Türkiye solu, elbette yasal sol partilerden ibaret değil. Bu ülkede yasal parti formuyla çalışmayan önemli siyasi hareketler var; daha az önemli siyasi hareketler de…
Bütünü söz konusu olduğunda sol hareketleri yasal parti olanlar-olmayanlar diye ayırmak da pek mümkün değil. Siyasi hareketler, hedefler ve geliştirdikleri araçların bütünlüğünde değerlendirilebilirler. Nitekim yasal parti olmayan sol hareketler içerisinde, belirgin bir devrimci demokrat çizgiyi öne çıkartan kimileri olmakla birlikte, bir dizi değişik anlayış ve tarz vardır. Bunları aynı kaba koyarak değerlendirmek olanaksızdır.
Yasal sol partilerin de, böyle olmak dışında fazla ortak özelliği olduğu düşünülmemelidir. Türkiye solunda, işin kolayına kaçarak, birilerini “mahkûm” etmek isteyen bazı hareketlerin dillerine doladıkları “yasal partiler” kavramının, siyasi açıdan hemen hiç değeri yoktur.
Ne demek istediğimiz, birazcık hafıza tazelemekle anlaşılabilir. Geçmişten bugüne, Türkiye’de yasal parti süreçlerinin bir bölümü ciddi likidasyonlarla hizaya getirilen “yasal parti olmayan” geleneklerin üzerine inşa edilmiştir. TİİKP, TKP, Dev Yol, Kurtuluş, TKEP, TDKP akla ilk gelenlerdir. Bu oluşumların bazıları için bugünkü teslimiyet çizgisi hiç de şaşırtıcı değildir. Yasal parti olunca teslimiyetçi olunmamış, teslimiyetçi çizginin belli bir uğrağında yasal parti olunmuştur. Üstelik reformist olmak için yasal parti olmak, yasal olmak için parti olmak da gerekmiyor. Bütün bunlar reformizm için yasal partinin daha uygun bir biçim olduğu gerçeğini değiştirmemekle birlikte, yasal parti aracını kullanan herkesin reformist olduğu iddiasının temelsizliğini göstermektedir.
Sosyalist İktidar Partisi’nin bu bağlamda kendisini nasıl değerlendirdiği biliniyor. Bu parti, Marksizm-Leninizmin hedef-örgütsel araçlar-mücadele tarzı üzerine oluşturduğu mirasın tümüne sahip çıkıyor ve kendisine bu konuda bazen dostça, bazen içtenlikle, bazen de aptalca yöneltilen eleştirilere bir yerden sonra kulak kapatıyor. Devrimciliğin çocukça tepkilere indirgendiği, dahası emekçi sınıflar nezdinde böyle algılandığı bir sırada parti, içi boşaltılmış tartışmalarla oyalanılmaması gerektiği düşüncesindedir. “İP, ÖDP, EP, SİP, gibi parlamentarist partiler” diye başlayan hokus pokus yöntemleri, belki “abi SİP filan konuda doğru söylemiyor mu; şurada iyi yapmadı mı” diye soran genç devrimci demokratlara verilecek iyi bir yanıttır ama, Türkiye’de sınıflar mücadelesini algılamak ve değil adım atmak, mevcut kazanımları da yitirmekle sonuçlanacak akılsızca işler yapmanın önüne geçmek açısından doğru ve iyi ürünler vermemektedir.
Bütün bunlarla birlikte SİP, yasal sol partilerden birisi olarak, sırf bu özelliğiyle elbette ÖDP, EP ile birlikte anılmaktadır. Zaman zaman bu partilerle birlikte açıklama yapmakta, bildiri dağıtmakta, hatta eylem düzenlemektedir. Tıpkı, bu niteliğe sahip olmayan başkalarıyla zaman zaman yaptığı gibi…
Bu nedenle, iyi niyetli bir biçimde “canım SİP de, işte onlar gibi” kanaatine sahip olanlara, kendi ayırt edici yönlerimizi göstermek yükümlülüğümüz elbette vardır. Bu yükümlülükten kaçmak, bizim için söz konusu değildir…
* * *
1996’da kurulan iki yeni sol partiyle birlikte, solda yasal parti alanında sayısal açıdan ilk bakışta ciddi bir zenginlik ortaya çıkmış durumda. Kürt kimliğinin sol kimliğe baskın olduğu iki örnek, HADEP ve DBP bir kenara konduğunda, nesnel-öznel nedenlerle sol kapsamında değerlendirmek istemediğimiz İşçi Partisi’ni ayırdığımızda ve önemli bir siyasi etkinlik göstermeyen Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’ni saymadığımızda durum değişiyor.
Türkiye’de siyasal mücadele alanında şu anda üç yasal sol parti vardır: Kuruluş sırasıyla Sosyalist İktidar Partisi, Özgürlük ve Dayanışma Partisi, Emek Partisi…
Açıkçası bu partilerin ortak tek özellikleri “yasal sol parti” olmalarıdır ve aslında bu özelliğin her sözcüğünde de (yasal, sol ve parti olma anlamında) birbirlerinden büyük ölçüde ayrışmaktadırlar. Bu nedenle, yayınlarımızda ve özel olarak Gelenek’in bu sayısında çokça eleştirdiğimiz ÖDP ve EP’e ilişkin değerlendirmelerden çok, solun duyarlı olduğu alanlarda, partimizi, SİP’i de içine katarak yasal sol partiler arasında bir karşılaştırmayı bu kısa yazıya konu olarak seçtik.
Karşılaştırmanın kaçınılmaz mekanikliğini, diğer çalışmalarımızda gidermenin rahatlığını taşıdığımızı hatırlatarak, üç partinin siyasal-ideolojik ve örgütsel karşılaştırmasına geçebiliriz.
Kimlik ve kendini tanımlama
Her üç partinin de, kendilerine biçtikleri misyon ve bu misyona uygun kimlikleri, EP- ÖDP-SİP arasında önemli ayrımlar olduğunu daha baştan ortaya koymaktadır. Emekçilerin (veya bazı metinlerde emeğin) kitlesel partisi olma iddiası ile kurulan EP, bu tariften de anlaşılacağı gibi, işçi sınıfının öncü partisi olma iddiası taşımamaktadır. Bu tercihe dair gerekçelerden birisi olarak, partinin belli bir mücadele alanında sınırlı olması gösterilse bile, sınıf-parti ilişkilerindeki edilgen ve nesnelci konumlanış, asıl sorunun işçi sınıfı popülizmi olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla EP kendisini en fazla “emekten yana” bir parti olarak tarif etmektedir.
ÖDP ise, karmaşık bir siyasal kimlikle yola çıkmış ve bu karmaşıklık partinin en önemli özelliği, alamet-i farikası gibi sunulmuştur. Bu kimlik, partinin bileşenleri tarafından değişik şekillerde dillendirilmekte ve açıkçası üzerinde anlaşılamamaktadır. Ancak ÖDP’de partiyi “toplumsal muhalefetin örgütlü sesi” olarak tanımlayanların ağırlığı giderek artmaktadır. Buna karşılık ÖDP’yi, tek bir sözcükle “sosyalist olarak niteleyen ÖDP’li, neredeyse yoktur; ÖDP içindeki sosyalistlerin de herhalde buna vicdanı elvermemektedir. “Aşk ve devrimin partisi” ise, en yetkili ağızlarca telaffuz edildikten sonra bu partinin en yaygın kullanıma giren toplumsal kimliği olmuş, ancak ÖDP içinden bu kimliğin dillendirilmesine dönük ciddi bir tepkiselliğin ortaya çıkmasıyla birlikte, “yanlış anlaşıldık” denmiştir. Bizce ÖDP, “sivil toplum özlemcisi”, “insan hakları savunucusu” bir oluşumdur ve bunun dışındaki sıfatlar; sol, liberal, reformist, yeni-sol, sosyal demokrat, sosyalist…, bu partiyi tanımlamaktan uzaktır.
Sosyalist İktidar Partisi’nin kendisine dair deklarasyonu ise oldukça nettir: SİP Marksist-Leninist bir partidir ve işçi sınıfının siyasal öncülüğü iddiası ile çalışmaktadır. Komünist kimliğini hiç gizlemeyen bu parti, geleneksel Leninist parti anlayışını günümüz ve Türkiye koşullarında yeniden üretmekte, ancak, kendi kimliğine bazı ekler yakıştırmaktan özenle kaçınmaktadır. Bu nedenle solun diğer kesimlerinin değerlendirmeleri bir yana, SİP’in kadroları açısından mensubu bulundukları partinin kimliği son derece açıktır.
Programın mantığı ve siyaset tarzı
Sosyalist İktidar Partisi, Sosyalizm Programı’nı savunuyor. Türkiye solundaki asgari-azami program ayrımının geriletici bağlarından kurtulan, kendi geleneğine yerleşmiş olan “sosyalist iktidar” perspektifinin doğal sonuçlarını programına taşıyan parti, güncel somut hedefler doğrultusundaki mücadeleyi programatik açıdan belgelendirilebilir bulmuyor. Bu anlamda SİP, demokrasi mücadelesi ile sosyalizm mücadelesinin birbirinden ayrılabilir şeyler olmadığım ısrarla vurguluyor.
Ayrılmayanlar içerisindeki öncelik ve belirleyici renk sosyalizmdir.
Bu Gelenek’te EP üzerine hazırlanmış yazıda görüleceği gibi, Emek Partisi’nin programı, bu partiyi ortaya çıkaran siyasi hattın programatik olarak oldukça geri bir mirasa sahip olması ve yasal partiye yüklenen güncel misyonlar sonucunda geriliğe bir de çelişkili olma halinin eklenmesi nedeniyle Türkiye solunda herhangi bir “tartışma”ya konu olabilecek bir belge niteliği taşımamaktadır. Emek Partisi’nin programı her şeyden önce, kendi geleneğini ifade etmede, başka metinlerden daha zayıf kalmaktadır. Ayrıca, program, ait olduğu EP’i toplumsal açıdan tanımlamakta zorlanmaktadır. Yeni bir siyasi parti, emekçi sınıflara sunulan yeni bir kimlik olduğu için, programın partiyi özgün bir siyasi projeye taşıması gerekmektedir. EP Programı bu özelliklere sahip değildir.
MDD geleneğinin zaman içerisinde ürettiği versiyonlardan bazılarını savunan EP, kendi özgünlüğünü siyasi hedef ve projeler etrafında değil, daha çok işçi sınıfı ile ilişkiler konusunda geliştirmeye kalkmıştır. İşçi sınıfına dışarıdan siyaset dayatılmayacağı, işçi sınıfının mevcut örgütlenmeleriyle konfrontasyondan kaçınılacağı, sınıfın gündelik tepkilerinin veri alınacağı vb… doğrultusundaki önermeler, siyasi anlama sahip olsalar bile, programatik öz taşımazlar. Siyasi mücadelenin nasıl yürütüleceği, parti-sınıf ilişkilerinin nasıl hayata geçeceği, esas olarak başka metinlerin işidir. Bu konuların programda özel bir yer işgal etmesinin ise, tek bir koşulu vardır: Yalın anlamıyla sivil toplumculuğu savunmak, bunu sosyalizm pratiğine özyönetimci kavramlarla taşımak ve devrim iddiasından bütünüyle vazgeçmek…
ÖDP’nin program konusundaki özgünlüğü ise daha farklıdır. ÖDP, kuruluşu sırasında merakla izlediğimiz “sosyalizmli mi olsun, sosyalizmsiz mi” tartışmasına ilginç yöntemlerle son vermiştir. Bu partinin programında sosyalizm kesinlikle yoktur. Ama programda,”bu partide sosyalizm olsun” diyen azınlığın teselli bulacağı bazı sosyalizan ögeler vardır. Yani, baştan aşağıya iktidardan uzak durmaya yemin etmiş bir programda, ancak sosyalist iktidarda hayat bulabilecek kimi “güzellik”lere az da olsa yer verilmiştir.
Bunun dışında ÖDP programı, aslında bir program değildir. Bu belgede karşımıza çıkan, yeni denenen bir siyasal terminoloji aracılığıyla siyasal durumun tasvir edilmesi ve kapitalizmde ne kadar bozulma-çürüme ve yıkıcılık varsa onlardan yakınılmasıdır. Tasvir ve yakınma eyleminin arasına, bir programın olmazsa olmaz koşulu olan “yapma irade”si de serpiştirilince ÖDP programı siyasi açıdan çelişkili, bilimsel açıdan korkutucu hale gelmiştir. Bizim bildiğimiz, ÖDP’de çok sayıda liberalin yanısıra, Marksizmin kapitalizmin iktisadi yasalarını keşfederken geliştirdiği kavramlar konusunda oldukça titiz marksistler yer alıyor. Bu kişilerin, parti programının Marksizmle bu kadar alay etmesinin önüne geçecek “durumu kurtarıcı” yöntemler geliştirmesi beklenirdi. Ne var ki, ÖDP, aynı anda altmış çeşit ideolojik çizgiye hizmet sunma iddiasındaki kararlılığıyla, ortada bilim-milim bırakmıyor…
ÖDP’nin siyaset tarzı da aynı biçimde şekillenmiştir. İstenmiştir ki, toplumsal muhalefette konumlandığı düşünülen her anlayış, her sınıfsal katman yüzünü ÖDP’ye dönsün ve en kısa sürede, kendisini ÖDP’lileştirsin. Dolayısıyla ÖDP de birazcık o anlayış, o katman olsun…
Bunun mantıki sonucunu merak edenler, bu partinin kurulduğundan bu yana sergilediği siyaset tarzını şöyle bir hatırlamalıdır. Bu tarzın etkili olduğu biricik etkinlik, “gelin bizden korkmayın, size de bir yer bulabiliriz” çağrısı yapmaktır. Kurulduğunun hemen sonrasında “şunu yapacağız” dan çok, “şu kadar sayıda olacağız” diye açıklama yapan bir Genel Başkan, aslında hitap ettiği “bir büyüyelim bakalım, siz bilirsiniz ne yapacağınızı” demektedir. Asında bayağı büyüdüler de… Şurada şu kadar bin üye, filanca yerde şu kadar kişilik yemekli toplantı…
Siyasi mücadeleye gelince…
Bazı yerelliklerde kişisel inisiyatiflerle somut siyasi gündeme hitap etmekle birlikte, ÖDP’nin kendi rengini ortaya koyarak siyasi bir çıkış yaptığı herhangi bir etkinlikten söz etmek şu ana kadar mümkün olmamıştır. İnsan hakları, barış gibi uzmanlık alanlarına giren veya öyle olması beklenen konularda bile ÖDP, birilerini ürkütmemek için hep ikircikli tutum almış, son dönemdeki polis saldırılarından sonra, kalabalık olmasıyla övündüğü kadro ve yandaşlarını evden çıkartmak için hiç çaba göstermemiştir. Bu parti, insan hakları savunusunu doğru dürüst yapamayacaksa neyi yapacaktır?
Geri kimliği ve toplumdaki şoven şartlanmalardan korkarak Emek Barış Özgürlük Bloku’nun tıkanmasına yardımcı olan, sonra HADEP’ten esen liberal rüzgârlara güvenerek bu partiye “SIP’i boş verin biz işimize bakalım” mesajları veren, hatta tecrübesiz Genel Başkanları’nın “olaylı” HADEP Kongresi’nde “21. yüzyıla büyük HADEP-ÖDP koalisyonu ile giriyoruz” haykırışı ile büyük müjdeyi patlatan bu parti, ürkütmeme taktiğinde hata yaparak içinde ve dışında birilerini ürkütmüş ve sonradan Kürt hareketiyle dayanışmadan hemen geri basmıştır. Bir ay içerisinde ortaya çıkabilecek daha ürkütücü gelişmeler durumunda ÖDP’nin, “Kürt emekçileriyle olan dostluğu” tamamen unutması bile mümkündür.
Siyaset tarzları bunu gerektirmektedir.
Kendi üyelerini burjuva kulis faaliyetlerinde canlı tutan CHP gibi partiler bile tabanlarını ODP’den daha politize kılmayı başarmaktadır. Siyaset tarihinde piknik ve gezilerle siyasallaşmayı hedefleyen parti henüz yoktur. ÖDP, bu konuda da “yeni”dir.
Sonuçta, akıllarda kalan ÖDP etkinliği Genel Başkanları’nın uzattığı sakaldır ve uzun bir süredir sakalın durumu hakkında kamuoyu bilgisiz bırakılmıştır.
Emek Partisi, daha yem bir parti olmakla birlikte, uzun bir süre EP faaliyet göstermiş, seçimlerde aday çıkartmış ve günlük gazete gibi etkili bir araca sahip olmuştur. Bu nedenle bu partinin kuruluşundan sonraki çıkışsızlığı tek başına “yem” olması ile açıklanamaz.
EP’in beklediği canlılığı sağlayamamasının üç temel faktörü vardır. Bunlardan ilki, İP ve ÖDP’nin varlığında EP’in dolduracağı önemli bir boşluğun aslında kalmamasıyla ilgilidir. EP, köken itibariyle pek de uzak olmadığı İP çizgisinin kendi alanının bir bölümünü kapladığını yeni fark etmiştir. Giderek küçülmekle ve EP’le kıyaslanamaz olmakla birlikte, İP, teslimiyetçi bir çizginin ideolojik altyapısını geliştirmede EP’ten daha ustadır. Üstelik, EP’in iddialı olduğu Türk-İş yönetimiyle flört açısından Perinçek’in portföyü de hiç değilse düne kadar epeyce kalabalıktır.
EP, bir tarafa baktığında İP’i, öte tarafa baktığında ÖDP’yi görmüştür. Bu nedenle kurulmadan önce bu partilere yönelik geliştirdiği sert tutumu bir kenara koyarak çeşitli konularda ortaklıklar kurmaya başlamıştır. ÎP’in son dönem birçok yerellikte kendisine dönük tecriti kırmaya başlamasının altında EP’in bu doğrultudaki çabalan yer almaktadır. Bu konularda unutkan olmayı seçen HADEP yönetimi ve doğası gereği tecriti soluna dönük gerçekleştirmek isteyen ÖDP sayesinde, karşı devrimci örgüt “sol” cenahta kendisine yeniden bir yer açmaktadır.
EP’in hemen başta hızının kesilmesine neden olan ikinci faktör, neredeyse iki yıl boyunca yaratılan “kuruluyoruz” hedefinin yarattığı karşılanamayacak beklentilerdir. EP’e umut bağlayan gençler arasında kuruluşun neredeyse devrimci bir atılıma denk düşeceğini sananlar olmuştur. Birkaç ilde düzenlenen kalabalık şenliklerden sonra bu umut giderek azalmıştır. İnsanlar “kurulduk, şimdi ne olacak “sorusunu sormaya başlamışlardır.
Üçüncü faktör ise, en önemlisidir. İşçi sınıfının öz bilincine “güvenen” EP, kuruluşunu sınıfın eylemlilik açısından durma noktasına geldiği bir sıraya denk getirmiş ve kendisi de büyük ölçüde durmuştur. Zaten EP’in sınıfın öz bilinci dediği şey, düpedüz Türk-İş ve KESK’te elde edilen geri mevzilerdir. Bu mevzilerin ne anlama geldiği de kısa sürede ortaya çıkmıştır. Bazı yerel çıkışlar dışında EP, sınıfı olduğu gibi temsil etme iddiasının da hakkını verememiştir; bunda kendi sorumluluğu sadece ve sadece böyle bir iddiaya sahip olmasıdır…
SİP ise, siyasi olarak mümkün olan en ileri noktayı zorlamak konusunda örgütsel olanaklarını sonuna kadar kullanan bir yapıdır. Bu nedenle her şeyden önce, nicel büyüklüklerle boş boş övünmekten daha anlamlı bir iş yapmakta, kadro kaynaklarını ve çevre halkaları siyasi hedeflere kilitlemek ve harekete geçirmekte oldukça başarılı olmaktadır. Bu alanda SİP henüz solun genel etkisizliğini kıramamakla birlikte, etkisizliğin nasıl kırılacağına dair önemli bir deney biriktirmiştir. Bu ülkede, önemli başlıklarda tereddütsüz konumlanışların siyasi faaliyete tercümesinde STP-SİP çizgisinin büyük katkıları olmuştur. Sendika bürokrasisine ilk bayrak açış, özelleştirme konusunda kem küm etmeden ilk tavır alış, öğrenci hareketini kendi özgünlüğünde siyasallaştırmak, burjuva yasallığının sınırlarına teslim olmamak, genel olarak “barış” ve özel olarak Kürt sorununda devrimci ve sorumlu bir yaklaşımı hayata geçirmek gibi başlıklarda merkezi çalışmayla yerel çalışmayı bir bütünlük içerisinde kaynaştıran bir çizgidir bu.
SİP’in bu ülke gündemine giren veya kendisinin gündeme soktuğu başlıklardan tekinde bile “komünist” olmayan bir siyasi konumlanışla suçlanabilmesi, mümkün değildir. SİP suçlanacaksa, ancak yeterince etkili olmamakla suçlanabilir.
Bu suçu ortadan kaldıracak kadro, irade ve özgüven SİP’te fazlasıyla vardır; bundan kimse kuşku duymamalıdır.
Yaygınlık, etkinlik, kadro yapısı
Yukarıda yazılanlardan “SİP etkisiz, hatta küçük olmayı kabullenmiş” sonucu çıkartılmamalıdır. SİP, EP ama özellikle ÖDP türünden bir nicel büyüklük ve yaygınlığı asla istememektedir. Şu anda bu iki partinin üye sayısı ve bir ayrım varsa, destekçi kitlesi SİP’ten çok fazladır. Yaygınlık açısından da, özellikle ÖDP çok geniş bir coğrafyada “var”dır.
SİP, Leninist bir parti olarak, siyasi hedeflerine uygun ve kontrollü bir kadro yapısı ile, devrimci bir kitlesellik arayışındadır ve bu anlamda, Türkiye’nin verili nesnelliğine uygun olanaklar ve sorunlar yaşamaktadır. SİP, içi kof büyüklüklerin erişemediği bir etkinlik katsayısına sahip olduğu gibi, kendisine seçtiği örgütlenme alanlarında “büyüme” kanallarını hızla açabilmektedir de. Bu nedenle, solda yasal olsun, olmasın her türden nicel büyüklük, siyasi çizgide istikrarlı, ama nicel olarak da anlamlı bir SİP gerçeği ile karşı karşıya gelecektir.
Ancak bizim için önemli olan, sol içi bir parselasyon değil, solu ideolojik ve siyasal açıdan sıçratacak tarzda bir büyümedir. Bu anlamda şu ana kadar “şu kadar üye kaydettik” hesabı yapanlarla, “devrimin ayak sesleri”ni duyurduklarını söyleyenlerin sonuç alıcı olamayacakları açıktır.
Kadro yapısı açısından, üzerinde konuşulması gereken EP ve SİP’tir. ÖDP, kadrosu olan bir parti değildir. Çünkü kadrolar, şu veya bu oranda, kendileri üzerindeki bir kolektif iradeye uygun hareket ederler, onun kararlarına uyarlar. ÖDP’de parti, sonsuz sayıda iradenin bir bileşkesidir. Herkes kendine otoritedir; buradan kadro çıkmaz veya burada kadro olunmaz…
EP’in sorunu ise, kadrolarının son birkaç yıl siyasi ilkeler açısından çok fazla rota değiştirtilmiş olmaktan kaynaklanan niteliksel savrukluğudur. Belli bir disiplin anlayışına sahip olan bu kadrolarda “kimlik” sorunu boy göstermiş, son dönemlerde ÖDP’ninkine benzer bir bağlanmayla gelen insan kaynakları, eski “kadro”ların bu sorununu iyice kronikleştirmiştir. Üstelik kendiliğindenciliğe bu kadar prim veren, öznel tercih ve müdahalelerden korkan bir siyasal hat, kadroların içini tamamen boşaltmaya adaydır.
SİP ise, sol içinde bir karşılaştırma yapıldığında rahatlatıcı sonuçlar elde edeceği kadro standartlarını, kendi amaçlan açısından yeterli görmemektedir. Yeni kadrolar yetiştirme ve bunların sosyalizm mücadelesinde kalıcı militanlar haline gelmesinde SİP’in gösterdiği çaba, ciddi ürünler vermiştir. Ancak bu ürünlerin solun kısır toprağını dönüştürmek açısından yetersiz olduğu açıktır ve parti bu alanda yeni hamlelere ihtiyaç duymaktadır. Ancak, yine de, SİP kadrolarına yalın ve ikirciksiz bir siyasal kimlik sunmak konusunda ayrıcalıklı bir siyasi oluşumdur. Bu da kadrolaşmanın en önemli unsurlarından bir tanesidir.
* * *
Yukarıdaki değerlendirmelere, bir dizi başlıkla ek yapılabilir. Bu sayıdaki yazılarda ve önceki kimi çalışmalarda bu “ek”lere detaylarıyla rastlayabilirsiniz. Ancak, bir konu net olmalıdır: Programı, örgütsel yapısı, siyaset tarzı ve kadrolarıyla yasal sol partiler içerisinde tek bir komünist parti mevcuttur. Son üç-dört yıllık pratik bunu temelsiz bir iddia olmaktan çıkarmaktadır. Bize düşen, bu gerçeğin gereklerini ve sorumluluklarını yerine getirmekten ibarettir. Kısacası, herkes kendi misyonuna; SİP kendi misyonuna sahip çıkacaktır…