“Te quiero… İşlerimizin yoğunluğundan ne zamandır gece birlikte bir yere çıkamıyorduk. ‘Hep iş hep iş… Artık beraber olamıyoruz…’ diyordu. ‘Hadi Klassis’e dedim…’ Şaşırdı… Önce harika bir akşam yemeği yemiş, ardından lobideki bara uğramıştık. Şovlara bayıldı. Latin müziğinin canlı ritminde ise kıpır kıpırdı. Baktım yerinde duramıyor, kolundan tuttuğum gibi piste… Meğer ne kadar güzel dans edermiş. Canım benim. Kulağına eğilip ‘Te quiero’ dediğimde tatlı tatlı gülümsedi.”
Bu pespayeliğin ne olduğunu merak etmişsinizdir, söyleyeyim: İstanbul’daki bir eğlence-dinlenme tesisinin reklamı. TÜSİAD eski Başkanı Cem Boyner’in sahipliğini yaptığı ve para ile satılmayıp birtakım “seçkin kişiler”e gönderildiği ileri sürülen bir dergide yayınlanan bir reklam.
Şimdi şunu sorabilirsiniz: Bu zevksizliği, bu bayalığı kim satın alıyor? Yukarıdaki reklam metninin yazarı ile bu reklamın etkili olacağı düşünülen kesimler hangi ortak değerleri, özellikleri paylaşıyorlar?
Özetle kim bu “seçkin” herifler?
Uluslararası festivaller, sanat “şölen”leri, mentalite devrimi, bilgisayar kullanımı, batının yenilikçi edebiyatına açılma, evrensel özellikler barındıran restoranlar ve kulüpler, hayatlarını uluslararası yaşayan işadamları vb. vb.
Nedir bunlar?
Bunlar, köşkçü gazete yazarları ile eski solcuların liberal İstanbul’una ait bazı özelliklerdir ve buraya kendi ağızlarından aktarılmıştır. En üstteki eğlence tanıtımını ve az önceki kutsamaları çok düzeysiz bulabilirsiniz. Ama İstanbul’un “bu olmadığını” söyleyemezsiniz. Kızabilirsiniz; ama İstanbul’un bu sahipliğini değiştiremezsiniz.
Bugün İstanbul’un fiili sahipliğini, bir kısmı eski solcu üst-orta sınıf “manager”ler ile ANAP dönemi rantiyeleri yapmaktadır.
İstanbul… Bu kent, yabancı işgalini yaşarken o dar, uzun ve gizemli sokaklarını direnişçilere, tek parti diktatörlüğünü yaşarken Cağaloğlu’nun kimi alanlarını Nazım’a verebilmiştir. Onlar buralarda tutunup Türkiye’ye ve dünyaya uzanabilmişlerdir. İstanbul, burjuva iktidarlarında Beyazıt’ı devrimci öğrencilere emanet ederdi hep. Sayısız fabrikasını, mahallesini toptan işçi sınıfına bıraktığı da görülmüştür.
Bu yüzden İstanbul Ankara’dan farklıdır. Küçük, ama çok küçük aralar dışında Ankara hep devlet’e ait olmuştur.
Ama bugün İstanbul farklıdır. İstanbul’da başkaları vardır.
Kimler? En baştaki tanıtımı süsleyen resmi keşke sizlere aktarabilseydim. O zaman İstanbul’a egemen olan eski solcu, “manager”, rantiye tayfasından ortadakinin, yani “manager”in tipik bir görünümünü size de iletebilirdim. Ama durum budur. İstanbul, bunların İstanbulu’dur. Bugünün İstanbulu’ndan bir başka kent çıkmamaktadır.
Türkiye’de en çok “kitle tabanı” bulan sosyo-kültürel tartışmaların iki tarafında, İstanbul’un sahiplerini bulursunuz. Lahmacunla viski içenleri eleştirenler, çok rafine olduklarını sanan kimi eski solcu budala entellektüel özentileridir. Liberaldirler. Ve çoğu, çocukları büyüyünce lahmacunla viski içenlerin yanında bilgisayar işi yapabilsin diye özel okullara, derslere, ansiklopedilere milyonlar döker.
Lahmacunla viski içenler de, ötekileri “entel” diye, “halktan kopuk” diye eleştirirler, küçümserler. Bu keyifle kalkıp Atilla İlhan okuyor bile olabilirler. Ama işin içine “dışa açılma”, yabancılarla ortak yatırım için temsilci gönderme, “dil bilme” vb. girdiğinde lahmacuncular İstanbul’un öteki sahiplerinin kıymetini anlamaya başlarlar.
Her iki kesim de ANAP’lıdır. Birinci kesim bunu “liberal” teorilerle süsler. Öteki kesimin gerekçesi ise çok daha basittir ve şöyle özetlenebilir: “Ben onu bunu bilmem yiyenim; adamlar sahiden iş bitirici. Şu benim izin işimi yemin olsun üç günde hallettiler..”
Birinci kesim, ikinci kesime jargon, sözcük üretir. İkinci kesim bunları dili döndüğünce kullanır: Adamda vizyon var canım, ooo süper… uğraştı ve başarıyı yakaladı… hayatım bu konulara global bakacaksın… kardeşim bugün adam köyden açıyor telefonu taa Almanya’daki amcasıyla…
Peki bu adamlar İstanbul’u alıp götürebilirler mi? Ellerinde hep tutabilirler mi? Bu mümkün değil. Bugün St. Petersburg neo-burjuvazinin kenti; ama bir zamanlar proletaryanın güç jeneratörüydü. Bugün İstanbul türedi orta sınıf yöneticilerle ANAP rantiyelerinin kentidir; ama yarın ne olacağını kimse bilemez.
Evet İstanbul bugün Nazım’ın İstanbul’u değil. Laz İsmail’in, Turan Emeksiz’in, Deniz Gezmiş’in İstanbul’u da değil. Bugün taşradaki orta sınıf aydın, İstanbul’da yaşayan orta sınıf aydından daha diri, daha aranışçıdır. Bugün İstanbul’daki devrimci gençlerin pek azı İstanbul’un yerlisidir. Ama bütün bunlar bugünün olgularıdır. Yarın, İstanbul’u da değiştirecektir.
İstanbul değiştiğinde, Türkiye’nin çehresi de değişecektir.