Emperyalist-kapitalist ülkelerde yaygın olan paralı eğitim, diğer bir anlatımla eğitimin özelleştirilmesi, ülkemizde de 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren burjuva iktidarlar tarafından hızla yaygınlaştırılmaya başlanmıştır. Kısaca, emekçi çocuklarının paraları kadar okuyabileceği veya paralı burjuva çocuklarının “iyi bir öğrenim” yapabileceği anlamına gelen eğitimde özelleştirme, emekçi çocuklarının geleceğini karartmaya yönelik ciddi bir tehdittir. Bu memleket bizlerin, yani emekçilerin olduğuna göre, aynı tehdit ülkemizin aydınlık ve sosyalist geleceği için de ciddi bir tehlike oluşturmaktadır. Yalnızca ülkemizin değil, kapitalist- emperyalist ülkelerdeki emekçi çocuklarının da geleceğini karartmaya yönelik eğitimde özelleştirme saldırısının izlediği tarihsel gelişmeyi yakından inceleyelim.
Toplumların diyalektik gelişme sürecinde ilkel-komünal toplumun, yerini kölece topluma bırakması sonucu, insanlık tarihi ilk kez, üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip ve üretim araçlarının özel mülkiyetinden yoksun iki ayrı sınıfla karşılaşmıştır. Tarih içinde bu iki sınıfın ilk kez ortaya çıkması, toplumların ekonomik, politik ve ideolojik yapılarını ve yaşam biçimlerini derinden etkilemiştir. Mülk sahibi sınıf, bunlardan aldığı gücü politik güce dönüştürerek, eğitim ve sağlık da içinde olmak üzere toplumsal yaşamın her alanında kendisine ayrıcalık ve üstünlük sağlamıştır.
Üretim araçlarının özel mülkiyetini ellerinde bulunduran sermaye ve iktidar sahibi sınıf, tarihin her döneminde kendi çocukları için elit (seçkin-ayrıcalıklı) bir eğitim hakkına sahip olmuştur. Köleci toplumda köle sahiplerinin, feodal toplumda ise büyük toprak sahiplerinin çocukları, her zaman elit bir eğitim hakkı kullanmışlardır. Elit eğitim, köle ve büyük toprak sahiplerinin çocukları için bir ayrıcalık ölçüsüydü. O dönemlerde genel ve esas olarak, yalnızca köle ve büyük toprak sahiplerinin çocukları eğitim hakkına sahiptir. Kölelerin ve topraksız köylü çocuklarının eğitim hakkı, dönemin ekonomik ve politik koşulları nedeniyle yoktu. Üretimin pazar için yapılmadığı ve sermaye birikiminin olmadığı köleci ve feodal toplum koşullarında böyle bir toplumsal talep de, zaten söz konusu olamazdı.
Üretimin pazar için yapılmaya başlamasıyla, sermaye birikimi oluşmuş, burjuvazi tarih sahnesine çıkmış ve sanayi devrimi gerçekleşmiştir. Tüm bunların sonunda burjuvazi, toplumsal iş bölümü gereği, nitelikli iş gücüne ihtiyaç duymaya başlamıştır. İşte bu nedenle kapitalist devlet, burjuvazinin ekonomik, politik ve ideolojik çıkarlarına uygun olmak koşuluyla, parasız ve zorunlu ve kitlesel bir eğitim uygulamaya başlamıştır. Burjuva-demokratik devrimini yeni tamamlamış olan ülkeler burjuvazinin ekonomik-politik güçsüzlüğü, kitlesel cahillik ve nitelikli insan gücüne ihtiyaç duyulması nedeniyle, tekelci-devlet kapitalizmi aşamasına kadar, devlet eliyle parasız, zorunlu ve kitlesel bir eğitim uygulamışlardır. Fakat burjuvazi, rekabetçi kapitalizm koşullarında sınıfsal çıkarlarına denk düşen böyle bir uygulamayı, tekelci-devlet kapitalizmi koşullarında terk etmiştir. Paralı özel okullar, yurtdışında paralı öğrenim ve birkaç yabancı dili öğrenme olanakları, burjuva çocukları tarafından ayrıcalık olarak kullanılırken, tekelci-devlet kapitalizmi de emekçi çocuklarına yönelik kitlesel, zorunlu ve parasız öğrenim hakkını yavaş yavaş gündemden kaldırıyordu. Sermaye ve mülkiyeti elinde bulunduran burjuva sınıfı, çocuklarını emekçi çocuklarından ayrı, yani paralı ve olanakları çok daha geniş okullarda okutmakla yetinmemiş, devleti ele geçirerek, emekçi çocuklarının kullandığı kitlesel, zorunlu ve parasız eğitim hakkını da, giderek ortadan kaldırmaya başlamıştır. Burjuvazi bununla da yetinmeyip emekçi çocukları arasından çıkarlarına uygun olanlarını burs verip okutma yoluyla yabancılaştırarak, sınıfına ihanete itmiştir. Emekçilerin, emekçi çocuklarının ve ülkenin genel çıkarlarına tümüyle ters olan bu uygulamalar, emperyalist-kapitalist ülkelerde ve ülkemizde, tüm acımasızlığı ve adaletsizliğiyle sürmektedir.
1917 Ekimi’nde Çarlık Rusyası’nda gerçekleşen sosyalist devrim sonucu kurulan sosyalist iktidar, tarihte ilk kez ülkenin tüm emekçilerine o zamana kadar görülmemiş genişlikte sosyal haklar vermiştir. Parasız, on yedi yaşına kadar zorunlu, genel ve laik öğrenim hakkı bunların en başta gelenlerinden yalnızca birkaçıdır. Rusya’da Ekim Sosyalist Devrimi’nden sonra emekçilerin elde ettiği sosyal haklar, emperyalist- kapitalist ülkeler emekçileri tarafından ilgi ve coşkuyla karşılanmıştır. Sosyalist devrimin sosyal kazanımlarından etkilenen emekçilerin toplumsal başkaldırısından çekinen emperyalist burjuvazi, emekçilere ülke tarihinde o güne kadar görülmemiş sosyal haklar vermek zorunda kalmıştır. On dört yaşına kadar parasız, zorunlu ve laik öğrenim hakkı bunlardan birkaçıdır. Emperyalist-kapitalist ülkeler bunun dışında emekçilere bir takım sosyal haklar daha tanımış (hemen belirtelim, bunlar burjuvazinin bir lütfu değil, emekçilerin uzun ve zorlu mücadeleler sonunda kazandıkları sosyal haklardır) ve bu nedenle emperyalist-kapitalist düzenlerine “refah devleti” ve “sosyal devlet” gibi sınıfsal içerikten yoksun adlar yakıştırmışlardı. Dünyada sosyalizmin, yani sosyalist devrim ve sosyalist iktidarların otorite ve çekiciliği nin sürdüğü yıllarda emperyalist -kapitalist ülkeler burjuvazisi, ülkelerindeki emekçilere yönelik “refah devleti” ve “sosyal devlet” uygulamalarını sürdürmek.zorunda kalmışlardır.
1970’li yılların ikinci yarısından itibaren emperyalist-kapitalist ülkelerde, giderek derinleşen ekonomik bir kriz baş göstermiştir. Kriz, 1980’li yılların başlarında siyasi bunalıma dönüşmeye başlamıştır. Emperyalist burjuvazi, içine düştüğü ekonomik-politik krizin faturasını emekçilere ödettirmek amacıyla, muhafazakar-sağcı parti ve liderleri iktidara getirirken, Türkiye gibi bağımlı ülkelerde de burjuvazinin faşist darbeler örgütlemesine ve iktidarı cuntacılara devretmesine göz yummuştur. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere diğer sosyalist ülkeler emperyalist burjuvazinin bu hamlesine politik bir karşı hamleyle cevap veremediler. Daha da, kötüsü Küba dahil birkaç sosyalist ülkenin dışında kalan diğer sosyalist ülkelerde komünist partiler ve. sosyalist iktidarlar giderek çözülme sürecine girdiler. Emperyalist burjuvazi, rüyasında görse inanamayacağı bir gelişmeyle karşılaştı. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere, Doğu Avrupa sosyalist iktidarları bir anda yıkılmışlardı. Bu yıkılış yalnızca eski sosyalist ülkeler emekçilerinin ekonomik-politik kazanımlarının kaybedilmesi değil, aynı zamanda emperyalist-kapitalist ülkeler ve bunlara bağımlı diğer kapitalist ülkeler emekçilerinin ekonomik-politik kazanımlarının kaybedilmesi demekti. Burjuvazi hiç vakit kaybetmeden, emekçilerin onyıllardır canı ve kanı pahasına elde ettiği ekonomik-politik kazanımları, değişik adlar ve değişik gerekçeler adı altında tek tek geri almaya başladı. İşte özelleştirme saldırısı ve eğitimde özelleştirme, bunlardan sadece birisidir.
Emekçilerin ekonomik-politik kazanımlarına yönelik son yılların ilk ve en kapsamlı saldırısı, İngiltere’de Muhafazakar Başbakan Thatcher ve Amerika’da ise Cumhuriyetçi Başkan Reagan tarafından yapıldı. Bunu, diğer emperyalist ülkeler burjuvazisinin, emekçilere yönelik özelleştirme saldırısı izledi. Bu aynı zamanda emperyalist burjuvazinin emekçileri yanıltmaya yönelik “refah devleti” ve “sosyal devlet” aldatmacasının da sonu oluyordu.
Emperyalist-kapitalist ülkelerde, emekçilerin kazanılmış haklarına yönelik özelleştirme saldırıları sürerken, emperyalizme bağımlı Türkiye burjuvazisi de, kendi açısından emekçilere yönelik özelleştirme saldırıları planlıyordu. Türkiye, bağlı olduğu emperyalist-kapitalist sistemin yalnızca ekonomik, politik ve ideolojik bunalımlarından etkilenmemekte, aynı zamanda ekonomik, politik ve ideolojik model ve uygulamalarından da etkilenmektedir. Bu etkilenme, 1980’li yılların başlarından itibaren açıkça kendisini göstermeye başlamıştır. Önce 12 Eylül cuntası emekçilerin canı-kanı pahasına elde ettiği ekonomik-politik kazanımları tek tek geri almaya başladı. Cunta bunu başarabilmek için, önce işçi sınıfının ekonomik ve politik örgütlerini kapattı. Bununla yetinmeyen cunta, buralardaki politik ve sendikal liderleri, ya tutukladı, ya katletti, ya da siyasi mülteci olmaya zorladı.
Emekçilere yönelik en kapsamlı özelleştirme saldırısı, faşist cuntadan sonra iktidara gelen ANAP ve onun lideri Özal döneminde gerçekleşti Özal bu saldırı politikasını “Devlet artık baba değildir” sözüyle ifade etmiştir. En yaygın ve en hızlı özelleştirme sağlık ve eğitim alanında gerçekleştirilmiştir. Türkiye burjuvazisi ve onun değişik adlardaki partileri, özelleştirme saldırısıyla, “son sosyalist devlet” dedikleri ülkemizin emekçilerine ve emekçi çocuklarının geleceğine yönelik, şiddetli bir saldırı başlatmışlardır.
Türkiye burjuvazisi, başta eğitim olmak üzere diğer iş kollarında özelleştirme saldırısını başlatırken, “bütçenin açık verdiğini ve bu nedenle bütçede sosyal harcamaları karşılayacak para olmadığı” gerekçesini ileri sürmektedir. Burjuva politikacıları, “ülkenin ekonomik kriz içinde” olduğunu ve “bu nedenle herkesin fedakarlık yapıp kemer sıkması gerektiğini, devletin de başta sağlık ve eğitim harcamaları olmak üzere, bazı giderleri azalttığı”nı söylemektedirler. Burjuvazi emekçilerden topladığı vergilerden oluşan bütçenin, emekçilere sosyal hizmet olarak gitmesi gereken bölümünü, çeşitli adlar altında talan etmekte, emekçilerden de kullandıkları sağlık ve eğitim gibi hizmetlerin parasını ödemelerini istemektedir. Bu, emekçilere yönelik ekonomik, politik ve ideolojik bir saldırıdır..
Türkiye burjuvazisi, emekçilere ve çocuklarına yönelik eğitimde özelleştirme saldırısına en yaygın ve en hızlı biçimde üniversitelerden başlamıştır. Burjuvazi böyle bir saldırıyı, 1960’lı yılların ikinci yarısında da denemişti. Fakat o yıllarda dünyada ve ülkemizde sosyalizmin otoritesi ve ilerici gençliğin mücadelesi, bu tür saldırıları geriletecek güçteydi. Nitekim Türkiye burjuvazisi, emekçilerden ve ilerici gençlikten gördüğü direniş ve mücadele nedeniyle, geri adım atmak zorunda kalmıştır. Ama içinde yaşadığımız günlerde, 1960’lı yılların güçlü sol rüzgarı esmiyor. Burjuvazi bunu bildiği için, bu denli amansız saldırmaktadır. Burjuvazinin eğitimde özelleştirme saldırısına üniversitelerden başlamasının bir diğer nedeni de, ilerici öğretim üyeleriyle devrimci öğrencilerin çeşitli yollarla üniversitelerden tasfiye edilmesi ve üniversitelerin toplumun sayıca çok az ve görece rahat bir kesimini barındırıyor olmasıdır. İlk iki neden, üniversite içinden gelebilecek tepkileri, üçüncü neden ise, üniversiteler gençliğin çok küçük bir bölümünü barındırdığı için, toplumdan gelebilecek tepkileri en aza indirmeye yöneliktir. Burjuvazi özelleştirme saldırısıyla üniversiteleri geriletebilir, üniversite içinden ve toplumdan özelleştirmeye yönelik direniş ve mücadeleyi en aza indirebilirse, sıra sessizce liselere gelecektir. İş hayatına yönelik temel bilgileri liselerde almış ve düşük ücretle çalışmaya hazır bir işgücü, burjuvazinin öncelikli tercihi olacağından ilköğretimin şimdi uygulanan “eğitimde katkı payı” dışında, üniversite ve liseler gibi özelleştirileceği düşünülmemelidir. Emekçiler, burjuvazinin eğitimde özelleştirme saldırısına, sınıf ve iktidar mücadelesi çerçevesinde bir karşı saldırı örgütleyemezlerse, son derece düzeysiz ve geleceği olmayan ilköğretim okullarının dışında, emekçi çocukları için başka bir seçenek kalmayacaktır. Çünkü özelleştirme saldırısı nedeniyle, emekçi çocuklarının gidebileceği tüm okullar, burjuvazi tarafından tek tek ele geçirilmiş, yani özelleştirilmiş olacaktır. Eğitimin bir kamu hizmeti olmaktan çıkarılıp paralı hale getirilmesi, emekçi çocuklarına yönelik parasız, zorunlu ve kitlesel bir eğitimin yerini, ancak burjuva çocuklarının okuyabileceği bir azınlık eğitiminin alması, ülkemizin burjuva medya tarafından yönlendirilen, emeğine ve sınıfına yabancılaştırılmış emekçiler topluluğu haline getirilmesi, emekçiler ve emekçi çocukları için tam bir felaket olacaktır. Bu toplumsal felâketi ancak emekçilerin ve emekçi çocuklarının sosyalist iktidar mücadelesine aktif ve örgütlü olarak katılmaları engelleyebilir.
Emperyalist-kapitalist ilişkiler içinde bulunan Türkiye burjuvazisi, sistem içi işbölümünün kendisi için uygun gördüğü tipte ve sayıda insan gücü yetiştirmeyi amaçlamaktadır. Emekçilerin ve emekçi çocuklarının geleceği, burjuvaziyi çok fazla ilgilendirmektedir. Türkiye burjuvazisi sistem içi işbölümü gereği turizm, tarım, tekstil ve inşaat gibi geri teknoloji kullanılan alanlar a. yönelik insangücü yetiştirecek okullar açmaya yönelmektedir.
İlköğretim okullarının masrafları için “eğitime katkı payı” adı altında emekçilerden para istenirken, lise ve üniversiteler emekçi çocukları için tümüyle paralı olacaktır. Böyle bir saldırı ise, burjuva cumhuriyetin ilkeleri arasında bulunan “devletçilik” ve “halkçılık” gibi uygulamaların sonu olacaktır. Bütün bu gelişmeler, sosyalist bir Türkiye kurma mücadelesi sürdüren sosyalistlerin kararlılığını arttırmalıdır. Hatırlanmalıdır, sosyalistler, burjuvazinin “devletçilik” ve “halkçılık” anlayışının tam bir ikiyüzlülük olduğu ve ayrıca Türkiye burjuvazisinin emperyalist- kapitalist sisteme göbeğinden bağımlı olduğunu yıllardır söylemektedirler. Bu anlamda burjuvazinin, emekçilerin ve emekçi çocuklarının geleceği diye bir derdi olamaz. Böyle bir dert bizlerin, yani sosyalistlerin sorunudur.
Eğitimin özelleştirilmesinin toplumsal, sınıfsal ve bireysel çok önemli sonuçları olacaktır. Bu sonuçlar burjuvazinin lehine, fakat emekçilerin ve emekçi çocuklarının aleyhine olacaktır. Öncelikle, eğitimin, emekçilere ve emekçi çocuklarına yönelik kitlesel, zorunlu ve parasız bir karım hizmeti olma özelliği ortadan kalkacak, bunun yerine burjuva çocuklarıyla, burjuvazinin sınıfsal çıkarlarına göre belirleyip burs vererek okuttuğu emekçi çocuklarının okuyabileceği bir azınlık eğitimi ortaya çıkacaktır. Dünyada sosyalizmin çözülmesi ve ülkemizdeki sosyalist iktidar mücadelesinin yeterince güçlü olmayışı nedeniyle, gericilik ve sağcılık rüzgarlarını da arkasına alan burjuvazi, emekçilerin ödediği vergilerden oluşan devlet bütçesini, bir kamu hizmeti olan eğitim yerine, kredi ve teşvik adı altında talan etmeyi dayatmaktadır. Eğitim özelleştiğinde, burjuva çocukları, okurken emekçi çocukları ya hiç okuyamayacak, ya da aralarından çok küçük bir bölümü burjuvazinin burs vermesiyle, burjuvazinin sınıfsal çıkar ve istemlerine göre okuyabilecektir. Geri kalan çok sayıda emekçi çocuğu, kısa ve niteliksiz bir eğitimden sonra, düşük ücretle iş bulmaya itilecektir. Niteliksiz sınıfına yabancılaştırılmış ve böyle olduğu için de burjuvazi tarafından kolaylıkla kullanılabilen bir gençlik kitlesi, sosyalist iktidar mücadelesinin karşısında potansiyel faşist bir tehlike oluşturacaktır.
Burjuvazinin eğitimde özelleştirme çağrısı ayrıca, eğitim emekçileri için de işsizlik, işten atılmak, iş güvencesinden yoksun bırakılmak, reel ücret gerilemesi, sendikasızlaştırma, sosyal güvenlik kaybı ve en önemlisi de tüm bunlardan sonra ortaya çıkacak mesleki itibar kaybı anlamına gelecektir. Eğitim emekçilerini bekleyen böylesine ciddi bir sorun karşısında eğitim emekçileri sendikalarının gerekli direniş ve mücadeleyi örgütleyemeyişi, son derece düşündürücüdür.
Eğitimde özelleştirme, emperyalist-kapitalist sisteme göbeğinden bağımlı Türkiye burjuvazisinin, emekçilerin sınıfsal çıkarlarına ve emekçi çocuklarının eşit, parasız ve zorunlu eğitim hakkına yönelik ekonomik, politik ve ideolojik bir saldırı demektir. Eğitimde özelleştirme, emekçilerden çeşitli adlar altında toplanan vergilerin, emekçi çocuklarının eşit, parasız ve zorunlu eğitim hakkı için kullanılması yerine burjuvazi tarafından kredi ve teşvik adı altında yağmalanması demektir. Eğitimde özelleştirme, burjuva çocuklarıyla, burjuvazinin sınıfsal çıkarlarına hizmet için seçip burs vererek okuttuğu küçük bir kesimin dışında kalan büyük bir gençlik kitlesinin, paralı kısa ve niteliksiz bir öğrenimden sonra düşük bir ücretle iş bulmaya itilmesi demektir. Ve eğitimde özelleştirme, eğitim emekçilerinin canı ve kanı pahasına kazandıkları sosyal kazanmaların tek tek yitirilmesi sonucu, sınıfsal ve mesleki itibar kaybı demektir.
Emekçiler, emekçi çocukları ve eğitim emekçileri tüm bunların bilincinde olmakla kalmayıp, burjuvazinin ekonomik, politik ve ideolojik amaçlı eğitimde özelleştirme saldırısını yokedebilmek, için sosyalist iktidar mücadelesine örgütlü ve aktif olarak katılmalıdırlar. Bunun tersi, teslim olmak demektir.