Türkiye solu son yıllarda gündemini yoğun biçimde dolduran birlik tartışmalarında bir kritik evreye daha girmiş bulunuyor. BTDK evresinin geride kalmasıyla ve diğer dinamiklerle birlikte, solun birliğini tartışan ve hedefleyen kesimleri de somut bir ayrışma yaşadılar.
Bilindiği gibi ayrışmanın sağ tarafında yasal parti inşası, sol safında ise devrimci sosyalist blok önerisi şekillendi.
Bu değinme yazısı, Gelenek‘te bugüne dek sergilenen çözümlemelere derinlik kazandırma amacı taşımıyor. Daha sınırlı olarak ve kısaca, sürecin bundan sonrasında önem kazanacak kimi noktaların altını çizmekle yetineceğim.
Yine, bu yazıda yapılacak saptama ve öngörülerin dinamik bir sürece ilişkin olduklarını hatırlatmak isterim. Dolayısıyla bu yazı nesnel değerlendirmeler olarak değil, bir politik irade beyanı olarak okunmalıdır. Amacım, sürece yapmaya çalışacağımız müdahalelerin yön ve anlamının daha açık biçimde kestirilebilir hale gelmesi.
Solda Değişimler
Hemen başlarken iki saftan sözettim. Ancak bu ayrıştırmayla, dışarıda kalanları yok saymak, küçümsemek niyetinde değilim. Yalnızca birlik tartışmasını sorun etmeyenler değil, edenler arasından kimileri de saflaşmanın dışında kaldılar.
Öncelikle genel plandan başlayalım.
Türkiye solu 1970’li yıllarda da çok parçalı bir görüntü arzediyordu. Bu görüntünün iki ana parçası, yine kendi içlerinde bölünmüş olan geleneksel sol ve devrimci demokrasiydi. İki kategorinin varlığı günümüzde de sürüyor. Türk sol yazınında, belki bu kategorileştirmeyi en çok ve net olarak yapan Gelenek‘tir. Ancak yine bu kategorilerin sınırları ve içeriklerinin bir daha bozulmamacasına çizilmiş olmadıklarını da, yine en çok ve net biçimde işaret eden Gelenek olmuştur. Bunu kendimize pay çıkartmak için değil, bir saptamaya hazırlık olması için vurguluyorum.
Saptama ya da hatırlatma şu: Ne geleneksel sol 10 yıl önceki geleneksel soldur, ne de devrimci demokrasi eski niteliklerini korumaktadır.
Geleneksel solun içindeki menşevik ve bolşevik eğilimler, Türkiye’nin, ama özellikle dünya konjonktürünün sunduğu ortamın katalizörlüğüyle birbirlerinden uzaklaşmıştır. Geçmişte bolşevik ve menşevik eğilimlerin bulaşık ya da farklı dozlarda içerildiği yapılar artık bu ağırlığı taşıyamamaktadır. Yine geçmişte esas olarak teorik düzlemde çekilmiş sınır çizgileri artık güncel politik projelerin de arasına ciddi mesafeler koymuştur. Aslında sosyalist ülkelerdeki restorasyon ya da reform süreçleri karşısında geleneksel solun içinde gizli menşevizm bir eğilim olarak kalamamış, bu kesimin önemli bir bölümünün sosyal demokrasiye evrilmesine yol açmıştır.
Devrimci demokraside ise, bu kesimin bir bölümü için artık bu adlandırmayı zorlaştıran bir eğilim güç kazanmış bulunuyor. Bu eğilim işçi sınıfının tarihsel misyonuna yapılan vurguda somutlanmaktadır, geliştiği ölçüde de Türkiye solunun bu bölmesi “orta sınıf tepkisi” ile tanımlanır olmaktan uzaklaşacaktır. Türkiye’de artık ciddi olarak, “devrimci demokrat kökenli” ancak artık popülizmden işçi sınıfı temeline doğru bir eşik atlamakta olan bir kesim mevcuttur.
Bu dönüşüm esnasında kimilerinin yeni solun uvriyerist yorumcuları olup çıkmaları doğal bir yan ürün olarak görülmelidir. Dönüşümün sağlıklı bir devrimci marksist eksende sabitlenmesi ise bir dizi etkileşimin, bir politik mücadelenin sonucu olabilir ancak. Bu mücadelede ideolojik parametreler, işçi sınıfı ile organik bağların zayıflığı nedeniyle kaçınılmaz biçimde daha büyük etkide bulunacaktır.
1990’lar Türkiyesi’nde devrimci demokrat nitelemesine tam anlamıyla uygun iki sol sektör, öğrenci gençliği temel alan sayan Türk solu ile ulusal bir zeminde faaliyet yürüten Kürt hareketidir. Geçmişte yer yer bağımsız bir alan olarak gelişebilmiş olan silahlı mücadele ise artık çok daha fazla bu iki zeminin parçası haline gelmiş bulunuyor.
Solda birlik tartışmalarına ilgi gösterenler arasında klasik devrimci demokratların aşağı yukarı hiç, ama işçi sınıfı zeminine yakınlaşan aynı kökenlilerin bol bol bulunması da rastlantı sayılmamalıdır. Geleneksel solun temel tercihlerinden birini oluşturan işçi sınıfının misyonuna ilişkin marksist değerlendirme, bugün solda birliği sorun edinenlerin ortak paydasıdır. Bunu paylaşmayan devrimci demokrat kesimler ise birlik sorununun yakıcılığını hissetmemektedirler. Kendi açılarından verimli alanlara sahip oldukları ölçüde, geçtiğimiz yıl bol bol telaffuz edilen “tekil grupların doğrusal gelişimlerinin sınırlılığı” iddiasının gerçekliğini yakınlarında göremeyeceklerdir. Açıkçası, klasik devrimci demokrasinin sosyalizme oranla önünde konjonktürel bir gelişim alanı mevcuttur. Dolayısıyla birlik süreçlerinin dışında durmalarının bir nesnelliği vardır.
Farklı Proje Mi, Kararsızlık Mı?
Birlik tartışmalarının devrimci demokrasinin tasvir edilen bölmeleri dışında kapsayamadığı kesimleri, örneğin “Arnavutluk’çu” çizgileri farklı değerlendirmek gerekiyor. Yalnız bu geleneğin de devrimci demokrasinin yaşadığı süreçleri tekrarladığı açıktır. Dolayısıyla da, bu cephenin kimi unsurlarının programatik açıdan işçi sınıfı zeminine ilgi duyar hale gelmeleri muhtemeldir.
Sürecin bizatihi içinde olup da “sosyalistlerin birlik partisi” ve “devrimci sosyalist blok” saflaşmasında taraf olmayanların bu konumlarının kalıcılaşamayacağı söylenebilir. Kalıcılık, ancak mevcut mesafenin nesnel bir temelinin sözkonusu olması halinde geçerli olurdu. Bugün herhangi bir birlik projesi içinde pratik olarak yer almayan çevrelerin tekil doğrusal gelişme ufukları, konumlarını kalıcı ve kararlı kılacak denli geniş değildir.
Sonuçta geriye yalnızca maddi süreç ve gerekliliklerin kavranışına dair, yani öznel etmenler kalıyor. Elbette bu kategoriden etmenler seçişleri tamamen belirleyebilir de. Ancak bu seçişlerin öznel mantığının tartışılması hem spekülasyon, hem de sözkonusu çevrelerin içsel karar alma mekanizmalarına haksızlık olur. Burada söylemeye kendimde hak göremeyeceğim tek şey var: Temel projelerin dışında, bitaraf kalmak süresi belirsiz de olsa, geçicidir. Dışarıdan bu sürece etkide bulunmanın tek yolu içinde olunan proje doğrultusunda somut adımlar atılması, bu anlamda projenin nesnel bir çekim merkezi haline getirilmesidir.
Devrimci Sosyalist Blok ve Kopuşun Zemini
Buraya kadar ki yorumlar şu öngörüye dayanıyor: Türkiye solu bugün ve önümüzdeki süreçte üç eksende gelişme gösterecektir. Reformizm, devrimci demokrasi ve devrimci marksizm. Geçmişte asli olarak geleneksel solun- ama belirli eğilimler olarak, kesinlikle belirli devrimci demokrat çevrelerin de- içinde yer edinen devrimci marksizm artık gelinen evrede farklı bir programatik çerçeve ve örgütsel mekâna sahip olmak durumundadır.
Birincisi, artık geçmişte varolan kimi muğlaklıklar büyük ölçüde aşılmıştır. Reformizm artık taktik düzeylerle sınırlı olduğu iddia edilemeyecek tarzda ideolojik, programatik, örgütsel, pratik tezahürlerini geliştirmiş, sosyal demokratlaşmıştır. Eskiden kimi yaklaşımların, örneğin Avrupa komünizmine çıktığı eleştirisi getirilebilirken, şimdi reformizm Avrupa komünizmini açıkça solda bırakmıştır.
İkincisi, devrimci marksizm ciddi bir birikime ulaşmıştır. Bileşenlerinin tam anlamıyla belirginlik kazandığı iddia edilemeyecek olsa da, Türkiye solunda teorik üstünlük, ideolojik gelişme potansiyeli ve nitelikli kadro yetiştirme açılarından “hegemonik” bir konuma ulaşma şansı, devrimci marksizm için mevcuttur.
Üçüncüsü, ayrışma konjonktürel kazanımlar adına ertelenemeyecek bir tarihsel-politik ve ahlaki anlam kazanmıştır. Ahlaki anlam, burjuvazinin solu, meşru ve gayrı meşru ayrıştırmasına tabi tutma niyetleriyle körüklenmiştir.
Dört; bir üstte sözettiğim tarihsel-politik anlamdan kastım şu: Türkiye solunun önündeki ilk sıçrama mevcut izolasyonun kırılması olacaktır. Hitap alanının genişlemesi ilk elde derinlemesine devrimci yollardan değil, yüzeysel demokratik bir içerikle kazanılabilir bir hedeftir. Kaldı ki, devrimci bir içeriğin bunalımın kitleler nezdinde sarsıcı olmadığı bir evrede görece marjinal kalması da kaçınılmazdır. İşte tam da bu nedenle, önümüzdeki süreçte ana gidişatı düzen içi dengelere oturan bir açılımı, sola, devrimci bir içeriğe, militan bir mücadeleciliğe doğru zorlayan bir sektörün bağımsız varlığı nesnel bir ihtiyaçtır.
Bununla ilişkili son bir noktadan daha sözedilebilir: Türkiye kapitalizmi sosyalist bir politikanın mücadele alanını genişleten bir dönem yaşıyor. Bu tez, düzenin gerici ve baskıcı reflekslerinin yoğunluğu, buna karşın solun izole konumu karşısında ilk bakışta gerçekçi gelmeyebilir. Bence gerçekçi. Türkiye kapitalizmi dengesizliklerini ve çelişkilerini her alana yaymadan varolamamaktadır. Düzenin her bir hücresinde çözümsüzlük üretiliyor. Bu, sosyalizmi her alanda alternatif göstermeye, propagandasının alıcı bulmasına uygun bir konjonktürdür. Ve bu misyonu, ne devrimci demokratizm ne reformizm, ne de bunlarla bulaşık bir odak yerine getirebilir.
‘Blok’un Karanlık Yüzü
Devrimci marksist bir odağın, ama ideoloji, örgüt ve etkinliğiyle bir güç olabilen bir odağın inşasında önemli zorlukların varolduğunu da görmek gerekiyor.
Önce oldukça “nesnel” bir zorluk: Hemen yukarıda çözümsüzlüğün düzenin her hücresine yayıldığını söyledim. Bu olgu ayrıca örneklendirilebilir, tartışılabilir. Ama, eğer saptama doğruysa, bu durum bir avantaj olmanın yanısıra önemli bir zorluktur da. Düzenin çelişkilerinin, diyelim emperyalizm olgusuna, geri kalmışlığa ya da yoksulluğa vb. odaklandığı bir konjonktürde, tüm güçlerin bir “zayıf halka”da yoğunlaştırılması mümkün ve sonuç alıcıdır. Bugünün Türkiyesi’nde ise sosyalizmin önünde kendiliğinden açılan, faaliyeti davet eden bir odak yok. Dolayısıyla yüzeye yayılıp etkisizleşme riski büyük. Hele bunalımın derinleşmediği koşullarda devrimci bir politika için bu risk daha da büyük…
İkincisi, Türkiye’de devrimci marksist bir geleneğin varolmaması. Bu eksiklik nedeniyle bugün belirli bir sol kümelenmeyi “leninizm” yerine devrimci marksizm ile nitelemeyi daha doğru buluyorum. Leninizm muhtemelen şu günkü öbeklenmenin birkaç evre sonrasına denk düşecek bir deneyim olacaktır ve o güne kadar bir anlamda çeşitli savrulmalar gelişmeye dönemsel damgalarını vurabilirler.
Bu konumla ilişkili olarak, muhtemelen DSB önerisi etrafında toplanacak olan devrimci marksist şekillenme ideolojik ve politik açılardan heterojendir. Sonuçta bu denli karmaşık süreçlerin hakkını verecek tutarlı ve etkin politik faaliyetler üretmesinde çeşitli zorluklarla karşılaşılacağı da kesindir.
Ve son olarak, Türkiye solunun bu iş karmaşası ya da, olumlu bir deyişle iç hesaplaşma süreçleri çevreler arasında değil, çevreleri içlerinden keserek sürüp gitmektedir. Bu durum, zaten çok sayıda öznesi olacak olan bloklaşmanın, birçok öznesini kararsızlaştırmaktadır. İrade birliği olması gereken herbir özne, aslında iradeler bileşkesidir.
Tüm bunların altını çizen bir yazıdan iki sonuç çıkabilir: Karamsar ve politikada garantiler arayan bir yaklaşım, bu nesnel ve öznel verilerden hareketle içe kapanmayı, siyasal süreçleri “gerektiğinden fazla zorlamamayı” seçebilir. Gelişine ufku olan tercih ise, zorlukların aşılması halinde kazancın da muazzam olacağına dayanarak mevcut statükoları zorlamak yönünde olabilir ancak.
Sonuç ya da DSB İçin Perspektif Ögeleri
Daha somut ve gündelik birşeyler söyleyerek bu değinme yazısının sonuna gelmek istiyorum. Maddeler halinde sıralayabilirim.
Bir; Türkiye solunun harmanlanma ya da kartların yeniden karılması evresinde bir eşik atlanabilir. Artık kartlar belirli ana kümelenmelerin kendi içlerinde karılmalıdır. Bir de, hareket iki işi birlikte yapmayı öğrenmek zorundadır: Kartlarını yürürken karabilmek…
İki; yürümek için ideolojik-politik heterojenlik, sosyalist demokrasi ve taban inisiyatifi hayranlarının sandığının tersine, hiç de bir avantaj olmayacaktır. Ama bu zaaftan kaçınılması da mümkün değildir. Homojenleşme yürüyebilmenin önünde bir diğer köklü engel yaratacaktır.
Üç; dolayısıyla sınırları nisbeten geniş bir devrimci marksizm alanının öncelikle programatik ve örgütsel bir vücuda kavuşturulması gerekmektedir. Bu, birlik süreçlerinin mevcut ögelerinin ya da öznelerinin yakınlaşıp uzaklaşmasından öte ve farklı olarak, süreçlerin kendi dönemsel kimliklerinin üretilmesi demektir. Bu yapılmaksızın ne heterojenlikten politika çıkar, ne de hedeflenen süreç bir leninizm deneyimine doğru yol alabilir.
Dört; Türkiye’nin siyasal gündemine mevcut koşullar çerçevesinde girebilmenin en -ve bir diğeri üretilene kadar biricik- etkin yolu bir legal sol partidir. Devrimci demokrat kökenli kimi hareketlerin legal parti ile legalizm arasında kurdukları köprülerin spekülatif ve pekala kaçınılabilir olduklarını anlamaları gerekmektedir.
Beş;1970’li yılların partili-geleneksel, partisiz-devrimci demokrat sol kamplaşması aşılmalıdır. Parti ve hareket kavramlarını birbirlerinin karşısına koyan ve sınırları belirsiz bir hareketliliği tercih eden bir yapılanma devrimci olabilir, ama marksist sıfatı da tartışmalı kalır. Üstelik böylesi bir durumun yeni-sosyal demokrasiye haketmediği bir siyasal olgunluk ve misyon atfederken, devrimci marksizme de bir içerik zaafı getireceği kesindir.
Altı; yukarıdaki son noktayı, sahiplendiğim bir partili mücadele geleneğinin öznel ya da duygusal savunusu adına vurguluyor değilim. Örgütsel şekillenmeler ile politik misyonlar arasında bir bağ vardır. Devrimci marksizm “içerik” ise, bunun örgütsel tezahürü açıkçası parti olmalıdır. Bu partinin legal olarak tarif edilmesi ise, mevcut koşullarda üstlenilen misyonun nasıl etkin biçimde realize edileceği sorusuna verilen yanıttan kaynaklanmaktadır. Ancak legal parti çözümüne, bir “biçim” saplantısından hareketle varanların ya da başka biçimleri dıştalayanların devrimci marksistlikleri de en azından “hareket” saplantıcıları kadar kuşkuludur.
Yedi; bugün devrimci sosyalist bloka düşen misyon bir toplumsal devrim yaklaşımının düzenin her hücresine izdüşümlerinin çekilmesi ise, en az mücadelenin örgütsel biçimleri kadar önem taşıyan bir konu da programatik zemindir. DSB’nin “hareket geleneği”nin tarihsel kanalı üzerinde tarif edilmesi doğru olmadığı gibi, bu programatik hassasiyet açısından da politik bir yanılgı olacaktır. Devrimciliğini insan hakları vb. argümanlarla sınırlayan demokrat yaklaşımların sözkonusu misyonla örtüşmesi bugünkü halleriyle güçtür.
Sekiz; DSB’nin “hareket geleneği” zemininde tarif edilmesinde kullanılması olası bir argüman geleneksel solun devrimci olmadığı ise, bir diğeri de, yine geleneksel solun “memuriyet” ilişkilerine karşılık, diğer kanatta taban inisiyatifi vb. ögelerin gelişkinliği iddiasıdır. Bu iddia da bir kenara bırakılmalıdır. Geleneksel soldaki memur mantığına karşılık, devrimci demokratlarda benzer tepeden inmeciliklere bir de örgütsüzlük ve disiplin normlarının işlevsizlik derecesinde belirsizleşmesi eklenmişti. Birşeylerden kopulacaksa, değişim için devrimci demokrat psikoloji sıçrama tahtası rolüne uygun düşmeyecektir.
Dokuz; bugün DSB projesinde temel kısıt, pek az nesnel, ama büyük bir ağırlıkla özneldir. Şu anda ilerleyebilmek aşağı yukarı yalnızca bir irade oluşturmaya bağlıdır. Belli bir süre sonra yakıcı biçimde önümüze dikilecek olan düzenin nesnel kısıtlarıyla da, bu iradenin bugünden oluşturulabilmesi halinde boy ölçüşülebilir.
Bugün DSB önerisi çevresinde gündemde önemli bir yer edinen bileşimin yeterliliği ya da anlamlılığı tartışmasına ise girmeyeceğim. Yeterli bileşim ya da anlamlı kompozisyon olup olmadığını kurcalamanın bir sınırı vardır. Önemli olan öneriyi benimseyen çevrelerin, bu projenin bir gelişim zincirinin halkası olduğunu pratik olarak kanıtlamalarıdır. Bu yapılabilirse bileşime ilişkin kaygılar da, “buradan parti çıkar mı çıkmaz mı” ikirciklenmeleri de zaman aşımına uğrayacaktır.