Marksizm ile devrimcilik arasındaki ilişki ve geçişmeler, oldukça ilginç bir çözümleme alanı oluşturur. 1800’lerin ortalarından bu yana, marksizm ile tarihsel döneme ve yerelliğe özgü çeşitlilikler gösteren bir kategori olarak devrimcilik arasındaki ilişkiler oldukça ilginç bir süreç izlemiştir.
Bu konuda çok şeyler yazılıp söylenebilir. Benim amacım ise, konunun bugünün Türkiyesi açısından dikkat çeken bir yanına değinip geçmek. Ama bundan da önce, konuya en genel kapsamlı yaklaşımı belirleyen bazı ilkeleri anımsatmak istiyorum. Marksistlerin, kendileriyle aynı tarihsel dönem ve mekan içerisindeki bütün devrimci yönelimlerin ve radikal tepkilerin illa da “marksist çıkışlı” olmasını beklemeleri yalnızca gülünç olur. Başka bir deyişle, marksizm, kendi başına devrimci kitle hareketi yaratmaz. Marksizm, belirli bir tarihselliğin ve yerelliğin ürünü olan hareketlerle ilişki ve etkileşim içine girer. Bunun sonucu, marksist temelli politikalarla marksist çıkışlı olmayan devrimci etkinlikler arasında, zaman zaman uyumlulaşabilen, zaman zaman da sorunlu olabilen ilişkilerdir. Özetin özeti bir not düşmek gerekirse: Marksizm, kendi dışındaki devrimci, radikal tepkisel vb. etkinliklerle ilişkiye geçmeden, saf anlamda kendisi olan bir siyasallık ve kitlesel etkinlik üretemez. Marksizm, bağımsız siyasallık ve kitlesellik üreterek değil, mevcutlara nüfuz ederek ve onları kendi çerçevesine şu ya da bu ölçüde tabi kılarak gelişir, güçlenir.
Bu son söylenene dikkat edilmelidir. Çünkü bugün Türkiye’de biraz garip bir süreç yaşanıyor. Burada “devrimcilik” denilen ve çok çeşitli temellere göre tanımlanabilen kategori, marksizmden adeta “bucak bucak kaçırılmak isteniyor. İşin kötüsü, marksizm konusunda duyarlı olduğunu sanan pek çok devrimci, olup bitenin farkında bile değildir. Çünkü, ortada bir saflık vardır. Bu saflık içinde insanlar, devrimci olmanın, kendi başına marksizmi getireceğini ya da bir kez “devrimci” olundu mu, ayrıca marksist olmak için çaba harcanmasına gerek kalmayacağım düşünmektedirler. Bu anlatılan, siyasal ve ideolojik bir konum ve tercih olmaktan çok, bilinç unsurunun iyiden iyiye gerilediği bir haleti ruhiyedir. Unutulan şudur: Devrimci konumu, tutarlı, soluklu ve gerçekten radikal kılacak olan asıl mevzi anti-kapitalizmdir; anti-kapitalizmi tutarlı soluklu ve gerçekten radikal kılacak olan asıl mevzi de marksizmdir. Kendilerini marksizmden bilinçli ve önsel biçimde ayıran devrimcilere diyecek fazla söz olamaz. Ama, hem marksizme toz kondurmama niyetiyle yola çıkıp hem de devrimcilik adına anti-marksizm yapılmasına seyirci kalmak olsa olsa andavallıktır.
Markizmden ve anti-kapitalizmden uzakta devrimcilik ve anti-emperyalizm yapmak, samimi de olsa, mahreme karşı yüzünü örtüp kıçını açık bırakmaya benzer.
Şimdi oturup düşünmek gerekir:
“Günümüzün gelişmeleri Marx’ı yalanladı” diyenlere kızılıyor da, Marx’ı örgütlü mücadeleye “düşman” kişi ilan edenler devrimci mi sayılıyor?
İnsanlık tarihini demokrasi mücadelesi sayanlar afaroz edilirken aynı tarihi bu kez “milletler mücadelesi”ne indirgeyenler neden baştacı ediliyor?
“Ekim Devrimi zamansız yapıldı” diyenler dönek sayılıyor da, uluslarının başına ne geldiyse Ekim Devrimi ve reel sosyalizm yüzünden geldiğini düşünenler karşısında niçin susuluyor?
“Yeni politik kültür” diyenlerin ardından teneke çalınıyor da, DİSK Kongresi’nde “günümüzün gelişmeleri artık ideolojileri gömmüştür” diyen şahıs kalın bıyıklı ve Urfa’lı olduğu için mi liboş tayfasından sayılmıyor?
Doğrudur; somut siyaset, elde sarraf terazisi ile teorik adalet dağıtılan bir süreç değildir. Siyasette çubuk bükülür, vurgu kaydırılır, bazı ögelere fazladan ağırlık tanınır. Ama bütün bunlar, marksizmin özünü her cephede savunma zorunluluğunu ortadan kaldırmaz.
Doğrudur; ideolojik mücadelenin alanı ile siyasal mücadelenin alanı birbiriyle tam tamına örtüşmez. Siyaset sahnesinde radikalizm sergileyenlere marksizmi misyonerce benimsetme, bu radikalizmi marksizm dışında yok sayma gibi bir tutum olamaz. Böyleleri, oldukları gibi kalırlar ve bir süre gene devrimci olurlar, saygı görürler. Ama, bu başkadır, devrimci konumda yer almanın insanlara marksizm konusunda destursuz konuşma hakkını verdiğini sanmak başkadır. İkincisi, zavallılıktır.
Marksizmi kurda, kuşa ve liboşa yedirmemek nasıl gerekliyse, “devrimci” sofralarda istendiğinde tadılan istenmediğinde dökülen bir meze olmaktan çıkarmak da o kadar gereklidir.