika içi önderlere de maledilmesi.
- Reformların tedrici ilerlemesi ile değil, bir politik iktidar değişikliği ile sömürünün sonlandırılması mücadelesinin başlatılabileceğini programlaştırmak.
- Fabrikaların işçi, teknik eleman, mühendislerce denetimi.
- Dış ticaretin devletleştirilmesi.
- Üretimin kolektif karar alma mekanizmaları ile örgütlenmesi.
- İş gücünün meta olmaktan çıkarılması. Üretim araçlarının toplumsal mülkiyetinin egemen mülkiyet biçimi haline gelmesi.
- Üretim ve bölüşüm süreçlerinin merkezi planlaması.
- İşçi sınıfının sendikal örgütlenmesinin politik örgütlenmesiyle arasındaki bağlantıları engelleyen tüm hukuki ve politik çerçevenin kırılması.