“Cephanelikler isyancılar tarafından yağmalandı. Fakat isyancılar saat 11:00 sularında kontrolü yeniden ele geçirecek olan ordu birliklerinin şiddetli direnişiyle karşılaştılar. 5i kadın olmak üzere yaklaşık 66 isyancı öldürüldü veya aldıkları yaralar sonucu hayatlarını kaybettiler hükümet güçleri ise 28 kayıp verdi. 24 saat içinde hemen hemen 300 tutuklama yapıldı ve toplam tutuklama sayısı yaklaşık 700ü buldu. Blanqui ve hareketin diğer önderleri anayasal monarşi döneminin kalan yıllarını hapishanede geçirdiler” 1 . [PILBEAM, P. M.]
Yukarıdaki alıntı Blanqui önderliğindeki Mevsimler Derneğinin 12 Mayıs 1839da gerçekleştirdiği darbe girişiminin sonuçlarını anlatıyor. Hayatı ve düşüncesi Babeufle birlikte bu yazının konusu olan ünlü devrimci Blanqui, hayatının hapishanede geçirmediği bölümlerinin hemen tümünde yukarıdakine benzer sonuçlanan darbe ve ayaklanma girişimlerinde bulunmuş. Ve bu yüzden bugün bile adı birçok başka şeyin yanı sıra “darbecilikle” birlikte kodlanıyor.
Başlarken belirtmek isterim ki, bu yazı boyunca yapılacak olan iş Babeuf ve Blanquinin darbe ve ayaklanma anlayışını eleştirmek değildir, zira bunun zaten tarihsel olarak aşılmış bir perspektif olduğunu bilmek gerekir. Bunun yanı sıra örgüt ve iktidar anlayışından hiç bahsetmeksizin bir değerlendirme yapmak mümkün değildir. Her iki devrimciyi de yaşadıkları tarihsel kesit içinde ele almak ve eleştirmek doğru olacaktır. Bunu belirtmemin nedeni, gerek Haklarında çıkan yazılarda ve makalelerde, ve gerekse konuyla ilgili sol kamuoyunda özellikle Blanquiye yöneltilen ve oldukça anlamsız bulduğum eleştiriler. Örneğin;
“Blanquiciler böyle düşünüp (devrimden sonra geçici diktatörlük kurulması kastediliyor. MŞ.) Marx-Engelsin halk yığınlarına önceden dayanma görüşlerini tepiyorlardı.” 2 [KIVILCIMLI, Hikmet]
Burada, Blanqui darbeci olmakla ve halkla yeterince sağlam ve onu harekete geçirici bağlar kuramamış olmakla eleştirilmektedir. Elbette günümüzde işçi sınıfıyla onu harekete geçirici organik bir bağ kuramamış veya bunu amaç edinmemiş bir sosyalist hareketin, devrim iddiasında bulunması abesle iştigal etmektir, ancak 1800lü yılların ortalarında, yani devrimler çağının göbeğinde yaşamış ve iktidarı şu ya da bu şekilde ele geçirme uğraşı vermiş Marx öncesi (siyasal ve ideolojik anlamda) bir komünist için, bu eleştiri en hafif deyimle üzerinde düşünülmemiş bir eleştiridir. Eleştiri sahibinin, Türkiye sol hareketine yaptığı katkılar bir yana, kendi iktidar perspektifinin darbecilikten ne ölçüde ayrıldığı ve “halkla” ne kadar organik bağlar kurduğu ise oldukça tartışmalıdır.
Tekrar belirtmek istiyorum, bu yazıda amaçlanan, örgütlü komünist kimliğimizin ilkel taşıyıcılarından ve hatta yaratıcılarından Blanqui ve Babeufün, yaşadıkları dönem ve komünist hareket adına üretimine katkı koydukları başlıkların incelenmesidir, yoksa darbeci-elitist-anti demokratik vb. suçlamaları yan yana getirip, ardından “ama iyi bir devrimcilerdi” demek değil.
Öncelikle dönemi, Fransız devriminden başlayarak ele almak gerekiyor, zira blankizm köklerini 1796da benzer bir komplo girişiminde bulunmuş ve Blanquiyi oldukça derinden etkilemiş olan bir başka komünistte buluyor; François-Noel Babeuf.
1789 ve sonrası
“Fransa sınıf savaşımlarının her seferinde herhangi başka bir yerde olduğundan daha fazla kesin kararla sürdürüldüğü ve bu bakımdan sınıf savaşımlarının içinde geçtikleri ve bu savaşımların sonuçlarının özetlendikleri değişken siyasal biçimlerin en belirgin sınırlarıyla belirdikleri ülkedir.” 3 [ENGELS, Friedrich]
Fransa, yukarıda belirtildiği üzere, sınıf çelişkilerinin en çıplak biçimde yaşandığı ve bu çelişkilerin yine en çıplak şekliyle siyasal alanda karşılığını bulduğu bir ülkedir. Fransanın bu nesnelliği, ülkede yaşanılan her devrimci kalkışmada, ki buna açık burjuva kimliğiyle 1789 devrimi de dahildir, kendi uçlarını ortaya çıkarmıştır. Bu bölümde ele alacağımız konu Blanquinin siyasi kimliğinin oluşmasında son derece büyük katkı sahibi olan ve Fransız Devriminin ortay çıkardığı uçların en solunda yer alan Gracchus Babeuf 4 ve onun “Eşitler Komplosu” adıyla bilinen örgütü.
Jakobenizm ve Biz
Fransız Devriminin bu sol ucunun hafızalarımızda bir Devrimin bir başka sol ucundan Robespierre ve Jakobenizmden daha az yer işgal ediyor oluşunun son derece hayati bir sorunla, iktidarı alıp alamama sorunuyla doğrudan açıklanabilir olduğunu düşünüyorum. Bugün dahi sol tarafından, Jakobenler ve Jakobenizm üzerine halen yürütülen ve mutlaka yürütülüyor olması gereken tartışmaların, Babeufü ve babövizmi daha az kapsıyor oluşu da benzer bir gerekçeyle açıklanabilir. Babeuf iktidarı alamamıştır.
Eşitler Komplosunun iktidarı ele geçiremeyişi kendi hatalarıyla açıklanabilir ve bu makul de görülebilir, ancak başarısız oluşun nedenleri sadece Babeufün siyasal ve örgütsel pratiğinde aranmamalıdır. Babeuf, erken doğmuştur. Bir başka ifadeyle, yaşadığı dönem fikirlerinin iktidara uzanması için çok erkendir. Bu erken olma durumunun kavranması ve Babeufün açıklanabilmesi için Fransız Devriminin akışına göz atmakta fayda var;
“Bastilin alınmasından sonra uzunca bir süre üçüncü düzenin (burjuvazi egemenliği kastediliyor-M.Ş.) anayasacı demokrat bir meşruti krallık dönemi geliyor; bunu, hem cumhuriyeti hem de devrimci savaşı ilan eden Jirondenler dönemi izliyor. Jirondenleri ise Robespierrein yönetiminde Jakobenler deviriyorlar ve çok kısa bir zamanda da olsa gerçek Fransız Devrimini gerçekleştiriyorlar. Fransa, Eski Rejimle bağlarını Jakoben döneminde kesiyor ve Jakoben Klüplerin yönettiği terör de, kurumları yıkmaktan daha çok yurttaşların beyinlerine eski düzenin bir daha geri getirilemezliği inancını kakarak Fransız Devrimine damgasını vuruyor.” 5 [KÜÇÜK, Yalçın]
Yukarıdaki uzun alıntıda değinildiği gibi Jakobenler, Fransız Devrimine gerçek kimliğini kazanması, yani önceki rejimle tüm bağların sökülüp atılması ve yeni bir iktidarın inşa edilmesi doğrultusunda büyük katkı yapıyorlar, hatta bu kopuşu sadece onların gerçekleştirdiği dahi iddia edilebilir. Jakobenler burjuva devriminin radikalizmini sembolize ediyorlar. Tüm feodal kurumlara karşı en kapsamlı saldırı ve yıkım onlar tarafından gerçekleştiriyor, fakat bütün bunlar Jakobenler döneminin klasik anlamıyla bir küçük burjuva iktidarı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Jakobenler döneminin ardından, tarihin hiçbir evresinde, buna benzer bir küçük burjuva iktidarı yaşanmıyor ve günümüz itibariyle de yaşanması olası görünmüyor.
Jakobenler döneminde devrimin ideallerine (Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik) siki bir bağlılık ve devrimi sürdürmek, ileriye taşımak için kararlı ve örgütlü bir öznel müdahale pratiği görmekteyiz. Bu müdahale verili nesnelliği daha iyiye taşımak için yapılmıştır. Jakobenler halka karşı ve halk için iktidarı ellerinde tutmak istemişler ve bu anlamda belli bir öncülük misyonunu kendilerine biçmişlerdir. Bu onların mirasını bizim taşıyor olmamızın ve burjuvazinin onları kendi devriminden defetmek istemesinin açıklayıcı nedenidir. Jakobenler, yukarıda belirtilen bir çok eksiklerine rağmen devrimci geleneğimizin bir parçası olma konumunu, devrimi ileri taşımak konusundaki tavizsiz tutumlarına borçludurlar.
Jakobenizm, komünistlerin kimliğine kazınmış bir değerdir; iktidarcılığı, iradeciliği, devrimciliği ve ilericiliğiyle jakobenizm bizimdir. Burada “bizim” kelimesini dar anlamıyla kullanmaktayım, çünkü jakobenizm tüm solun kolektif değerlerinden biri değil, yalnızca komünistlerin kimlik kartında yazan bir sıfattır. Dünde bugünde bizi jakoben olmakla eleştiren “solcuların” sayısı, burjuvalardan fazladır;
“Yoldaş Akselrod herhalde biliyordur, bugünkü sosyal demokrasinin jirondenleri kendi karşıtlarını tanımlamak için her yerde ve her zaman “jakobencilik” “blankicilik gibi terimlere başvururlar.” 6 [Lenin, Vladimir İliç]
Bizim ise bu suçlamaya karşı söyleyeceklerimiz o günden bugüne pek değişmedi;
“Bu berbat sözler – jakobencilik ve öteki sözler- yalnızca oportünizmin kanıtıdır, başka hiçbir şey değil. Kendisini proletaryanın -kendi sınıf çıkarlarının bilincinde olan proletaryanın- örgütüyle tam olarak özdeşleştiren bir jakoben, devrimci bir sosyal-demokrattır. Profesörlerle yüksek okul öğrencilerinin ardından iç geçiren, proletarya diktatörlüğünden korkan ve demokratik istemlerin mutlak değerine sevgi besleyen bir jironden, oportünisttir.” 7 [Lenin, Vladimir İliç]
Babeuf ve Eşitler Komplosu
Jakobenler toplumun hemen hiçbir kesimini tam anlamıyla mutlu edemiyorlar. Gerek siyasal anlamda sağlarında bulunan aristokratlar ve burjuvaların, gerekse sollarında bulunan emekçi halk yığınlarının ekonomik talepleri ve politik basınçları Jakobenleri sürekli sıkıştırıyor. Jakobenler bu basınç altında sürekli yalpalıyorlar, oldukça ciddi sayıda ruhban sınıfı üyesini ve aristokratı giyotine göndermekten geri durmamakla beraber, varolan sol muhalefetin temsilcilerini de fiziki olarak etkisizleştiriyorlar. İktisadi alanda da bu yalpalayan politikalarını devam ettiriyorlar, tavan fiyatlarını belirlerken tavan ücretleri de belirlemeyi ihmal etmiyorlar.
Bu yalpalama, hem emekçi yığınlarıyla ve hem de üst sınıflarla aralarının açılmasını sağlıyor ve iktidarlarının nesnel zeminini ortadan kaldırıyor. Artık tiers etats (üçüncü sınıf), yani aristokratlar ve ruhbanlar dışında kalan, en geniş anlamıyla halk, kendi iç sınıfsal parçalanmasını yaşamaya başlıyor.
Bu parçalanma, devrimin daha sonraki seyrini de belirliyor. Devrim, Jakoben iktidarının son döneminden başlayarak inişe geçiyor, gerilemeye başlıyor. Sürecin bir noktasında, kendisini bunun için yeterli güçte hissettiği anda, burjuvazi artık kendisi için de zararlı olmaya başlayan Jakoben iktidarını deviriyor. Ardından Fransa için koyu bir gericilik dönemi olan Termidor dönemi başlıyor.
“Bir süre daha yürümek isteyen Montagnardlar (Jakobenler) Jirondenleri tasfiye ediyor. Giderek devrim onların kontrolünden çıkmaya ve daha çok işçi sınıfına mal olmaya başlayınca duruyorlar. Önce Enregéler tasfiye ediliyor ardından da Hébertisler 8 ve ateş sönüyor” 9 . [GÖKDEMİR, Orhan]
Bu dönem Jakobenlerin burjuva devrimlerini daha ileriye taşımak amacıyla attıkları tüm adımların birer birer geriletilmesi dönemidir ve ayni dönem, gerilemeyi gören, buna engel olmaya çalışan sol siyasi gurupları da içinden çıkarıyor. Babeuf işte tam bu noktada devreye giriyor ve Jakoben geleneği bir emekçi karakterine büründürerek Termidorun karşısına çıkarıyor.
“Jakobenizm ve Robespierre yönetimindeki Dağlıların (Montagnard) sonunda diktatörlüğe varan politikası, reformlar açısından aslında bir sosyal demokrasi denemesidir. Babeuvizm ve Eşitlerin rejimi devirme teşebbüsüyse komünist bir başkaldırmadır.
Babeuf bir yandan Jacques Roux ve Öfkelilerin eşitlik konusundaki görüşlerini geliştirmiş, öte yandan, Robespierrein ihtilali korumak ve tamamlamak için gerekli diktatörlük konusunda ileri sürdüğü görüşleri derinleştirerek sistemleştirmiştir.” 10 [SARICA, Murat]
Terör döneminin artık kendi çocuklarını yemeye başlamasıyla, yani Jakobenler dönemi devrimci terörünün, daha ileri talepleri dillendiren ve kendi iktidarlarını daha fazlasını yapmaya zorlayan, Herbertistlere ve Öfkelilere yönelmesiyle birlikte Babeuf, Jakoben iktidarına karşı muhalefete geçiyor, ancak bunu asla Termidorcuların saflarında yer alarak yapmıyor. Aksine devrimin geldiği noktadan ileriye taşınmasına ve bir emekçi karakterine bürünmesine çalışıyor. Devrimin ideallerinden en fazla eksikli bırakılanının eşitlik ilkesi olduğunu ve bunun mutlak suretle ve sadece yasal olarak değil, fiili olarak da uygulanması gerektiğini düşünüyor. Bunu uygulayabilmek için “Eşitler Komplosu” olarak bilinen gizli örgütü kuruyor.
Babeuf, Jakobenlerin devrilmesinden sonra, Kasım 1796’da, aralarında sol jakobenler de bulunan radikal cumhuriyetçileri kapsamaya ve onları örgütlemeye çalışan Pantheon Derneğini kurdu. Kısa sürede üye sayısının 2000’e ulaşması üzerine, dernek, Direktuvarın emri ile Napolyon tarafından kapatıldı. Bunun üzerine Babeuf ve arkadaşları yeni bir örgüt kurmaya karar verdiler. Bu örgütü Direktuvar rejimini zor yoluyla yıkmak için kurmuşlardı.
“Yiyecek kıtlığı, hayat pahalılığı, gittikçe artan hoşnutsuzluk yüzünden şartlar böyle bir hareket için elverişli görünüyordu… Babeuf, Antonelle, Sylvin Marechal, Lepelletier, Darthe, Buonarotti ve Lebondan ibaret bir komite kuruldu. Aslında isyan ihtirasıyla ve aydın zekasıyla her şeyi idare eden Babeuftü. Parisin bütün mahallelerinde sivil memurlar, askeri birliklerde de askeri memurlar çalışıyordu; bunların yardımı olmadan hiçbir iç başarılamazdı.” 11 [LOUIS, Paul]
Alıntıdan da anlaşılabileceği gibi Eşitler yalnızca bir gizli komite kurmayı denemediler, aynı zamanda özellikle askeri birlikler içinde ciddi bir örgütlenme ve propaganda faaliyeti yürüttüler. Bir program oluşturdular ve sonraki politik faaliyetlerini bu program üzerinden şekillendirdiler. Klasik anlamda devrimci bir işçi partisi kurduklarını iddia etmek çok güç olmakla beraber, en azından kendilerinden sonrası için ciddi bir ilk birikim yarattıkları açıktır. Eşitlerin programına daha sonra değineceğiz.
Öncelikle şunun açık olması gerekiyor, Fransız Devrimi tüm devrimler gibi, çok hızlı akan bir süreçtir, devrimin başladığı 1789’dan, 1797’de Babeufün idam edilmesine kadar geçen 8 yılda toplumsal çalkantı hiç durmamış ve siyasal iktidar, sırasıyla anayasal monarşistler, Jirondenler, Jakobenler ve Direktuvar olmak üzere tam dört kez el değiştirmiştir. Bu durum iktidar boşluğunun, bazı dönemlerde boşluğun çapı daralsa da, hemen her dönem varlığını sürdürdüğünü göstermektedir. Babeuf darbe yaparak iktidarı ele geçirme perspektifini işte bu koşullar altında üretmiştir. 1797de ortada gerici bir iktidar tarafından ezilen, fakat daha önceki Jakobenler döneminin yarattıklarının da yenilenmesini istemeyen, bu tarza ve politik faaliyete olan güvenini belli oranda yitirmiş (bu güven yitimi ahlak sembolü olan Robespierree karşı değil, Jakobenlerin özellikle son dönemlerinde aldıkları politik kararlara dairdir) bir halk yığını vardır. Öte yandan meclis, devlet bürokrasisi ve asker içinde oldukça güçlü bir tabanı bulunan cumhuriyetçiler ve Jakobenler bulunmaktadır. Mevcut gerici iktidarsa gün geçtikçe iktidarını ve devlet aygıtını sağlamlaştırmaktadır. Tüm bunlar bir araya geldiğinde Babeufün ve Eşitler Komplosunun dar bir devrimci toplamla (ki dar olduğu da oldukça tartışmalıdır) 12 iktidarı almak istemelerinde şaşılası bir şey yoktur. Süreç her şeyin yerli yerine oturduğu toplumun durgun olduğu ve ufukta krizin görünmediği bir nesnellik yaratmamaktadır.
Devrim veya iktidarı ele geçirme stratejileri anlamında kanımca çok ciddi bir sakatlık mevcut değildir (özellikle 2000 yılının Türkiyesinde birkaç generalin eteğini öperek iktidarı alma iddiasında olan “solcular” halen mevcutken). Hatta, dönemin nesnelliği içinde düşünüldüğünde, uzun erimli ve sınıfın geniş kesimine dayanan bir proleter devrim stratejisinin daha anlamsız olacağı dahi iddia edilebilir.
Eşitler Komplosuna benzeyen darbe girişimleri, daha sonrasında özellikle Blanqui tarafından denenmiş ve belli dönemler de gerçekten durup dururken, ortada bir ayaklanma için elverişli hiçbir nesnel veri bulunmazken, 1000 kadar insanın belediye binasını (Hotel de Ville) işgal etmesi ile iktidarın el değiştireceği düşünülmüştür. Tüm devrimci iyi niyetine rağmen böylesi girişimleri anlamlı bulmak elde değildir, çünkü bir çoğu, başlarken yaptığımız alıntıda aktarıldığı gibi sonuçlanmıştır. Ancak gerçekleştirilen bu tip darbe girişimlerine bakarak, ardında çok geniş bir kitle desteği olmaksızın ve salt kendi örgütlü öncülüğüne güvenerek, doğan iktidar boşluğunu doldurma çabasına, ki Babeuf buna örnektir, karşı çıkmak, kendi kendimizi yadsımak anlamına gelecektir.
Bu tespitin, Eşitlerin hükümeti devirme girişiminin başarı şansı olup olmadığıyla bir alâkası yoktur, bu sorun ileride kısa da olsa tartışılacak. Burada bir yaklaşımı eleştirmek istiyorum. Bunun bir örneği aşağıdaki alıntıda mevcuttur;
“…(Babeuf) Böylece yığınların hoşnutsuzluğunu dile getiriyor ve sorunu ilk kez toplumsal alan üzerine çekiyordu. Ama güvendiği şey, halk yığınlarının desteği değildi. Kendi komünizmini gerçekleştirme olanağını yalnızca birkaç kişinin eyleminde görüyordu” 13 . [BOTTİGELLİ, Emile]
Bottigellinin kitabı esas itibarıyla, önsözünde de belirtildiği gibi, marksizme bir giriş niteliği taşıyor ve felsefi alan kitabın büyük bir bölümünü kaplıyor. Babeufden ise kitabın hemen başında ve bir sayfa kadar bahsedilmiş, bahsedilen bölüm ise “Fransada ve İngilterede Ütopyacı Sosyalizm” adını taşıyor. Babeufün, kitabın ilgi alanı dışında kalmasını ve üzerinde durulmamasını anlayabilmekle beraber, halk yığınlarını peşinden sürüklemeksizin iktidarı istemesini ütopyacılık olarak damgalamanın özensiz bir tavır olduğunu düşünüyorum. Babeuf hakkında benzer gerekçelerle ütopyacı olduğuna dair tespitler sıklıkla yapılıyor, bunun çok da anlamlı olduğunu düşünmüyorum. Burada ütopyacıların kötü insanlar olduklarını veya değersiz olduklarını düşündüğümden değil, salt politik pratiği üzerinden ve kitle katılımından ziyade örgütlü öncü güce olan güveninden, bir anlamda öznelciliğinden ötürü Babeufe ütopyacı denemeyeceğini düşündüğümden bu iddiaya katılmıyorum.
Zira Komünist Manifestonun ilgili bölümünde Marx ve Engels ütopyacıları tarif ederken şu ifadelere yer veriyorlar;
“…her tür siyasal ve özellikle devrimci eylemi reddederler; hedeflerine barışçı yollardan ulaşmak isterler ve doğal olarak başarısızlığa uğrayan küçük deneylere, örneğin kendi gücüne dayanarak yeni toplumsal İncilin yolunu açmaya çalışırlar” 14 .
Bu ifade, sanırım, Babeufü ütopyacı sosyalistler başlığı altında değerlendirmiyor oluşumun sebebini açıklamaya yeterlidir. Aynı bölümün hemen başında ise, açıklamaya çalıştığım noktaya dair önemli bir başka ifade yer alıyor.
“Burada, tüm büyük modern devrimlerde proletaryanın taleplerini dile getirmiş olan literatürden söz etmiyoruz (Babeufün yazıları vb.)” 15 .
Kastedilen açıktır, Babeuf bir ütopyacı olmaktan ziyade, proletaryanın taleplerini dillendiren bir politika adamıdır.
Bir başka yapıtta da Engels, burjuvazinin kendisini “emekçi sınıfların da temsilcisi olarak gösterebildiği dönemde” dahi, “modern proletaryanın az çok gelişmiş önceli olan sınıfın bağımsız hareketinin kendini gösterdiği” tespitini yapıyor ve bunun örneklerini sıralıyor; “Almanyada Reform ve Köylüler Savaşı döneminde anabaptistlerin ve Thomas Müntzerin eğilimi 16 ; büyük İngiliz Devriminde eleştiriciler; büyük Fransız Devriminde Babeuf gibi” 17 .
Eşitler Komplosu başarılı olabilir miydi?
“Yer altı eylemi en küçük ayrıntısına kadar iyi hazırlanmıştı. Ama bütün bu cins eylemler gibi bir tek hainin ihbarı onu yıkmaya yetebilirdi ve Babeuf böyle çalışmalarda doğal olan bu tehlikeyi gözden uzak tutmamıştı.
Komplo, Pariste olsun, taşrada olsun, halkın ve ordunun kimi bölümlerine girmekteydi ki, askeri komite üyesi Grisel adındaki casus ihtilalcileri ihbar etti.” 18 [WİLLARD, Marcel]
Kısaca yukarıdaki alıntıda özetlendiği gibi, ordu ve halk içinde hızla örgütlenen Eşitler, hükümet darbesini gerçekleştirmelerine az bir zaman kala, bir hainin ihbarı sonucunda engellenmişlerdir. Yukarıda belirtmiştim, Eşitlerin komplosunun başarı şansı olup olmadığı tartışmalıdır. Bu tartışmanın “bir hain ihbar etti ve yenildiler” basitliğiyle ele alınamayacağını düşünüyorum. Bu girişim tarihsel olarak olanaklı olmayan yani yenilgiye mahkum bir girişimdir. Burada söz konusu olan, “zorunluluk ve rastlantı” diyalektiğidir. Mesut Odman Sol dergisindeki köşesinde ve konumuzdan tamamen ayrı bir başka konu hakkında yazarken şu ifadelere yer veriyor;
“… Engels, ‘Doğanın Diyalektiği’nde başka örneklerin yanı sıra şu örneği verir; belleğimde kaldığı kadarıyla ve bazı eklemelerle aktarıyorum: Gece uyurken yorganımın altından bir pire girmişse, bu pirenin beni sol baldırımdan mı yoksa sağ omzumdan mı ısıracağı bir rastlantıdır. Ama beni ısırması ve bunun bende rahatsızlığa yol açması, bir zorunluluk.” 19 . [ODMAN, Mesut]
Babeufün girişimi ister çok iyi örgütlenmiş dar bir azınlığa, ister çok geniş emekçi kitlelerine dayansın, tarihsel olarak koşulları olgunlaşmamış bir girişimdir. Eşitlerin yenilgisini zorunlu kılan budur. Grisel veya başka bir hain tarafından ihbar edilmeleri, veya bir başka nedenle başarısız olmaları ise bir rastlantıdır. Bir başka deyişle başarısız olmaları değil başarısız olmalarının nedenleri rastlantılardır. Komünist Manifestoda yer alan şu ifadeler derdimi daha rahat anlatmama yardımcı olacak.
“Genel bir karmaşa döneminde, yani feodal toplumun yıkılma döneminde, proletaryanın doğrudan kendi çıkarlarını kabul ettirmeye dönük ilk girişimleri, hem proletaryanın kendi gelişmemişlik durumu, hem de kurtuluşunun ancak burjuva çağının ürünü olan maddi koşulların yokluğu nedeniyle, zorunlu olarak başarısızlığa uğradı.” 20
Yukarıdaki tespitle beraber bir noktanın altını tekrar çizmek gerekiyor. Devrim hızlı akıyor ve sonuçta bir noktaya ulaşıyor. Ulaştığı nokta burjuvazinin, iktidarını özellikle Direktuvar sonrası ve Napolyon döneminde sağlamlaştırması, Tiers Etatsnın kendi içinde bölünmesi ve 1830lardan başlayarak yeni bir devrimci çağın, proleter devrimleri çağının açılması oluyor, bir başka deyişle “ancak burjuva çağının ürünü olan maddi koşullar” olgunlaşmaya başlıyor.
“Tarihin bu en büyük burjuva demokratik devriminde demokrasi ancak dört yıl sürebiliyor. Bu zamanı saptarken işçi sınıfı önderlerinin tasfiyesini düşünüyoruz…
Sonuca çabuk geliniyor.
Babeuf 1797de giyotine gönderiliyor.” 21 . [GÖKDEMİR ,Orhan]
Tarif edildiği gibi, bu idam “devrimin sonu” anlamına geliyor. Babeuf 1797de direktuvar mahkemesinin kararıyla idam ediyor. Yazının ilerleyen bölümlerinde, Babeufün mahkemede yaptığı (ve sonrasında belli oranda gelenek haline, gelen tabii ki daha gelişkin örnekleri de sergilenen) siyasi savunmaya da değineceğim. Öncelikle Babeufün toplumsal alana dair olan fikirlerini incelememiz gerekiyor.
Eşitlerin bir programı var mıydı?
Babeuf bir kuram yaratıcısı değil, bir politika adamıdır. Bu kesinlikle kuramsal hiçbir iddiada bulunmadığı anlamına gelmemekle birlikte onu değerlendirirken mutlak suretle akılda tutmamız gereken bir önbilgidir. Murat Sarıcanın Toucharddan alıntı yaparak belirttiği gibi, “…Babeuvizm, bir kuramdan çok, bir başkaldırma, bir kışkırtıcılık tekniği. Buna karşın bilimsel sosyalizmin bazı temel fikirlerini de taşıyor kendinde…” 22 .
Eşitler hareketi ardında belli başlı dört metin bırakıyor; Bildiri, İsyan Hareketi, Analiz ve Emirnameler. Bu metinler bir parti programının ilkel bir taslağı niteliğindeler.
Cemal Hekimoğlu “Ne Yapmalıcılar” kitabında program sorununu tartışırken, Sungur Savranın “programın teorinin siyasal dile tercümesi olduğuna” dair tespitine itiraz ediyor ve ekliyor;
“… ortaya bir tercüme değil, teorinin kalkış noktasını oluşturduğu bir siyasal yazım çıkacaktır. Çünkü program, teorinin öncülüğünün realize edilmesi için gerekli öğelerin siyasal ifadesidir.” 23 [HEKİMOĞLU, Cemal]
Konumuz açısından bu alıntının bir anlamı bulunuyor; Eşitlerin programı, bir teorik altyapıya yaslanmaması anlamında net bir şekilde program olarak nitelendirilemez, bir program için gerekenden daha fazla oranda siyasal belirlenimlidir. Fakat tartışmayı yerli yerine oturtmak ve burada iddia edilen şeyin (Babeuf ve Eşitlerin öne sürdüğü metinlerin daha sonra oluşturulacak parti programlarının temelini oluşturduğu iddiası) gerçekliğini ortaya koymak için gerekli birkaç ek yapmak gerekiyor.
Öncelikle zaman faktöründen bahsetmek gerekiyor. Bu metinler zamanımızdan yaklaşık 200, Ekim devriminden ise 100 yıldan fazla bir süre önce yazılmışlardır. Bu anlamda klasik formuyla bir program beklemek yanlış olur. Ardından bu metinleri birkaç başka özelliğine dikkat çekmek gerekiyor. Eşitlerin Bildirisi daha ziyade nesnellik tarifi ve hedeflerin en genel şekilleriyle ortaya konması anlamında önem taşıyor. Aynı zamanda propaganda amacı da güden ve bildiri olarak yazılmış bir metin. Bildiri, eşitliğin kağıt üzerinde kalmış olduğunu yasalar karşısında eşit olmanın anlam ifade etmediğini eşitliğin fiili olarak varolması gerektiğini belirtiyor;
“‘Biz ne istiyoruz’ diye soruyorsunuz, ‘haklarımızın eşit olmasından başka?’ Biz eşitliğin yalnızca ‘Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirgesinde’ yazılmasını değil, gerçek eşitliği istiyoruz- -evlerimizin çatıları altındaki eşitliği” 24 . [Buanorotti, Philppe]
Metin, Eşitler Cumhuriyetinin kurulması için bir çağrı. Eşitler Cumhuriyeti ise bizim komünist toplum ütopyamıza benzer bir toplum. Fakat ilk elden herkes için mutluluk getirmeyeceği de belirtilmiş;
“Gerçek eşitlik örgütlenmesi -kurbanlar ve feda etmeler gerektirmeden herkesi mutlu edecek olan tek örgütlenme-, muhtemelen, ilk anda herkesi memnun edemeyecek. Egoistler ve hırslılar öfkeye kapılacaklar. Haksız mülkiyeti olanlar adaletsizliğe ağlamaya başlayacaklar…” 25 [Buanorotti, Philppe]
Bir başka metin, Emirnameler ise daha ziyade gerçekleştirilecek devrimin acil görevlerine işaret etmektedir. Bu metnin maddelerinden bazıları şunlardır;
“Madde2- İsyanın amacı 1793 Anayasasını, hürriyeti, eşitliği geri getirmek, herkesi mutlu kılmaktır.
Madde12- Her türlü muhalefet derhal kuvvetle ezilecektir. Muhaliflerin kökü kazınacaktır.
Madde14- Her türlü yiyecek meydanlarda halkın emrine amade bulundurulacaktır.
Madde15- Bütün fırıncı dükkanlarına el konacaktır.
Madde16- Halk müstebit hükümet ortadan kaldırıldıktan sonra ancak dinlenecektir.
Madde17- Yabancı devletlere sığınanların, İnkılabın aleyhinde yabancılarla birleşenlerin ve bütün halk düşmanlarının malları, hiç beklemeden vatanı savunanlara dağıtılacaktır.” 26 [LOUIS, Paul]
Diğer metinlerde ise devrimin herkese tanıyacağı haklar ve sorumluluklardan aile ilişkilerine, hükümetin ortak mülkiyeti nasıl kullanacağından ticaret organizasyonuna, ülke güvenliği, ordunun örgütlenmesi gibi başlıklardan ulaşım sistemlerinin düzenlenmesine birçok başlıkta detaylı önermelerde bulunan, sistemli çaba görmekteyiz 27 . [Buanorotti Philppe]
Bütün bunlar bir arada düşünüldüğünde Babeuf ve Eşitler hareketinin en azından, belli bir toplumsal-siyasal nesnelliği, belli ilkeler çerçevesinde tahlil eden ve bu nesnelliğe uygun siyasal müdahale araçları geliştiren, iktidarın alınması sonrasında yapılacak düzenlemelere dair önerilerini somut bir biçimde ortaya koyan bir programa sahip oldukları tezi ortaya atılabilir. Başta belirttiğim gibi net bir teorik arka planı yoktur ve fazlasıyla siyaset belirlenimlidir, ancak bu, Babövizmin yarattığı bir programı olduğu -bir taslak olduğu veya ilkel olduğu da anlaşılabilir iddialar olmakla birlikte- ve bu programın gelecek dönemlere ciddi izler bıraktığı gerçeğini değiştirmemektedir.
Bu başlık Babeufün genel politik tespitlerini değerlendirmek için de uygun bir durum yaratıyor. Yukarıda yapılan alıntılara başka bir kaynaktan alıntılar ekleyerek değerlendirmek uygun olacak. Manifestoda Marx ve Engels, Babeufün işçi sınıfının taleplerini dile getirdiğini belirtiyorlar ve kendileri de Komünist Liganın programı olarak yazdıkları metne işçi sınıfının “siyasal egemenliğini tüm sermayeyi burjuvaziden derece derece koparıp almasını…”, “tüm üretim tarzının devrimci bir dönüşüm için zorunlu olan önlemler aracılığıyla” gerçekleştirebileceğini söyledikten sonra Eşitlerin taleplerine oldukça benzeyen şu önlemleri aktarıyorlar;
“-Toprak mülkiyetinin kamulaştırılması ve toprak rantının devlet harcamalarında kullanılması
-Miras hakkının kaldırılması
-Tüm mülteci ve asillerin mülklerine el konması
-Herkes için eşit çalışma yükümlülüğü; başta tarım için olmak üzere sanayi orduları kurulması
-Tüm çocuklar için devlet okullarında parasız eğitim vb.” 28 [Marx Karl; Engels Friedrich]
Babeufün fikirleri, daha sonra ortaya konan bilimsel gerçeklerin ve politik hedeflerin bir kısmını içinde barındırmıştır. Tekrar olması riskini de göze alarak belirtmek gerekiyor ki, Babeufün fikirleri ve siyasal pratiği, zamanına uygun değildi ve bu taleplerin gerçekleşebilmesi için gerekli nesnellik yoktu, sonuç olarak Babeuf yenildi ve idam edildi. Ancak idam edilmesinden hemen hemen üç ay önce başlayan duruşmalar sırasında, tarihimizin önemli bir parçasını oluşturan bir geleneğin de başlatıcısı oldu.
Babeuf ve savunması
Babeuf ve Eşitler Komplosunun diğer önderleri 10 Mayıs 1796’da yukarıda bahsi geçen ihbar sonucunda tutuklandılar. Direktuvar daha sonrasında bütün karşı devrimci iktidarların, devrimcilerin halk önündeki meşruiyetini zedeleyebilmek için deneyecekleri bir yola başvurdu ve onları “adil” bir mahkeme ile yargılamaya karar verdi. Eşitlere yöneltilen suçlama “cumhuriyetin iç güvenliğini tehdit etmek”ti.
Mahkeme salonunda Eşitlerin aldıkları tavır tam bir özdeşlik barındırmıyor, aksine birçoğu daha sonrasında bu tip yargılamalarda alışılageldik bir hal alacak farklı tarzlar sergiliyorlardı. Bir kısmı suçu inkar ederek beraat etmekten yana görüş belirtiyor, bir diğer kısmıysa mahkemeyi tanımadıklarını ve karşısında hiçbir açıklama yapmayacaklarını bildiriyorlardı. Babeuf ise devrimin ideallerini savunarak, işlediklerinin bir suç olmadığını aksine yaptıklarının sonuna kadar arkasında olduklarını belirten bir siyasi savunma verdi. Bu savunmadan bazı bölümleri, bir başka savunmaya da göndermeler yaparak kısaca incelemeye çalışacağım.
Babeuf yargılamanın hemen başında Yüksek Mahkemenin bağımsız ve adil olmadığını belirtiyor ve “halkı ilgilendiren bir davada, hüküm verme yetkisi halkındır ya da halkın seçtiği bir mahkemenindir” 29 diyerek “adil yargının” gerçek yüzünü teşhir ediyor. “Bizi duyan, bizi dinlemekte olan yalnız yargıçlarımız değildir… Halk da bizim burada söylediklerimize ilgilidir… Biz tüm halkın önünde davamızı savunmaktayız.” 30
Bir başka mahkemede, Babeufün yargılanmasından çok daha sonra gerçekleşen ve çok daha ünlü bir davada, sonrasında Bulgar Komünist Partisi genel başkanlığı yapmış olan Georgi Dimitrov’un, yargılandığı Leibzig mahkemesinde, savunmanın benzer temellere oturduğunu görüyoruz. Savunmasını faşist Alman mahkemesi karşısında ve suçlu kimliğiyle değil, dünya işçi sınıfı karşısında ve Komünist Enternasyonal üyesi kimliğiyle yapıyor. Mahkemeye karşı böylesi bir bakış açısı, esasen bir devrimci gelenek haline gelmiştir. Tarihin hemen tüm önemli davalarında yargılanan onurlu devrimciler kendilerine en uygun tavır olarak bunu benimsemişlerdir, yani mahkemeyi bir yargı aracı olarak değil, bir propaganda aracı olarak görmek.
“Eylemde rolüm ne olursa, olsun halkı ezenlere karşı komplo hazırlamak suçundan en ağır cezaya çarptırılmayı kabul ediyorum. Çünkü eğer niyet söz konusu ise, kimse onlara karşı benden daha derin bir isyan duymamıştır. İnancım odur ki bu suç tüm Fransızların ortak suçudur, hiç değilse Fransızların namuslu kalan bölümünün; yığınların yoksulluğu üzerine kurulan küçük bir azınlığın mutluluğunu sağlayan o iğrenç düzeni istemeyenlerin ortak suçu. Suç sayılan eyleme katılmam, tam bir inanç ve bilinçledir ve dava arkadaşlarımın durumu da benim gibidir.” 31
Babeuf, cezayı kabul ediyor ve devrimci kimliğini açıkça deklare ederek bu ithamın arkasında duruyor, çünkü zaten yöneltilen suçlama; “devrimci olması ve devrim yapmak amacını taşıyan bir örgüt kurması”dır. Dimitrov ise Reichstag binasını yakmak suçundan yargılanıyor. Binayı yakmanın Komünist Enternasyonal politikalarıyla çelişik olduğu, yangını gerçekleştirmesinin bu yüzden anlamsız olduğunu belirtiyor ve gerekli olduğu durumda böylesi bir eylemi gerçekleştirebileceğini de ekliyor. Böylece iki farklı noktadan hareket eden iki sanık sonuçta komünist kimliklerini ve devrimci onurlarını savunma noktasına geliyorlar. Dimitrov, savunmasının son bölümünde bunu olanca açıklığıyla ilan ediyor;
“…Şahsimi suçlanan bir komünist olarak savunuyorum.
Komünist, devrimci onurumu savunuyorum;
Görüşlerimi, komünist anlayışımı savunuyorum;
Hayatımın anlamını ve içeriğini savunuyorum…” 32 [DİMİTROV, Georgi]
Her iki dava arasında başka benzer özellikler de bulunuyor. Örneğin her iki sanık da mahkeme karşısında son derece soğukkanlı davranıyorlar, ikisi de kendilerine tahsis edilen avukatları reddediyor, her iki mahkeme de sadece üç ay içinde sonuçlanıyor. Bu davalar arasındaki benzerlik ilginçtir ve Babeufün yargılanmasının, benzer şekillerde görülen birçok davada, kendisinden sonra gelen komünistlere ciddi bir örnek oluşturmuş olması da kayda değerdir; bu mahkemeye bu uzunlukta ve Dimitrovun savunmasıyla birlikte yer vermiş olmam da, etik değerlerimiz açısından kayda değer olmasıyla ilişkilidir.
“Ancak, Babeuf ve arkadaşlarını gerek kendi dönemleri gerekse sonraki toplumsal mücadeleler için önemli kılan şey, tasarladıkları ayaklanmadan çok, duruşmaları oldu. Babeuf ve arkadaşları kalabalık bir dinleyici kitlesi önünde alabildiğine siyasal bir savunma yaptılar. Kendilerini, Direktuvar yönetiminin de meşruiyet dayanağı olan devrimci ilkelerden, başkaldırma hakkından hareketle savunarak yönetimi güç durumda bıraktılar. Dönemin terimleriyle söylenecek olursa, duruşma çıkar ile erdem arasında köklü bir mücadele halini aldı. O kadar ki, mahkeme sonunda idam hükmünü okuyan yargıç, kendini Ben ne yapabilirim ki, sadece bir emir kuluyum diye savunmak gereğini hissetti.” 33 . [STMA]
Babeuf idam edilmeden önce eşine yazdığı son mektubunda kendi savunma belgeleri hakkında şunları yazmakta;
“Karımdan -benim tatlı arkadaşım- savunmamın güvenliği için, kendi elinde muazzam bir kopyası bulunmaksızın, onu, Baudouin, Lebois veya bir başkasına vermemesini istiyorum. Bu hissedeceksin, sevgilim, bu savunma çok değerli; o saygıdeğer kalpler ve ülkesinin dostu olanlar için her zaman aziz ve sevgili olacak.” 34 [Buanorotti, Philippe]
Kendi savunmasının hakkını veriyor olması, Babeufün davanın tarihsel önemine ve siyasal anlamına ilişkin net bir bilinci olduğunu gösteriyor. Babeuf savunmasının, dava kaybedilmiş olsa bile, sahip olacağı değeri görebiliyor. Davaların sonucunda Babeuf idam ediliyor, fakat mahkeme heyetini mutlak bir yenilgiye uğratarak.
Karar, yargıcın da belirttiği gibi, kendisi tarafından değil, iktidarını sağlamlaştırmak için, tüm devrimci unsurları tasfiye etmek isteyen burjuva iktidarı tarafından verilmiştir. Dönemin burjuva iktidarının yönetimini elinde bulunduran Direktuvar, bu kararla yalnızca politik karşıtlarını yok etmemiş, aynı zamanda yeni gelişmekte olan karşı sınıfa da henüz vaktinin gelmediğini ve kendisiyle güreşebilecek güce henüz erişmediğini hatırlatmıştır.
Proleter Devrimler Dönemi ve Auguste Louis Blanqui
Yazının başında belirtildiği gibi komploculuk (conspiration) olarak bilinen geleneğin en büyük temsilcisi hiç kuşku yok, Auguste Blanquidir. Babeufün büyük etkisi altında geliştirdiği siyasal pratiği bize komploculuğun en uç örneklerinden birini bırakmıştır.
Başlarken hemen belirtmek gerekiyor, Blankizm aşılmış bir perspektiftir, üstelik aşılalı çok uzun bir zaman olmuştur. Açılması gerekiyor, aşılan iktidar hedefi değil onu ele geçirme stratejisidir, aşılan Blankizmin demokrasiyi reddetmesi değil, programsızlığıdır, aşılan onun örgüt bağlılığı ve disiplini değil, her şeyi sadece örgütün gücünden ibaret görmesidir. Blankizmin niçin ve hangi yönleriyle aşılmış olduğunu anlamayan ve komünistlerin de en az kendileri kadar gelişkin siyasal, tarihsel duyargalara sahip olduklarını göremeyen, görmek istemeyenler, tıpkı jakobenizm gibi blankizmi de komünistlere dönük bir hakaret olarak kullanmaktalar. Bu anlamsızdır, anlamsızlığı bundan yaklaşık bir yüzyıl önce Lenin tarafından ortaya konmuştur;
“Siyasal savaşımı fesada (kelime İngilizce baskıda conspiration Türkçeye genel olarak komplo olarak çevriliyor, ancak yazar fesat sözcüğünü tercih etmiş M.Ş.), suikastçılığa özgü bırakma düşüncesinin basında binlerce kez çürütüldüğü ve yaşamın gerçekleri tarafından çok uzun zamandan bu yana çürütülüp bir kenara atıldığı günümüzde, yığınsal siyasal uyarma çalışmalarının taşıdığı önemin, bıkkınlık verecek kadar çok açıklandığı ve tekrar tekrar belirtildiği günümüzde, bugün hala fesatçı örgütlerde tehlike keşfedenler oportünistlerdir. Fesatçılığa, blakiciliğe karşı duyulan bu korkunun gerçek temeli, pratik hareketin (Bernstein ve hempasının uzun bir süre, boş yere bulmaya çalıştıkları) herhangi bir özelliğinde değil, kafa yapısını bugünün sosyal-demokratları arasında sık sık koyuveren burjuva aydının jironden ürkekliğindedir.” 35 [Lenin V.İ.]
Yukarıda da net olarak ortaya konulduğu gibi blankizm, kitlelere proleter yığınların yaratacağı hareketin gücüne güvenmediği oranda geçmişte kalmıştır, ancak ne dün ne de bugün onun bu eksikliği blankizmin komünistlerin sırtlarında taşıdıkları bir kambur olduğu anlamına gelmez. Aksine komünistlere bu tip sıfatlar yakıştıranlar, burjuva ideolojisinden kopamadıkları ölçüde kendi kamburlarını yaratmaktadırlar.
Bu başlangıçtan sonra Blanquiye geri dönebiliriz. Blanqui, burjuva iktidarının görece sağlamlaştığı, ancak burjuvazinin hem iç çalkantılarının sürdüğü ve hem de aristokrasiyle, o her ne kadar güçsüzleşmiş de olsa, mücadelesinin halen sürmekte olduğu bir dönemde yaşamıştır. Bu dönem aynı zamanda, 1830, 1848 ve 1871de en açık örnekleri görülen bir proleter kalkışmalar dönemidir. Blanqui, tüm bu ayaklanmaların içinde yer almış -hapishanede olmadığı yıllarda elbette 36 – ve hatta önemli bir kısmını bilfiil yönetmiştir.
Yaşadığı dönemin bir başka özelliği de, hiç kuşku yok, sosyalizmin hızla yaygınlık kazandığ,ı bugün halen tartışılan bir çok kuramın ortaya atıldığı (Proudhonculuk, Anarşizm, Saint-Simonculuk vs.) ve tabii ki en önemlisi, bilimsel sosyalizmin ortaya çıktığı dönem olmasıdır. Blanqui bu dönemde kuramsal yanıyla değil, politik yanıyla eylem pratiğiyle öne çıkan bir devrimcidir.
Yaşamı ve Eylemi
Blanqui 1805 yılında Fransada doğuyor. Babası eski bir jironden. 1818’de Parise gidiyor, burada tıp ve hukuk eğitimi alıyor. 1822de radikal cumhuriyetçi bir örgüt içinde Bourbonlara karşı savaşmaya başlıyor.
Bir dönem Globe dergisine yazdıktan sonra, 1830 Temmuzunda X. Charlesın devrilmesiyle sonuçlanan siyasi eylemlere katılıyor, hatta bu dönem bir de madalya alıyor. Ardından gelen Orleanscı monarşi dönemindeyse, bu iktidara karşı bir ayaklanma düzenlemek amacıyla, 1831 ilkbaharında, Halkın Dostları Derneğini (La Societe des amis du Peuple) kuruyor. Temmuz 1831de basın kanununa muhalefetten mahkum oluyor. Bu onun hayatının yarısına yakın bir bölümünü geçirdiği hapishanelerle ilk tanışması oluyor. Ardından 1832de Halkın Dostları Derneğinin kapatılması üzerine, Dernek üyeleri hakkında dava açılıyor ve bu davayla birlikte Blanquinin yorulmaz, inatçı devrimci kimliği açığa çıkıyor. O da tıpkı Babeuf gibi, siyasi bir savunma yapıyor.
15’ler Davası ve Blanqui’nin Düşüncesi
12 Ocak 1832de savunmasını yaptığı davada Blanqui, “basın yoluyla yasaları çiğnemek” suçundan yargılanıyor. Davanın sonucuna bakarak dahi Blanquinin karakteri hakkında ipucu elde edebiliyoruz. Kendisi dışında kalan 14 sanık beraat ediyorlar, Blanqui ise “mahkemeye hakaret” suçundan bir yıl hapse mahkum ediliyor.
Blanqui, bu mahkeme sırasında politik fikirlerini genel hatlarıyla açıklıyor. Elbette Blanquinin görüşleri daha sonrasında da tüm ayrıntılarıyla aynı kalmayacaktır, ancak fikirlerinin ana hatlarını veya bizim için önemli olan başlıkları hemen hiç değişmeden sürecektir.
Blanqui savunmasına yukarıdaki örneğe oldukça benzer bir şekilde başlıyor ve mahkemenin yargılama yetkisini peşinen reddediyor;
“…Bununla birlikte, hiç de eşitlerim olmayan ayrıcalıklıların yer aldığı bir mahkemenin yetkilerini reddetmek benim, yani yurttaşlık haklarından yoksun bırakılmış bir proleterin ödevidir.” 37
Ardından da politik ve ekonomik alanlara dair fikirlerini aktarıyor, burada oldukça uzun olan bu metinden bazı alıntılar yapmak yazının ilerleyişi açısından uygun düşer. Aşağıdaki alıntı sınıflar savaşının Blanqui tarafından nasıl kavrandığının bir göstergesidir;
“Evet baylar zenginlerle yoksullar arasında bir savaştır bu. Zenginler istedi bunu. Saldıranlar onlardır çünkü…” 38
Savunmanın birçok bölümünde yoksullar terimi yerine proleter teriminin kullanıldığını görüyoruz, aynı zamanda halk terimi de benzer bir toplamı ifade etmek için kullanılmış. Bu, Blanquinin tam da bir geçiş döneminin, halk yığınından işçiye geçiş döneminin devrimcisi olduğunu gösteriyor. Bu dönemde burjuvazi kendisini halk yığınlarından ayrıştırmış, iktidardaki sömürücü sınıf rolüne oturmuştur, ancak halkın diğer kesimleri tam bir ayrışma yaşamamış, küçük burjuvalar, yoksullar, modern anlamıyla sanayii proletaryası ve diğer emekçi kesimler kendi iç sınıfsal ayrışmalarını henüz tamamlamamışlardır. Blanquinin bu ilk savunmasında bunun belirtileri açıkça görülmektedir. Örneğin aynı metnin bir başka bölümünde, iktisadi temeli hakkında çok da ciddi düşünülmemiş bir talep dillendiriliyor;
“Bir avuç fabrikacıyla orman sahibini zenginleştirmek amacıyla, Almanya ve İsviçre demirlerine büyük vergiler koyuyorlar. Öyle ki, köylüler, çok kötü avadanlıkları çok pahalıya satın almak zorunda kalıyorlar. Oysa çok iyilerini çok ucuza elde edebilirlerdi. Yabancılara gelince, onlar da bizim yasaklardan öç almak için şaraplarımızı piyasalarına sokmuyorlar.” 39
Bahsedilen dönem, Fransanın ekonomik anlamda geliştiği bir dönemdir, zaten sınıflar arası ayrışmaları zorlayan da budur. Sanayileşme ve üretim kapasitesinin artması, ister istemez proletaryayı büyütmekte, onu diğer sınıfları devrime taşıyacak güç durumuna getirmektedir. Bu özellikle 1830-48 arasında böyledir, ve bu büyüme Fransız burjuvazisinin o dönem uyguladığı ekonomi politikasından bağımsız düşünülemez. Bu durumda pazarın dışa kapanması ve iç üretim kapasitesinin artırılmasının da önemli rolü vardır. Böylesi bir durumda dış ülkelerin ürünlerine karşı uygulanan yüksek vergi oranlarının peşinen karşı çıkılacak tarafı yoktur.
Görüldüğü gibi Blanqui, ezilen halkın günlük ve ekonomik taleplerini dile getirmektedir. Bu, daha sonraki süreçlerde de böyle olmuştur. Öznelciliği ve iradeciliğiyle ön plana çıkan bu büyük devrimci, örneğin, yoksulluğu gidermek için gümrüklerin kaldırılmasını önermekte, bir anlamda işçi sınıfının o anki isteklerini veya çıkarlarını siyasal dile, bilinçsizce de olsa, tercüme etmektedir bir başka ifadeyle Blanqui işçi sınıfının katışıksız sesi olmuştur.. Elbette belli dönemlerde Blanquinin öne sürdüğü talepler işçi sınıfının önünde gitmekte, fakat bir süre sonra ardında kalmaya başlamaktadır.
Marksizm ve Blankizm
Yukarıdaki tespitin, Marxın değerlendirmeleri dikkate alındığında daha fazla anlam kazanacağını düşünüyorum. Marxın 1848 Devrimlerini çözümlediği iki yapıtında Blanqui hakkında yaptığı yorumlarla, 1871 Paris Komününü değerlendirirken yaptığı yorumlar arasında oldukça ciddi bir açı mevcut. Bu açının Blanqui ve blankizmin işçi sınıfına öncülük ettiği dönemle, işçi sınıfının arkasında kaldığı dönem arasındaki farkla tanımlanabilir olduğunu düşünüyorum.
Öncelikle belirtmek gerekiyor, Marx 1848 Devrimlerini değerlendirirken, aynı zamanda sınıfların siyasal temsilcilerinin kimler olduğunun da altını çiziyor ve proletaryanın temsilcileri olarak ise blankistleri gördüğünü açıkça belirtiyor. Marx, 1850 tarihli Fransada Sınıf Savaşımlarında küçük burjuva sosyalizminin bir eleştirisini yaptıktan sonra şöyle devam ediyor;
“…proletarya bu sosyalizmi küçük-burjuvaziye bırakırken; farklı sosyalist liderlerin her birini, toplumsal altüst oluşun, biri diğerine karşı çıkarılmış geçiş noktalarından birine kendini beğenmiş bağlılık olarak ortaya çıkarırken -proletarya gitgide devrimci bir sosyalizmin çevresinde, bizzat burjuvazinin Blanqui adını taktığı komünizm çevresinde toplanıyor. Bu sosyalizm, genel olarak, sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması, sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması bu üretim ilişkilerine uygun düşen bütün toplumsal bağlantıların ortadan kaldırılması, bu toplumsal bağlantılardan doğan bütün düşüncelerin altüst edilmesine varmak üzere, devrimin sürekliliğinin ilanıdır, zorunlu bir geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür.” 40
Marx, sınıfa bakıyor ve onu tahlil ediyor. Blanqui ise, Marx’ın tahlil yeteneğinin ve politik tespitlerinin bilimsellik düzeyine yaklaşamıyor bile, fakat bu tespitlerin geliştirilmesinde büyük rol oynuyor. Blanqui sınıf savaşımı içinde ve onun dalgalanmalarına ayak uydurarak yol alıyor, yukarıda değinildiği gibi işçi sınıfının yalın bir sesi oluyor. Onun, belli bir mesafeyi aşmaksızın, önünde gidiyor ve Marx, önde gittiği bu süre zarfında Blanqui’yi, sınıfın doğal lideri olarak görüyor. Tespitlerini bunun üzerinden gerçekleştiriyor.
Bunun örneklerini çoğaltmak mümkün. Marx, aynı yapıtında 10 Mart 1850 seçimlerinde, işçilerin etkisi altında bulunan Paris seçim komitesinin üç aday gösterdiğini belirtiyor. Bu adaylar Deflotte, Vidal ve Carnotdur. Marx bu üç ismin, üç müttefik sınıfın adayları olduğunu belirtiyor ve ekliyor;
“Başta Haziran isyancısı, devrimci proletaryanın temsilcisi; onun yanında sosyalist küçük burjuvazinin temsilcisi bir doktriner sosyalist; üçüncüsü ise demokratik formülleri uzun zamandan beri anlamını yitirmiş bulunan ve düzen partisine karşı sosyalist bir anlam kazanmakta olan cumhuriyetçi burjuva partisi. Bu, tıpkı Şubat’taki gibi, burjuvaziye karşı ve hükümete karşı genel bir güç birliğiydi. Ama bu kez proletarya devrimci birliğin başındaydı.” 41
Bu alıntının ardından Deflotte’un, Louis Bonaparte’ın 2 Aralık darbesinden sonra Fransa dışına atılmış bir blankist olduğunu belirtmek, sanırım yukarıdaki paragrafı konumuz açısından daha anlamlı kılacaktır. Marx, 1848 Devrimi’nin doğal uzantısı olarak doğan 2 Aralık 1851 darbesini değerlendirdiği, Louis Bonaparteın 18 Brumaire‘i adlı yapıtında ise Blanquinin işçi sınıfının politik lideri olduğu konusundaki vargısını olabildiğince açık bir biçimde dile getiriyor;
“Bilindiği gibi 15 Mayısın, Blanqui ve yandaşlarının, komünist devrimcilerin, yani proletarya partisinin gerçek önderlerinin, bu ele aldığımız dönem boyunca kamu sahnesinden uzaklaştırılmasından başka bir sonucu olmadı.” 42
2 Aralık 1851’de, Louis Bonaparte bir hükümet darbesiyle imparatorluğunu ilan ediyor ve Bonapartizm adı verilen rejim kurulmaya başlıyor. Bonapartizm üzerinde geniş çaplı tartışmalar yürütülebilecek bir konu. Bu tartışmalara burada girmeyi anlamlı görmüyorum ancak bu dönemin sonunda ortaya çıkacak olan Paris Komünü’nü ve Komün içerisinde blankistlerin oynadığı (veya oynayamadığı) rolü anlatabilmek için Bonaparte döneminde Fransadaki ekonomik gelişmelere bakmakta fayda olduğunu düşünüyorum.
“Demiryolları 1848’de 1,832 kilometre iken, 1869’da 17,500 kilometreye çıktı;kömür istidlali 4 milyon tondan 13 milyon tona fırladı, demir 363 binden 830 bine, font 400 binden 1,275,000’e, çelik 16 binden 388 bine çıktı.” 43 [LOUIS, Paul]
Bu dönem Fransanın en hızlı geliştiği dönemlerden birisi oldu. Fransa bu dönemde büyük bir sanayi ülkesi haline gelirken, sınıflar arası mesafeler açılmış, sınıfsal kimlikler olabildiğince netleşmiştir. Sanayi, sınıf savaşımının formunu ve taraflarını değiştirmiş, bir sonraki kavgada iki modern sınıf, proletarya ve burjuvazi, net bir biçimde karşı karşıya gelmiştir. Blanqui’nin 1832’de yargılanması sırasında şaşırtıcı şekilde yaptığı şu tespit, Komün’ün 1848 ve 1871 deneyimleriyle ispatlanmıştır.
“Bana öyle geliyor ki, feodal baronların dağ başında yollarını kesip soydukları tüccarlara karşı yürüttükleri savaşın, başka düşmanlar arasında sürdürülen yeni bir biçimiyle karşı karşıyıyız sadece.” 44
Blanqui, 1832’de savaşın artık aristokratlarla burjuvalar arasında olmadığını, savaşın genel olarak ezilen sınıflarla, burjuvazi ve aristokrasi arasında gerçekleşmeye başladığının farkında. Bu savaşta ezilenlerin yanında yer alıyor ve çok uzun süre fiili olarak onların önderliğini yürütüyor. Ancak 1871’de kitleleri kontrol edemiyor 1848’den beri sakince gününün gelmesini bekleyen fakat ayni zamanda hızla büyüyen ve güçlenen proleter yığınların talepleri blankistlerin önüne geçiyor.
Bunu açmaya çalışalım; az önce belirtilen sanayileşme hamlesinin doğal sonuçlarından birisi de sınıflar mücadelesinin yeniden şekillenmesidir. Proletaryanın toplam nüfus içindeki oranı artmış, emekçi sınıfların öncü gücü olarak modern sanayi proletaryası yavaş yavaş sahip olduğu gücün farkına varmaya başlamıştır. Bu arada burjuvazi cephesinde de bir yeniden yapılanma söz konusudur. 1848 Devrimlerinden çıkarttıkları dersler onları da kimi önlemler almaya zorlamıştır. İlk elden devlet örgütlenmesi baştan aşağı yeniden yapılandırılmış, tam bir siyasal baskı aleti durumuna dönüştürülmüş ve bu arada bir takım ekonomik-ideolojik önlemlerle bu siyasal baskının yaratacağı, kendileri için olumsuz toplumsal hareketlenmenin önüne geçilmeye çalışılmıştır.
Sınıflar savaşımının somut biçimleri de yukarıda bahsedilen gerekçelerle oldukça önemli değişiklere uğramıştır. Örneğin, Engels Fransa’da Sınıf Savaşımları‘na yazdığı önsözde, barikat savaşına dair şu yorumları yapıyor;
“Demek ki, sokak çatışmalarının klasik döneminde bile, barikatların, maddi olmaktan çok moral bir etkisi vardı… Eğer barikat askerle çözülünceye kadar tutunursa zafer elde ediliyordu, yok tutunamazsa yenilgi geliyordu…
… ‘Uygarlık ve mülkiyet’ ayaklanmaya karşı yola çıkan askerleri selamlıyor ve ağırlıyordu. Barikatlar büyüsünü yitirmişti; asker, barikatların ardında artık ‘halkı’ değil, asileri, kışkırtıcıları, yağmacıları, her şeyi paylaştırmak isteyenleri, toplumun tortusunu görüyordu.” 45
Bir başka örnek de, daha ziyade teknik sayılabilecek bir alandan verilebilir. Bu örnek Paris’in yeniden imar edilmesidir. 1853-1870 yılları arasında Paris Valisi (aynı zamanda polis şefi) olan Baron Georges Haussmann, kentin yeni baştan inşa edilmesini yöneten kişidir. Haussmann, isyan hareketlerini daha kolay bastırabilmek amacı ile Parisin tüm sokak ve caddelerini uzun ve geniş akslar haline getirmiş, bütün çıkmaz sokakları yok etmiş, trafik sistemini ise merkezde bulunan ordu birliklerinin şehrin her hangi bir noktasına en kısa zamanda ulaşabileceği şekilde biçimlendirilmiştir. Bu tip görece daha teknik sayılabilecek askeri önlemler yanında, Haussmann, kentin hemen her bölgesine, emekçi mahalleri de dahil olmak üzere çok sayıda parklar kiliseler tiyatrolar ve resmi yapılar inşa ettirmiştir. Paris bu dönemde bir anlamda daha merkezileştirilmiş veya bir başka deyişle imparatorluğun merkezi otoritesi askeri ve ideolojik alanlarda yaygınlaştırılmıştır. Haussmann’ın Paris’i bir devrimci kalkışmaya karşı koruyabilmek için başlattığı bu yeniden yapılandırma, bugün modern şehircilik kuramları arasında önemli bir yere sahiptir.
Bu yeniden yapılandırmanın barikat savaşları üzerindeki etkisini ve askerlere nasıl büyük avantajlar sağladığını Engels şöyle açıklamaktadır;
“Son olarak, 1848’den bu yana büyük kentlerde kurulan mahallelerin uzun, dümdüz ve geniş caddeleri, yeni topların ve yeni tüfeklerin etkinliklerine uyarlanmış gibidir.” 46
Siyasal alandan şehirciliğe ,ideolojik alandan sanayideki atılıma bütün bu değişmeler bir dönemin artık yavaş yavaş sona ermekte olduğuna işaret ediyor. Paris Komünü’nün ise hem sona ermekte olan dönemin bir ürünü olduğunu hem de işçi sınıfının iktidar mücadelesinde çığır açan bir girişim olduğunu düşünüyorum. Konumuz açısından önemli olan ilkidir.
Paris Komünü ile sona eren dönem işçi sınıfının barikatlar üzerinde verdiği savaşlar dönemidir. Bu tip bir savaşımın nesnelliği hemen tamamen ortadan kalkmıştır (burjuvazi tarafından ortadan kaldırılmıştır demek daha doğru olur). Bir başka nokta da artık proletaryanın siyasal iktidara oynayabilecek konuma gelmiş olmasıdır, fakat bunu yapabilmesi için eskisinden daha farklı örgütlenmelere, daha farklı eylem tarzlarına, daha farklı devrim modellerine ihtiyacı vardır.
“Blankistlerin eylemlerini yoğunlaştırdıkları 1864-1893 yılları, politik süreçlerde çok önemli bir değişim çağına işaret ediyordu, kütlesel politikanın ortaya çıkışına tanıklık eden bir çağa….” 47 [Patrick, H.Hutton]
Blankistlerin Paris Komünü sırasında yapamadığının bu olduğunu düşünüyorum, yani değişen politik atmosfere uyum sağlayamama, politikanın yaşadığı değişimi görememe. Yapamadıkları oranda Komün’ün yenilgisinde pay sahibi oluyorlar.
İşçi sınıfı, Komün’de kendi doğal öncülerinin taşıyıcılığında iktidara uzanıyor, fakat önderlerinin iktidarın ele geçirilmesinden sonra ne yapacaklarına dair bir programı bulunmuyor. Bu programsızlık, esasen, Komün’ü yaratan emekçi yığınların değil, onları yönlendiren Blankistlerin sorumluluğudur. Blankistlerin, Komün’de yaptıkları hataların, öncelikle burada aranmasını öneriyorum. Eğer iktidarı almışsanız, bunu darbe veya komployla gerçekleştirmiş olmanız, iktidarınızı savunabilecek gücü elinizde tuttuğunuz sürece, ikinci derecede önem taşır. Komün günlerinde iktidarı elinde tutan güç, kendi iktidarını savunabilmek için gereken programatik ve siyasal tutarlılığı ortaya koyamamıştır.
Bu programsızlığın ortaya çıktığı, işçi sınıfının yavaş yavaş farklı örgütlenmelere ihtiyaç duyduğu ve Blankistlerin bu ihtiyacı karşılamakta yetersiz kaldığı noktada bilimsel sosyalizmin kurucuları, Blanqui’nin ve blankistlerin, 1848’de oynadıkları rolün tekrarlanabilir olmadığını görüyorlar. Marx, Komün’ün hemen ardından yazdığı Fransa’da İç Savaş adlı yapıtında o sırada, Thiers’in elinde tutsak bulunan Blanqui’nin devrimci öncülüğünün hakkını veriyor ve bunu şu cümlelerle aktarıyor;
Marx’ın bu tespiti Engels’in 1890da bu kitap için yazdığı giriş makalesinde, blankistlerin Komün’de karşı karşıya bulundukları programsızlığı net biçimde tarif etmesine engel olmuyor. Engels öncelikle Blankist çizgi hakkında bilgilendirme yapıyor;
“Blankicilerin işleri de daha iyi gitmedi. Komploculuk okulunda yetişen ve bu okula özgü sıkı disiplinle bağlanan blankiciler, görece küçük sayıdaki kararlı ve iyi örgütlenmiş insanın zamanı geldiğinde yalnız iktidarı ele geçirmeye değil, büyük bir yılmazlık ve gözüpeklik göstererek, halk yığınını devrime sürüklemek ve onu küçük bir yönetici birlik çevresinde toplamak başarısını göstermeye yetecek kadar iktidarda kalmaya da yetenekli olduğu düşüncesinden yola çıkıyorlardı. Bunun için de her şeyden önce tüm iktidarın, yeni devrimci hükümetin sıkı sıkıya ve diktatörce toplanması gerekiyordu.” 49 [ENGELS, Friedrich]
Ardından da blankistleri eleştirdiği noktaya geliyor;
“Ama çoğunlukla bu blanquicilerden oluşan Komün ne yaptı? Taşradaki Fransızlar için yayınlanan bütün bildirilerinde Komün, onları tüm Fransız komünlerinin Paris ile özgür bir federasyonuna, ilk kez olarak gerçekten ulusun kendisi tarafından kurulacak bir ulusal örgütlenmeye çağırıyordu,” 50 [ENGELS, Friedrich]
Burada altını tekrar çizmek istiyorum, dikkat edilirse yukarıdaki eleştiride esas olan Blanqui’nin “dar bir azınlık tarafından elde edilen iktidarı, halkı yanına çekinceye kadar elde tutma” ve onu merkezileştirerek bir diktatörlük oluşturma fikri değildir, aksine bunun gerçekleştirilememesi ve Komün’ün Fransayı özgür komünlerin bir federasyonu olmaya çağırmasıdır. Tüm Fransız emekçilerini Paris Komünü’nün kızıl bayrağı altında toplanmaya çağıracağı yerde, onları federasyonlar halinde ve özgürce bir araya gelmeye çağırmasıdır. Bu noktada, iktidar sonrasına dair programın olmaması büyük etki sahibidir.
Kapitalizmi kavrayamama ve sadece bir devrimci iyi niyetle hareket etme federatif bir devlet önermesine yol açabilmiştir. Oysa, daha öncede bahsettiğimiz gibi, gelişen kapitalizm sıkı bir merkezi devlet modelinin önünü açmış ve bu olguda burjuvaziye, sınıf savaşımlarında ciddi bir avantaj sağlamıştır. Programsızlık, merkezi devlet aygıtının proletaryanın eline nasıl bir silah vereceğinin görülememesini getirmiş, Komün’ün yenilgisinin altyapısını oluşturmuştur.
Paris Komünü, bir anlamda, bir siyasal gelenek olarak blankizmin sonunu getirmiştir. Blanqui’nin, 1870 sonbaharında giriştiği komplo girişiminin ardından hapse atılması nedeniyle içinde yer alamadığı Komün’de onun temsilcileri oldukça baskın bir yer tutmuşlardır. Blanqui, Paris dışında bir hapishanede tutuklu bulunuyor olmasına karşın Komünün yönetimine iki kez seçilmiştir. Bu onun ardındaki desteği göstermesi anlamında açıklayıcıdır. Ancak bu destek uygun biçimde kullanılamamıştır. Sonu getiren de budur.
Blankistler iktidarı alıncaya kadar geçen süre zarfında sınıflar mücadelesine ve bu mücadeledeki taraflara vurgu yapmışlar, ardından Paris Komünü sırasında, iktidarın bir dış savaş sonucunda alınması ve Paris kapılarında bekleyen Prusya ordularının da etkisiyle çubuğu yurtseverlikten ve ulusalcılıktan yana bükmüşlerdir. Programsızlık sonucu farklı uçlara savrulabilecek bu politik tavır, Lenin tarafından da eleştirilmiştir.
“Bu fikir, Komün sosyalistlerinin kafasını egemenliği altına aldı ve örneğin söz götürmez devrimci ve sosyalizmin ateşli yandaşı Blanqui bile gazetesi için şu Yurt Tehlikede (la Patrie en danger) burjuva çığlığından daha uygun bir başlık bulamadı.” 51 [LENİN, V.İ.]
Siyaset yapmak elbette çubuk bükmeyi getirecektir. Farklı dönemlerde, farklı nesnelliklerde çubuğun farklı yönlere bükülmesi gerektiği ise açık olmalıdır. Siyaset sahnesine çıkan, fakat bu sahnenin gerektirdiği çeviklik ve esnekliği gösteremeyen hareketler yenilgiye mahkumdur. Çubuğu bükmek ise, elbette bazı riskleri de beraberinde getirecektir. Risk, çubuğun kırılması yani hareketin artık eskiden sahip olduğu bazı iddialardan vazgeçmesi, veya apolitikleşmesi, yani çubuğu yanlış tarafa bükmesidir. Bütün bunları engelleyecek, siyasal manevraların anlamlı ve verimli olmasını sağlayacak net bir programatik tutarlılık yokken çubuğu büken hareket pragmatizmin kapılarını aralamaya başlar.
1870 Prusya-Fransa savaşında savaşı ilan eden taraf Fransa’dır, bir başka deyişle Blanqui saldırgan ülkenin devrimcisidir. Bir başka noktaysa Enternasyonalin varlığı. Hem Alman, hem de Fransız emekçileri arasında örgütlenen, tüm işçi sınıfının kardeşliği temelinde savaşa karşı çıkan, gerek Fransız saldırısını ve gerekse Almanyanın savunma amaçlı olduğunu iddia ettiği karşı saldırısını protesto etmektedir Enternasyonal. Alman emekçileri, Komün’ü önceleyen savaş sırasında enternasyonalist dayanışmalarını, konu hakkında yazdıkları manifestoyla açığa vurmaktaydılar;
“Alman işçileri, Alsas ve Loren’in ilhak edilmesini protestodan geri kalamazlar. Proletaryanın enternasyonal ortak davası için, öteki işçi kardeşlerimizin yanında yer almış bulunuyoruz…
Ne yazık ki, onların hemen başarı kazanacağını umamayız. Fransız işçileri, barış içindeyken, saldırganı durduramadı; Alman işçileri silah sesleri içinde kendinden geçmiş muzaffer askerleri durdurabilir mi?…
Her ne olursa olsun, tarih, Alman işçi sınıfının ayni ülkenin burjuvazisi kadar uysal olmadığını gösterecektir. Alman işçi sınıfı ödevini yerine getirecektir.” 52 [DUCLOS, Juacgues]
Bu konuda iddialı olan Alman emekçileri, iddialarında belli oranda başarı da sağlamışlardır. Komün’ün yenilgisinden sonra şehirden uzaklaşmak zorunda kalan komünarlara Prusya ordusundan bazı birlikler kucak açmışlardır.
Tablo böyle iken, Fransız emekçi hareketinin önderlerinin de, yurtseverlik temasını işlerken daha titiz davranmalarının gerekli olduğu tespitini yapmak yanlış olmayacaktır. Bir başka dönemde, örneğin II. Paylaşım Savaşı sırasında, faşist Alman ordularına karşı komünist hareketin öne çıkarttığı ve bugün komünist hareketin tarihine çok önemli bir başarı olarak yazılan yurtseverlik teması, 1871’de Paris Komünü sırasında öne çıkarıldığında, Lenin’in eleştirisine hedef oluyor.
Anlatılanlar, Blanqui’nin Komün’deki eksikliğinin açıklanabilmesi, program konusundaki yetersizliğin, hatta program yokluluğunun siyasal alanda ne gibi etkilere yol açtığını göstermesi bakımından önemlidir. Son derece iyi bir örgütçü olan ve bu alanda ön açıcı bir eylemlilik sergilemiş olan Blanqui, program başlığı üzerinde hiç durmamış ve bu da onun, özellikle Paris Komünü sırasında federatif bir cumhuriyet önerebilmesine, enternasyonal dayanışmanın, enternasyonalist kimliğin öne çıkarılması gereken bir noktada, her ne kadar bağnazca olmasa da, yurtseverliği öne çıkarmasına sebep olmuştur.
Blanqui ve Örgüt
Blanqui, devrimin dar bir grup tarafından gerçekleştirilip daha sonra yaygınlaştırılması gerektiğini, iktidarı elinde tutan gücün de mümkün olduğu kadar dar tutulması gerektiğini düşünüyordu. Onun örgüt formasyonu bu devrim teorisine uygunluk arz etmektedir. Örgütün bütünü dar bir yapıya sahiptir, ancak merkez daha da darlaştırılmıştır. Bazı dönemlerde tüm örgütü Blanqui’nin tek başına yönettiği bile görülmüştür. Bir başka özellik de örgütün etkinliğini mutlak bir gizlilik içinde yürütüyor oluşudur.
Yapısı itibariyle blankist örgüt (Blanqui birden fazla örgüt kurmuş ve hemen tümü aynı modelde örgütlenmiştir) bugünkü komünist partilerin genel olarak tercih ettiği birimler modelinin temelini teşkil etmektedir. Blankist örgüt, en altında birim üyelerinin yer aldığı ve birim sorumlularından başlayarak yukarı doğru yükselen bir piramit şeklindedir. Bu birimler ve kurumsallıklar onun kurduğu farklı örgütlerde farklı biçimler almışlardır. Örneğin 1834’de legal kulüplerin kapatılması üzerine kurduğu Aileler Birliği adlı örgütte, birimler “aileler”di. Bu ailelerin sorumluları daireleri, dairelerin sorumluları ise mahalleleri oluşturuyorlardı. Farklı isimler kullanarak piramidin farklı noktalarının tarif edilmesi, Blanqui’nin kurduğu bir başka örgüt olan, Mevsimler Birliği’nde de görülmektedir. Blanqui’nin açık biçimde bir örgütsel komplo olarak kurguladığı Mayıs 1839 girişimini bu örgüt düzenlemiştir. Mevsimlerin en altını günler oluşturmaktaydı. Günler birleşerek haftaları oluşturuyor ve Pazar da haftanın lideri oluyordu. Pazarlar birleşerek ,Temmuzun liderlik ettiği ayları aylar da Mevsimleri meydana getiriyorlardı. Mevsimlerin lideri ise İlkbahar’dı. İlkbahar örgütün 6 kişiden oluşan merkez komitesi idi ve merkez komitesini de Blanqui yönetmekteydi.
Örgüt ister istemez, kendi devrim perspektifine uygun olarak merkeziyetçiydi ve bu merkeziyetçilikte demokratlığın hiç yeri yoktu. Başta Blanqui olmak üzere blankistler, demokrasinin anlamsız olduğunu düşünüyorlardı. Blanqui kendisine dair “ne proleter, ne burjuvayım, demokratım” diyen Maillard’da yazdığı mektupta şunları söylüyordu;
” Entrikacıların en gözde araçlarıdır bunlar…
Ne proleterim, ne burjuva! Ama demokrat! özdeyişini, o güzel özdeyişi icat eden onlardır. Rica ederim söyleyiniz bana, ne demektir demokrat? Belirsiz, bayağı, kesin anlamdan yoksun, lastikli bir sözcüktür.” 53 [BLANQUİ, Auguste]
İktidarın kullanılması anlamında da benzer bir görüşe sahiptir, örgütsel yapının oluşturulması anlamında da.
İktidarı zor yoluyla ve hali hazırda bir kitle tabanının bulunmadığı koşullarda da ele geçirmek kararlılığında olan bir örgütün yapması gerektiği gibi, kadrolarını titizlikle seçmekteydiler. Bu titizliğin kadroların teorik formasyonu konusunda gösterildiği iddia etmek zor görünmekle beraber, diğer alanlarda oldukça seçici davrandıkları bir gerçektir. Bir kadrodan, illegal çalışmaya uygun katı bir disipline sahip olması, ölümü, sürgünü hapsi göze alması bekleniyordu. Örgüte alınacak kişi gözleri bağlı bir biçimde dernek yönetiminin karşısına çıkartılıyor burada kendisine ve siyasal düşüncelerine dair sorular soruluyor, derneğe alınacak kişi ise devrime ve cumhuriyete bağlılığını, aristokratlara, burjuvalara karşı olan nefretini dile getiren bir ant içiyordu. Andın son bölümü şöyle;
“Bu andımı bozarsam, hainler gibi çarpılayım, bu hançerle delik deşik edileyim. Herhangi bir kimseye, hatta -dernek üyesi değilse- en yakın akrabalarıma, en ufak bir şey açıklarsam, bir hain gibi işlem görmeyi kabul ediyorum.” 54
Görüşmeyi toplantı başkanı şöyle bitiriyor;
“Yurttaş, aramızda kimse adini ağzına almayacak. İşte senin işlikteki kayıt numaran! Kendine silah ve cephane sağlayacaksın. Derneği yöneten komite, silaha sarılacağımız ana kadar gizli kalacaktır.” 55
Örgüt kadrolarını belirlerken, yukarıdan da anlaşılacağı gibi, ilk olarak bağlılık, disiplin, cesaret, vb. kriterleri dikkate alıyor. Örgütün önceden belirlenmiş bir programı olmadığını belirtmiştim. Dolayısıyla kadrolarından da, siyasal ideolojik, teorik yaratıcılık beklemiyor. Kadronun işi (en azından 1848 Devrimlerine kadar bu böyleydi) ayaklanma anını beklemek, bu süre içinde mümkün olduğu kadar örgütlenmek ve komite isyan zamanını haber verince, gözünü budaktan sakınmaksızın savaşmak oluyor. Tüm bu süreçte de tam bir gizliliğin sürmesi esas alınıyor; kadro yalnızca merkez komiteyi değil örgütün diğer yönetici kadrolarını da devrimci kalkışmaya kadar tanımıyor.
Blankist örgütlerin kadro seçimi konusunda oldukça yetenekli oldukları, örgütün pratiğiyle ortaya çıkıyor, zira blankistler hemen hiçbir girişimlerinde bir hain veya itirafçının ihbarı üzerine başarısızlık yaşamıyorlar. Daha ziyade, örgütsel genişlemelerinin belli bir noktasında ve nesnellikten biraz da bağımsız bir biçimde darbe yapmayı denediklerinde başarısız oluyorlar.
Sonuç Yerine
Adına “komploculuk” denen ve ne olursa olsun emekçiler adına iktidarı talep eden siyasal pratiği ,Marxın doğumundan 21, Komünist Manifestodan 51 yılı aşkın bir süre önce ortaya attığı sınıfsız ve mülkiyetsiz bir toplum kurmak hedefi, Dimitrov’un Alman faşizmini kendi mahkemelerinde yargıladığı ünlü siyasi savunmasından 136 yıl önce Fransız gericiliği karşısında vermiş olduğu siyasi savunması ve örgütlü kimliğiyle Babeuf, bugün bizim, komünistlerin sahip oldukları bir çok değerin yaratıcılarından birisidir. Blanqui, proleter devrimler çağının açılışında sınıfın başında, onun öncülüğünü yaparak yer almış, örgütten iktidar perspektifine, devrimci iradeden proletarya diktatörlüğüne birçok başlıkta, bugün ülkemizde bulunan birçok solcu ve sol hareketten daha gelişkin, daha ileri şeyler söyleyebilmiş, söylediklerini yapabilmek için hayatının 35 yılını hapiste geçirmeyi göze alabilmiştir.
Babeuf ve Blanquiye “saygı” duymak yeterli değil. Henüz burjuva devrimleri tamamlanmadan işçi sınıfını iktidara taşımayı ve bunu kendi iradi müdahaleleriyle yapmayı denemiş bu iki devrimciye bugün itibariyle hakları teslim edilmeli. Yaptıklarına dair daha fazla şey bilmek, daha fazla tartışmak ve daha fazla önemsemek gerekiyor; çünkü komünist geleneğimizin yaratıcıları Marx, Engels ve Lenin’den ibaret değil.
Dipnotlar ve Kaynak
- PILBEAM, Pamela; ‘Modern and Contemporary France’ “Encylopedia of 1848 Revolutions” 1993 http://www.ohiou.edu/~chastain/ac/blanqui.htm
- KIVILCIMLI, Hikmet; Bilimsel Sosyalizmin Doğuşu Tarihsel Maddecilik, Yayınları, İstanbul, 1970, s.143.
- ENGELS, Friedrich; “1895 Tarihli Önsöz” Fransa’da Sınıf Savaşımları, çev: Sevim Belli, Sol Yayınları, Ankara, 1996, s.11.
- Gracchus, Babeuf’ün lakabı. İ.Ö. 160-121 yılları arasında yasamış tarım reformlarını yürürlüğe koymak ve senatodaki soyluların gücünü azaltmak için mücadele etmiş Romalı iki kardeşin isminden geliyor.
- KÜÇÜK, Yalçın; Sovyetler Birliği’nde Sosyalizmin Çözülüşü, Tekin Yayınevi, 1991, s.49.
- LENİN, V.İ.; Bir Adim İleri İki Adim Geri, çev: Yurdakul Fidanci, Sol Yayınları, Ankara, 1992, s.227.
- LENİN, V.İ.; a.g.e, s.229.
- Enragé’ler: (Fransizca’da ‘kudurmuslar’) Öfkeliler olarak da bilinir Fransız devrimi sırasında Jirondenlerin devrilmesinde önemli rol oynayan sertlik yanlısı radikal devrimci grup. Papaz Jacques Roux ile posta memuru Varlet’nin önderliğindeki bu grup, alt sınıfların isteklerine yönelik toplumsal ve ekonomik önlemleri savunuyordu. Öfkeliler adı, grubun burjuvazi içinde uyandırdığı dehseti yansıtmaktadır. Enragé önderleri Eylül 1793’te Kamu Güvenligi Komitesi’nin emriyle tutuklandılar.Hébert’ciler: Jacques-René Hébert yandaşları. Enragéler tutuklandıktan sonra Fransiz Devrimi’nin halkçi önderleri olarak onların yerini aldılar. Hébert Jakobenler Kulübü’ne üyeydi. Ancak Jakoben iktidarı sırasında Konvansiyon’un yürütme organı olan Kamu Güvenliği Komitesi’ni, yoksulları kötü koşullardan kurtaramadığı için suçladı. Bunun üzerine hem Jakobenlerin Georges Danton yönetimindeki ılımlı kanadı hem de Robespierre, Hébert’e karşı mücadeleye girişti. Mart 1794’te Hébert giyotine gönderildi.
- (9) GÖKDEMİR, Orhan, “Marx ve Paris Komünü”, Toplumsal Kurtuluş, Sayi 9, Maya Yayıncılık, Mart 1988, s.43.
- SARICA, Murat, Siyasi Düşünce Tarihi, Gerçek Yayınevi, 1999, s.105.
- “Dahası, işaret verildiği anda harekete geçmeye hazir 17 bin deneyimli devrimci vardi. Robespierre’in altında komutan olarak otorite sahibi olmuş, 1500 Montanyar, Paris’in topçu birlikleri, polis lejyonunun hemen tümü…” Bronterre O’Brien; “To The Reader” Babeuf’s Conspiracy For Equalty H.Herlingtaon London 1965 s.xxiii.1797 Fransa’sında ve Paris’te 9500’ü askeri birliklerden olmak üzere 17 bin kişilik bir kuvvet hiç de öyle “birkaç kişilik” bir kuvvet degildir. Bu ise konunun bir başka boyutunu oluşturuyor. Yani birkaç kişi olsaydı dahi peşinen karşı çıkılamayacak olan bir komplo girişimini örgütleyen Eşitlerin üye sayısı da, öyle birkaç kişiden ibaret değildir..
- LOUİS, Paul, Fransiz Sosyalizmi Tarihi, Dördüncü Yayınevi, 1966, çev: Şerif Hulusi, ss. 25-26.
- BOTİGELLİ, Emile, Bilimsel Sosyalizmin Doğuşu, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Nisan 1997, çev: Kenan Somer
- MARX, Karl; ENGELS, Friedrich; Komünist Parti Manifestosu, Gelenek Yayınevi, Mart 1998, çev: Dünya Armağan, s.37.
- MARX, Karl; ENGELS, Friedrich; a.g.e., s.36.
- Anabaptistler: Yeniden Vaftizciler olarak da bilinir. 16. yüzyıl Reform hareketi içinde gelişen köktenci akımın üyeleri. Anabaptistlerin amacı ortaçağ kilisesini yenileştirmek degil, ilkel kilisenin kurumlarını ve ruhunu diriltmekti. Anabaptist önderlerin sert ve uzlaşmaz tutumlarıyla öğretilerinin içerdiği devrimci öğeler, bir kentten öbürüne sürülmelerine neden oldu. Bu da, özünde bir misyoner hareketi olan Anabaptizmin hızla yayılmasına yol açtı. En önemli önderlerinden biri Thomas Müntzer’dir.
- ENGELS, Friedrich; Bilimsel Sosyalizm ve Ütopik Sosyalizm, Sol Yayınları, 1998, çev: Yayın Kurulu, s.38.
- WILLARD, Marcel, Babeuf’ten Dimitrof’a Sosyalist Savunmalar, Gün Yayınları, 1967, çev: Şahin Say, s.9.
- ODMAN, Mesut, “Rastlantı ve Zorunluluk”, SoL Dergisi, sayi 90, Haziran 2000, s.13.
- MARX, Karl; ENGELS, Friedrich; Komünist Parti Manifestosu Gelenek Yayinevi 1998 çev: Dünya Armagan s.36.
- GÖKDEMİR, Orhan, “Marx ve Paris Komünü”, Toplumsal Kurtuluş, sayı 9, Maya Yayıncılık, Mart 1988, s.43.
- SARICA, Murat, Siyasi Düşünce Tarihi, Gerçek Yayınevi, 1999 s.106.
- HEKİMOĞLU, Cemal, Ne Yapmalı’cılar Kitabı, Gelenek Yayınevi, Ekim 1994, s.136.
- BUANORATTİ, Philippe, Babeuf’s Conspiracy For Equalty, H.Hetherington, London, 1965, s.315.
- BUANORATTİ, Philippe, a.g.e, s.317.
- LOUİS, Paul, Fransız Sosyalizmi Tarihi, Dördüncü Yayınevi, 1966, çev: Şerif Hulusi, ss. 29-30.
- BUANORATTİ, Philippe, Babeuf’s Conspiracy For Equalty, H.Hetherington, London, 1965, ss.417-425.
- MARX, Karl; ENGELS, Friedrich; Komünist Parti Manifestosu, Gelenek Yaynevi, 1998, çev: Dünya Armağan s.28.
- WILLARD, Marcel, Babeuf’ten Dimitrof’a Sosyalist Savunmalar, Gün Yayınları, 1967, çev: Şahin Say, s.14.
- WILLARD, Marcel, a.g.e., s.16.
- WILLARD, Marcel, a.g.e., s.12.
- DİMİTROV, Georgi, Faşizmin Yargılaması- Leibzig 1933, Evrensel Basım Yayın, Ocak 2000, çev: Olcay Geridönmez, s.115
- “Son Burjuva İlk Proleter Devrimci: Babeuf” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, İletisim Yayınları, s.31
- BUANORATTİ, Philippe, Babeuf’s Conspiracy For Equalty, H.Hetherington, London, 1965, s.427.
- LENİN, V.İ., Bir Adım İleri Iki Adım Geri, çev: Yurdakul Fidancı, Sol Yayınları, Ankara 1992, s.229.
- BLANQUİ, 1835-37 1839-48 1848-1859 1861-65 1870-79 yılları arasında yaklaşık 35 yıl hapis yatıyor. 75 yıl yaşamış olan bir insan için bu oldukça uzun bir süre. Ancak hapisten son çıkışnda dahi düzen onu devrimci kimliğinden arındırmayı becerememiştir.
- BLANQUİ, Auguste, Seçme Yazılar, Logos Yayınevi, Temmuz 1990, çev: Vedat Günyol, s.13.
- BLANQUİ, Auguste, a.g.e., s.15.
- BLANQUİ, Auguste, a.g.e., s.17.
- MARX, Karl, Fransa’da Sınıf Savaşımları, Sol Yayınları, 1996, çev: Sevim Belli, s.130.
- MARX, Karl, a.g.e., s.132.
- MARX, Karl, Louis Bonaparte’in 18 Brumaire’i, Sol Yayınları, 1990, çev: Sevim Belli, s.22.
- LOUİS, Paul, Fransız Sosyalizmi Tarihi, Dördüncü Yayınevi, 1966, çev: Şerif Hulusi, s.80.
- BLANQUİ, Auguste, Seçme Yazılar, Logos Yayınevi, Temmuz 1990, çev: Vedat Günyol s.15.
- ENGELS, Friedrich, Fransa’da Sınıf Savaşımları- Önsöz, Sol Yayınları, 1996, çev: Sevim Belli, s.22.
- ENGELS, Friedrich, a.g.e., s.24.
- PATRICH, H.Hutton; The Cult of the Revolutionary Tradition The Blanquists in French Politics, Universty of California Press, 1981, ss11-12.
- MARX, Karl, Fransa’da İç Savaş, Sol Yayınları, 1991, çev: Kenan Somer, s.80.
- ENGELS, Friedrich, Karl Marx’ın Fransa’da İç Savaş’ına “Giriş”, Sol Yayınları, 1991, çev: Kenan Somer s.17.
- ENGELS, Friedrich, a.g.e., s.17
- LENİN, V. İ., Komün Dersleri, Sol Yayınları, Kasım, 1992, çev: Kenan Somer, s.54.
- DUCLOS, Jacques, Birinci Enternasyonal, Sorun Yayınları, Ocak 1998, çev: Ö. Ufuk, s.156.
- BLANQUİ, Auguste, Seçme Yazılar, Logos Yayınevi, Temmuz 1990, çev: Vedat Günyol, s.89.
- BLANQUİ, Auguste, a.g.e., s.61
- BLANQUİ, Auguste, a.g.e., s.62.