Birçok kentte olduğu gibi Mersin’de de eylem yapan esnaf topluluğu oldukça dağınık ve disiplinsiz biçimde kent merkezindeki meydanda toplanmaya başlıyor. Kalabalıktan ürken Mersin Ticaret Odası yöneticileri eylemi kısa bir konuşmanın ardından bir an önce bitirmek istiyorlar ve atılan sloganları engellemeye çalışıyorlar. Bunun üzerine Mersin polisi onların yanına geliyor ve “niye slogan attırmıyorsunuz bırakın atsınlar içlerini boşaltsınlar yoksa şehri talan eder bunlar..” diyor. Hatta polis böylesi bir duruma hazırlıksız yakalanan MTO yöneticilerine slogan attırmak için megafon yardımında bulunuyor! Eylem bitiminde polis işçi sendikalarının birinin yöneticisine ağlasak mı gülsek mi dedirtecek şu sözleri fısıldıyor; “gözünü seveyim sizin işçi eylemlerinizin bunların hiçbir şeyden anladıkları yok siz otur deyince kitleniz oturuyor dağılın deyince dağılıyor bunlar böyle mi!..”
Dönemin esnaf eylemlerine sadece ekonomideki alt-üst oluşların etkisiyle işleri durma noktasına gelen esnaflar katılmadı aynı zamanda o dükkanlarda asgari ücretle çalışanlar kent yoksulları ve işsizler de katıldı. Arkasındaki güçler sınıf mücadelesinde oturduğu pozisyon vs. gibi temel parametreler dışarıda tutulursa eylem ortamı bir tür “kentsel gerilim” görüntüsü içermekteydi. Kentlerde boy verecek herhangi türden bir gerilimin potansiyel siyasal-ideolojik sonuçlarına karşı her zaman temkinli olmuş sermaye düzeninin esnaf eylemlerinin “kontrolsüz” görünen taraflarına hızla müdahil olması beklenen bir şeydi ve nitekim yapılan da o olmuştur.
Öte yandan “Gazi olayları” olarak literatüre geçen varoşlardaki gerilimin aynı içerikte ve biçimde yinelenmemesi daha doğrusu potansiyel bir tehdidin bertaraf edilmesi için Türkiye burjuvazisinin kurumları fazlasıyla çalıştı ve bugün gelinen noktada varoşların ciddi bir toplumsal silkiniş ya da ters yüz olma koşulları yaşanmadığı sürece kendiliğinden bir tehdit dinamiği niteliği kazanması pek mümkün görünmemektedir. Kent yoksulları olarak tanımlanabilecek kimilerince işçi sınıfının en alt-tabakası kimilerince yarı-sınıf kapsamında marjinal-enformel sektör unsurları olarak bilinen kesimlerinin işçi sınıfı mücadelesinin program perspektif ve örgütlenmesi etrafında kümelenme potansiyeli artık bir potansiyel olmaktan çıkmış tamamen işçi sınıfı hareketinin siyasi-örgütsel çalışma ve güçlenmesinin birer karşılığı olarak karşımıza çıkabilecek bir nitelik kazanmıştır.
Aydemir Güler kent yaşamının ortaya çıkardığı bu “kent yoksulları”nı; küçük burjuvaziden lümpen proletaryaya uzanan heterojen yelpazesi içinde saf sanayi proleterlerini pek az barındırmakla birlikte geç gelişmiş ve krize mahkum kapitalist ülkelerin önemli bir emekçi kesiti olarak tanımlamakta sonuna kadar haklıdır.1
Kentlerdeki gerilimi ara sınıf ve katmanlar düzleminde değerlendirirken esnaf ve kent yoksulu kategorilerinin ayrıştırılarak ele alınması mutlak bir zorunluluktur. Sözgelimi kriz koşullarının faturasını ağır biçimde ödeyen her iki kentli unsur kent yaşamının bu türden acımasızlığını fazlasıyla ortak bir psikolojide ve iç içe yaşam olgusuyla yaşıyor olsalar da işçi sınıfı mücadelesinin etrafındaki kümelenmeye birer toplumsal kategori olarak değil işçi sınıfı mücadelesi içine politik ve örgütsel olarak çekilmeleriyle dahil olabilmektedirler.
Öte yandan kentsel gerilimleri toplumsal hareketler bağlamında ele alırken oldukça dikkatli davranmak gerekiyor. Sözgelimi gelişmiş kapitalist ülkeler açısından “özgün” hatta kimi zaman “anlamlı” bir karşılığı olsa da şu yaklaşımı Türkiye’ye taşımak kolay olmayacaktır:
“Kentsel toplumsal hareketlerin gelişmiş kapitalist ülkelerde giderek daha fazla ortaya çıkması toplumsal dinamiğin en önemli unsurudur zira bu hareketler kapitalizm karşıtı ittifakların proletaryanın özel çıkarları için oluşan ya da bir takım olumsal siyasi ittifaklardan daha geniş bir nesnel temel üzerinde gelişerek oluşmasına izin vermektedir.”2
Sosyalizm programında; nüfusun oldukça önemli bir bölümünü oluşturan ara sınıf ve katmanların farklı sınıfsal dinamiklerin belirlenimi altında olduğu özenle belirtilmektedir. Programda mülkiyet ideolojisi oldukça güçlü olan küçük burjuvazinin siyasi temsilcileri aracılığıyla olmasa bile ideolojisiyle iktidarı paylaştığı yer almaktadır. Bu eksenden bakıldığında küçük burjuvazinin gerici ideolojilere açıklığı ile proleterleşme süreci içinde devineceği zemininin ayrıştırılarak sosyalist siyasete taşınması gerektiği belirtilmektedir. Özde üç temel vurgu vardır:
1. Ara sınıf ve katmanların kırlarda ve şehirlerde oluşturduğu bütünlük mutlaka ayrı ayrı ele alınmalıdır.
2. Kırlarda sınıfsal süreçlerin ayrıştırdıkları dışındaki herhangi bir zeminden işçi sınıfı mücadelesi için özgün avantajlar çıkarmak mümkün değildir.
3. Şehirlerde sınıfsal süreçlerin ayrıştırmasından daha çok işçi sınıfı ile iç içe geçen varoş emekçileri potansiyeli söz konusudur. Mühendis teknik elemanlar hekimler gibi unsurların ise istisna sayılabilecek bir düzeydeki kalıcı karşı devrimci potansiyel taşıyan unsurları dışında kalan ana gövdesinin tereddütsüz işçi sınıfı kapsamı içinde değerlendirilmesi zorunludur.
Türkiye’de ara sınıf ve katmanlara ilişkin sağlıklı bir yaklaşıma sahip olmanın gerçekten de koşulları var. Bu koşullar özellikle özenle kaçınılması gerekenlerle politik-ideolojik kavganın nitelikleriyle örülmesi zorunlu olanları ifade etmektedir. Tülin Öngen’in bu içerikteki hatırlatması önemlidir;
“Artan sınıf içi çeşitlenmeler ve bölünmeler işçi sınıfının bir bütün olarak tanımlanmasını ve sınıf mozaiğinin anlaşılmasını güçleştirmektedir. Bu konuda geniş ve bulanık kavramlardan sayısal büyüklük heveslerini yansıtan amorf tanımlamalardan kaçınmak gerekmektedir. Önemli olan çağdaş metaforlar yaratmak değil toplum çözümlemelerinin birimi olan bir başka deyişle toplumsal yapının aktörleri ve toplumsal dönüşümün ajanları olacak özneleri formüle edebilmektir.”3
“Toplumsal yapının aktörleri ya da toplumsal dönüşümün ajanları olacak öznelerin formüle edilmesi” sorunsalında bir zihin açıklığına sahip olabilmek için ara sınıf ve katmanlar başlığında adları geçen kesimlerin kırlarda ve şehirlerde geçilen süreç içinde yaşadıklarını iyi kavramak gerekiyor.
Önce yönteme dair
Türkiye’deki küçük burjuva nitelikli sosyal tabakaları; köylüler esnaflar memurlar ve aydınlar olarak sıralayan 1976 tarihli bir incelemede küçük burjuvazinin inisiyatifi tam olmasa da gelişmiş ülkelerde olduğu kadar edilgen ve silik olmadığı vurgulanmaktadır:
“Geri ülkelerde küçük burjuvazi özel bir yapıya sahiptir; nüfus yüzdesinin en büyük kesimini küçük burjuvazi oluşturduğundan zaten düşük olan ulusal gelirden bu tabakaların alabildiği pay dünya gelir standartlarının çok altındadır. Özel küçük mülkiyetin sağladığı oransal onur ve kişiliğe karşın çokuluslu şirketlerin uyguladığı tekel fiyatı mekanizmasının da devreye girmesiyle çifte bir sömürü sistemi altında kalan bu tabakalar geri bırakılmışlığın en ağır yükünü sırtlarında taşırlar. Tüm bu nedenlerin sonucu olarak geri ülkeler küçük burjuvazisi yönetenlere karşı güvensiz ve hep ileriye dönük bir rotadadır.”4
Temel sınıfların dışında kalan diğer sınıf ve tabakaları değerlendiren 1977 tarihli bir işçi eğitim materyalinde Türkiye gibi sömürüye dayalı kapitalist toplumların sadece iki temel sınıftan oluşmadığı yer almaktadır. Materyalde bir tarafta emeğiyle geçinmeden sömürüden pay alarak yaşayanların “kapitalist sınıf dışındaki diğer egemen sömürücü sınıf ve tabakalar”ı oluşturdukları ve bu kesimleri toprak ağaları tefeciler ve toptancı tüccarların meydana getirdikleri belirtilmektedir. Diğer tarafta ise işçi sınıfı içinde yer almamasına karşın kimseyi sömürmeyen hatta emeğiyle geçinen ve sömürülen emekçi tabakaları olduğu ifade edilmektedir. Bu emekçi tabakası ise köy ve şehir emekçileri olarak adlandırılmaktadır. Köy emekçilerini topraksız az topraklı ve küçük köylü üreticiler oluşturmaktadır. Şehir emekçilerini ise memurlar teknik elemanlar esnaf ve zanaatkarlar oluşturmaktadır.5
Bu iki örneği o günlerden bugüne çok şey değiştiğini göstermek için vermiyorum. Her iki örnekte de yer alan iki vurgunun önemli olduğunu düşünüyorum. İlki Türkiye gibi ülkelerde “orta sınıf” yapısının farklı olup olmadığı; ikincisi ise bu farklılığın işçi sınıfı mücadelesine büyük bir yüzdesiyle katkı yapıp yapmadığı.
Yöntemsel bakışın güçlendirilmesi için kentlere yeniden dönmek üzere önce “orta sınıf” bağlamında öne çıkan iki toplumsal unsuru kırlardaki sınıf mücadelesi dinamiklerini ve kamu emekçilerinin toplumsal pozisyonunu araya koyalım.
Ara sınıf ve katmanların en yaygın bölmesini kırlardaki küçük üreticiler oluşturur. Türkiye tarımının tasfiye edildiği bir süreçte kırlarda yaşanan toplumsal süreçler yeni renklerle yüklenmiş görünüyor. Kırlarda yaşanan güncel gelişmelerin sınıfsal yapı çelişki ve mücadelelere yansımaması düşünülemez. Bu durumda ara sınıf ve katmanların önemli bir kısmını oluşturan tarımdaki küçük üreticiler olgusunun bir kez daha masaya yatırılması zorunlu görünüyor. Bugünlerde sistemin siyasi öznelerinin neredeyse tamamının köylülere ve esnaflara ulaşmak için adeta çırpındığı bir süreçte tarım alanındaki gelişmelerin ana gidişatının iyi kavranması şart.
”Tarımda reform adı altında emperyalist tekellerin Türkiye tarımına çöreklendiği bir modelin önü açılmaktadır. ABD ve İsrail’in GAP’a dönük işgalci politikalarından tohum/gübre tekellerinin ilgisine varıncaya kadar büyük bir iştah sergilendiği görülmektedir. Bu politikaların parçası olarak arazi mülkiyet yapısı değiştirilmekte destek alımlarından vazgeçilmektedir. Atılan tüm adımlar tarımda sermaye yoğunluğunu artırıcı tekelleşmenin önünü açıcı nitelik taşımaktadır.”6
SİP Konferansı 2001
Arazinin mülkiyet yapısının değiştirilmeye çalışılması ve destekleme politikalarından vazgeçilerek küçük üreticilerin gözden çıkarılması söz konusudur. Böylelikle bu durumdan sınıfsal yapı ve çelişkiler nasıl etkilenmektedir sorusu önem kazanmaktadır.
Sosyalizm Programı’nın sınıfsal yapı ve çelişkiler içinde tarım kesimi için yaklaşımı oldukça nettir;
“Sosyalist politika açısından kırlardaki yoksullaşma sürecinin kendisi değil sonuçları önemlidir. Bu anlamda sosyalist hareket köylülüğün topraksızlaşma ve yoksullaşma sürecinin engellenmesini temel alan bir mücadele yürütmez. Bunun yerine köylülüğün ayrışma dinamikleri ve ayrışan kesimlerin emek-sermaye çelişkisi içindeki yeni konumlarını temel alan politikalar geliştirir.”7
Tarımdaki tasfiye ve gözden çıkarma sürecinin muhatabı olan unsurların toplumsal yapının aktörü bağlamında bir özne olarak şekillenmesi mümkün müdür Aynı içerikte bir başka soru ise söz konusu sürecin beraberinde getirdiği ayrışma dinamikleri bu unsurları emek-sermaye çelişkisi içinde yeni konumlara taşımış mıdır Her iki soru yanıtlanmak üzere beklemektedir.
Devrimci mücadelenin toplumsallaşma ihtiyacını öne çıkardığı dönemler ile doğrudan bir iktidar mücadelesine dönüşeceği sürecin her birisi kendine özgü boyutlar taşısa da içerik itibariyle her iki süreçte de kırsal unsurlar işçi sınıfının perspektif program ve örgütlenmesi etrafındaki kümelenmeleri ekseninde değer taşırlar. Bu çerçeveye sadece küçük üreticileri değil farklı düzeyde de olsa işçi sınıfı içinde doğrudan tanımladığımız kapitalist tarım işletmelerindeki tarım proleterlerini de katmak mümkündür. Tarım proleterlerinin özgünlüğü kırlardaki devrimci mücadelenin sürükleyici gücü olmaları potansiyeli ile ilişkilidir.
O halde tarımsal arazinin mülkiyet yapısını değiştirecek düzeyde etkili bir değişim-dönüşüm süreci yaşansa da bu süreç tam boy yoksullaşma ve tekelleşme ekseninde yol alıyor olsa da tarım kesimindeki küçük üreticilerin başta toprak kayıpları olmak üzere mağduriyetleri başlangıç parametresi olamaz. Geçilen sürecin esas anlamı işçi sınıfının eşitlik ve özgürlük mücadelesinin içeriği ile kırsal alanda yaşananların sonuçlarının birbirinden beslenebiliyor oluşu ile ilgilidir. Kamucu ve yurtsever bir kimliğin Türkiye emekçilerine kazandırılmasını ifade eden siyasi ve ideolojik kavga başlıklarının kırsal alanda da ete kemiğe bürünme şansı söz konusudur ve işçi sınıfının mücadelesinin etrafındaki kümelenme zemini açısından bu şans mutlaka önemsenmelidir. Öte yandan gerici ideolojilere olabildiğince açık olan kırsal kesimin kamucu ve yurtsever bir zeminde yükseltilecek emekçi kavgası içinde bu açıklığı aydınlanmacı bir kimlikte bertaraf etmese de azaltma koşulları iyi değerlendirilmelidir. Nihayetinde yoksul köylülüğün temel tabanını oluşturduğu Kürt siyaseti açısından özgün ayrışmalara kapılar sonuna kadar açılmış durumdadır.
Kamu emekçileri ise bu eksende -belki şimdilerde daha az tartışılıyor olsa da-geçtiğimiz yıllarda “memur işçi midir değil midir” tartışmasında önem kazanmış ve küçük-burjuvazinin güncel karşılığının yakalanmasında bahsi sıkça geçmiştir. Bu konuda “ilginç” çalışmalardan birisini Evrensel Yayınların’dan çıkan bir broşür oluşturuyor ve kamu emekçilerine ilişkin şu yargı dillendiriliyor:
”Memurlar toplumsal bakımdan, kapitalist devletin kamuya yönelik hizmetlerini yerine getirmek için atanmış yada kapitalist işletmelerde idari denetim vb. görevleri yerine getiren görevlilerdir.Yani memurlar, burjuva sınıf adına birtakım görevleri üstlenmişlerdir; …Öte yandan memur, yaptığı çalışma ile kapitalizmi yeniden üretmez, onu ayakta tutmaya çalışır; … memurun çelişkisi tikel (kapitalizmle ilişkilerinin bütününde değil bazı alanlarında) ve geçicidir; … böyle olunca da memurlar, kapitalist sistemle yaşamın her alanında ve her döneminde karşıtlık hali ndeki işçi sınıfından arklı olarak kimi alanlarda kapitalist sistemle çatışmaya düşşe de, pek çok bakımdan da bir parçası olduğu kapitalist sistemle uyuşup uzlaşmaktadır. “8
Kamu emekçilerini işçi sınıfı kapsamı içinde değerlendirmemek için neredeyse bin takla atılmış. İşin ilginç tarafı kamu emekçilerine ve ilişkili olarak sendikal hareketine biçilen misyonla ilgilidir:
“Memurlar kapitalist pazarın satın alıcıları olarak tekel kârının sızdırıldığı kitlelerin önemli bir kısmını oluştururlar. Bu yüzden de tekelci kapitalizm çağında memurlar da bütün öteki emekçi sınıflar gibi sömürülen bir kitledir. Bu nesnel ilişki memurların tekelci kapitalizme ya da politik söyleyişiyle emperyalizme karşı olmalarının temelini oluşturur. Çünkü memurlar için anti-emperyalist mücadele sadece yurtseverliğin gereği değil aynı zamanda sömürüden kurtulma mücadelesidir de.”8
Bu iki alıntıyı kamu emekçilerinin sınıfsal konumunu irdelemek için yapmadım. Sınıfsal yapı ve çelişkilerin toplumsal yapının aktörleri ve toplumsal dönüşümün ajanları olacak öznelerin formüle edilmesi başlığında ele alınması gerektiğine yönelik yaklaşımın anlamını broşürdeki yaklaşımın tersinde pekiştirmekti niyetim. Herhalde bugünlerde hiç kimse kamu emekçilerini işçi sınıfının sadece anti-emperyalist başlıktaki müttefiki olarak görmüyordur ya da KESK’in geriye gidişinden “memurların kapitalist sistemle uyuşma uzlaşma potansiyelini” sorumlu tutmuyordur! Kamu emekçileri bugün herhalde yeterince açık olsa gerek işçi sınıfı mücadelesinin asli aktörlerinden birisidir.
Bugün Türkiye’de mühendis teknik eleman hekim gibi unsurlara baktığında şunu görenler var mıdır hala bilmiyorum:
“Özellikle mühendis mimar doktor iktisatçı işletmeci gibi aynı zamanda geçerli bir mesleğe sahip memurların memur statüsünün alt basamaklarında olmaları işe ilk başladığı yıllarda beklemesi gerekli bir “peştamal kuşanma”ya hazırlandığı bir dönem olup kısa zamanda yönetici görevlere gelmekte toplumsal ve maddi bakımdan az çok tatmin olacakları bir konum kazanmaktadır…”9
Oysa sosyalizm programının bu konudaki yaklaşımı oldukça nettir;
“Ücretle çalışan mühendisler teknik elemanlar ve hekimler gibi eğitimli ve ağırlıklı olarak kentlerde yaşayan kesimler küçük burjuva ideolojisine görece açık olmalarına karşın üretim araçlarına sahip olmamaları ve artı değer sömürüsüne tabi olmaları nedeniyle işçi sınıfı kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Bunlardan bir bölümü egemen sınıfın yönetsel aracıları olarak kalıcı bir karşı devrimci güç oluşturmaktadır. Bu konumda olmayanların işçi sınıfı hareketinin bir parçası haline getirilmesi ise sınıfın hedefleri arasındadır.”10
Yeniden kentlere dönecek olursak: Kentlerdeki yoksul yoksullaşmakta olan ve yoksullaşma tehdidi altındaki unsurların Türkiye gibi ülkelerde yalın karşılıklarını bulmanın zorluğu bir tarafa bu tür kentsel hareket potansiyeli taşıdığı düşünülenler açısından söylenebilecek olan bellidir:
“Küçük burjuvazinin daha çok kentlerin varoşlarına itilmiş ve sermaye biriktirme olanağından esas olarak yoksun kesimleri işçi sınıfının verdiği mücadelenin ülke gündemini belirlemeye başladığı dönemlerde egemen sınıf karşısında küçümsenmeyecek bir tehdit oluşturacaktır. Büyük kentlerin varoşlarında işçiler işçi sınıfı içinde görülmesi gereken işsizler küçük burjuvalar ve lümpen proleter unsurlar iç içe geçmiştir. Varoşlardaki farklı kesimler arasındaki ilişkiler emek gücünün yeniden üretim süreçleri tarafından belirlenmektedir. Olağan dönemlerde sınıf bilincinin bulanıklaşmasına yol açan iç içelik işçi sınıfı hareketinin güçlendiği dönemlerde hareketin toplumsal tabanının genişlemesini sağlayacaktır.”11
Kentlerde “yarı” ve “alt” sınıflar
Kapitalist toplumdaki “ara konumlar”ın oturduğu zemin ve ilişkili olarak sınıf mücadelesinin bu pozisyondaki karşılığı sadece açıklayıcılık anlamında değil aynı zamanda sözü edilen karmaşıklaştırıcı boşlukların giderilmesi açısından da önem taşımaktadır ve Öngen ikili sınıf karakterinin istisnalarını oluşturan “ara konumlar”ın üç unsur üzerinden ele alınması gerektiğini düşünmektedir;
“1. GEÇİŞ niteliğindeki sınıfsal unsurlar bir sonraki üretim biçimine ait sınıfların çekirdeğinden ya da bir önceki toplumun kalıntılarından oluşur. Bunlar üretim ilişkileri geliştikçe zamanla ortadan kalkar. 2. YARI-SINIFLAR sınıf sistemi içindeki temel sınıfların belli başlı özelliklerini taşımakla ve onların sınıf çıkarlarını paylaşmakla birlikte o sınıflara ait yelpazede marjinal konumda yer alan unsurlardır. 3. ALT-SINIFLAR sınıfların kendi içindeki hiyerarşisi ile ilişkilidir. Hiçbir sınıf türdeş olmayıp kendi içinde hiyerarşik bir yapılanmaya sahiptir.”12
“Sınıfsal geçiş” ve “sınıf hiyerarşisi” kavramlarının kapitalist toplumda “ara sınıflar”ın biçimlenmesindeki açıklayıcılığı öne çıkıyor ancak buna geçmeden önce “yarı sınıf” tanımlaması üzerinde kısaca durmak gerekiyor.
“Yarı sınıf” yakıştırmasındaki marjinal pozisyon söz konusu olduğunda İlhan Tekeli’ye göre kentlerde modern kesim dışında kalan düzensiz örgütlenmemiş işler marjinal kesimi oluşturmaktadır. Marjinal kesimin ortaya çıkabilmesi için örgütlenmiş kesimin ihtiyaç fazlası artık işgücünün bulunması gerekir. Bu artık işgücü ise kırsal kesimde açığa çıkan nüfusun kentlere göç etmesiyle oluşur. Kırdan kente gelenler kentte örgütlenmiş sektör tarafından emilemeyince marjinal kesime yönelmektedir.13
Kentsel işgücünü merkez çevre ve marjinal işler olmak üzere üçlü bir sınıflamaya tutan Şenyapılı’ya göre ise marjinal kesimdeki işler; küçük boyutlu tek kişilik yatay ve dikey örgütlenme göstermeyen yüksek devinimi olan giriş ve çıkışın kolay olduğu düşük verimli ve genelde geçici karakter taşıyan işlerdir. Marjinal sektörün kapsadığı işler yasaldan yasal olmayana sürekli olandan kısa süreli ve geçici olana değin çeşitlenir. Emek nitelikleri çalışma ilişkileri ve emeğe alınan karşılıklar açısından bu kesim geri kalmış ekonominin en ucunda durur. Sözgelimi, işportacılar, seyyar satıcılar, ayakkabı boyacıları, hamallar, pazarcılar, lotaryacılar… bu gruba girerler.14
Bir dönem için Latin Amerikalı araştırıcılar tarafından kullanılan “marjinal sektör” (ve kesim) tanımlamalarının günümüzde geçerliliğini yitirdiğini iddia eden Erol Demir ise söz konusu unsurları genişleyen enformelleşme olgusunun içine yerleştiriyor ve hem emekçi ailelerin geçim stratejilerinin hem de şirketlerin birikim stratejilerinin çakışan ve eklemleşen eğilimlerinin ürünü olarak görüyor. Ona göre bir tarafta gerçek ücretlerin aşınması formel sektördeki istihdamın daralması ve yeni tüketim kalıplarının ortaya çıkması sonucu emekçi aileleri “geçim stratejileri” diyebileceğimiz mekanizmalar geliştirdiler. Öte yandan ise şirketlerin fason üretime yönelmeleri özellikle çocuk ve kadınları içine çeken biçimde enformel sektörün genişlemesine katkıda bulundu.15
Sosyalizm programında; üretim araçlarından kopan kentlerin varoşlarına itilmiş ve belli bölümlerinde proleterleşme sürecine giren bir küçük burjuva kesimden “kent yoksulları” olarak söz ediliyor ve bu kesimin işçi sınıfıyla çoğu durumda iç içe geçen yoksulluk ideolojik belirlenim ve siyasal gündem açısından benzer nitelikler taşıyan ama mutlaka işçi sınıfına göre geri özelliklere sahip olduğu belirtiliyor.16
“Yarı sınıflar”ın belirleyicilikte marjinal önem ve etkiye sahip olduğu düşünüldüğünde “ara konumlar” için “geçiş” niteliği ve iki büyük sınıf içindeki “hiyerarşi” ağırlıklı etkiyi oluşturmaktadır. Bir geçiş süreci ve büyük iki sınıf içinde farklı düzeyler söz konusu edildiğinde “orta sınıf” kavramı aynı zamanda kimilerince “sosyal hareketlilik” kimilerince de “proleterleşme-burjuvalaşma” olarak da tanımlanan “sınıflar arası geçiş” sorunsalına işaret etmektedir.
Giddens’a göre; sınıfın ara ve iç yapılaşması söz konusudur. İç yapılaşma sınıf oluşumunu şartlandıran ve şekillendiren yerel etmenlerle ilişkilidir. Ara yapılaşma ise bir yanda pazar ve diğer yanda yapılanmış sınıf ilişkileri sistemi arasındaki bağları bir uçtan bir uca birleştiren faktörlerdir ve sosyal hareketliliğin kaynağıdır.17
“Sınıfsal geçiş” olgusu genelde sözgelimi piyangodan kazandığı para ile ya da yolsuzluklar ülkesinde tanrının “yürü ya kulum” dediği biçimde “sınıf atlama” tersinden ise iflaslar sonucunda “proleter saflara katılma” biçiminde ele alınmaktadır.
Bir araştırmacı yazar ise sözü edilen proleterleşme sürecine dair temkinli davranmaktan yanadır. Ona göre:
“Dünya ekonomisinin üretim sisteminin yapısında ortaya çıkan dönüşümler yine de tam-yaşam süreli proleterleşmede bu dönüşümlere eşlik eden ve süregelen bir artışa yol açmamıştır. Bunun yerine yarı- yaşam süreli ücretli emekteki ve hanelerdeki artış özellikle 1967-73’ten bu yana üretim süreçlerini belirlemeye başlamıştır.”18
Tülin Öngen’e göre ise emek süreci içinde birbirine karşıt iki olgu bir arada gelişmektedir: Proleterleşmeyi hızlandıran ve proleterleşmeye karşı koyan dinamikler. Bunlar diyalektik bir gelişme içinde ortaya çıkmaktadır. Proleterleşme süreci (emeğin niteliksizleşmesi emeğin kendi içinde parçalanması ve işçilerin kolektif emeği denetleyen araçlardan soyutlanmaları) gelişirken; bir yandan da buna karşı koyan olgular proleterleşme eşiğini geciktiren veya gizleyen mekanizmalar ortaya çıkarmaktadır.19
Tesadüfi durumların ötesinde sınıfsal geçişlerin bir eğilim içinde ele alınması gerektiğini düşünenler işçi sınıfının burjuvalaşması tezini 1950’lerde ABD’de ortaya attılar. Bu tezi ileri sürenlerden birisi olan Mayer işçi sınıfının büyük bir kısmının beyaz yakalı yaşam tarzını paylaştığını aynı zamanda da orta sınıfın değer ve inançlarını benimsediğini ileri sürerken zengin işçiler arasında yaygınlaşan ev sahipliği ve banliyö yaşam tarzının orta sınıf toplumunun tipik bir sembolü olduğundan hareket etti.20
“Sınıfsal hiyerarşi” ise bir yönüyle tekelleşme sürecinin ortaya çıkardığı halkalaşmanın ürünü olarak bir başka yönüyle ise “katman” “statü” “mevki” türü sosyolojik kavramlar kullanılarak betimlemeye çalışılıyor.
Tekelleşme dinamiklerinin ürünü hiyerarşi belki de en az tartışılan kısmıdır orta sınıfların. Sosyolojik kavramlar üzerinden yürütülen tartışmalarda ise oldukça ilginç yaklaşımlar sergilenebilmekte ya da savrulmalar yaşanabilmektedir.
Sosyolojik kavramlar üzerinden sınıfların yapısını anlamaya çalışmanın oldukça çetrefilli bir iş olduğunu düşünen Boratav Türkiye tarihini sınıflar zemininde inceleyen Çağlar Keyder’in adeta ipin ucunu kaçırarak “bürokrasi sınıfı” türü tanımlara ulaşmasını eleştiriyor. Boratav’a göre ekonomiye egemen olan sınıfların alt-gruplarını ara-tabakalardan ayırt etmek gerekir. Kapitalist bir ekonomide birinci kategori sınai mali ticari sermaye ve rantiyeler arasında artı değerin paylaşılması biçiminde ortaya çıkar. İkinci kategoriye giren ara-tabakaların başlıcaları ise bürokrasi serbest meslek sahipleri ve (Türkiye gibi azgelişmiş bir toplumda daha fazla önem taşıyan) “marjinal gruplar”dır ve bunlar varlıklarını piyasa mekanizması ve devlet aracılığıyla gerçekleşen artık aktarımları ile sürdürürler.21
Hiç kuşku yok ki Türkiye gibi ülkelerin sınıf yapısı “ileri toplumlar”ın sınıf yapısından farklılık göstermektedir. “Orta sınıf” tartışmalarında da bu boyut devreye girmektedir. Türkiye’de ara sınıf ve katmanların incelenmesinde ağırlık noktası politik-ideolojik süreçler olmak durumundadır. Üstelik “geriden gelen” ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de “orta sınıf” nüfusun ana kesimini oluşturmaktadır. Ancak “orta sınıf”a dair teorik tartışmalara eksen oluşturan başlıkların bir kısmının emperyalist-kapitalist sistemin halkalarından birisini oluşturan Türkiye açısından da özdeşliği ve aynı anlama gelmek üzere kaçınılmazlığı söz konusudur.
“Orta sınıf” ya da “ara-sınıflar”ın hatta katmanların sağlıklı bir biçimde analizi günümüzde artık esasen sosyalizm programının konusudur. İlgili unsurların sosyalizm programında yer alış koşulu ise sınıfsal yapıların çelişki ve mücadeleler içinde ele alınmasıdır. Tanımlayıcı kavramsallaştırmalar bile nihayetinde sınıfsal çelişki ve mücadelenin güncel niteliklerini kucaklar biçimde denenmelidir. Kapitalist sistemin yol alışında ortaya çıkan ekonomik yeni zeminler beraberinde doğal olarak sınıfsal yapılara yeni biçimler ve nitelikler kazandırmaktadır. Ancak atlanmaması gereken aynı süreçteki sınıf mücadelesinin politik ve ideolojik birikiminin sınıfsal yapıların toplumsal karşılıklarını sadece etkilemekle kalmamakta aynı zamanda bir sarmal içinde belirginleştirmekte olduğudur. Ortada artık somut bir iktidar kavgası vardır ve bu kavganın uzantısı olarak “orta” ya da “ara” sınıflar ve bunlarla ilişkili olarak katmanlar toplumsal pozisyon almakta almaya zorlanmaktadır.
Farklılaşma dinamiklerinin elle tutulur bir anlamla yüklenmesi için Marksist yönteme ve siyasi yaklaşım tutarlılığına mutlaka ihtiyaç olacağını düşünen Aydemir Güler Marksist politikanın tüm toplumsal dinamikleri ve emekçi sınıf kesitlerini modern sanayi proletaryasını merkeze alan bir hiyerarşi içinde kurgulaması gerektiğinin altını çiziyor.22
Öyle görünüyor ki ne “ileri toplumların sınıf yapısı”ndan hareketle biçimlendirilecek bir “orta sınıf” tartışmasına Türkiye’de pek fazla karşılık vardır ne de Türkiye’ye özgü “dinamik orta sınıf” arayışlarının ufkumuzu açması olanaklıdır.
Türkiye’de işçi sınıfı mücadelesinin temel toplumsal talepleri üzerinden toplumu kuşatması ve potansiyellerini iktidar kavgasına taşıması ekseninde ara sınıf ve katmanlar sınıfsal yapı çelişki ve mücadeleler içindeki yerlerini alacaklardır. Bu durumda aklımızı programımız perspektiflerimiz ve örgütsel açılımlarımız biçimlendirsin. Ara sınıf ve katmanlara karşı en büyük sorumluluğumuz da bu olsa gerek çünkü:
“Türkiye’de temel devrimci güç sanayi proletaryasından başlayarak tüm ücretli emekçileri kapsayan işçi sınıfıdır. Ara sınıf ve katmanların bazı kesimleri devrim sürecinde işçi sınıfı ile birlikte hareket edecektir. Ancak bu birlikteliğin farklı devrimci dinamiklerin program ve perspektiflerinin bir araya gelmesi biçimini yani sınıfsal ittifak biçimini alması olasılığı son derece düşüktür.”23
Bir ek: Orta sınıf tartışmalarına dair
“Orta sınıf” kavramının bugün hem “çözülme” hem de “büyüme” yakıştırması üzerinden tartışılabiliyor oluşu sınıf teorisinde özgün bir pozisyona sahip olduğunu gösteriyor. Soru şudur: İkili sınıf yapısı içinde “orta sınıf” nereye oturuyor ve toplumsal süreçlerde nasıl temsil ediliyor Şayet bir soru olarak sorulursa yanıtı şu ya da bu biçimde bulunabilir. Oysa sorunun yanıtının aranmasından çok bu tartışma başlığı üzerinden Marx’ın sınıf kuramı “geçersizleştirilmeye” çalışılıyor. Öte yandan ise bu tür bir “silkeleme” ayıbına karşı refleks tepki gösterenler Marx’ın sınıf analizlerini bir yöntem olarak değil bir kalıp olarak savunma durumuna düşüyorlar. Her iki kısırlaştırıcı boyutuyla sınırlı kaldığı sürece sınıf analizleri konusu bir inceleme kavrama başlığı olmaktan çıkıyor. Oysa Marx’ın sınıf analizleri bugüne hem ışık tutuyor hem de siyasi iktidar kavgasında güçlendirilerek aşılmayı bekliyor.
Kuşkusuz sınıf mücadelesinin teorik belirlenimleri ve güncel dinamikleri bu tür bir tartışmayı bağlamları üzerinden yönlendirir ve bu nedenle tartışmaların aktığı kanala dönük bir müdahale sınıf mücadelesi zemininde kurgulanmak zorundadır. Bu nedenle konumuz özelinde olduğu gibi “orta sınıf”ın yeri ve akıbetinin incelenmesi sınıf mücadelesinin 21.yüzyılın başındaki tablosunu kavramada oldukça işlevsel bir başlık özelliği taşıyor.
“Küçük bir işim var…” cümlesinden hareketle kendisini tanımlayanlara karşı küçük-burjuva nitelemesi ile yaklaşan bir yazar onları kapitalist ile lümpen proletarya arasına yerleştiriyor. Onların lümpen proletaryaya işsizler ordusuna ve ücretliler ordusuna giden yolunun da yine bu işin yitirilmesinden geçtiğine işaret ediyor. Küçük ama diğer bir olasılığın ise Amerika’da oldukça yaygın bir kavram olarak kullanılan “self-made man” yani başarısını sırf kendi çabasına borçlu olan toplumda salt kendi çabasıyla başarı kazanmış olan adam anlamında kullanılan kavram üzerinden hareketle kapitalist sınıfa dahil olmak olduğunu söylüyor.24
Sosyalizm programında nüfusun oldukça önemli bir bölümünü oluşturan ara sınıf ve katmanların farklı siyasi dinamiklerin belirlenimi altında olduğu özenle vurgulanmaktadır. Söz konusu ara sınıf ve katmanlara ilişkin temel meselenin kalıcı bir karşı-devrimci güç oluşturanlarla işçi sınıfı hareketinin bir parçası haline getirilecek olanların ayrıştırılarak saflaştırılması olduğunun altı çizilmektedir. Kuşkusuz bu tür bir ayrıştırıcı saflaşma siyaset zemininde ve iktidar kavgasının güncel karşılıkları içinde biçimlenebilecektir.
Günümüz Türkiye’sinde ara sınıf ve katmanların durumunun ne olduğu ve bu açılardan elde edilen verilerin sosyalizm programındaki eksene ne ölçüde oturacağı ayrıca özel bir önem kazanmış durumdadır. Ülkemizde komünist hareketin kendisini meşrulaştırmanın ötesinde toplumsallaşma iddiası ile yükseltmeye çalıştığı bir konjonktürde bu daha da belirginleşmektedir. Bu açıdan da ülkemizde toplumsal yapı içinde ikili sınıf yapısına istisna teşkil eden konumlanışların gözden geçirilmesinde fayda var.
Öte yandan Türkiye’de somut bir tablo sunacak düzeyde sınıf analizlerinin yok denecek kadar az oluşu ise en çok ekonomik ve sosyolojik verilerin derlenip toplanması çabalarındaki dağınıklıkla ilişkilidir. Sendikaların uzman kadroları vasıtasıyla ortaya koymaya çalıştıkları parti-sendika-üniversite üçgeninin siyasi-ideolojik zeminde bir türlü kurulamaması nedeniyle aslında oldukça sağlıksız veriler toplamı olmaya da yatkındır.
Marx’ın sınıflar içerisinde çok çeşitli farklılaşmalar olduğunu kabul ettiği bilinir. Söz konusu farklılaşmalar “ara sınıf” ya da “orta sınıf” kavramını karşımıza çıkarmaktadır. Marx için “orta sınıf” esas olarak ya geçiş dönemine ait bir tiptir ya da büyük sınıfların içinde/kenarında bulunan kesimlerdir. Engels “orta sınıf”ı kent yaşamında başarısızlığa mahkum en kararsız sınıf nitelemesi ile ele alır. Lenin’de ise “ara sınıf” siyasi konumlanışındaki kayganlığı içinde “küçük burjuva” toplamı çerçevesindedir.
Bu analizler sonrasında aradan geçen on yıllar yaşanmışlıklar içinde Marksist işçi sınıfı kuramına yönelik itirazları biçimlendirmiştir. Callinicos bu itirazların sözgelimi çağdaş kapitalizmin sınıf yapısının Marx’ın düşündüğünden çok daha parçalanmış olduğu iddiasıyla ilgili oldukları anlamında deneysel olduğuna işaret etmektedir.25
“Orta sınıf” söz konusu olduğunda Marksist sınıf kuramının da kuşkusuz bir gelecek öngörüsü vardır. Marx; ara ve alt sınıfların zamanla tasfiye olacakları ortadan kalkmasalar dahi kapitalizmin gelişmesiyle ana sınıflar karşısındaki konumları açısından önemsiz hale geleceklerine inanmaktadır. Marx “orta sınıf”ı tanımlamaya çalışırken iki farklı boyutundan hareket etmiştir. İlki; kimilerince “eski orta sınıf” olarak tanımlanan ve küçük çapta üretim araçlarının hem sahibi hem de çalışanı olarak bilinen kesimi ile ilgilidir. Marx bu kesimin giderek küçüleceğini iddia etmişti. İkinci boyut ise; “beyaz yakalılar” olarak bilinen ve yine birilerince “yeni orta sınıf” olarak tanımlanan kesimle ilgilidir. Marx’a göre “beyaz yakalılar” ücretli çalışanların daha iyi ücret alanlarıdır ve Marx bu kesimin giderek genişleyeceğine işaret etmiştir.
Engels İngiltere’de emekçi sınıfların durumunu incelerken “orta sınıf” için şu betimlemeyi yapıyordu:
“Küçük çapta imalat orta sınıfı büyük çapta imalat işçi sınıfını ortaya çıkarmıştır; imalatın merkeziyetçi eğilimi orta sınıfın bazı seçkinlerini en güzide yerlere çıkarmış ama bunu da sırf zamanı geldiğinde onu kesinlikle yıkabilmek için yapmıştır; orta sınıf gün geçtikçe ortadan kalkmaktadır ve eskinin en dengeli sınıfı şimdi en kararsız sınıfıdır çünkü bunların sadece biri zengin olur diğerleri iflası yaşar hatta sürekli başarısızlık içinde yaşarlar..”26
Lenin ise kapitalist ya da yarı kapitalist toplumda özellikle köylü topluluğu tarafından temsil edilen küçük-burjuvazinin özünü belirlerken onun ikili bir karakteri olduğunu; proletaryaya ve demokratizme çekilirken gerici sınıflara da çekildiğini; tarihi durdurmaya çalıştığını; kendi küçük mal sahibi durumunu sağlamlaştırmak için yönetici sınıflarla birlikte proletaryaya karşı ittifak yapabileceğini düşünüyordu.
Marx ve Engels sınıfsal analizlerinde her zaman için toplumsal sınıfların yapılarının belirlenmesine öncelik vermiştir;
“Sanayi ve ticaret yaşamsal gereksinimlerin üretimi ve değişimi dağıtımı değişik toplumsal sınıfların yapısını belirledikleri gibi yürütülüş tarzlarına göre kendileri de bunlar tarafından belirlenir.”27
“Orta sınıf”ın neme nem bir şey olduğunu kavrama çabası söz konusu olduğunda bu belirlenim bir taraftan açıklayıcıdır ancak öte yandan özne- nesne ilişkisine yaptığı vurgu üzerinden de karmaşıklaştırıcıdır. Karmaşa daha çok bir tanım bağlayıcılığı gerektiğinde ortaya çıkmaktadır. Giddens böylesi bir karmaşaya yol açan nedenin Marx’ın hayatının sonuna kadar sınıf niteliklerine dair biçimsel bir tartışmaya girişmeyi gerekli görmemesine bağlamaktadır ve ona göre:
“Marx her ne kadar sınıf terimini normal anlamda kullansa da bunun yanı sıra katman ve mevki gibi kelimeler de kullanır. Öyle ki bu kelimeleri birbirleriyle değişebilir olarak kullanmaktadır. Dahası sınıf terimini teorik terimler içinde açıkça salt sınıfların parçaları ya da kesimleri olan çeşitli gruplara tahsis eder; nitekim entelektüellerden “ideolojik sınıflar” lümpen proletaryadan “tehlikeli sınıf” bankerler ve simsarlardan da “parazit sınıf” diye söz eder.”28
Marx’ın sınıf kuramı değerlendirilirken üretim biçiminin soyut analizi ile konjonktürlerin somut çözümlemesi arasındaki ilişkinin iyi kurulmasının kritik bir öneme sahip olduğunu bu yapılmadığında sermaye ve emek gibi soyut kavramların burjuvazi ve proletarya gibi somut sosyal kategorilere çevrilmesindeki güçlüğün sorun yaratacağına işaret eden Öngen Marx’ın analizlerinde eleştirenlere karşın bir yanlışlanma ya da boşluk görmüyor;
“Aslında Marx orta sınıf olgusunu ihmal etmiş değildir ancak bu konudaki çözümlemelerini fazla derinleştirmemiştir. Çünkü “küçük burjuva” olarak adlandırdığı orta sınıf olgusunun kapitalizmin gelişmesiyle önemini ve ağırlığını yitireceğini düşünmekteydi.”29
Giddens ise Marx’ın sınıf analizlerindeki orta sınıflara yönelik boşluğun ortaya çıkışını izah ederken Marx’ın belki de yaşadığı konjonktürün basıncıyla bizzat “kaçtığı”nda ısrarlıdır;
“Marx orta sınıf problemiyle iki şekilde başa çıkar; orta sınıfları farklı türde bir ikili sınıf düzleminin parçası olarak ele alarak ve bir sınıfı gerçekte sadece bir sınıf kesiti olarak adlandırarak. Her iki biçimde de Marksist terimlerde yeterli analizden her zaman kaçmış olan o gruplaşmayı kapitalizmde yeni “orta sınıf”ı kuşatamamıştır.”30
Kuşkusuz ara ya da orta sınıfa dair vurgular Marx ve Engels özelinde toplumsal yapının özünün kavranmasında Lenin açısından ise siyasi iktidar kavgasının başarıya ulaşması ekseninde bir ağırlık noktası oluşturmaktadır. Bu nedenle Marx ve Lenin adına sınıf kavramına ve dolayısıyla “orta sınıf” betimlemelerine yönelik referanslar bu ağırlık noktalarını mutlaka hesaba katmak durumundadır.
Bitirirken “orta sınıf” söz konusu olduğunda politik-ideolojik boyutun belirleyici niteliği hesaba katıldığında bu düzlemdeki tüm tartışmaların can alıcı güncel karşılığının ise bu bağlamdaki savrulmalara karşı uyanıklığımız olduğunu yinelemek gerekiyor:
“Politik gündemlerde bağımsız sınıf tavırlarını açıklıkla sergileyen ideolojik başlıkların sınıf karakterini açığa çıkaran teorik olarak sınıfsal bakışı kendilerine rehber edinen sosyalistlerin orta sınıf sosyalizmiyle uzaktan yakından ilgileri yoktur. Ancak sosyalistlerin uvriyerizmle de ilgileri yoktur. Siyasal-ideolojik ve teorik üretimde uvriyerizme düşmeden sınıfçı kalmak mümkündür.”31
Dipnotlar ve Kaynak
- GÜLER Aydemir “97 Yazında Sınıf Tezleri” Gelenek 55 s.25.
- CASTELLS Manuel Kent Sınıf İktidar Bilim ve Sanat yay. çev. Asuman Erendil İstanbul 1998 s.53.
- ÖNGEN Tülin “Endüstri Toplumlarında Sınıf İlişkileri ve İşçi Sınıfı Profiline İlişkin Bazı Saptamalar” İnceleme-Birikim Dergisi.
- DENİZ A.Rıza Sosyal Sınıflar ve Siyasi Partiler Üzerine Toplum yay. Ankara 1976 s.38.
- Sendikalı İşçinin Ders Notları T.Maden-İş Sendikası Eğitim Dairesi Konuk yay. İstanbul 1977 s.50.
- SİP Konferansı 2001.
- Sosyalizm Programı ve Temel Siyasi Tezler Gelenek yay. 1998 s.21.
- a.g.e. s.28.
- a.g.e. s.25.
- Sosyalizm Programı ve Temel Siyasi Tezler s.19-22.
- Sosyalizm Programı ve Temel Siyasi Tezler s.21.
- ÖNGEN T. Prometheus’un Sönmeyen Ateşi Alan yay. İstanbul 1996.
- TEKELİ İlhan Kalkınma Sürecinde Marjinal-Kesim ve Türkiye Üzerine Bir Deneme H.Ü yay. Ankara 1978 s.338.
- ŞENYAPILI T. Gecekondu: Çevre İşçilerinin Mekanı ODTÜ yay. Ankara 1981 s.26.
- DEMİR Erol “İşgücü Piyasası ve Kent Emekçi Sınıfının Yeniden Kavramsallaştırılması” İnceleme-Birikim Dergisi.
- Sosyalizm Programı (taslak) Dünya yay. İstanbul 1992 s.24.
- GIDDENS Antony İleri Toplumların Sınıf Yapısı Birey yay. İstanbul 1999 s.128.
- TABAK Faruk Dünya Emek Gücü Geçiş Çağı İçinde Avesta yay. İstanbul 1999 s.112.
- ÖNGEN T. a.g.m.
- MAYER akt. ARGIN Şükrü “Kapitalist Toplumda İşin ve İşgücünün Kaderi: Fordizmden Post-Fordizme” İnceleme -Birikim Dergisi.
- BORATAV Korkut “Türkiye’de Devlet ve Sınıflar-Çağlar Keyder’in Kitabının düşündürdükleri” Marksizm ve Gelecek Kış 1990 S.3 s. 63.
- GÜLER A. a.g.m.
- Sosyalizm Programı ve Temel Siyasi Tezler s.21.
- BOLŞAKOV V. Orta Katmanların Başkaldırısı Konuk yay. İstanbul 1979 s.56.
- CALLINICOS Alex Tarih Yapmak çev. Nermin Saatçioğlu Özne yay. İstanbul 1998 s.246.
- ENGELS Friderich İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu Sosyalist yay. İstanbul 1994.
- MARX-ENGELS Alman İdeolojisi Sol yay. İstanbul 1992 s.55.
- GIDDENS A. a.g.e. s.31.
- ÖNGEN T. a.g.m.
- GIDDENS A. a.g.e. s.128.
- MERT Ali “Orta Sınıflar Yeni Kimlikler” Gelenek 58 s.64.