Solun artık -bir tür yeniden tasnife olanak verecek düzeyde- farklı dinamikler üzerinde yükselen kanallar oluşturmaya başladığını bir süredir dillendirmekteyiz. Liberal ulusal ve sosyalist sol olarak şekillenmesi, olası bu sürecin kuşkusuz ağırlık noktasını “ideolojik karşı karşıya gelişler” oluşturmakta.
“Burjuva demokrasisi” ekseninde bir liberalizm “düzenin dengesizliklerinin aşılması” ekseninde bir ulusalcılık ve “sınıfsal konumlanış” ekseninde bir sosyalist duruşun her biri kendisine özgü mücadele ve kaplama alanına sahip olmaya başladı.
Her bir duruşun taşıyıcı özneleri ise ideolojik bir zeminden beslenen ve belirtilen eksenlere oturmaya çalışan bir yoğunlaşma içinde. İşçi sınıfı ideolojisinden beslenen ve sınıfsal konumlanışı üzerinden kendisine eksen bulan sosyalist sol, söz konusu olduğunda sürecin asli unsuru kuşkusuz işçiler ve emekçiler.
Bu durumun, karşımıza irdelenmek üzere çıkardığı bir tablo var. Tablonun bir tarafında liberal ve ulusal solun belirlenimi altına çekilmeye çalışılan sınıf duruyor. Diğer tarafında ise hem bu olgu ile rekabetinde hem de sınıf ile bağlantılarını güçlendirme arayışında olan, sosyalist solun işçi sınıfı ile buluşma arayışları göze çarpıyor. Tablo, hem bu karmaşasından hem de şu anda tablonun sınırlı noktalarında görünenlerin belirginleştirilmesi ihtiyacı nedeniyle dönemsel sorumluluk ve görevlere işaret ediyor.
Sosyalist solun mücadele ve kaplama alanına bu açıdan bakıldığında bir “tuhaflık” göze çarpıyor. Asli unsuru olması beklenen işçi ve emekçilerin, sosyalist solun kendi kanalını oluşturma sürecine katkısı oldukça sınırlı görünüyor. Daha çok bir “potansiyel”den söz etmek mümkün. O halde bu tür bir “tuhaf”lığın giderilmesini bir ihtiyaç olarak hissetmek gerekiyor. Sosyalist sol artık kendisini farklı bir yerde tarif etme hakkını daha fazla görüyorsa, sorumluluklarını bu “tuhaf”lığın giderilmesi doğrultusunda da hissetmeli.
Liberal sol işçilerle buluşabilir mi?
Sorunun yanıtını hemen verelim. Türkiye’de mümkün değil. İki tane gerekçesi var: İlki; liberal solun işçileri kendi arkasına almasının tek koşulu güçlü sendikalardır ve yakın dönemde sendikaların güçleneceğine dair en küçük bir ipucu bile yoktur. İkincisi; işçilere sadece “haksızlık edilen vatandaş” kimliği üzerinden seslenme tercihi olan, liberal solun Türkiye’de hele ki bu yılların Türkiyesi’nde hiç mi hiç şansı yoktur.
Liberal sol sivil toplum örgütlerinin güçlendirilerek, etkin birer muhalefet odağı haline getirilmesini, perspektiflerinin merkezine koyar. Sistemin farklı çelişkilerin beraberinde getirdiği gerilimlerin ürünü olarak bir noktaya kadar temel çelişkiyi örtebilme olanağı verdiği için, izin verdiği bir zeminde sivil toplum örgütlerinin güçlendirilmesi çabası, işçiler nezdinde sınıf kimlikleri dışında gündemlere itilmesinden başka sonuç vermez.
Örgütlü sivil toplum arayışlarının işçileri ve emekçileri sınıfsal kimliklerinden beslenen örgütlülüklere yönlendirmesi olanaksızdır. Herhangi bir kimlik üzerinde mücadele dürtüsünün harekete geçirilmesinin, öncelik olarak belirlendiği akabinde bu harekete geçişin sınıfsal kimliği de hatırlatacağı beklentisi boştur. Sistemin kendisini belirli açılardan yenileme sürecinde olduğu bir dönemde ise neredeyse imkansızdır.
Sivil toplum örgütlerinin belirli başlıklarda ortak hareket edişlerinin zorlanması ve bunun üzerinden emekçilerin toplumsal ağırlığının artırılması ihtiyacına işaret edenler de vardır. Türkiye’de bu anlamda son on yılın toplumsal pratiğine bakanlar, böylesi bir bakış açısıyla zerre kadar yol alınmadığını göreceklerdir. Üstelik bu bakış açısının ürünü her pratik süreç içinde, kendi dinamizmini de köreltmekle karşı karşıya kalmıştır.
Gökkuşağı projesinin akıbeti, söylenenlerin en çarpıcı kanıtı olsa gerek. İşçi sendikalarının da içine yerleştirilmeye çalışıldığı bu projeye en büyük direnç, işçi sendikalarından gelmiştir. Bunun böyle olması şaşırtıcı olmasa gerek. İşçi sendikalarının patronlarla hükümetle ve devletle birlikte hareket etmeyi tercih etmesinin nedeni, sendikal yapının toplamında bir mücadele örgütü olmaktan çı-karılmasıdır. ESK ve Beşli Oluşumlar’la kendilerine açacakları alan ile kıyaslandığında sendikacılara gökkuşağının sunacağı hiçbir şey yoktur.
Diğer bir kanıtın ise, son yılların 1 Mayıs’larında bulunabileceğini düşünüyorum. Üç konfederasyonun birlikte kutlamaya karar verdiği her 1 Mayıs, sadece 1 Mayıs’ların içinin boşaltılmasına hizmet etmemiş, aynı zamanda hem katılımın hem de sendikaların toplumsal ağırlığının azalma sürecinin pekiştirildiği ortamlar olmuştur.
Son aylarda, yakın bir zamana kadar kendisine sınıfsal kimliğinden beslenen bir hareket alanı bulan KESK’in durumu da ortadadır. Gelinen nokta KESK’in kamu emekçilerinin sendikal örgütlü gücünün ortaya çıkarılmasında zerre kadar payları olmayan Türk Kamu-Sen ve Memur-Sen’le birlikte “eşit”lerden biri haline getirilmesi olmuştur.
Meslek odalarının işçi sınıfının mücadelesinden beslenen nitelikleri de yine süreç içinde heba edilmiştir. Her zaman için toplumsal dokuda anlamlı ağırlıkları olan Tabip Odaları ve Mühendis Odaları’nın durumu ortadadır. Tabip Odaları’ndaki sosyalist solun zorlamalarının ürünü 6 Aralık Eylemi dışında kentlerin rantçılara pekşeş çekildiği, sağlığın pazara çıkarıldığı bir ortamda bile tek bir karşı koyuş kotaramamışlardır. Buralarda liberal sol projeleriyle yer tuttuğunu düşünenler, bu mevkileriyle onur duymaktan çok son yıllardaki hareketsizliğin sorumluluğunu hissetmelidirler.
Ya ulusal sol?..
Ulusal sol sistemin kimi sıkışmışlıklarını belirli değerlere yaslanarak ya da onları hatırlatarak aşma çabasını anlatıyor. Ulusal solun tek şansı da bu anlamda ortaya çıkıyor çünkü bu değerlerin de şekillenmesindeki en büyük pay her zaman emekçilerin olmuş. Bir başka ifadeyle bu değerler emekçilerin varlık gerekçelerine ve gündelik yaşamlarına emdirilmiş. Ulusal sol açısından önem taşıyan süreç içinde aşınanlarla birlikte bu kez yine bu değerlerin emekçilerin geleceklerine de yüklenmesi.
Ulusal sol yine sınıfsal kimliğin, farklı ideolojik öğelerin basıncı altında eritildiği ters yüz edildiği bir çağrıda bulunuyor. Parçalanmışlıkların karşısına, birleştirici argümanlarla örülü bir pratiği koyuyor. Bu ülkenin sola ihtiyacı olduğu solun geleceğinin ise gelenekselliğinden süzülerek çıkartılabileceğine inanıyor. Solu bu topraklarda geleneksel bir pratik haline getiren süreçleri hatırlatıyor ve pratikle ilişkili değerlerin güncel versiyonlarını türetmeye çalışıyor.
Ulusal sol açısından birleştiricilik temel yönelim olunca, ağırlıklı olarak emekçilere yaslanmak kaçınılmaz. Eh buna bir de kendisini kanıtlamışlar da eklenirse, bu ülkenin insanları artık bir geleceğe kavuşabilirler.
Emekçileri kendi geleceklerini kendilerinin kuracağına inandıracak kadar güçlü temalara sahip olan ulusal solun emekçileri hareket geçirmede liberal sola oranla daha şanslı olduğu ortada. Emekçileri “senin de bu çorbada tuzun olabilir”e ikna etme şansı daha yüksek.
Hem birleştirici argümanlarla hareket ediyor oluşları, hem de ortalama bir güç üretmek adına sistemin kontrolsüz uçlarının törpülenmesini bir görev olarak tarif etme anlamında ulusal sol sosyalist solun en büyük rakibi potansiyelini taşıyor.
Sözgelimi birleştiriciliğin kamuculuğu, gerici ve çetelerle geçimsizliğin bir mücadeleyi beraberinde getirme olasılığı her zaman vardır. Devleti, ülkeyi ve kendine özgücülüğü daha fazla öne çıkaran bir tarz ,sistemin sıkışmışlığını bütün iliklerinde hisseden emekçiler için çok da itici olmasa gerek.
Ulusal solun emekçilerle buluşmada şansının başladığı yer ise aslında bittiği yer haline de getirilebir. Bu durum tümüyle sosyalist solun kendisine açabileceği alanla ilgili. Ulusal solun gezindiği her alan sınıfsal kimliğin somutlanarak, bir mücadele alanı haline getirildiği zeminlere dönüştürülebilirse, ulusal solun altındaki topraklar hızla kayabilecektir.
Diğer taraftan, restorasyon sürecinin temalarından beslenerek, kendisine alan bulmaya çalışan ulusal solun ciddi bir anti-emperyalist birikimin olmadığı topraklarda kendisine kalıcı zeminler bulabilmesi kolay değil. En fazla restorasyon sürecinin vazgeçemeyeceği, vazgeçmediği oranda da zemin sunduğu dönemsel bir saltanat sürebilecektir. Restorasyon sürecinin toplamında emekçilere zerre kadar ihtiyaç duymadığı bir nesnellikte, bu ihtiyaçsızlığın açığa çıkması için hiç de uzun zaman geçmesi beklenmemeli.
Yine de ulusal sol sürecin beraberinde getirdiği kısıtlarından daha çok, sosyalist sol ile rekabetinde kendine alan bulabilecektir. Güçlenen sosyalist sol, ulusal solun sıkışması anlamına gelecektir.
Sosyalist solun tek olanağı gücü
Sosyalist hareket ideolojisine içkin öğeleri, politika ve örgütsel çalışma zemininde somutlayabilme şansını sıklıkla yakalayamaz. Bu kısıtlılık sadece baskıcı sınırlatıcı koşullardan kaynaklanmaz. Kimi zaman da bu olanak düzenin tutucu etkilerinin gevşediği ve bu gevşemenin açtığı olanaklarla ilgilidir. Türkiye gibi zayıf halka kategorisine gönül rahatlığıyla yerleştirilebilecek ülkelerde, bu olanaklar birçok şeyi değiştirebilme cüretini de yaratır.
Seçim uğrağında da hissedilebileceği üzerine sosyalist hareket, yine sosyalizmin siyasetini örgütsel çalışmasını çok daha gerçek bir olgu olarak kanıtlayabilecek durumdadır. Böylesi bir nesnellikte sosyalist hareket bu üretimini, işçi ve emekçilere taşıma koşullarını da her zamankinden çok daha cüretli zorlayabilmektedir.
Özünde, ideolojik kaplama alanının kendisini genişletme koşulları sosyalist hareketi emekçilerle buluşturacaktır. Sosyalist hareket kendi kanalını oluşturma ve hissettirebilme sürecinde katettiği mesafenin, aynı zamanda işçi ve emekçilerle buluşma niteliğine açıldığını önemseyerek, yine kanal oluşturma sürecine işçi ve emekçilerin ağırlığını taşıyabilir.
Emekçilerin hareket ediş güç ve niyetlerini körükleyici bir örgütsel pratik hızla sonuçların belirginleşmesine yol açabilecektir. Artık sürecin herhangi bir noktasındaki hamleler ya da sağlam duruşlar, emekçilerle buluşmanın araçları haline gelebilecektir. Tam da burada sağlam duruşun, yüzünü emekçilerle buluşmanın araçlarının belirginleşmesi sürecine her zamankinden çok daha duyarlı bir biçimde dönmesi önem kazanıyor. Sağlam duruşun ister istemez rutinleştirdiklerinin kırılabilmesi, gidişatın dinamiklerine güvenerek esneklik katsayının artırılabilmesi ve beceri potansiyelinin yükseltilmesi anahtar olabiliyor.
Düzenle bağlantı noktalarının sorgulanabildiği bir zeminin üzerine iddialı bir biçimde yüklenilen koşullar, işçi ve emekçileri mücadele platform arayışlarına açık hale getirir. Büyük ölçüde vatandaş ya da insan kimliği üzerinden gerçekleşen sorgulama süreci, hızla sınıfsal kimlikle yüklenebilir.
Sosyalist hareketin emekçilerle buluşmada karşısında iki kritik olgu duruyor. İlki emekçileri sınıfsal kimliği üzerinden harekete geçirmede ağırlıklı olarak kullanacağı kamuculuk ve kamucu bakış açısının sınıfa taşınması. Diğeri, sınıfı sistemin sıkışma noktalarında mücadeleci zeminlere yönlendirme.
Sosyalist sol kendi kanalını belirginleştirirken, kaçınılmaz olarak ideolojik karşı karşıya gelişler üzerinden hem liberalizmle hem de ulusalcılıkla mücadelesinde kamucu bir pozisyon almak durumunda. Genel kamucu pozisyonun beraberinde getirdiği bir handikap ise ne yazık ki emekçi kimliğinin de bu pozisyon içinde “erime” riski. Sosyalist solun şansını ve potansiyelini değerlendirebilmesinin koşulu ise kamucu pozisyonunun da emekçi kimliğinden beslenmesini zorlamak olacak. Belki de bu olanak ve potansiyel sosyalist solun bu ülkede bir kimlik olarak ortaya çıkışında en çok zorlanacağı süreç olacaktır. Hem ulusal sol ile rekabetinde hem de sınıf ile bağlarını güçlendirmede…
Kamucu duruşta sınıf perspektifi
Kamuculuk; bir yönüyle kamuya ilişkin her türlü değerin talan edilmesine karşı duruşu, bir yönüyle de kamusal düşünüş ve hareket edişin kazandırıcılığını ifade ediyor. Bu duruşun kendisini güçlendirmesinin koşulu kaçınılmaz olarak genel ideolojik karşı karşıya gelişle ilgili. Diğer taraftan, bu duruşun bir etkinlik alanı yaratması ise somut özelleştirme karşıtı mücadeleye bağlı olabilir.
Emekçi kimliğin kamucu duruşa yüklenmesi ise ikincisinin özel bir ağırlık taşımasını dayatıyor. Kamucu duruşun emekçilerin dışından zenginleşerek işçi sınıfına taşınacak, zemini ancak emekçi kimliğinin mücadeleciliği üzerinden yerli yerine oturabilecek. Sadece yapılanlara emekçilerin sahip çıkmasını sağlamak anlamında değil, bizzat emekçilerin inat edişini kabullenmemesini bu zeminin içine taşımak için gerekli. Özelleştirme uygulaması girişimlerinin durdurulduğu her örnek, aynı zamanda harekete geçiricidir.
Sosyalist hareket sosyalist siyaseti belirli başlıklarda -gericilikle mücadele özelleştirme karşıtı kamuculuk anti-emperyalizm enternasyonalizm- hissedebilir hale getirirken pozisyonunu emekçi kimliğinin bu mücadelenin ağırlıklı unsuru haline gelmesi ile güçlendirebilir daha da önemlisi süreklileştirme şansını elde edebilir.
Biraz önce sıralanan siyasi başlıkların tümü, kamusal düşünüşün ve hareket edişin doğrudan somutlanabileceği başlıklar durumunda. Eğer bu başlıklarda devinilen alan, emekçi kimliğinden beslenme şansına halen sahip değilse bu durumu kimi nesnel kısıtlara havale etmek ne kadar doğru olur
Kamusal düşünüş ve hareket edişin kendisi esasta öznel zorlamaların ürünü bir pratik gerektiriyor. Bu öznelliğin emekçi kimliğinin sürece daha etkin bir şekilde katılımının sağlanmasında da devreye sokulması gerekiyor. Üstelik ağırlıklı bir unsur olarak.
Bu kaygılar sadece kimi hedeflere ve yeni görevlere işaret etmiyor, aynı zamanda belirli açılardan tarzın yenilenerek güçlendirilmesini içeriyor. Kuşkusuz tarz değişiklikleri, otomatikman yapılagelenin “tukaka” ilan edilmesi anlamına gelmez, aynı zamanda kimi olanakların güce dönüştürülmesinin güncelliğine işaret eder. Bunun kendisini test edeceği alan ise kuşkusuz sistemin sıkışma noktalarında sınıfı mücadeleye yönlendirme olacak. Sosyalist hareket, her şeyden önce önünde duran yakın sürecin sınıfın bütününü sarmalayacak bir nitelik arzetmediğinin bilinciyle hareket etmeli. Bu durum bir kısıtlılıktan çok sosyalist hareketin yoğunlaşması gerekenlere işaret etmeli.
Sosyalist sol emekçilerle nasıl buluşuyor?
Sorunun “nasıl buluşmalı” yerine “nasıl buluşuyor” biçiminde formüle edilmesi bilinçli bir tercih. Yapılagelenin doğru ya da yeterli olmasından ziyade emekçilerle buluşma denen şeyin, sosyalist hareketin bütünsel pratiğinin içinde şekilleniyor olması ile ilgili bir tercih.
Sosyalist hareket ile işçi sınıfının arasındaki mesafenin kapatılması, somut bir görev ve sorumluluk olarak öne koyulduğunda bir dizi perspektif üretilebilir. Bu yaklaşım farklılıkları, doğrudan siyaset ve örgüt modellerini karşı karşıya getirir. Her bir modelin de önemsedikleri üzerinden kendisine belirli alanlarda yer bulma şansı vardır. Somut pozisyonlar üzerinden tokuşturma işte tam da bu nedenle mümkün ve gerekli değildir.
İşçi ve emekçileri sosyalizm için mücadelenin temel unsurları durumuna taşıyacak olan pratik toplumsal süreçlerde karşı karşıya gelişleri, sınıfsal boyutlarla yükleyecek bir aktivite olmak durumundadır.
Sosyalist hareketin sadece sınıfa seslenen bir tarzı tutturmasından çok, toplumun bütününe sınıf adına seslenmeyi tercih etmesi bir dizi sıkışmayı da beraberinde sürükler. Sıkışma aynı anda üstlenilenlerin bir sonucu olarak şekillenir.
Sosyalizme ilişkin değerlerin sınıfın verili durumu da dahil olmak üzere, şu ya da bu nesnelliğin kısırlaştırıcı dinamiklerine teslim edilmemesi bir sorumluluktur. Sınıfı, üretim süreci içindeki pozisyonunu giderek daha fazla hissedecek biçimde gündelik mücadele pratiği içinde donatmak bir sorumluluktur. Yine toplumsal süreçlerde, sınıfsal çıkarlar adına söylenecek ve takipçisi olunacak önemli toplumsal süreçlerle de karşı karşıya gelinir.
Her bir sorumluluk ve bunun beraberinde getirdiği tarz doğal olarak bir diğerini kimi zaman örtecek -önemsizleştirecek değil- bir örgütsel etkinliği de kaçınılmaz yapar.
O halde önemli olan aynı anda bir dizi sorumluluğun göğüslenmesinin keyfini yaşamaktan çok, her türden duruşun ve tavır alışın birbirini besleyen birbirini sıçratan ve birbirinin önünü açan bir niteliğe kavuşturulmasıdır.
Partili mücadele böylesi bir sıkışmanın aşılabilmesinin tek ve en yetkin aracıdır. İşçilerin mücadeleye çekilmesi işte tam da bu nedenle partili mücadelenin birer parçası haline getirilmesinden başka anlam taşımaz. Partili mücadeleye sokmak ise, tek tek işçilerin parti çalışmalarının doğrudan birer parçası haline getirilmesi anlamına gelmez. Parti üzerinden hayata geçirilen sınıf siyasetinin şu ya da bu alandaki sırtlanıcıları haline getirilmesi anlamına gelir.
Kapitalist sistemin gelişim dinamiklerinin ürünü olan karmaşıklaşmanın yanında başka bir dizi nedenle de, sürecin toplamında hissedilebilir ve gözlenebilir olma şansı yoktur. Bu daha çok sürecin toplamında hissedilebilir hale getirilmesi doğrultusunda bir hedefi gösterir.
Sosyalist hareketin katettiği mesafenin sorgulanması anlamında bir yaklaşım örneklemesine gidilebilir. Sosyalist hareket farklı toplumsal kesimler nezdinde farklı toplumsal süreçlerle, ilişkili kesimler nezdinde sosyalizme ve sınıf mücadelesine güven ve bağlanmanın adı olmak durumundadır. Bu durum bir tür harmanlanmaya denk düşse de bu harmanlanmanın zorlanması ve dayatılması gerekir. Ardından bu pozisyonun daha geniş ölçeklerde hissettirilmesi ve gösterilmesi görevi gelir.
İşçi hareketi söz konusu olduğunda, tıpkı kültürel bir mücadele içinde olanların tıpkı toplumsal sorunlara sahip çıkmaya çalışan öğrencilerin olduğu gibi kavgalarında sınıf mücadelesinden beslenme inadını taşıyanlarını yanyana getirici aktivitelerin üretilir hale gelmesi önemli bir eşiktir. Bu birliktelik süreç içinde bir taraftan zenginleşirken diğer taraftan da birbirinin önünü açan bir nitelik kazanır.
Sendikal hareketin sınıf mücadelesinin anlamlı bir mevzisi haline getirilmesi hem bu birlikteliğin hem de bu birlikteliği oluşturacak harmanlanmanın ürünü olabilecektir.
Bu yaklaşım tarzı, aynı zamanda tek tek toplumsal karşı karşıya gelişlerin şu ya da bu şekilde kuşatılarak etkisizleştirilmesinin önüne geçilmesinin tek biçimidir. Nitekim sosyalizmin ve sınıf mücadelesinin değerlerine inatla sahip çıkmaya çalışanlar, her türlü toplumsal zeminde giderek daha fazla ortaklık yakalayabilmekte, kuşatmaları kırabilmekte ve bu yanyana gelişi kimi somut pratiklere de dökebilmektedir. Yanyana geliş emek gerektiriyorsa, emek açılım gerektiriyorsa, açılım kararlılık gerektiriyorsa, kararlılık ataklık gerekiyorsa, ataklık iddialılık gerektiriyorsa, iddialılık ve beceri gerekiyorsa beceriklilik ile bunu başarmaktadır. Ya handikaplar..
Sosyalist hareketin, emekçilerle sınıf siyaseti zemininde buluşmasının önünde hem sınıfın kendisinden hem bunu bozucu faktörlerden hem de sosyalist hareketin donanım eksiklerinden kaynaklanan handikaplar inkar edilemez. Böylesi bir kaygının giderilmesi çabası içinde seçim uğrağında açığa çıkan, çıkartılanların ışığında yol almak işimizi kolaylaştırabilir.
Sürecin ilk uğrağı: Seçimler
Seçimlerin düzen siyaseti açısından “yenileyici” potansiyeli oldukça tartışmalı görünüyor. “Küskün” diye tabir edilen eski siyasilerin aşağı yukarı bütün partilere dağılmış olması, Mehmet Ağar gibi çete bağlantılı unsurların siyaset dışına itilmeye çalışılması ve partilerin yürüttüğü seçim çalışmasının yeni yerel aday dinamiklerine ağırlıklı olarak teslim edilmiş olması, düzen siyasetinin aksayan yönlerini düzeltme çabası ya da kaygısı olarak algılanabilir. Bu yönüyle belki partilerin meclis içi dağılımı fazla değişmeyecek ama meclis belli açılardan bazı “yük”lerinden kurtulmuş olacak. Meclisin sistem açısından yeniden fonksiyonel hale getirilmesinde işçi ve emekçilerin payına aşağı yukarı hiçbir şey düşmüyor.
Genel olarak sol açısından ise seçimlerin kendisinin birebir karşılığını somutlayabilmek kolay görünmüyor. Seçim ortamının sol adına; “CHP’nin barajı geçip geçemeyeceği, DSP’nin oylarını ne kadar artıracağı, ÖDP’nin ne kadar oy alacağ,ı Sol Güçbirliği’nin bir basınç oluşturup oluşturmayacağı ve sosyalist hareketin kendisini hangi ölçekte gösterebileceği” başlıklarında akıp durdu. Bu başlıkların her birinde ise işçi sınıfının ne ölçüde harekete geçirilebileceği önem taşıyor.
Öyle görünüyor ki, bu tür bir “harmanlanma” sürecini daha çok seçim dışı\\sonrası faktörler büyük ölçüde belirleyecek. Öte yandan seçimlerin -genel olarak sol özel olarak da sosyalist hareket açısından- “açığa çıkartıcı” dinamiklerle yüklenmiş olmasını ise atlamamak gerekiyor. Bu dinamiklerin bileşkesi, sınıfsal karşı karşıya geliş zeminlerinin zenginleşmesini gözlemleyebiliyoruz. Daha da önemlisi, seçimlerle birlikte ve sonrasında solun yeni doğrultular kazanmasında, işçi sınıfının ağırlığı ne olacak sorusunun giderek önem kazanması. Bu ağırlığın oluşumuyla ilgili olarak akan süreçler ve bu süreçlerin güncel tezahürleri üzerinden yol almak bir yöntem olabilir. Rıdvan Budak’ın adaylığı, Ecevit’in yine işçilerin umudu olarak pazarlanması, Türk-İş’in parti kurma iddiası, ÖDP’nin sendikalara ve meslek örgütlerine kontenjan ayırdığı gökkuşağı projeleri, TÜMTİS Genel Başkanı Sabri Topçu’nun bağımsız adaylığı, yurtsever emekçilerin güncel konumlanışı vb.. ilgili olguların hemen ilk akla gelenleri.
Rıdvan Budak’ın önce CHP’den aday olma çabası ardından, DSP’den aday olması dışında sendikacıların seçimlerde kapladığı bir alandan söz etmek mümkün değil. Kimi yerelliklerde bazı sendikacılar listelere girebildiler ancak adaylığa soyunan sendikacıların büyük kısmı hüsrana uğradı. Sendikacıların pozisyonlarını güçlendirmelerinin önündeki ilk engel ise, Ecevit faktörü oldu. Ecevit’in “kirlenmemiş kişiliğinde” yeniden kafalarda canlandırılmaya çalışılan “işçinin umudu Karoğlan” imajı tek tek sendikacıları gölgede bıraktı. Kendilerine sadece bu baskınlığın bir yerlerinde tutamak noktası bulabildiler. Özellikle hüsrana uğrayan Türk-İş kökenli sendikacılar ise yeniden Şemsi Denizer aracığıyla Türk-İş’in parti kurmasını gündeme getirdiler.
Sendikalarda ve meslek örgütlerinde belirli bir ağırlıkları olduklarını iddia edenler bu pozisyonlarını güçlendirmek için başta ÖDP olmak üzere kimi projeler geliştirdiler. Ancak geliştirilen projeleri kafalarından geçtiği gibi hayata geçirmeleri mümkün olmadı. Sendikacı ya da meslek örgütü yöneticisi kimlikleri siyasi kimliklerinden ağır basan ÖDP’lilerin bile sahip çıkmadığı bu proje, medyada bir yer işgal etmesi dışında gerçeklik taşımadı.
Sendikal alanda tabanı da kapsayan kimi mevzilere sahip olduklarını düşünenler ise seçim uğrağında bu pozisyonlarını siyasallaştırmakta oldukça zorlandılar. EMEP’in kimi sendikacıları “bağımsız aday” olarak çıkarması formülü ise traji-komik bir durum ortaya çıkardı.
Öte yandan Kürt emekçilerinin siyasi gelişmelerin basıncı altında, emekçi kimliklerini seçim uğrağındaki siyaset zeminine taşımaları kolay olmayacaktı. Ne yazık ki kimi mevzileri bile bu süreçte yitirmek durumunda kaldılar.
Öyle görünüyor ki; seçim uğrağı solun şekillenmesi doğrultusunda anlamlı bir katalizör işlevi görüyor. Açığa çıkanlar ise neredeyse birer tez niteliğinde. Türkiye gibi bir ülkede emekçi kimliğini burjuva demokrasisi ya da düzen siyaseti içine taşımanın bu topraklardaki halen tek geçerli biçimi “popülizm”.
Popülizmi bu ülkede kim yapabilir sorusu üzerinden yol almaya karar verirsek, akla ilk gelenler Ecevit ve devrimci demokrasi oluyor. “Siz marjinalsiniz” suçlamasına karşı çıkan Besim Tibuk’un deyişiyle, “en popülistler liberallerdir” yaklaşımı üzerinden ÖDP liberalizmini ve sendika gibi çalışan bir EMEP’i de ekleyebiliriz.
Ecevit belli açılardan popülizmi zorluyor ancak bunun önünde ciddi restorasyon kuşatması olduğu açık. Restorasyon süreci, toplamında emekçi kimliğine zerre kadar ihtiyaç duymuyor ve bu nedenle de alan açmıyor.
Devrimci demokrasinin beslendiği dinamiklerin bastırıldığı bir dönemde, devrimci demokrasinin ne popülizm üzerinden prim yapma şansı ne de buna soyunabilecek iddialı bir öznesinden söz etmek ise neredeyse olanaksızdır.
Alanın ÖDP türü “liberal popülizm”e falan kaldığı da düşünülmesin. Adımlarını her geçen gün daha fazla pragmatik atmak durumunda olan bir siyasal yapı için bunun en fazla adı olacaktır.
Emekçi kimliğini “eklektik” politik argümanlarla siyasetine emdirdiğini düşünen EMEP açısından ise programatik boşluk komedi yaratıyor.
Toparlamaya çalışırsak, seçim uğrağı başta olmak üzere emekçi kimliğini herhangi bir araçla siyaset zeminlere düzen içi tercihler üzerinden taşımak mümkün görünmüyor. Emekçi kimliğinin programatik zeminiyle dışarıda bırakıldığı her süreç ise düzen siyasetinin kısır döngüsünü pekiştiriyor. En azından seçimlerde oy verme ihtiyacını bile sorgulatacak bir boşluk var. Sosyalist solun şansı ve potansiyeli bu boşluktur.
Sürecin belki ayrıntılı bir incelemeye ihtiyaç duyulan bir son boyutu da sınıf içi eşitsiz gelişim dinamiklerinin, sosyalist hareketin önünü tıkayabilecek etkilerinin dönemsel olarak silikleşmesidir. Bu silikleşme, sınıfı toplamında doğru siyasal başlıklarda bir tür kader ortaklığına ve o ölçüde de birlikte hareket etmeye itmektedir.
“Ayrı”laşan solun karşısında “aynı”laşan bir sınıfın durması olanaklara dönüştürülmelidir.