Türkiye solu bir belirsizlik yaşıyor. Genel olarak bakıldığında sol hareketin, uzunca bir süredir sorunların farkında olmakla birlikte çözümleri kendisi bulup, yürüdüğü yolu kendisi belirlemek konusunda pek de iyi performans göstermediği söylenmelidir. Çözümlerin büyük ölçüde el yordamıyla bulunduğu görülüyor. Bu yazının merkezinde yer alan legal sol parti konusunun buna iyi bir örnek oluşturduğunu sanıyorum. TBKP, partileşmeye ilişkin bir perspektifi olmakla birlikte, adım atarken, nedense sonuçlarını kendisinin belirleyemeyeceği ve doğal olarak belirsizliği arttırıcı bir yolu tercih etti. TSİP, kendisi, aşağı yukarı adım atmaksızın küçük etki-tepkileri sınayarak yol arıyor. Hemen herkes kendine angajmanlardan sakınan bir “bekleme odası” politikası güdüyor.
Bu arada elbette bazı şeyler tartışılıyor. Tartışmalarda, gündemdeki sorunlara getirilen tanımlar ve önerilen çözümler yeterince derinleştirilememiştir. Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, Türkiye solunun, başta partileşme konusu olmak üzere kendi öz sorunlarını teorik bir düzlemde ele almayı henüz başaramamış olduğu söylenebilir. Genel olarak hareketin teorik yoksulluğu, çoğu hayati sorunun dar pratik gözlem ve akıl yürütmeler düzeyinde kavranmasına yol açıyor. Elbette legal sol parti konusuna teorik ve ilkeli yaklaşımların hiç olmadığını söylemek istemiyorum. İşe bu yaklaşımları hatırlatıp sınıflandırarak başlayabiliriz.
Kimi kesimler için legal bir partinin başlı başına bir ilke olduğu açıktır. Özellikle Türkiye solunun geçmiş legal parti deneyimlerinde önemli pozisyonların sahibi yaşlı bir kuşak, bugün kendisi için başka bir alan görmemektedir. Bunlar ve siyasal programı itibariyle başka bir alternatifi kalmamış olan bir TBKP için legal parti çalışması her şeyi kapsar ve belirler hale gelmiştir. Bu özelde, konunun “her şey” olması, teorik perspektife duyulan ihtiyacı da bütünüyle köreltmektedir. Teorik derinleşmenin maddi zeminini bir pratiğe ışık tutması oluşturursa, legal partiyi ilkeselleştirenler için böyle bir sorun yoktur. Dolayısıyla tartışma hangi tarihte kimlerin yurda dönmesinin daha doğru olacağı, Türkiye’nin iç-dış siyasal konjonktürü açısından ne zaman kılıç atmanın daha verimli olacağı gibi sorular etrafında döner, ve “hallolur”.
Aynı biçimde ama bir diğer uçta parti kavramına yabancı olan, böylesi bir çalışmaya ihtiyaç da duymayanlar vardır. Bunlar ya demokratik kitle örgütleri bağlamındaki çalışmalarıyla ya da dar aktivizmleriyle (bir de kısa süre öncesine kadar SHP içerisinde) tatmin olmaktadırlar. Bu kesimlere söylenecek aşağı yukarı hiçbir şey yoktur.
Bunların dışında akla gelen bir diğer tartışma düzlemi örneğin Görüş dergisinde sık sık gözlemlenebiliyor. Legal partinin hukuki-toplumsal meşruluk sorunu, emekçi sınıflar açısından gündeme getireceği kazanımlar… Bu başlıklar genel olarak, yine pratiğe ilişkindir. Hatta bir ölçüde daha soyut bir düzeye sıçrasa da sosyalist hareketin yeni kanallar kazanması, kitleselleşmesi, bağımsız kimlik sorunun çözümü açısından bir legal partinin sağlayacağı avantajlar gibi daha önce Gelenek‘te de değinilen noktalar bile “pratiğe ilişkin” olarak sınıflandırılabilir.
Süreli sol yayınlara göz atıldığında legal sol parti konusunda teorik yaklaşım adına bugüne kalan başlıca üç eğilim saptamak mümkün. İlki, Gelenek‘te iki yıl öncesinden beri tekrarlanan görüşe göre, legal sol parti işçi sınıfının nihai iktidar örgütü olarak anlaşılmamalıdır. İşçi sınıfının bilimsel sosyalist partisinin oluşum süreci açısından, süresi bugünden kestirilemeyecek bir olgunlaşma dönemine ihtiyaç vardır. İşte, güncel legal sol parti bu olgunlaşmanın bir ara uğrağı olarak anlam taşımaktadır. Kısaca hatırlattığım bu ilk yaklaşım sağlam teorik kalkış noktalarına sahiptir. Ancak bu haliyle, bu teorik kalkışın konu somutunda ete kemiğe büründürülebilmiş olduğunu söylemek de pek mümkün değildir. Bugün nihai örgütlenmenin çok uzağında olunduğu saptaması, doğal olarak, gerekliliği hissedilen güncel partinin de olsa olsa bir “ara uğrak” olacağı sonucunu kendiliğinden verir. Asıl teorik sorular ise bu noktadan sonra başlamaktadır.
Bir diğer yaklaşım Yalçın Küçük’ün “açık devrimci parti”sidir. Bu konuda Bilgin ve Odman’ın teorizasyon girişimleri daha önce Gelenek‘te eleştirilmiş bulunuyor1
“Çağdaş Marksist Parti“
Sonucu yaklaşımı Görüş dergisinde yayınlanan birkaç yazısında Oya Baydar dile getirdi. Baydar ve arkadaşlarının “Çağdaş Marksist Parti” adını verdikleri yaklaşım, “yeni” bir örgüt perspektifi ve modeli sunmaktadır. Yazılarında bu yaklaşımlarının legal sol partiye ilişkin olarak şekillendirildiği yolunda bir ifade yer almamakla birlikte, Baydar’ın görüşleri genel değerlendirmelerdir. Görüş sahipleri herhalde legal sol parti sorununa da bu mercekten bakacaklardır. Sanırım, mevcut yaklaşımlar arasında, kendi içinde belki tutarlı, ama en sağ yaklaşım budur.
Solda parti tartışması başka gündem maddeleriyle de aynı zamana denk düştü. Bunlar içinde diğer maddeleri en fazla etkileyen kuşkusuz Sovyetler Birliği’nde yaşanmakta olanlardır. Gelişmelerin uluslararası hareket üzerinde şu ana kadarki etkisi tam tamına liberalleşme doğrultusunda olmuştur. Çeşitli ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de anlaşılan yıllardır sosyalist ilkelerin modasının geçtiğini düşünenler, glasnost rüzgarında sorumsuzluğa yelken açmış bulunuyorlar. Özel olarak Türkiye’dekilerin geçmişten beri düşünüp de adını koyamadıkları eğilimlerini deklare etme gücünü, benzer görüşler Sovyetler’de dile getirildikten sonra kendilerinde bulmaları, bir kişiliksizlik göstergesi olarak ilgi çekicidir.
Oya Baydar’ın Görüş’ün bir “soruşturma”sına beş arkadaşıyla birlikte verdiği yanıtı2 ve aynı derginin Aralık sayısındaki makalesini3 okuduktan sonra, Gelenek’in 17. kitabında İ.Suphi Candemir imzasıyla yayınlanan bir yazıyı hatırladım. Baydar’ın, Yeni Düşün‘ün Nisan sayısında yayınlanan bir yazısını eleştiren Candemir’in üslup ve değerlendirmeleri aradan geçen süredeki “katkılar” göz önüne alındığında bugün için fazla yumuşak kalıyor. Candemir’in de bu görüşe itiraz edeceğini sanmıyorum. Örneğin artık, “Bu yazılanlar, ilk ağızda çağrıştırdıklarının da ötesinde ‘sağ’ bir içerik taşımaktadır. Baydar’ın farkında olduğunu hiç sanmıyoruz ama bu söyledikleri doğrudan doğruya, geleneksel sol’un büsbütün dışında, tam tamına yeni sol bir konuma tekabül etmektedir”4 demek, Baydar’ın görüşlerini nitelemekte oldukça iyimser bir tanımlamadır. Zira, eleştirilen kişi bazı şeylerin gayet net biçimde farkında olduğunu ve bazı tercihleri net olarak yaptığını sergilemiş bulunmaktadır. Baydar artık açık açık bu yüzyılın başlarında üretilen bolşevik örgüt teorisi ve modelini “çağdaşlık” adına reddetmiştir. “Profesyonel devrimci”, “çelik çekirdek” gibi terim ve kategoriler, ona göre 1917’nin biçimsel kopya ve karikatürleridir, o kadar!..
Baydar çok açık yazmaktadır: “Örgütünden başka silahı olmayan işçi sınıfını, emekçi halkı, savaşın kaybedilmesi pahasına, eski model çakar almaz silahlara mahkum etmeye hakkımız olup olmadığını soruyorum kendi kendime”5 Evet Baydar’a göre eski örgütlenme deneyimlerinde “balık baştan kokmuştur”. Ve bozuk mönüyü Türkiye’de 70 yıldır, herkes -ama KP’den, troçkistlere, devrimci demokratlardan, maoculara kadar istisnasız herkes-afiyetle yemiştir. “Hepimiz aynı modeli kabul etmiş, Lenin’in 1917’lerdeki partisini kendimize örnek almış, örgütlerimizi ona benzetmeye çalışmıştık6
Peki bu sözler “yeni” midir?
Kesinlikle hayır. Bu sözler Eurokomünistlerde görülebilir; daha geri gidilebilir ve “sol” komünistlerde görülebilir; istenirse çağdaş liberter-anarşist eğilimlerde gözlemlenebilir… Bu, bir gelenektir: Sosyalist hareketten sapmaların hemen hepsi, leninizme ve 1917’ye karşı benzer eleştiriler yöneltmişlerdir.
Bu görüşler üzerine sinmiş olduğu halde Baydar, herhalde daha önce Carillo’yu okuyup okumadığı, ya da başkalarını dinleyip dinlemediğinin kendisine sorulabileceğini öngörerek yanıtını da hazır etmektedir: “Şu günlere gelene kadar, bu soru ve cevabı üzerinde hele biz ortodoks çizgilerde yer alanlar pek düşünmedik, hayatın zorlamaları kafamızda sorular uyandırıp da düşünmek zorunda kaldığımızda, ‘kafir’ oluruz korkusu içinde bu türden muzır düşünceleri kafamızdan uzaklaştırıp kendi kendimizden bile saklamaya çalıştık”.7 Baydar yeni olmayan tezleri şimdi ortaya dökmesinin nedenini böyle açıklıyor. Bu noktada Candemir’in değerlendirmesi güncelliğini ve vuruculuğunu korumaktadır: “Nesli tükenen yaratık” imajını silmek için bu kez ‘omurgasız yaratık’ görünümü vermek çok ayıp oluyor.8
SBKP’nin iç ve dış politikalarında ortaya koyduğu glasnosttan sosyalistler omurgalarında “açıklıklar” üreterek etkilenmemelidirler. Glasnosttan sağ bir tutum üretmek ciddi bir sorundur. Sorunun kaynağı ise teorik-politik etkilenmelerden öte bir yerde aranmalıdır. Sorun tam anlamıyla kadroların kişilik sahibi olup olmamalarına indirgenebilir. Yıllarca ortodoksluğun bayrağını sallayacaksın, sonra kalkıp eski konumuna dogmatizm, bağnazlık vb. diyeceksin; örgütler kurup yöneticilik yapacaksın, sonra rüzgarların yönü değişince eski pratiğini alaya alacaksın.. Baydar’ın bu tutumuna yakışan sıfatlar “politika” sözlüklerinde oldukça boldur…
Baydar’ın yazılarının yayınlandığı Görüş dergisinin yayın yönetmeni Çağatay Anadol’un bir başka bağlamda söylediği şu sözlere kelimesi kelimesine katılıyorum: “Bazı şeylerin özeleştirisi başlıca siyasi sorumluları için yoktur(…)
“Sosyalist mücadelede ‘dün dündür bu gün bu gündür’ olmaz. Sosyalist mücadele, olumluyu olumsuzdan ayıra ayıra sağlam gelenekler yaratan sosyalist insan tipini geliştiren bir mücadeledir. Bu hiç unutulmamalıdır”.9
Bu sözler Anadol’un kastettiği D.Perinçek’e nasıl uygun düşüyorsa bir O.Baydar tipolojisine de aynı uygunluktadır.
Yine Görüş dergisinde geleneksel soldan bir aydın, Serol Teber’in sergilediği yaklaşım Baydar’ın yeni görüşlerine tarih yorumu alanından teorik bir destek vermektedir. Teber’e göre “özellikle Sovyetler Birliği’nde yayınlanan kaynaklarda sergilenen olumsuzlukları bu kanlı trajik olayları salt Stalin ya da ‘Stalinizm’ faktörleriyle açıklamaya çalışmanın yanlışlığı ve eksikliği ortadadır”10 . “Gerçekte sorun, KP’lerin özünden gelen merkeziyetçi-antidemokratik (despotik ve dogmatik) niteliklerden kaynaklanmaktadır”.11 Yine Teber’e göre KP’ler “bilgisiz, yeteneksiz ve kriminallerin toplanma yeri” olmuştur. Bu aygıtların içinde nefes alınamaz, yaşanamaz. Hatta Stalin’in çevresine topladığı komünistler, “madalyalı ve altın dişli kötülerdir”.
Bu ilginç fantezileri okudukça, gelişigüzel kullanılan stalinizm, stalinist despotizm gibi deyimlerin masumiyetine şükretmek gerekiyor. Şaka bir yana, bu deyimler kullananlara ciddi bir sorumluluk yükler. Önce Stalin döneminin nesnel sorun ve öznel hatalarının bir “sistematik” oluşturduğunu kanıtlamayı gerektirir. Bu, o kadar kolay değildir. İkincisi, bu terimler aracılığıyla, sanırım, insanlar “yenilik”lere kapalı olmadıkları mesajını vermenin bir yolunu bulmuş oluyorlar. Çok fazla örnek içinden birini seçiyorum: Görüş‘ün Ekim sayısında Sovyet tezlerine yerinde ve doğru bir tepki gösteren12 Ahmet Kaçmaz’ın bu kez Ağustos ayındaki yazısı… Bu yazıda TSİP Genel Başkanı Kaçmaz “Ekim Devrimi sonrasında sosyalist demokrasinin Stalin despotizmine evrildiğini”13 anlatmaktadır. Stalin “despot baba”, sorunların sorumlusu “stalinizm”dir. Aynı imza, aynı derginin Mart sayısında sosyalist demokrasi konulu bir diğer çalışmanın altında da yeralmakta, ve yazar burada hiç de despotlardan ve “izm”lerden sözetmemektedir. Mart’tan Ağustos’a, beş ay içinde ne olmuştur? Ortada “bundan sonra böyle” deyip geçilemeyecek bir sorun vardır…14
Tekrar Teber’e dönersek, sözettiğim yazısındaki pek az doğrudan birini bir siyasal dönemin bir lider ya da ideolojiye maletmenin materyalizme uymadığı görüşü oluşturmaktadır. Ama sormak gerek; Teber’in “partinin örgütlenmesi ve niteliğine” her şeyi bağlaması daha mı “materyalist”tir?
Olup bitenlerin leninizmi ve 1917’yi bağladığını düşünen Teber ve Baydar bu noktada haklıdırlar. Ama bu durumda tutulacak çok fazla yol yoktur. Ya sahip çıkılır, ya da reddedilir! Reddedilecekse, reddiyenin 1903-85 arasıyla sınırlı kalmasının ne bir güvencesi ne de mantığı vardır. Sosyalizmin tarihindeki bütünsellik bir kez kaçırıldığında Marx’a sahip çıkmak da, perestroykayı kavrayabilmek de pek mümkün olmayacaktır. Yok eğer mesele belli bir dönemin uygulamalarındaki hataları tartışmak, doğruyu yanlıştan ayırmak vb. ise, o zaman eleştirinin içerik ve üslubunun daha “içeriden” olması gerekir. “İzm”ler işte buna izin vermiyor…
Teber’in kendisine destek arayıp bulduğu tarihsel kişilik ise Rosa Luxemburg olmuş. Burada da bir dolu küçük oyun dönmektedir. Luxemburg’un leninist pratiğe eleştirileri Teber’in yaklaşımına oranla çok daha yapıcı bir psikoloji barındırır. Luxemburg en azından kendi koşullarında iktidarı düşünen bir sosyalisttir. Sonra, “tarihsel destek” olarak kimin seçileceğinde galiba tercih edilen kişiliğin bugüne uzanan bir siyasal gelenekle bağı olmaması gözetilmektedir. Yoksa Teber’in troçkistlerin kimi versiyonlarıyla ya da anarşizan tepkiselliklerle ortak yönleri daha fazladır.
Görüş dergisine katkıda bulunan Baydar ve Teber gibi isimler “yeni”lik paronayasına kapılmış bir Yeni Açılım‘ın “nasıl yaparız, kendimizi değiştirebilir miyiz, ama insanlık…” gibi çocuksuluklarına göre daha sistemli, bütünsel ve tehlikeli tezler ortaya atmaktadırlar.
Bir de şu söylenmelidir: Çağdaş marksist parti görüşü legal sol parti tartışması açısından, hiç olmazsa bir görüştür, net olarak kendini anlatmaktadır. Artık başkalarının da bu konularda ne düşündüklerini aynı açıklıkla ortaya koymalarının zamanı gelmiştir. Bu bir ilke tartışmasıdır, pragmatik hesaplar ya da kimi beklentiler adına kimse bu tartışmadan kaçınmamalıdır. Kişilikli olanlar omurgasızlık örnekleri karşısında ayrımlarını çizmelidirler.
Yukarıda bir hatırlatmayla değindiğim Toplumsal Kurtuluş yazarları gibi “radikal” çevreler ise ortalıkta leninizme ve geleneksel değerlere karşı bu denli saldırgan yaklaşımlar kol gezerken, bundan böyle öznel tasarımlarını kağıda dökerken daha özenli olmalıdırlar. Geleneksel değerlerin tutarlı reddiyesi yalnızca sağ sapmalara özgü olabilir. “Katkı” vb. adına bu değerlerin aşılmasını teorileştirmeye kalkışmak radikal kesimlere yakışmayacaktır.
Tehlikeli Adımlar
Sağ rüzgarlar esmeye bir başlasın neler çıkıyor: Örneğin Sadun Aren’in bir legal partinin Sosyalist Parti‘yi de kapsaması gereğine ilişkin tezine mutlaka tepki gösterilmelidir.15 Sol partinin nasıl oluşacağına ilişkin somut tartışmayı sevenler, Aren’in maocularla birleşmeyi önerirken, TBKP, TSİP ve SP dışındaki “marksist gruplar ve kişilerin bu birliğe kazanılmaları özel çaba gösterilmesini gerektiren ayrı bir sorun oluşturmaz”16 görüşünü nasıl değerlendirdiklerini açıkça ve en kısa zamanda deklare etmelidirler. Ben, Türkiye’de böylesi modellerin tutacağına hiç inanmıyorum. Ne sözü edilen çevrelerin bütünselliklerini koruyarak bir “sosyalizm bezginleri kulübü”nde biraraya gelebileceklerine, ne de reformist girişimlerin bu ülkede uzun vadede kalıcı bir zemin bulabileceklerini sanmıyorum.
Partileşme konusunun içinde ve dışında başka “tehlikeli” ya da “sağ” görüngülere değinmek gerekiyor. Önce bir soru: Yasal bir parti bugün varolan ya da uzun vadeli olarak varlığı öngörülebilecek her tür öncü örgütlenmenin alternatifi olabilir mi? Vereceğim yanıt açık bir hayırdır. Legal sol parti sosyalist bir iktidarın şafağı sökerken ya kendi içinde dönüşümler geçirmek ya da başka öncü örgütlenmelere yolu açmak zorunda kalacaktır. Yine aynı şekilde, Legal sol parti, bugün varolan, kendi içlerinde tutarlı ve homojen gruplaşmaların üstüne sünger çekemeyecektir. Çekmesi mantıksızdır, çünkü farklı gruplaşmalar gerek ideolojik-politik ortaklıkları zemininde, gerek sol partinin bütününün sahip olamadığı özel misyonları (örneğin kimileri demokrasi mücahitliğini, kimileri beğenilmeyen “çelik çekirdek”i hedef almakta özgürdür) nedeniyle bir nesnelliğe haizdirler. İdari önlem önermek fazla yapay ve beyhude olacaktır. Bu konuda Ahmet Kaçmaz eski görüşlerini17 değiştirmek pahasına partileşme için örgütlerin lağvını zorunlu saymaktadır.18 Aynı görüşü Çağatay Anadol’un da paylaştığı görülmektedir: “Partinin kuruluşunun açıklandığı güne gelindiğinde de artık sadece bu Parti olur (yasal ve geniş bir sol partiden sözediliyor A.G.), daha önceki oluşumda yer alan parti, çevre grup ve benzerleri fiilen bu üst ve kapsayıcı birlik içinde, birbirleriyle ve tek tek marksistlerle kaynaşarak önceki örgütsel varlıklarım sona erdirirler'”.19
Bu görüşler ilk esin kaynakları ne olursa olsun, legal sol partiye tekil ve total bir misyon tanımaktadır. Çeşitli sorular kaçınılmaz olarak sorulacaktır: Bu partinin içereceği ve kaçınamayacağı heterojenlik, ya da çok-seslilik, artık örgüt teorimizin köşe taşı haline mi gelecektir? Peki, eğer söylenen buysa bunun, leninizmin eskidiği yolundaki tezlerden bir farkı var mıdır?
Tekrar edeyim; legal sol parti için diğer organizasyonların sona ermesini şart koşmak, bu partinin tüm misyonları yerine getirebilecek olduğu, bu anlamda nihai örgüt olduğuyla eşanlamlıdır. Türkiye’de sosyalist hareketin katedeceği yollar bu kadar kısa olmadığı için, bu, yanlıştır. İkincisi, legal sol partiyi nihai oluşum sayan yaklaşım, bu partinin solun eksiklikleri nedeniyle taşıyacağı örgütsel, ilkesel, programatik zaaflara teorik meşruluk atfetmek zorundadır. Bu, daha da büyük bir yanlış olacaktır. Bir taraftan kovulan “yeni” düşüncenin arka kapıdan içeri alınmasıdır. Yine de, tüm bunların böylesine kurgulanmaksızın dile getirildiğini, benimse yanılmış olmamı diliyorum.. Eğer durum buysa, söyleyebileceğim yine de bir şey var: Kimsenin sosyalist hareketin geleceğini ipotek altına sokacak teorik angajmanlara pragmatik tartışma aletleri olarak başvurması haklı görülemez. Pratik tartışmada elbette teorik ilkesellikten uzak pragmatik araç ve argümanların vazgeçilmez bir yeri vardır. Ancak bunların, ilkeleri deforme etmesine izin verilmemelidir. Ben, söz konusu tartışmada da, güncel adımlar için gerekli görülenlerle sol partiye ilişkin genel söylemin ayrıştırılarak savunulabileceğine inanıyorum. Bunun için ihtiyaç duyulan özellikler, yalnızca politik esneklik ile teorik netliği uyumlu tarzda birleştiren bir olgunluktur.
Parti’yi Tartışmak
Tüm bunlardan sonra legal sol Parti tartışmasında mutlaka eklenmesi gereken teorik boyutu tanımlamaya sıra geliyor. Bu yazı çerçevesinde bu konudaki kimi yanlış eğilimleri sergilemeye ve eleştirmeye çalıştım. Legal sol partiye ilişkin teorik boşluğun doldurulması bu yazının boyutlarını aşıyor. Burada tam anlamıyla bir “sorun saptaması”yla yetinmek durumundayım. Kimi tekrarlar için okuyucudan özür dileyerek sürdürüyorum.
1)Sosyalist hareketin iktidar perspektifine sahip olması, bunun bir kimlik sorunu olduğunu söylüyoruz. Bu, ne iktidarın çok yakın, ne de buraya giden sürecin yalın olduğu anlamına gelir.
2)Bir sosyalist iktidarın gündeme geldiği momentte, kendini bu misyona göre biçimlendirmiş bir aygıta ihtiyaç vardır. Bu aygıtın tarihsel anlamı, sınıfsal karakteri ve, şematik değil ilkesel nitelikleri bu yüzyılın başında yaşanan bir deneyimle teorik ve pratik olarak belirlenmiş bulunmaktadır. Bu model devrimci marksizm için tartışmasız, geçerli olmalıdır.
3)Bu ülkede, söz ettiğimiz “nihai oluşum” ya da “işçi sınıfının bilimsel sosyalist partisi” bugüne dek yaratılmış değildir. Yaratılması ise ne örgütsel birleşmelere indirgenebilir, ne de solun tümünün aritmetik toplamına. Bu, uzun vadeye yayılan bir görev olarak sosyalistlerin önünde durmaktadır.
4)Modelin evrensel geçerliliği, her somut durum için yeniden üretilmediği taktirde hiçbir anlam taşımayacaktır. Uzun vadeli görevin ilk adımı “evrensel geçerliliğin onaylanması” ise, ikinci adım bir teorik öngörü anlamında “somut tasarımıdır”.
5)Bugün pratik ihtiyacı duyulan legal sol partiye, evrensel modele uymadığı için gerekli programatik talepler ve örgütsel özelliklerle örtüşmeyeceği için kategorik olarak karşı çıkmak, önemli bir yanılgıdır. Genel modelin her somut momente olduğu gibi uyarlanabileceği gibi bir yanılgıya dayanmaktadır. Örneğin, Siyaset gazetesine verdiği yanıtlar, İşçi Dünyası yazarlarından Seçkin Kır’ın böyle bir yanlışa düştüğünü düşündürtmektedir.20
6)Legal sol parti, Türkiye’de işçi sınıfının bilimsel sosyalist partisinin oluşum sürecinde oynayacağı rol açısından tartışılmak zorundadır. Bu tartışma evrensel bir örgüt teorisinin mücadele modelinin ülke özelinde yeniden üretilmesi bağlamında ele alınmalıdır.
7)Legal marksist yönelimler içindeki birey ya da çevreler, bileşiminden ilkelerine kadar legal sol partiyi nihai oluşumla eş sayan bir tutum içine girmektedirler. Bu, kendi açılarından tutarlıdır. Legal marksizm Türkiye’de, sosyalist hareketin iktidarı değil muhalefeti düşünmesi, ve yerleşik muhalefet haline gelerek düzene eklemlenmesi anlamına gelmektedir. Bu yönelimlerde olanlar tercihlerini kesinleştirdikleri ölçüde, kaçınılmaz olarak sol içi ayrışma da kesinleşecektir.
8)Legal marksizm tarihsel kökenine, bolşevizm öncesine dönme yolunda adım atarak netleşmektedir. Bu noktada “Ben, yolumu zaten ayırdım, ne derlerse vız gelir” kayıtsızlığına düşenler sorumluluklarını yerine getirmekten kaçınmış olacaklardır. Tartışmayı sürdürmek gerekmektedir. En önemlisi solda, geçmiş eksiklik ve hataların leninizmle özdeşleştirilmesine karşı durmaktır. Bolşevizmin, tarihe gömülmesine elverecek bir geçmişi ve yıpranmışlığı yoktur. Bu eksiklik geleceğe yönelik umutların onda temellendirilebilmesi için bir olanağa dönüştürülmelidir.
9)Legal marksizm, reel sosyalizmin konjonktürel yönelimlerinden olsa olsa geçici rantlar toplayabilir. Bu ikisi arasında eşitlik kurmaktan kaçınarak seviyeli bir eleştiri tutturulmalıdır. Diğer taraftan bu geçici rantlara oynayarak “çok şeyler kazanılabileceğini” tasarlamanın bir yanılsama olduğu anlaşılmalıdır. Anlamayanlar, reel sosyalizmin önümüzdeki dönemlerde gireceği farklı konjonktürlerde aynı dersi oldukça pahalıya öğrenmek durumunda kalacaklardır.
10)Legal sol partinin yalnızca sosyalist hareketin meşrulaşması, yasal olanakların kullanılabilmesi, kitlelere sosyal-demokrasiden başka örgütlü ve sağlıklı bir alternatif gösterebilmek, sosyalizme yeni kadro yetiştiren bir okul olması, ülkenin her yerinde ses verebilmek genel siyasette söz sahibi olmak, marjinalliğin kabuğunun kırılması… gibi açılardan gerekli olduğunu düşünmek yeterli değildir. Tüm bunlar çok önemlidir. Ama legal sol parti, Türkiye sosyalist hareketinin iktidara giden süreçte geçirmesi gereken iç olgunlaşmalar açısından da ciddi misyonlar yüklenebilir. Somut tahlili yapılması gereken somut durum, budur.
Dipnotlar ve Kaynak
- Hekimoğlu Cemal-Köprülü Ayşe Ümit; “Legal Sol Parti: Estetize Edilmiş Yanlışlar”, Gelenek 18, Haziran 1988
- Baydar Oya-Dinçer Gönül-Engin Aydın-Gürkan Hasan-Kılıç AlaettinKılıç Zülal; “Çağdaş Marksist Parti Anlayışımız”, Görüş 23, Ekim 1988; s.17-18
- Baydar; “Pas Tutmus Silah Değil Yeniden Yapılanma” Görüs 25, Aralık 1988
- Candemir İ.Suphi; “Kaş Yapayım Derken” Gelenek 17, Mayıs 1988; s.105
- Baydar; “Pas…” s.18
- a.g.y., s.18
- a.g.y., s.18-19
- Candemir; a.g.y., s.18
- Anadol Çağatay; “Soruşturma: TBKP Birlik ve Demokrasi” içinde Yeni Açılım 8, Aralık 1988; s. 22
- Teber Serol; “Sorun Salt Stalin ya da ‘Stalinizm’ mi” Görüş 25; s. 38
- a.g.y., s.39
- Kaçmaz Ahmet; “Dünyamız Nereye Gidiyor” Görüş 23; s. 32-34
- Kaçmaz; “Aurora’nın Yaptığı”, Görüş 2l, Ağustos 1988, s. 19
- Kaçmaz’ın içeriğine aşağı yukarı bütünüyle katıldığım “Mart” yazısı şöyle sona eriyor: “(…) Sosyalist demokrasinin önünde çözülmesi gereken çok ciddi problemler olduğunu kimse inkar etmiyor. Bana kalırsa esas ütopistler, dünyamızın kapitalizmden sosyalizme geçiş dönemini yaşadığını, alabildiğine çalkantılı bu dönemin son derece karmaşık problemler yaşattığını gözden kaçıranlardır, olup bitenlere global bir bütünlük içinde bakacak yerde devamlı sosyalist uygulamalardaki aksaklıklara ve eksikliklere takılanlardır. Oysa gezegenimizinen azından son bir asırlık tarihi sosyalizmin-üstelik de var olan, yasanan reel sosyalizmin bir ütopya değil insanı gerçekten özgürlestirecek yegane sistem olduğunun, bunun dinamiklerini sadece ve sadece kendisinin tasıdığının sayısız örneğini veriyor. Tabii, görmeye niyeti olana.”(Sosyalist Demokrasi”, Görüs 16, Mart 1988; s.11) Bu doğru değerlendirmeye “Stalinizm”in kolayca eklenebileceğine inanmıyorum.
- Aren Sadun; “Soruşturma: TBKP…” Yeni Açılım 8, s. 18
- a.g.y., s.19
- Kaçmaz; “Sol Siyasetten Silinemez” Görüş 7, Haziran 1987. (“Sol partinin dünya görüşünün belirlenmesi noktasında bu ideolojik farklılaşmalar ve nüanslar üzerinde tartışmaya girilmesinin fayda getireceğini sanmıyorum. Çünkü bugün ihtiyacımız olan solun tamamını kucaklayacak, solda yer alanların tümünün omuz vermesiyle oluşturulacak bir parti… Hiç akıldan çıkarmayalım ki sol parti bir uzlaşma partisi olmak zorundadır.” s. 7)
- Kaçmaz; “Çözümü Toplumsal Meşruiyette Aramak” Görüş 25, (“Örgütlü örgütsüz her marksistin, daha ilk adımda yani yasal partiyi elbirliğiyle yaratma girişiminde, kendisinin bu partinin eşit haklı ve görevli bir unsuru olarak görmesi, oluşacak partiyi ‘herşey’in ve mevcut ilişkilerin üstünde tutması, parti oluştuğu anda sadece bu örgütün olacağını, başkasının kalmayacağını ve işçi sınıfı siyasetinin yalnızca bir partide somutlanacağını bilmesi (…) zorunlu bir önşart oluyor.”; s. 27)
- Anadol; a.g.y., s.21
- Kır Seçkin; “Legal Sol Parti Sorunu” içinde; Siyaset 2, Aralık 1988, s. 5