Yıllardır tartışılıp durulan, yokluğundan şikayet edilen “parti” meselesinde bir eşiğin önündeyiz. Kimi adımların sonuçlarını, ürünleri yakın zamanda herkes görecek. Dolayısıyla ilgili herkes yapılanları, hedeflenenleri somut biçimde, elle tutup gözle görerek değerlendirme fırsatı yakalayacak. Ve elbette bu gözlem ve değerlendirmeler, artık çeşitli dergiler, bu dergilerdeki polemikler, hatta sol dedikodu kulislerinden “kurtulacak”. Süreç yakın bir zamanda kendi meşru iletişim, tartışma ve yürüme araçlarına sahip olacak.
Dilerim, Gelenek sayfalarında partinin gerekliliği, misyonu vb. üzerine, biz yazmaktan, siz okumaktan, hep birlikte kurtulacağız. Ama bu yazıda da yine güncel gerekliliklerle altını çizmeye ihtiyaç duyduğum kimi saptamaları aktaracağım -belki de tekrarlayacağım… İsterseniz, “son kez olmasını” dileyelim; ben kendi adıma diliyorum…
* Türkiye’de ihtiyacı duyulan parti sosyalizmin partisi olmalıdır.
Bugün kapitalizmin dünya çapında ve Türkiye’de sürdürdüğü emek ve sosyalizm karşıtı bir saldırıya göğüs gerecek, güçlü bir savunma örüp, karşı saldırının altyapısını kuracak tek bir ideolojik-politik hat vardır: Sosyalizm. Ve sosyalizm kültürden politikaya, yerel çalışma alanlarından enternasyonal ilişkilere, kadrolaşmaktan işçi sınıfında kitlesel bir zemin yakalamaya, burjuva politikasına karşı ideolojik ve fizik güç gösterilerine hazırlanmaya kadar bir dizi görevden oluşan misyonunu, ancak kendisini net olarak ifade edebildiği bir parti aracılığıyla, kendisini parti olarak örgütlediği takdirde yerine getirebilecektir.
* Bu parti devrimci bir parti olacaktır.
Uluslararası komünist hareketin iç ayrışmaları nedeniyle, Türkiye’deki reformist kişiliksizleşmeye karşı, saldırgan liberalizmin bulaştırdığı pislikleri süratle temizlemek gerekliliğinden… ve başka birçok nedenle bu parti devrimci nitelik taşımalıdır.
Hepsi bir yana, Türkiye’de sosyalizmin geleceğinin açılabilmesi için Türkiye burjuvazisine bir senaryoyu sergilettirmemek gerekiyor. Senaryo düzen içine hapsolmuş, yüksüz ve tehlikesiz, kanunların ve Avrupa’nın güvencesinde bir solculuk, toplamsal huzuru bozucu, derdini kimseye anlatamayan ve üyeleri her tür saldırıya maruz kaldığında toplumda yaprak kımıldamayan bir marjinal/yıkıcı solculuk. Bu, dünya kapitalizmiyle entegrasyondan solun payına düşecek olanlardan biri…
Sol içinde de bu rollere adaylıklarını koyanlar çoktan kendilerini dışa vurdular. Kimileri ihanet ederek, kimileri yanlış saptamaları yüzünden, ya da yanlış ata oynamalarına yol açan saflıklarıyla…
Bu senaryoyu yırtmak için, düzen içi araçlardan devrimci bir kanal açmak gerekiyor. Düzenin “meşru solculuk” kürsüsünün düzene karşı çevrilmesi gerekiyor. Öte taraftan da devrimciliğin marjinal bir yaramaz çocukluk olarak sınıflandırılmasını engellemek, böyle bir sıkışmanın önünü alacak kimi nefes alma kanalları bulmak gerekiyor.
* Açık parti yüzü işçilere dönük bir parti olmalıdır. Sosyalizm ve devrimcilik denildiğinde gözlerin zaten işçi kitlelerine çevrilmesi Marksizmin doğası gereğidir. Ama Türkiye’de öğrenci, köylü, esnaf, kasabalı vb. beklentilerin de sonuna gelinmiştir. Nüfusun bu diğer kesimleri, işçi sınıfının kitlesini oluşturacağı bir çekim merkezinin cazibesiyle bulundukları yerden başka mevzilere çekilebilir. Ama bu kesimlerin bağımsız dinamikleri son derece sınırlıdır. Türkiye sosyalist hareketi her bölmesiyle yaşadığı eski popülizmleri artık bir kenara bırakmalı ve hedefine kararlılıkla bağlanmasını, inatçı olmayı bilmelidir.
İğneyle kuyu kazarak da olsa… son yılların işçi sınıfının en hareketli anında bile apolitik olduğunu bile bile…
Bu parti kendisini bir işçi kimliğiyle inşa edecektir. Yükleneceği coğrafi alan da bir süre için modern sanayi proletaryasının ağır bastığı metropol kentler olacaktır.
* Bir partiye devrimci, sosyalist ve işçi nitelemeleri yeter.
Daha önce de yazdık, anlattık. Türkiye’de toplumsal muhalefet devrimci demokrat, ulusal direniş ve işçi kanallarından akıyor. Bugün herbir kanalın kendisine açtığı yollar kendine özgü gündemleri, sorunları ve tıkanıklıkları nedeniyle şu sonuç ortadadır: Bir siyasi çıkış bu üç kanalın ancak birini eksen alabilir. Sosyalizmin işçi sınıfına yönelmesi gibi teorik bir hedef gösteriminin ötesinde, sosyalizmin bugün için diğer kanallara vereceği, bunlardan alacağı şeyler de çok sınırlıdır.
Dolayısıyla partinin sınıf kimliğini tartışmanın anlamı yoktur. Hem demokrat, hem Kürt, hem işçi, hem sosyalist… böyle bir bulamaçtan “kimlik” çıkmaz…
* Her örgüt kendi insan malzemesini kendisi yaratır.
Siyasal yaşantıda bir öznenin önünde uygun boşluk doğacağını, siyasetin de bu boşluğun üzerine atlamak olduğuna inanan ciddi biçimde yanılır. Siyasette, özne boşluk olasılıklarını saptar ve boşluğu da kendisi yaratır. Mücadele ve müdahale olmadan siyasette hiçbir şey olmaz.
Bu görüşün bir parti kuruluş sürecine taşınmasıyla bir eleştirimi daha açık sunabileceğim. Türkiye solunda zannediliyor ki, mevcut güçlerin üst üste, yan yana konmasıyla yeni bir güç elde edilebilir. Oysa tam tersidir; toplumsal siyasal süreçlerde aritmetik işlemez. Dört çeyrek toplandığında bir tam sonucu alınmaz; bugünkü Türkiye solunda dört çeyrek toplandığında bir çeyreğin milim üzerine ancak çıkılabilmektedir.
Bugün aritmetikçi sosyalistler, sola ve sınıfa bakıp bakıp bu faktörlerden birşey çıkmayacağını düşünüyorlar; ve önlerine iki yol çıkıyor: Birincisi, kendi başlarına çeyreklikten tamlığa dönüşmek… İkincisi, bir tam için on-onbeş çeyreği yan yana getirmeye çalışmak…
Oysa bu işler bitti, bu yollar kapandı.
İnsanların yetenek, özveri, nitelik, örgütlerin nicelik, teknik vb. donanımsızlıklarından dolayı değil. Doğru zamanda doğru araçlara sahip olunmadığı için bitti, kapandı… Türkiye solu hâlâ 1970’lerde, üstelik 70’lerin de ilk yarısında yaşıyor. Ne istenilen araçla Türkiye siyasetinde bir kanal açmak mümkün; artık koşullar her araca bağırlarını açmıyorlar… Ne de yeni araçlar çeyreklerin yan yana konmasından türetilebiliyor…
İklim koşulları bu psikolojilerine denk düşmediği için ortaya patolojik bir durum çıkıyor.
Şimdi aritmetikçilerin önüne bir de, daha sonra “toplayacaklarını”, önce “tedavi etmek” görevi çıkmaktadır.
Bir kez daha ve son defa: Mevcut güç dengesini statik haritayı tek veri olarak almak, bugün yalnızca umutsuzluk yılgınlık üretir. Bugün işçi sınıfı, Türkiye kapitalizminin sorunları, burjuva düzeninin çatlakları yeni bir örgüte teorik saptama ve öngörü olarak olanak vaadediyorsa yeni örgüt kurulur.
Teorik saptama ve öngörüler yanlışsa, ya da özne beceriksiz ise yenilgi gelir. Yok, saptama ve öngörü doğru, özne de yetenekliyse, hem yeni bir insan malzemesi ve güç yaratılır, hem de o verili harita alt üst oluverir…
Artık bir açık partinin önündeki boş alana dair saptama ve öngörüleri solun bütünü paylaşma durumuna geliyor. Kurtuluş’tan, Emek’e, Demokrat’tan E. Kürkçü’den Özgürlük Dünyası’na… Dolayısıyla artık muhatabı kalmamış bir tartışmayı sürdürmeye gerek yok.
Ama yasal parti tezinin tartışılmaz bir prestij kazanmasına karşılık, umudun da bir sınırı vardır. Bu ülkede işçi sınıfı öncülüğü ve sosyalist görevler diye söze başlayıp, sosyalist devrim stratejisi geliştirenlerin, ama Kürt ulusallığı, köylülük, toprak reformu denildiğinde “asıllarına rücu ettikleri”ni çok gördük. Eski “sınıfa karşı sınıf”çılar şimdi “Ne mutlu Kürdüm diyene” demiyorlar mı!
Türkiye solunda şimdi ciddi bir kütlenin “yasal parti mi… vallahi lazım” diyerek aritmetik işlemlerine devam etmesi beklenebilir. Bir adımdır elbette, ama Türkiye’ye tek bir adım yetmiyor…
Gözlerimizi yeni insan malzemesine çevireceğiz. Bizlerden, eskilerden ise, Perinçek’i kıskanmaktan bıkanlar, on dergiden otuz kişi bir araya gelip tabut yakmaktan sıkılanlar, doğuda olup bitenleri izleyerek duyduğu kızgınlık dışında kapitalizmin gündelik saldırılarından duyduğu rahatsızlığı da devrimci enerjiye çevirebilenler, soyut devrimcilikten, enerjilerini sosyal demokrasi üzerinden düzene akıtmaktan çoktandır usananlar, sınıf kavramından kendi kişiliklerine kadar herşeyi inkar etmiş cahil ve küstah liberallerle didişmek yerine artık “politika yapmak” isteyenler… Tüm bu malzeme partili mücadele için yeterli başlangıç gücünü ifade ediyor.
Bir eşiğin önüne geldik.
Duyduğumuz güven dar anlamda kendimize değil, marksizmin bize sunduğu teorik teçhizata, koskoca bir toplumsal mücadeleler birikimine, Türkiye sosyalistlerinin değerlerine, Türkiye işçi sınıfının geleceğine duyduğumuz güvendir.
Asıl güvenin, asıl coşkunun eşikten geçince üretileceğini biliyoruz.
Bu inançla,
Parti için görev başına!