Türkiye siyasi gündemini bu kadar uzun süre, bu derece çapsız hiç bir yapı bu kadar beceriksizce işgal etmemişti. ANAP, iç çelişkiler, cumhurbaşkanı, ordu, meclis derken tüm bunları karikatürize de olsa “Hanedan” altında toplayabilme becerisiyle birlikte.
Bugün birbirleriyle karşılıklı ilişkiler içinde Özal-büyük burjuvazi ilişkileri, doğrudan bağlılık ve kimi bağımsızlık dozlarını da içeriyor.
Bunu son olarak memalizmin ölümünü açıklayan Özal’ın tavırlarında görüyoruz. Evet, ekonomi-devlet ilişkisi, devlet-halk ilişkisi, sınıfların birbirleriyle ilişkisi, Kürt ulusunun tanınması, dış politikadaki değişiklikler, emperyalizmin jandarması olma pratikleri ile Kemalizm artık tarihsel olarak ölmüştür.
Özal,”Atatürk de yanlış yapabilir” diyerek başlattı süreci. Bu sürecin farklılığı; şimdiye kadar anti-laik bir söylemle sürdürülen Kemalizm düşmanlığı yeni bir dile kavuşmuştur. Bir yandan düzendeki dinci radikal çıkışlar el altında tutuluyor, bir yandan da Kemalizm’in çağın gerisinde kaldığı söylenerek sosyal demokrat partiler aşağılanıyor ve yenilenmesi, kendilerini zorlamaları isteniyordu.
Türkiye’de dualist yapı (ideoloji / kitle kopukluğu), düzeni bir arada tutan bağı “zor” kullanarak sağlamıştır. Kemalizmin en başarılı yanı da bunu süreklileştirdiği halde, bir yanılsama ortamını da benimsetebilmiş olmasıdır. 30’lar kemalizmi burjuva düzenin devamı için gerekli güvenlik kuşağını oluşturduktan sonra, geleceğe yeni ama farklı olmayan bir ideolojik üretimde siyasal partileri bıraktı.
Bugün ise sermayenin devlet, ideoloji ve siyaseti doğrudan belirleyiciliği ile yukardaki tablo parçalanmış durumda. Tüm tarihi boyunca” ”popülizm”i bayrak yapanlarca beslenen tekelci kapitalizm, artık kitlelere gitmek ihtiyacı duymayan bir siyasayı yasalaştırıyor.
Siyasi partilerin işlevinin kalmadığı ve kitleye devletin doğrudan uzandığı bir andayız. Ve sürecin asıl çelişkili görünen yanı bunun liberalizm adına yapılıyor olması. Liberalizm teorik olarak küçük bir devlet aygıtını vurgularken, pratikte ise egemen ideolojinin doğrudan “zor” kullanarak kitlelere ulaşmasını sağlayacak bir devlet aygıtını “genişçe” kuruyor. ANAP’ın muhafazakarlık ile liberalizmi birbirinden ayırmayı başaramayışı belki de bundan. Ve bu aynı zamanda, Türkiye kapitalizminin de bir çelişkisi.
Bugün devlet / kitle ilişkisinde belirleyici olan artık kemalizm değildir. Bugünün belirleyicisi liberal tonların fazla olduğu bir merkezi hegemonyanın ideolojisidir. Burjuvazi açısından süreç, tarihinin en zayıf dönemlerine gebe görünüyor. Bu yapı uzun süre birarada duramayacaktır. Sermayenin aydın ihtiyacını belirgin olmayan bir açıyla sağlayan Kemalizm, holdinglerce tam olarak satın alınınca, sermayenin aydın ihtiyacını kısa bir süre için “Hanedan” üstlendi. Sermayenin liberalizme ihtiyacı tam da burada şekilleniyor. Bugün artık 12 Eylül dejenerasyon politikası da dahil (yapacağını yapmış, maksimum tipini yaratmıştır) sermayenin kitleleri etkileyebileceği hiçbir farklı ideolojik söylemi kalmamıştır. Egemen ideolojiyi hiç istemediği bir süreç bekliyor. Şimdiye kadar bir ideoloji ekimi yapılıyordu, hasat hep unutulurdu. Hasatta da kimin biçileceğini…… 12 Eylül’le daha da belirgin biçimlenen büyük burjuvazinin egemen ideolojisinden en az etkilenen kesimin de -etkiler anlık ve sürekli değil-işçi sınıfı olduğu son 10 yılın mücadelesinde gittikçe ortaya çıkmakta. Kemalizmin düzene sağladığı en büyük değer ekonomik ve siyasal olarak ülkede kapitalizmi yerleştirip, geliştirmekten de öte, bir “sınıfsızlar” toplumu yaratarak, sınıf mücadelesinin önüne diktiği engellerdir. Üstelik bunu yaparken de Türkiye solunun önemli bir bölümünü de teğetinde taşımasıdır. Bugün artık ülkede CHP geleneğini sürdürdüğünü söyleyen klasik sosyal demokrat partiler, işçi sınıfı karşısında almaşık olma durumlarını yitirmişlerdir. Ülke ekonomisi-siyasası-ideolojik konumu artık hiçbir şekilde sınıfların karşıtlı mücadelesinin üstünü örtecek ideolojiler üretemez. Bu gerçeği en iyi gören iki taraf: İşçi sınıfı-sosyalistler ve büyük burjuvazidir. 80 öncesi CHP kuyrukçuluğu, 80 sonrası “bağımsız sosyalist adaylara” karşı SHP desteği, SHP’nin genç kadrolarını oluşturma isteği, Muammer Aksoy’un cenazesinde görevini yerine getirmek vb. şeklinde biçimlenen Kemalist etki, Türkiye sosyalist hareketinin önemli bir bölümünden sonunda ayrışabilmiş görünüyor. Ülkede demokratik devrim beklentisinin hareketlendirdiği kadrolar, istemlerinin Kemalizmin düzen için oluşturmaya çalıştığı güvenlik çağının -sınırı da olsa-içinde olduğunu görmelidirler. Diğer taraftan Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin de bu ayrışmayı sağlamadaki pratik yeri unutulmamalı. Özal “Körfez Savaşı” ile hızlandırdığı, geleceği biçimlendirme harekatına geçmişle bağlarını kopartmayı da ekliyor ve “Atatürk liberal, Erdal İnönü ise muhafazakardır” diyor. Büyük burjuvazi şunu unutmuyor: Kemalizm liberalizmin bir versiyonudur ve görevini yerine getirmiştir. Bunu unutan asıl kimi “yeni sosyalistler” ve gerçek “demokratlar”dır. SHP, DSP, SBP, TBKP, SP ve çoğu devrimci demokrat Kemalizmin cenazesinin önündeler ama hiç kimse, ilk toprağı atma cesaretini gösteremiyor. Mezara “kepçe” ile yaklaşanlar ise, daha şoförü yerine oturtamadılar…
Cenazeyi düşünenler ise, yedekte bulunanları ve yeni yedekleriyle oyuna yeni bir oyun düzeni sunuyorlar; havuç / sopa ilişkisinde havucu liberalizm, sopayı muhafazakarlık taşıyor. Türkiye artık bu dengede yaşıyor. Semra Özal olayı ile yaşananlar bunun ilk resmi sınanışıdır.
Türkiye kapitalizmi artık liberalizme eğilimli militanlara ihtiyaç duyuyor. Muhafazakar militanlar ekonomik ve ideolojik olarak verimsiz çıktı (ama pabucu ucuza kaptırmayacakları da ortada). Efe de liberal militanların şefliğine soyundu.
Sosyalist hareketin “bağımsız” sesini duyurabilme ve işçi sınıfı ile arasında olan açıyı kapatmak yolundaki araçlarından biri olacak olan legal parti çalışması, kemalizmin ölümü, liberalizmin yükselişi tartışmaları ötesinde gündemine bu coğrafyanın temel çelişkisine radikal bir damga vurmak misyonu almalıdır.