Kıbrıs adasında yaşayan Türkler uzaktan da olsa ünlü Türk şairi Nazım Hikmet’in şiirlerini okuyup takdir etmişler, onun siyasal mücadelesini izleyip desteklemişlerdi. Örneğin Lefkoşa’da 1945 ile 1947 yılları arasında 15 sayısı yayımlanan aylık fikir ve sanat dergisi “Dünya”nın Kasım 1945 tarihli 5. sayısında çıkan ve Lefkoşa Türk Lisesi’nin edebiyatçı öğretmenlerinden Nazif Süleyman Ebeoğlu tarafından kaleme alınan “Yarının Türk Şiirinin İki Büyük Müjdecisi: Nazım Hikmet Ran-Necip Fazıl Kısakürek” başlıklı yazıda şöyle denmekteydi:
“Nazım Hikmet Ran’la Necip Fazıl Kısakürek’in yarınki beşeri ve büyük Türk şiirinin iki büyük müjdecisi olduğunu söylerken, hiç mübalağa yapmadığıma yüzde beşyüz eminim. Nazım ve Necip son devir şiirimizin belki de bütün edebiyatımızın yüzünü ağartan iki büyük Kahraman Şairdir. Son devir edebiyatımızın bu güneş ve ateşi henüz erişilmiyen iki kutup olarak dimdik duruyor ve Cumhuriyetten buraya yayılan, kök salan veya muallâkta sallanan bütün yeni şiir cereyanlarına bir göz atarsanız bütün yeni şairlerin bu iki kutbun, bu ateşle güneşin tesiri altında kaldıklarını bocaladıklarını göreceksiniz.
Evet, bu iki adamı güneş ve ateşe benzetiyorum ben. Nazım geniş sonsuz görüşü hududsuz; âdeta dünyamızı aydınlatan güneş gibi. Necip ise derin eşya ve hâdiselerin dışından ziyade içini kalbini aydınlatan bir ateş: Asrımızın merkezindeki ateş gibi.
Nazımı; ideolocyasını ve fikirlerini bir tarafa bırakıp da bir şair olarak tahlil ettiğimizde göreceksiniz ki, Onun alev saçan mısraları objelere nüfuz edebiliyor, hayatı ve hayatı teşkil eden herşeyi, sihirli sözlerile bir güneş gibi aydınlatıyor. Nazımı büyük yapan hususiyetler nedir fikirleri mi asla! Nazım’ı büyük yapan zekâsıdır, objelere nüfuz edebilmesidir, hayatı ve hayatı teşkil eden herşeyi; müzikli bir düşünce halinde dile getirebilmesidir, bir kelime ile samimiyetidir. Nazım her mısraında ve her kelimesinde samimidir. Taranta Babu’ya beşinci mektubundan bir parçayı alıyorum:
‘Görmek-işitmek-duymak-düşünmek ve konuşmak-koşmak alabildiğine-başı dolu-başı boş- koşmak (…)’
Bu misalleri uzatmaya sütunlarımız müsait değil. Şimdi Necip’e dönelim. Necip içe yöneliyor eşya ve hâdiselerin derinliklerine. Sanki bu dış hayat bir gölgeden ibaret bir karaltıdan ibarettir; öze yönelmeli, öze yöneltmeli, hep içe içe, derinliklere, derinleştikçe daha derinlere… Necip’in büyüklüğü, şiddet ve derinliğindedir. O içten yanan bir güneştir. Müthiş bir görüş kudretine sahiptir. Kalemi ateşten bir kalem gibi maddeyi parçalıyor. (…)
‘Allaha giden yollar bendedir’ diyen Necip’le ‘Bende her mısra bir yanar dağ hatırlatır’ diyen Nazım, son devir Türk şiirinin yetiştirdiği iki büyük kahramandır. Modern Türk şiirinin iki temel taşıdır ve onların zamanı fetheden iki dâhi olduklarını söylersem hiç de hata ettiğimi zannetmiyorum. Necip ve Nazım, ileri nesiller tarafından daha fazla anlaşılacak, yıllar boyunca bir çığ gibi büyüyeceklerdir.
Türk şiirinin bu günkü durumundan ve geleceğinden şüphe edenlerle aynı fikirde değilim. Bugün beşeri olduklarına hiç şüphe etmediğim ve bir gün bütün dünyanın tanıyacağı Necip ve Nazımımız olduktan sonra. İki kutup, biri içe biri dışa bakıyor.
Bu içle dış birleştiği gün hakiki ve beşeri Türk şiiri doğacaktır. Ve o günler çok uzak değildir.” [EBEOĞLU Nazif Süleyman]
Ferhat Can’ın yorumu
Dünya dergisi 8. (Haziran 1946) sayısından itibaren 4 yerine 10 sayfa olarak çıkmaya başlamıştı. İşte bu sayının 3. sayfasında yer alan “Edebiyat: Şiirde İptizal” (bayağılaşma) başlıklı Ferhat Can’ın yazısı o günlerde Kıbrıs Türk aydınının Nazım Hikmet’in şiirine ve sanata bakış açısını göstermesi açısından yeniden okunmaya değer:
“Necib Ali Küçüka, bir sanat anketine verdiği cevapta Nazım Hikmet’in sanatından bir şey anlamadığını, çünkü şiirde herşeyden önce bir incelik ve asalet aradığını söylüyor ve ‘hey bana bak avanak’ diyen adamın şairliğine akıl erdiremediğini ilave ediyordu. Halbuki bu hükmünde Necib Ali haksızdı. Zira ‘ben asaletten anlamam -şapka çıkarmam konuştuğun dile- düşmanıyım asaletin kelimelerde bile’ diyerek asalet düşmanlığını sanatında bir ‘theme’ olarak kullanan bir sanatkârda Nedim’in veya Haşim’in incelik ve zarafetini aramak beyhudedir. Ve gene bir edebiyat tenkidçisinin dediği gibi ‘Türkçenin Nazım Hikmet’in elinde erkekleştiğini’ düşünecek olursak bu eşsiz sanatkâra bir hayli de teşekkür borcumuz olduğu teslim edilecektir.
Lakin iş bununla bitmiyor. Necib Ali uzağı gören bir adamdır. Şiirde o zamandan incelik asalet istediğini ifade etmesi şiirin bir takım kaygusuz ellerde kabalık hoyratlık ve hatta aşağılık girdaplarına yuvarlanmakta olduğunu hissettiği gerçeğini belirtiyordu.
İşte bugün bu acıklı, hazin durum aydınlığa çıkmıştır. Türk şiirine inkar edilmez bir bayağılık çelmesi atılmış ve kendi kendilerini sanatkâr zanneden bazı dejenereler tarafından şiirimize ahlaksızlık tohumları ekilmiştir. Fakat ne kadar garip ve acıdır ki, bazı tenkidçiler de bu mülevves yolu desteklemeye gelmişlerdir.
Daha açıkçası şiir zavallı bir duruma düşürülmüş ve gün günden korkunç bir iptizal hufresine atılmıştır. Fakat bu müptezel şiir yanında kendi gerçek çığrını bulmak için gayretle ve istekle çalışan, sahici bir sanat cereyanının mevcudiyeti de aşikardır. Ve bu gerçek sanat cereyanının, iptizale doğru sürüklenilen şiirimizi kuvvetli kollarıyle çekip kurtaracağı da gün gibi aydındır. Ama genç neslin tecrübesiz nevheveslerin bu iki zıd cereyan karşısında apışıp kalmamalarını temin etmek de gerçek sanat anlayışlı tenkidçilerin baş ödevidir.
Türkiye’deki sanat kaynaşmasını layıkıyle kavrayamayan ve reel edebiyat ve sanat bilgisinden ve en hazini bu alanda herhangi bir istidat pırıltısından mahrum bazı kimseler, Kıbrıs’ta da şiirin iptizalini -farkında olmadan- hazırlamaktadır.
Bu arada şiirin sadece bir vezin kafiye iskeletinden ibaret olduğunu sanan zavallı istidat fukaraları ele güne kafiye ve vezin dersi vermiye kalkışıyorlar. Ne acaib iştir bu. Fakat herşeyin baştan ayağa düştüğü bir memlekette edebiyatın daha üstün bir seviyede bulunması asla beklenemezdi. Şiirin iptizale uğratılmasından ne yazık ki bu memleketin görgüsüz şair taslaklarının ve yazar müsveddelerinin de bir nebze olsun payı vardır ve bu nebze silinmesi güç bir leke teşkil ediyor.” [CAN Ferhat]
Nazım’ı hapisten kurtarma kampanyası
Aşağıda Kıbrıs Türk basınına yansımış olan Nazım Hikmet’i hapisten kurtarma kampanyası ile ilgili bazı haberleri bulacaksınız:
* “Dün akşam Lefkoşa’da bazı kağıt parçaları satılıyordu. Kağıtları satmaktan maksat halen hapishanede bulunan komünist Nazım Hikmet’i kurtarmakmış!” (Nazım’ı Kurtarma Organize Heyeti, Hürsöz, 11 Mart 1950)
* “Büyük Türk Şairi Nazım Hikmet’i ölümden kurtarınız başlıklı bu 5-6 sayfalık kağıt parçası Hikmetof yoldaşlarının birkaç şiirini de ihtiva etmektedir.” (Pazar Konuşmaları-Ahmet C.Gazioğlu, Hürsöz, 12 Mart 1950)
* “Nazım Hikmet’in pasaportsuz Romanyaya gittiği anlaşıldı… Kendisinin nasıl gittiği tahkik mevzuu oluyor.” (İstiklâl, 23 Haziran 1951)
* “Nazım da Moskofların şakşakçı peki oldu… Dün gece Moskova Radyosu Demir Perde gerisine geçen Nazım Hikmet tarafından Bükreşte verilen bir demeci yayınlamıştır… (metin veriliyor)” (Hürsöz, 1 Temmuz 1951-Sayı:1523)
* “Nazım Hikmet serbest bırakıldı: Af tasarısının Büyük Millet Meclisi’nde kabulünü müteakip büyük Türk şairi Nazım Hikmet Ran’le birlikte 4000’den fazla mahkum serbest bırakılmıştır.” (Milliyet, 18 Temmuz 1950 Sayı:4)
* “(Ziya Yamaç ve Tuğrul Deliorman ile birlikte Bulgaristan’a kaçan) Nazım Hikmet tabiyetten iskat edildi-Kızıl Hikayeci Fahri Erdinç’in yurda döndüğü bildiriliyor.” (İstiklâl, 28 Temmuz 1951)
Nazım Hikmet’in Kıbrıslı Türk ve Rumlara mesajı
Nazım Hikmet, 1951 ile 1955 yılları arasında eline geçen her olanakta, Kıbrıslı Türklere bir mesaj iletmeye çalışmış ve Ada’nın İngiliz sömürge yönetiminden kurtulması için Kıbrıslı Rumlarla işbirliği yapmalarını önermiştir. Bu mesajlar, uluslararası toplantılar nedeniyle Nazım’ın temas ettiği ilerici Kıbrıslı Rumlar aracılığı ile iletildiğinden, önce Kıbrıs Rum basınında yer almış ve daha sonra Kıbrıs Türk basını da bunları, o kaynaklardan tercüme ederek aktarmıştı. Bu haberlerin, daima anti-komünist bir içerikle Kıbrıs Türk halkına iletildiği dikkati çekmektedir.
Örneğin Hürsöz Gazetesi, 28 Ağustos 1951 tarihli nüshasında, Rumca, solcu Neos Demokratis Gazetesi’nden aktardığı bir haberinde şöyle demekteydi:
“Berlin Solcu Gençlik Festivali münasebetiyle Stalin uşağı komünist şair Nazım Hikmet, Kıbrıslılara şu mesajı göndermektedir: ‘Kıbrıslı Rum ve Türk kardeşlerim! Aynı güzel adanın insanlarısınız! Adanızı İngiliz boyunduruğundan uzak tutunuz. Türk, Rum, Kıbrıslı kardeşlerim- hepiniz el ele vererek Kıbrısın hürriyetini kazanmak için mücadele ediniz.’ (Bu Türk vatandaşlığından iskat edilen Stalin uşağı, Kıbrıs’ın hürriyetini adanın Yunanistan’a ilhakında mı buluyor. Yazıklar olsun!.)
Bir basın toplantısında komünist şair 17 sene zındanda kaldığını -ne bir casus ve ne de vatanın bir düşmanı olduğunu; kendi halkını sevdiği için onun ekmeğini ve suyunu temin etmek hususunda mücadele ettiğini ve kendisini bu sebepten dolayı hapsettiklerini söylemiştir… Berlinde solcu gençler festivalinde aynı gazetenin bildirdiğine göre, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı için temennilerde bulunulmuştur.”
Tepkiler
Kemal Özkılıç, İstiklâl Gazetesi’nin 29 Ağustos 1951 tarihli nüshasında yer alan “Nazım Hikmet Kıbrıs Türk cemaatinin ancak lanet ve nefretini kazanabilir” başlıklı makalesinde şöyle yazmaktaydı:
“Geçen Pazar günkü (26.8.) solcu Neos Dimokratis gazetesinde… Nazım Hikmet Ran’ın Kıbrıs Türklerine gönderdiği aşağıdaki mesajı okuduk:
‘Kıbrıslı Rum ve Türk kardeşlerim. Sizler bir arada güzel bir adada büyüyen insanlarsınız. El ele vererek güzel adanızı sulha kavuşturunuz ve İngiliz boyunduruğundan kendinizi uzak tutunuz.’”
(Yazı N.Hikmet’i eleştirerek devam ediyor…)
Halkın Sesi gazetesi ise 30 Ağustos 1951 tarihli nüshasında “Merhaba Nazım Hikmet Bey!” başlığı altında çıkan bir yazıda “Lefkoşa’da kızılların meddahlığını yapan Rumca bir paçavrada mahut mektubunuzdan…” diyerek şu alıntıyı aktarmaktaydı:
“Kıbrıslı Rum ve Türk Kardeşlerim! Sizler aynı güzel adanın insanlarısınız! Adanızı İngiliz boyunduruğundan kurtarmak için çalışınız! Hepiniz elele vererek Kıbrıs’ın sulh ve hürriyete kavuşması uğrunda mücadele ediniz”
H. Fikret Alasya, Halkın Sesi Gazetesi’nin 9 Ekim 1951 tarihli nüshasında kaleme aldığı “Veyl kızıl şaire” başlıklı yazısında olayla ilgili tepkisini şöyle dile getirmekteydi:
“Kızıl uşak Nazım Hikmet Kızıl cennete göçtükten ve Türkiye Cumhuriyet Hükümeti tarafından vatandaşlıktan iskat edildikten sonra Kıbrıslılara ‘Kıbrıslı Rum ve Türk kardeşlerim’ diye başlayan bir mektup göndermiş ve Rumlarla Türkleri isyana teşvik etmiştir… Kıbrıs’ın 1571’de Türkler tarafından zaptını müteakip Türkiye’nin muhtelif vilayetlerinden Kıbrıs’a mecburi göç ettirilen 5720 hane halkı ile Kıbrıs seferine iştirak eden gazilerle Türkiye’den gönderilen kızların evlenip yuva kurmaları ile ortaya çıkan Türk nüfusu, bu tarihten itibaren Anavatanın bütün hareketlerini adım adım takip etmiştir… bir Kızılın sözlerine kıymet verecek kadar şuursuz ve milliyetsiz değildir… Onun bu hitabına Komünist Rum yoldaşları bir işaret olarak bakabilirler ve belki buna göre hareket tarzlarını tanzim edebilirler fakat Türkler asla!…” [ALASYA H.Fikret]
Yine Halkın Sesi Gazetesi’nde ve 12 Ekim 1951 tarihli nüshada çıkan “Bana kalırsa: Bir kızıl uşağın hezeyanları” başlıklı ve “Tatlısuer” imzalı bir yazıda da şöyle denmekteydi:
“Öğrendiğimize göre Kızıl uşak Nazım Hikmet, kuduz bir köpek gibi kâh Anavatan Türklerine saldırmakta, kâh Kıbrıs Türklerini buradaki Kızıl Rumlarla işbirliği yaparak isyana teşvik etmektedir…”
Bulgaristan’dan gelen yayınlar
Hikmet Afif Mapolar, 23 Aralık 1952 tarihli Hürsöz Gazetesi’nde yer alan köşe yazısında Reşat Kazım’ın “Çığ” adlı antolojide yer alan her iki yazısında da komünist şair Nazım Hikmet’ten hayranlıkla bahsettiği için, “o günlerde bazı aydınlarımızın hücumlarına uğramıştık” diye yazmakta ve kendi ısrarıyla Reşat Kazım’ın iki yazısının Çığ’a zorla alındığını belirtmekteydi.
Hürsöz Gazetesi’nin 27 Aralık 1952 tarihli nüshasında çıkan “Hürsöz” imzalı ve “Yanlış hareketler acı netice doğurur” başlıklı makalede de şöyle denmekteydi:
“Esefle görüyoruz ki, bazı Türk gençleri Bulgaristan’dan gelmekte olan bazı komünist yazarların kitaplarını kucaklarında taşıyarak, kahvelerde ve umumi yerlerde okuyarak, temiz halkı zehirlemiye çalışmaktadırlar… İsimleri Türk olan kimselerin Bulgaristan’da basılan Türkçe kitaplarını kollarında taşıyarak, temiz toplumumuzu zehirlemiye kalkışmaları karşısında susmak; büyük davaya affedilmez bir ihanettir… Yine esefle görüyoruz ki, bazı komünist toplantılarına Türk köylerinden bazı gençler iştirak etmekte ve nutuklar söylemektedirler. Komünistler de fırsatlardan ganimet çıkarmak gayesiyle, bu gibi toplantılarda konuşan Türklerin resimlerini komünist organı gazetelerde yayımlamakta ve teşhir etmektedirler…”
Nazım Hikmet’in Kıbrıs Türk halkına mesajı
Hürsöz Gazetesi 21 Nisan 1955 tarihli nüshasında Rumca Neos Demokratis gazetesinden şu haberi aktarmaktaydı:
“Nazım Hikmet, Kıbrıs Türk halkına göndermiş olduğu bir mesajında Kıbrıs’ta çoğunluğun ezelden beri Rum olduğunu ve adada birçok Yunan an’ane, asarı atika ve sairenin bulunduğunu, binaenaleyh Kıbrıs’ta çoğunluğun ‘hükümranlık’ (self-determinasyon-Hürsöz) taleplerinin yerine getirilmesi lâzım geldiğini beyan etmekte ve Kıbrıs Türklerini Rumlarla iyi geçinmiye ve Rumları bu milli davalarında desteklemiye davet etmektedir. Nazım Hikmet, bu demecinde Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesi icap ettiğini de ayrıca belirtmektedir.”
Hürsöz’ün 22 Nisan 1955 tarihli nüshasında çıkan “Hürsöz” imzalı ve “Nazım Hikmet’in küstahlığı” başlıklı başyazıda, söz konusu mesajı nedeniyle Nazım Hikmet’e saldırılırken, Vergi H.Bedevi de kendi köşesinde onu “kızıl uşağı Nazım Hikmet” diye niteleyerek eleştirmekteydi.
29 Nisan 1955 tarihli Hürsöz, yine Neos Demokratis’te A.Baltas’ın bir yazısının Nazım Hikmet’in bir resmi eşliğinde yayımlandığını duyurmakta ve şu yorumu yapmaktaydı:
“Baltas Nazım Hikmet’in Türkiye’den kaçışını mazur göstermeğe çalışmakta ve şayet kaçmasaydı Sabahattin Ali gibi öldürüleceğini iddia ediyor. Baltas, Prag’tan geçerken Nazım Hikmet’le görüştüğünü ve onun Kıbrıslı Türkler ile pek ilgilendiğini beyan etmekte; Kıbrıs meselesinin ona göre ancak “hükümranlık” prensibi ile halledileceğini Baltasa söylemiş olduğunu sözlerine eklemektedir.”
Gazeteye göre, Baltas Halkın Sesi Gazetesi’nin köşe yazarı Yavuz’un kendisine yönelttiği eleştirileri de yanıtlarken, “Yavuz Kıbrıs’ta Türk-Rum dostluğu hakkında ne vakit tek bir yazı yazmıştır?” sorusunu yöneltmekte ve onun için “şovenistlikle geçinmektedir” diye yazmaktaydı.
30 Nisan 1955 tarihli Hürsöz ise A.Baltas’ın Neos Demokratis’te “Namık Kemal ve Nazım Hikmet” başlıklı bir makalesinin yayımlandığını duyurmaktaydı.
AKEL Türk Kolu İdaresi’nden Nazım Hikmet’e destek
Halkın Sesi Gazetesi, 20 Ekim 1954 tarihli (Sayı: 3528) nüshasında AKEL Türk Kolu tarafından yayımlanan beyannamenin tam metnini vermekteydi:
“Kıbrıslı Türk Kardeşler,
AKEL’ci Türkler olarak size ilk defa konuşuyoruz. Bu suretle yeni bir ses işitiyorsunuz. Şimdiye kadar işitmek fırsatını bulamadığınız bu ses, sömürgecilerin ve yardımcılarının yaratmış oldukları şaşırtma hareketlerinin ve (kördüğümlerin) çözülmesine yardım eden gerçeğin ve hakkın sesidir. Halkımızın gerçek menfaatları ile ilgilenen, bu menfaatlarının korunması ve kazanılması için mücadele eden biz AKEL’ci Türklerin Türk kardeşlerimize bu yönde konuşmamızın sebebi; Kıbrıs halkının hür ve bahtiyar olarak yaşaması için yürütülen mücadelenin, doğrudan doğruya bizi; yani Kıbrıs Türk halkını da ilgilendirmesinden dolayıdır.
Sömürgeciliğe karşı ve daha iyi bir hayat için Kıbrıs halkının yürütmekte olduğu bu mücadeleye seyirci kalmamaklığımız gereği gibi, mücadele aleyhine hakaret (hareket-A.An) etmemekliğimiz gerekmektedir. Çünkü biz de Kıbrıslıyız. Sömürge idaresinde Rumlar kadar ıstırap çeken Kıbrıs Türk emekçilerinin yeri sömürgecilerin tarafında olamaz. Sömürge idaresinde Türk işçisi de Rum arkadaşları kadar ve onlar gibi zor ve çetin bir hayat yaşamaktadırlar. Yavrularımız aynı derecede gıdasızlıkla yetişmektedirler. Rum emekçileri kadar Türk emekçileri de yarından emin olmadan işsizlik tehlikesiyle karşılaşıyorlar. İhtiyarlık ve hastalık zamanında Rum işçilerinin, emekçilerinin olduğu gibi, Türk işçi ve emekçilerinin hayatı da hükümet tarafından her hangi bir sosyal sistemle emniyet altına alınmıyor. Yüksek hayat pahalılığıyle ve yüksek kiralarla bir Rum aile reisi gibi, Türk aile reisi de başa çıkamaz. Manastırların, kiliselerin ve evkaf mallarının, toprağı işleyebilene, ihtiyacı olana verilmesi için Türk ve Rum rençberlerinin mücadelesi müşterektir. Fazla olarak sömürgeciler, bizim; Türk cemaatının malı olan evkaf mallarını ellerinde tutmakta ve kendileri idare etmektedirler. Kıbrısın harp üssü haline getirilmesi dolayısıyla Türkler ve Rumlar aynı tehlikeyle karşı karşıyadırlar. Bir harp vukuunda atom ve hidrojen bombaları Rum-Türk ayırmayacak, Rum evlerini, mekteplerini, kiliselerini olduğu kadar, Türk ev, mektep ve camilerini de bir anda kül haline getirecektir. Sömürge idaresinde Rumlar ve Türkler de söz hakkı, toplantı ve basın serbestisi gibi en demokratik haklardan mahrum edilmektedirler. Aynı zamanda Rumların olduğu gibi biz Türklerin de mekteplerimizin idaresi, sömürgecilerin ellerinde bulunarak, çocuklarımızın kültürü sömürgecilerin menfaatlarına göre ayarlanıyor. Sömürgeciler resmi olarak bizi Türk yerine İslâm, Kıbrıslı Yunanlıları da hristiyan ortodoks diye tanıyor. Demek oluyor ki ıstıraplarımız müşterek olduğu gibi, iyi bir hayat mutlu bir gelecek için mücadelelerimiz de müşterektir. Kıbrıs halkı iyi ve rahat yaşamak için haklı olarak mücadele etmektedir, fakat davalarımızın hallolunması için halk, milli hakimiyetini elde etmesi gerektir.
Sömürgeciler, senelerden beri kullandıkları eski (parçala ve idare et) taktiğini kuvvetlendirmek dolayısiyle Türkiye ve Kıbrıs çiftlik ağası burjuvaların yardımını sağlamak için her çareye başvuruyorlar. Gayeleri, Kıbrıs Türk halkını Kıbrısın sömürgeci aleyhtarı kurtuluş mücadelesinden ayırarak mücadeleyi zayıflatmaktır.
Çiftlik ağası burjuva mümessili ve sömürgeci dostu üç kişilik (Kıbrıs Türk heyetinin) Londra’ya ve Birleşmiş Milletlere giderek, Kıbrısın devamlı olarak sömürge kalmasını istemeleri bu maksada hizmet etmektedir. Birleşmiş Milletlerde bir gazetecinin sormuş olduğu soruya üç kişilik (heyetin) vermiş olduğu cevap şayanı dikkattır ve iddiamızın doğruluğunun isbatıdır. Gazeteci tarafından (heyete) sorulan soru ‘Kıbrısta nüfusun çoğunluğunu eğer Türkler teşkil etmiş bulunsaydı, o zaman isteğiniz ne olacaktı’ (Heyetin) bu soruya cevabı: ‘O zaman gene statükonun devamını isteyecektik.’ Yani çoğunluk bizde olsaydı, adanın Türkiyeye ilhakını değil de, İngiliz idaresinin devamını isteyecektiler. Bundan daha fazla İngiliz dostluğu ve sömürgecilik müdafaası olamaz. Bu cevabiyle heyet, sadece Kıbrıs halkının hürriyet hareketini darbelemek istediği aşikârdır.
Kıbrıs Türklerinin gerçek menfaatı sömürgecilerle değil, Kıbrısın diğer kardeş halkıyladır. Bu efendilerin takip etmekte oldukları yol, sömürgecilerin yoludur. Halkımızın sıkıntılarıyla, ıstıraplarıyla bunların ilişkileri yoktur. Bunlar sömürge idaresinde rahat yaşamaktadırlar.
Kıbrıs halkının geleceği, saadeti sömürge idaresinde bulunamaz. Sömürgecilerin ve yerli ortaklarının mahirane yaratmış oldukları (Kıbrısın kurtuluşuyle, Türklerin milli baskıya uğrayacakları cefa çekecekleri) evhamı, kurtuluş mücadelesinde Türkleri Rumlardan ayırmak ve dolayısıyle sömürgecilerin siyasetinin muvaffak olması için yapılmıştır.
Fakat halkımız bu propagandanın arkasından sürüklenmeğe devam etmeyecektir. Halkımız, bizim yani Kıbrıs halkının yaptığı gibi Anglo-Amerikan istismarı altında kurtuluş için mücadele yapan demokrat Yunan halkıyle Papagos hükümetini ayırt edebilmektedir.
Kıbrıs halkının haklı olarak kendi mukadderatını kendi tayin etmek istediği, düşmanlarımızın göstermek istedikleri gibi Kıbrıs Türklerinin efendi değiştirmesi demek değildir. Bu, sulh şartları içerisinde sosyal ve milli kurtuluşumuz için geçilmesi gereken yoldur. Bunun devamı olarak Kıbrıs Türk ve Rum halkı, Yunanistan halkıyla beraber daha iyi bir gelecek için mücadele edeceklerdir.
Kardeş Türkiye halkının seçkin evladı büyük şair ve fikir adamı NAZIM HİKMET’in sesi bize bu yolu gösteriyor.
NAZIM, Kıbrıs Türk halkına göndermiş olduğu selâmda: Kıbrıs Türkleri kardeşlerim diyerek başlar ve Türkiyeli kardeşlerimizin bugünkü şartlar altında nasıl yaşadıklarını belirttikten sonra şöyle devam ediyor:
‘… Türkiyeli kardeşlerinizin sizden recası isteği şunlardır. Kıbrısta barış için hürriyet için Kıbrısınızın sömürge olmaktan emperyalizme askeri üs vazifesi görmekten kurulması için dövüşen Yunanlı kardeşlerinizle el ele verin. Aynı safta yanyana dövüşün.
Kıbrıs adası bugün, insanlık düşmanlarının elinde bir harp gemisi bir uçak gemisi ölüm yağdıracak bir gemi haline sokuldu.
Yeşil Kıbrısınızın bir barış gemisi, bir hayat gemisi, halklar arasında dostluk gemisi haline gelmesi için, Yunanlı kardeşlerimizin yaptıkları savaşa canla başla katılın. Ancak bu suretle Türkiyeli kardeşlerinize yardım etmiş olursunuz, ancak bu suretle, bize, Türkiyenin milli bağımsızlığı, hürriyeti, Türkiye halkının bahtiyarlığı ve dünya barışı için dövüşen Türkiyeli vatanperverlere faydanız dokunur. Gözlerinizden öperim kardeşlerim.’
NAZIM’ı yapmış olduğu bu beyanattan, Kıbrıslı her Türk işçisi emekçisi çiftçisi ve gerçek aydını ibret almalıdır.
Kıbrıs Rum ve Türk fakir emekçi halkının bağrından çıkan ve onların partisi olan AKEL hür ve mutlu geleceğimizin emniyetini teşkil eder. Kıbrıs işçisi ve onun beynelminelci (international) parti AKEL gibi, Yunanistan işçi, emekçi sınıfı ve onların başlarında bulunan, progresiv hareketli, faşizme ve baskıya karşı fedakârane çarpışmış ve en seçkin evlatlarının canını vermiş kanını akıtmış olan Yunanistan Komünist Partisi de başka halklara ve azınlıklara baskı ve tazyik yapılmasına asla müsaade vermiyecektir, böyle bir şeyde menfaatı da yoktur.
AKEL geçmişte olduğu gibi şimdi de beyan eder ki; Türk halkına geniş milli, siyasi, içtimai inkişaf, dil ve vicdan hürriyeti (autonomy) geniş serbesti sağlanması için demokratik Yunan halkının yanı başında mücadele edecektir. AKEL, hiç bir milliyet ve din farkı gözetmeden bütün Kıbrıs halkına daha iyi bir gelecek ve bahtiyarlık sağlamak için mücadele etmektedir. AKEL yalnız Rumların değil cefa çeken Türklerin ve Rumların bütün Kıbrıs emekçilerinin partisidir.
AKEL, yalnız beyanatlarla kalmayıp, ekmek için, Türk ve Rum emekçilerine daha iyi bir hayat sağlamak için yapılan günlük mücadelelerle iş sahasında da, Türk-Rum farkı gözetmeden, bütün emekçiler için mücadele ettiğini göstererek, beyanatlarının gerçekliğini, samimiliğini fiiliyat sahasında da isbat etmiş bulunmaktadır.
Kardeşler,
Bugünkü şartlar içerisinde kuvvetlerimizin dağınık kalması yalnız sömürgecilere fayda sağlar. Bundan dolayı Türklerin ve Rumların bütün Kıbrıs halkının kuvvetlerinin birleşmesi gerek. Bu topraklarda Rum emekçileriyle beraber yaşayan, beraber çalışan, beraber cefa çeken biz Türk emekçileri, yabancı sömürgelerin organları olan parçalayıcıları haktan uzaklaştırarak, kendi mukadderatımızı kendimizin tayin etme hakkının tanınması için, daha iyi bir gelecek ve bahtiyarlık için adanın diğer halkının yanı başında mücadeleye girmeliyiz.
Bütün Türk halkını ve hatta halkın dertleriyle gerçekten alakadar olan bütün siyasi partilerin ve diğer teşkilatların liderlerini sömürgecilik aleyhtarı, vatanperverlik yolunda yapılan bu şerefli mücadeleye davet ederiz. İki kardeş halkı parçalamaktan vaz geçerek birleşik olarak mücadelede yer almalıyız. Türk ve Rum Kıbrıslılar olarak menfaatimiz ve geleceğimiz bu yoldadır.
EZGİYE VE CEFAYA ELBİRLİĞİYLE KARŞI GELELİM!
MUTLU VE DAHA İYİ BİR GELECEK İÇİN BİRLEŞELİM!
AKEL Türk Kolu Dairesi”
“Küstahlık”
Dr. Fazıl Küçük ise 20 Ekim 1954 tarihli Halkın Sesi’nde “Küstahlık” başlıklı ve 4 gün süren bir yazı dizisinde AKEL’ci Türklerin dağıttıkları bildiriye değinerek şöyle demekteydi:
“Bundan birkaç gün evvel AKEL Türk Kolu diye bir şebekenin Türkçe olarak yayınladığı beyanname karşısında her Kıbrıs Türkünün duyduğu acı, hissettiği üzüntü o kadar büyük ve o kadar geniştir ki bunun tarifine imkan yoktur…
Bir vakitler yine bunlar bazı yabancı kaynaklardan, alın teri dökmeden adale kuvveti sarfetmeden, kafa yormadan bir parazit gibi kan emmeğe uğraşanlar ile da karşı karşıya geldiğimizi unutmuş değiliz. Onların da tuttuğu yol aynı yol, aynı hedef, aynı gaye idi. Komünistlere hoş görünmek onların menhus emellerine Türkü imha edici silahlarına mermi koymağa kadar vicdanlarını benliklerini namus ve şereflerini satan sınıfle ne çetin mücadeleye giriştiğimizi dün gibi hatırlayoruz…
Ne yazık. Bakiyeleri birer birer meydana çıkıyor. Yüzbin Türkün imhasına sebep olacak ilhakın gerçekleşmesine canle başle çalışacak kadar ileri gidenlerle karşı karşıya geliyoruz.” [KÜÇÜK Fazıl]
Dr. Fazıl Küçük, 21 Ekim 1954 tarihli Halkın Sesi’nde çıkan aynı başlıklı 2. yazısında da “bu yazılar tamemen tertiplenmiş çok iyi düşünülmüş Rus oyunundan başka birşey değildir” diyerek, Kıbrıs Türklerinin 76 yıldır İngiltere’ye sadık olduklarını ve komünistlerin onları parçalamak istediklerini yazmakta ve şöyle demekteydi:
“Adada 25 senelik mazisi bulunan kızıl hapishanelerine bu güne kadar nasıl ki şerefli bir Türk kendini kaptırmamışsa bundan böyle de buna imkan olacak değildir.” [KÜÇÜK Fazıl]
22 Ekim günü çıkan 3. yazıda Dr. Küçük diğer şeyler yanında şöyle demekteydi:
“Bir defa daha şurasını belirtmek istiyoruz ki, Kıbrıs Türkü komünist denilen o korkunç heyyulâdan istisnasız olarak nefret eder ve ona (Nazım Hikmet’e-A.An) ayak uyduranları daima lanetle yadeder ve etmektedir. Komünizm bizim için amansız bir düşman, bizi imha için en korkunç bir silahtır.” [KÜÇÜK Fazıl]
4. ve son yazı 23 Ekim 1954 tarihli Halkın Sesi’nde ve yine “Küstahlık” başlığı altında çıktı ve Dr. Küçük, AKEL’ci Türklere şöyle hitap etmekteydi:
“Siz yine elinizde tuttuğunuz o kan ve irinden başka bir şey ifade etmiyen paçavranıza sarılınız. Yalnız bizlerin peşine takılmaktan vazgeçiniz. Biliniz ki akibetiniz hüsran ve yalnız hüsran olacaktır.” [KÜÇÜK Fazıl]
Dr. Küçük: “Mekteplerde komünist propagandası mı?”
Dr. Fazıl Küçük 24 Ekim 1954 tarihli Halkın Sesi Gazetesi’nde çıkan “Mekteplerde komünist propagandası mı?” başlıklı makalesinde, Kıbrıs Türk Lisesi’nde bir öğretmenin ders esnasında Nazım Hikmet’ten şiirler okuduğunu iddia etmekte ve bu öğretmenin Lise Komisyonu tarafından okuldan çıkarılmasını istemekteydi. Küçük, şunları yazmaktaydı:
“Milli kültürümüzü birbirine rekabet eder bir süratle birkaç gün içinde hükümetin kontroluna terk eden Tali Okullar ve Lise Komisyonunun idaresindeki bir okulda, yine kendi elleri ile bulup çocuklarımızın başına musallat ettikleri bir öğretmenin sosyalist propagandası yaptığını katiyetle öğrenmiş bulunuyoruz. Tayin ettikleri bu öğretmen daha ilk günlerden sakat hareketleri ile birçok vatandaşların dikkat nazarını çekmiş bahusus Türk muhitinden uzaklaşarak Rum semtine sığınması herkesin gözünden kaçmamıştı… Bu öğretmen efendi sınıflarda genç dimağlara Nazım Hikmet gibi bir numorolu komünistin hayatından şiirlerinden başka bir şey bahsettiği yok. Onun büyüklüğünü!! insaniyete yaptığı hizmetleri!! anlatan bu öğretmen ders saatlerinin çoğunu bununle doldurup geçiyor… Kıbrıs Türkünün komünistliğe tahammülü olmadığını sözle değil, fiilen bu cemaat ispat etmiş bir durumdadır… Bu öğretmenin hezeyanlarına tahammül edemeyip kahrolsun komünizm diye feryat eden bir talebeye; ‘otur yerine eşeğoğlu eşek’ diye cevap veren belki bu gün için sukütle mukabele görmüştür…” [KÜÇÜK Fazıl]
Ek bilgi
Burada adı verilmeden kendinde söz edilen öğretmen Hasan Tanrıkut’tur. 13 Mart 1954 tarihli Halkın Sesi Gazetesi’nde “Lisenin yeni Edebiyat Hocası” başlığı altında verilen bir haberde, “İstanbul’da Rum hususi okulları edebiyat öğretmeni Bay Hasan Tanrıkut Lisemize edebiyat öğretmenliğine tayin edilmiş” olduğu duyurulmakta ve “dün şehrimize geldi” denmekteydi.
Hikmet Afif Mapolar henüz yayımlanmamış olan ve teksir halinde gördüğümüz “Kıbrıs Güncesi-40 Yılın Anıları” adlı kitabında “Attila İlhan Hasan Tanrıkut Olayı” adlı bölümde onunla ile ilgili olarak bize bazı bilgiler vermektedir:
“(Çardak Yayınevi’nin kurulduğu günlerdeydi.) Bu memlekette Büyük Türk Şairi Nazım Hikmet Ran’ın direk mektuplaştığı ilerici bir genç vardı: Derviş Kavazoğlu. Nazım’ın düzyazı olarak yazdığı “Kıbrıs Gemisi” Kavazoğlu’nda idi. Kıbrıs Gemisini ben de okumuştum. Şiir gibi düz bir yazı idi ve Kıbrıs’ı bir gemiye benzeterek, inceliyor, eleştiriyordu Nazım Hikmet bu yazısında. Daha birçok mektupları vardı Nazım Hikmet’in Derviş Kavazoğlu’nda ve herhalde Derviş Kavazoğlu’nun da Nazım Hikmete Kıbrıstan yazdığı mektuplar kendisindeydi. Bu mektupların, “Kıbrıs Gemisi” adlı düzyazının ne olduğunu bilmiyorum.
Derviş Kavazoğlu içimizdeydi ve içimizden birisiydi. Çeşitli baskılarla, onu da Rum kesimine ittik, Rumların kucağına attık. Dükkanı basıldı, evi basıldı, işleri aksatıldı, bozuldu ve bunun sonucu olarak da çok sevdiği toplumunu terketmek zorunda kaldı Derviş Kavazoğlu. Sonunda faşizmin kurşunları onu da temizledi ve biz bayram yaptık bu cinayet karşısında.
Beni Hasan Tanrıkut ile Derviş Kavazoğlu tanıştırmıştı. Bir gün Tanrıkut ile Kavazoğlu geldiler ‘Çardak Yayınevi’ne.” (s.103)
Mapolar’ın anlattığına göre, Zeki Peser adlı Türkiyeli öğretmen Tanrıkut’un yemeğine tel parçaları koymuş… Aydın Sami de ille Nazım’dan şiirler okusun diye Tanrıkut’un peşine öğrencileri takıyormuş… Bir gün Nazım Hikmet’in “Memet” şiirini okurken, öğrencilerden Ergül Uysal Hasan Tanrıkut’a bir yumruk atmış ve okul karışmış. Mapolar’a göre bu olay, Aydın Sami’nin tertibi imiş. (s.106)
Hasan Tanrıkut’a göre, Attila İlhan MİT casusu imiş. Paris’teki öğrencileri yakan adam oymuş… Mapolar şöyle devam ediyor:
“Bir süre Rum kesiminde kaldı, orada yaşadı. AKEL adlı Rum örgütü ile ilişki içerisinde olduğunu işitiyorduk. Öğretmenliğine son verilmişti. Biraz sonra da Adadan ayrıldığını ve İtalya’ya gittiğini öğrendim.”
“Kısa süreden sonra Türkiye’ye geçti, tutuklandı, rahatsızlandı ve akıl hastanesine kondu, orada öldü.” (s.107)
Türk Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapan Zeki Peser ile ilgili olarak da Kıbrıs Türk basınında şu bilgiler var:
6 Temmuz 1954 tarihli Halkın Sesi Gazetesi “Sayın Zeki Peser’i uğurlarken” başlıklı haberde, onun 2 yıl Ada’da kaldıktan sonra ayrılmakta olduğunu belirtmekteydi. Ama 24 Ağustos 1954 tarihli Halkın Sesi Gazetesi, Zeki Peser’in Mağusa Namık Kemal Lisesi’ne müdür tayin olduğunu haber vererek, onun bir gün önce Kıbrıs’a geldiğini duyurmaktaydı.
21 Kasım 1955 tarihli Bozkurt Gazetesi de Zeki Peser’in 4 yıl süreyle Lefkoşa Türk Lisesi ile Namık Kemal Lisesi’nde çalıştığını ve (Cumartesi günü) Ada’dan ayrılacağını yazmaktaydı.
Aziz Nesin’in aktardıkları
Aziz Nesin, “Benim Delilerim” adlı kitabında yer alan “Stalin’in damadı” adlı bölümde (İstanbul 1997, s.53-74), Hasan Tanrıkut’un Kıbrıs macerasından söz etmekte ve şöyle yazmaktadır:
“Kıbrıs’a gidiyor. Ne olmuşsa işte o zaman Kıbrıs’ta olmuş. Kıbrıs o zamanlar Fazıl Küçük’ün Kıbrıs’ı. Türkiye bütün çabasıyla küçük Amerika olmaya Kıbrıs da küçük Türkiye olmaya çalışıyor. Kıbrıs polisi yakalıyor, çok ağır işkenceler görüyor, hapse atılıyor. Bütün bunların nedenini öğrenemedik. Çünkü artık başına gelenlerin nedenlerini anlatamayacak denli akıl hastasıydı arkadaşımız. Yalnız zaman zaman parçapürçük söylediklerinden Kıbrıs’taki işkencelerle aklını oynattığı anlaşılıyor. Eh artık, aklını oynattı, yapacaklarını yaptılar, başardılar, bırakıyorlar hapisten… İstanbul’a geliyor. Ama kendisi daha İstanbul’a gelmeden, Kıbrıs’taki Türk yönetimi polisinin raporları gelmiş oluyor. İstanbul’a adımını atar atmaz polis yakalıyor, yine hapse atılıyor. Artık O, eski Hasan Tanrıkut değildir. Abuk sabuk konuşuyor saçmalıyor… Epiy zaman da hapiste yattı. Suçsuzdu. Çıkardılar.” (s.58) [NESİN Aziz]
Aziz Nesin bir yurtdışı gezisinde elde ettiği Tanrıkut’un mektup, yazı ve şiirlerinden bazılarını da kitabında belge olarak yayımlamaktadır. Bir İngiliz yetkiliye başvurmasından sonra, onun aracılığı ile Lefkoşa Türk Lisesi’nde öğretmenlik yapmaya başlayan Hasan Tanrıkut’un, daha Kıbrıs’a gelmeden ruhsal durumunun bozulmaya yüz tuttuğu anlaşılmaktadır. Herkesten kuşkulanan ve herkesi kendisine karşı gören Tanrıkut, 9 Ağustos 1954 tarihinde kaleme aldığı ve Kıbrıs’ta görev almasına yardımcı olan İngiliz’e yazılmış bir mektubunda, şunları anlatmaktaydı:
“… Kıbrıs’a geldiğim ilk günü burdaki Türkiyeli öğretmenlerden Zeki Peser, çirkin tecavüzlerde bulundu ve tasni ettiği (uydurduğu) bir yığın yalanı etrafa yaymak suretiyle aleyhimde çalışmaya koyuldu. Bunu ertesi günü lise müdürünün mektebe vaki (olan) ilk girişimde ikram ettiği kahveye uyuşturucu mevat (maddeler) katması takip etti. Sonra lise müdürü o andan şu ana kadar sistemli şekilde aleyhime çalışmakta devam etti, ders programlarıyla oynadı talebeyi aleyhime teşvik etti (kışkırttı), mektep kitaplarıyla oynadı, vakitli vakitsiz işler uydurup beni beyhude (boşuna) işgal etmeye koyuldu. Bunu İngilizce öğretmeni Nidai Bey’in alay, tahrik ve tecavüzleri takip etti. Bundan başka adaya ilk geldiğim günden beri İngilizceyi süratle ilerletebilmek maksadıyla İngilizce konuşulan bir pansiyonda kalmak istedim, imkan bulunamadı. Nidai Bey’den ve başkalarından İngilizce dersler almaya teşebbüs ettim alayla karşılayıp kasten (özellikle) yanlış şeyler öğrettiler. Bunun farkına vararak dersleri kestim…
Ali Riza’nın otelinde kaldığım müddetçe hizmetçi kadın ikinci bir anahtar kullanarak ve adı yukarda geçen Zeki Peser’le işbirliği yaparak her gün odamı karıştırıyor; şahsi mektup ve evrakımı okuyarak etrafa bir yığın dedikodu yaydı, tuvalete çıktığım zaman odayı kilitleyerek kayboldu ve bulunana kadar mektebe geç gitmeme sebep oldu çamaşırlarımı tahrip maksadıyla birtakım eczalar kullandı suyuma pislik kattı. Yemek yediğim Çağlayan Lokantası yemeğime sıhhata muzır (zararlı) eczalar ölüme sebep olabilecek ince ampul telleri kattı. Diğer lokantalarda da buna benzer hadiseler ilk günden son ana kadar devam etmektedir.
Nihayet Nicosia’da Türk mahallesini terk ederek Rum Mahallesine taşındım. Burada nisbî (bir oranda) sükûn bulmakla beraber zikrettiğim hadiselerin benzerleri tevali etti (birbirini kovaladı). Mükerrer şikayetlerim hiçbir netice vermedi…
Beni burada neden tutarsınız Eğer öğretmen olarak istifade etmek içinse şu anlattığım haller içerisindeki insandan ne çıkabilir Hiç. Bu takdirde bir an evvel gitmekliğim tabiidir buna da imkan verilmediğine göre işkence edilmek istendiği anlaşılıyor. Bu da size ne temin eder bilmem…” (agy, s.61-63)
(“Kıbrıs Türk Lisesi Edebiyat Öğretmeni” imzasıyla Paris’teki UNESCO Merkezine gönderdiği mektuptan)…
Yukarıda arzolunan vakıaların tek sebebi, Giritliliğim, anti faşistliğim, sosyalistliğim ve yazılarımın cehennemi bir sistemin tenkidi mahiyetinde oluşudur. Fırsat buldukça mecmua ve gazetelerde ilmi yazılar, tenkidler, hicivler ve polemikler neşrettim. Bu mecmualar faşist kuvvetler tarafından sistemli şekilde baltalanmış, sattırılmamış, kapatılmış matbaaları yıktırılmış, mahkemelere verilmiştir.
Burada Kıbrıs Hükümeti’nin Kıbrıs Türk Lisesi’nde bana iş vermesi üzerine altı ay süren uğraşmalardan sonra pasaport alabilmekliğim hususunda Türkiye Reisicumhuru sayın Celal Bayar’ın, yaptığım müracaatı nazar-ı itibara almış olduğunu zikretmek isterim…” (s.68)
Aziz Nesin devamla şöyle demektedir:
“Kıbrıs’ta yaşama olanağı verilmemiştir. O’nun bir ruh hastası olduğu dengesizliği düşünülmemiştir bile… Başkalarından duyduğuma göre ‘Yavru Vatan’ Kıbrıs’ta çok zor günler yaşatılmıştır; eh yavru vatan da anasından, ana vatandan geri kalacak değil ya… Kıbrıs’tan ya çıkarılmış, ya da çıkmak zorunda bırakılmış olduğunu sanıyorum. Dönüp dolaşıp geleceği yer, yine Türkiye’dir. Ne var ki Türkiye’ye dönerken, vehimleri daha da artarak amansız korkuya kapılmıştır. Korktuğu da başına gelmiştir. Kendisi daha gelmeden O’na değgin yazanaklar (raporlar) Kıbrıs’tan İstanbul siyasi polisine gönderilmiştir. Bu yüzden de İstanbul’a adımını atar atmaz tutuklanmış, Sultanahmet cezaevine sokulmuştur. Cezaevine gelmeden önce Emniyet Müdürlüğü’nde başından neler geçtiğini bilemiyoruz; bildiğimiz Sultanahmet cezaevine gelir gelmez abuk sabuk konuşmaya başlamış olmasıdır. Artık o Stalin’in damadıdır ve Stalin O’nu Moskova’ya çağıracaktır karısına kavuşacaktır. Conshita’yı uzaktan görüp tutulmuş nişanlısı olduğu sanısına kapılmış, Stalin’in kızıyla ise, hiç tanışmadan, karşılaşmadan evlenmiştir.” (s.74)
Özker Yaşın’ın anlattıkları
Özker Yaşın “Nevzat ve Ben” adlı kitabında, İstanbul’da bulunan Kıbrıslı Avukat ve siyaset adamı Nevzat Karagil’e gönderdiği 22 Eylül 1954 tarihli mektubunda, tanıştığı bir kişi olan Hasan Tanrıkut’tan şöyle söz etmekteydi:
“Son haftalarda can sıkıcı bir olay yaşadık. Hasan Tanrıkut adındaki Türkiyeli bir felsefe ve edebiyat öğretmenini Lisedeki işinden çıkardılar. Sebebi ders verirken komünist propagandası yapıyormuş!
Gerçekte böyle birşey yoktu ve Tanrıkut haksız yere bir takım mikropların iftiralarına kurban edilerek harcandı… (s.747)
(….) İstanbul’daki İngiliz Konsolosluğunda çalışan tanıdığı bir Kıbrıslı Türkün yardımıyla Lefkoşa Türk Lisesinde münhal olan bu edebiyat öğretmenliğini bularak Kıbrıs’a gelmişti…
Hasan Tanrıkut Lefkoşa’da Abdi Çavuş sokağındaki Ali Riza Otelinin bir odasında pansiyoner olarak kalıyordu. Aynı otelin daha eski müşterilerinden olan Lefkoşa Türk Lisesi’nin felsefe öğretmeni Zeki Peser ile yıldızları hiç barışmamıştı. Kıbrıs’a gelip göreve başladığında ilk bu adamla tartışmışlardı… (s.749)
(….) Hasan Tanrıkut adlı bu gariban öğretmenin işinden atılmasında Zeki Peser önemli bir rol oynadı. Hem gidip Dr. Küçük’ü etkiledi, hem okulda Tanrıkut’un sinirlerini iyice bozacak bir kampanya başlattı. Bu arada Türkiye’deki dostlarına mektuplar yazarak, adamın geçmişini araştırdı. Öğrendikleriyle burada Maarif Dairesi’nde çalışanları telaşlandırdı.
Böylece Hasan Tanrıkut’un suyu ısındı. Maarif Dairesi Müdürü Hüsnü Feridun ile adamları, Tanrıkut’u tuzağa düşürüp işinden attılar. Bu yaptıkları yetmiyormuş gibi geleceğini de kararttılar. ‘Kıbrıs’taki okullarımızda komünist propagandası yaptı’ diyerek, Türkiye’deki çeşitli yerlere jurnal ettiler. Tanrıkut anladı ki Türkiye’ye dönse hemen tevkif edilecek. Burada kalsa açlıktan ölecek. Zaten İngiliz Sömürge Hükümeti kendisine verdiği ‘ikamet tezkeresini’ öğretmenlikten çıkarıldığı için iptal etmiş! İstese bile Kıbrıs’ta kalmasına imkan yok! Anlayacağın adamı öyle bir duruma soktular ki, neredeyse intihar edecekti. Bildiğin gibi “insan harcama” Kıbrıslı Türklerin uzmanlık sahalarından biridir.
Şükür ki sendikacı Derviş Kavazoğlu ile solcu arkadaşları Hasan Tanrıkut’a sahip çıktılar. AKEL aracılığı ile kendisine Viyana’ya gidecek bir uçak bileti aldılar ve cebine de biraz harçlık koyarak Kıbrıs’tan uğurladılar.
Zavallı Tanrıkut! Viyana’ya gidince ne yaptı, ne yedi, ne içti. Nasıl yaşadı Bunları bilmiyorum.
Nedense Hasan Tanrıkut’un Lisedeki öğretmenliğinden atılmasına en çok sevinenlerden biri de Faiz Kaymak oldu. Doktorun kliniğinde bu sevincini görünce dayanamayıp sordum:
– Adam ne suç işledi de öğretmenlikten çıkardınız?
– Suçu çok büyük. Sınıfta ders verirken Mehmetçiklerimize hakaret ediyor, ‘Mehmetçikler bitlidir’ diyormuş!…
Faiz Kaymak’ın bu sözleri beni çok şaşırtmıştı. Biraz araştırınca ilginç şeyler öğrendim. Meğerse Derviş Kavazoğlu, Hasan Tanrıkut’a Nazım Hikmet’in Bulgaristan’da basılan şiir kitaplarından bazılarını armağan etmiş… Bizimki de ders verirken ‘Türkçenin iyi bir şairin elinden ne güçlü bir anlatıma ulaştığını, ‘Mehmetçik Mehmet-Mehmetçik Mehmet’ kelimelerinin tekrarı ile bir trenin gidişinin canlandırılabileceğini anlatmak için’ bir şiirinden bazı bölümleri okumuş…
Galiba şöyle mısralar:
Dağlar taşlar Memet dolu
kiminin yollarda asılı kolu
kiminin pantolonu
kiminin donu.
Memedin koynu bit dolu
memed biti yer
bir Memedi…
Tren düdükleri öter medet medet!
Bu yollar uzar gider memleket memleket.
Yok bu raylarda merhamet!
Memetçik, Memet
Memetçik, Memet
İşte zavallı Tanrıkut’un Nazım’ın bu veya bunlara benzer mısralarını talebelere okuması, Faiz Kaymak gibi adamların nazarında ‘Mehmetçiklere hakaret’ diye yorumlanıyor! ‘Sınıfta Mehmetçikler bitlidir dedi’ diye bir öğretmenin işine son veriliyor. Güler misin ağlar mısın? Böylesine saçmasapan şeylerle bir insanın hayatı nasıl karartılır? Doğrusunu anlamakta güçlük çekiyorum.
Fevzi Ali Riza ‘bu adamlar dış ülkelerde bizi temsil edecek yetenekte değildir’ diye yazdığında niye kızıyoruz? Fevzi doğruyu yazmıyor mu? Neyse bu konuyu daha fazla uzatmıyayım. Ne acınacak bir durumda olduğumuzu düşünüp kahroluyorum…” (s.750-752) [YAŞIN Özker]
Milli Türk Birliği Sekreterliği’nden
Halkın Sesi Gazetesi’nin 26 Ekim 1954 tarihli nüshasında yayımlanan “Lefkoşa Kıbrıs Milli Türk Birliği Sekreterliğinden” başlıklı açıklamada şöyle denmekteydi:
“Dün gece toplanan Kıbrıs Milli Türk Birliği Lefkoşa Tali okullarında bir öğretmenin komünistlik leyhine propaganda yapılması hadisesini incelemiş ve konuyu ciddi bir surette ele alarak resmi makamata müracaat edilmesine karar vermiştir.”
Dr. Fazıl Küçük de aynı tarihli Halkın Sesi’nde “Hürriyet=Rusya(!)” başlıklı makalesinde, 23 Ekim Cumartesi günü öğleden sonra Viktorya Kız Okulu’nda meydana gelen bir olayı şöyle aktarmaktaydı:
“Ders başlıyor. Hürriyetten bahsedeceğini haber veren (öğretmen) Nazım Hikmet’in Bulgaristanda komünistler tarafından basılıp dünyaya dağıtılan bir eserinin sahifelerini karıştırdıktan sonra, ‘Hürriyet’ deyiyor, ‘yalnız Rusyada mevcuttur’. Başka hiç bir yerde tam hürriyet bulamazsınız.”
Dr. Küçük, devamla öğretmenin Rusya’yı cennet, Türkiye’yi de cehennem olarak göstermesi üzerine, öğrencilerin bu sözlere karşı çıktığını ve öğretmenin de, “Ben size komünizmi, sosyalizmi, kapitalizmi öğreteceğim, o zaman komünizmin ne kadar insanlığa hizmet edebilecek bir rejim olduğunu siz de kabul edeceksiniz…Türkiye’de bir terör havası esiyor” deyip gürültüler arasında sınıftan çıktığını yazmaktaydı.
Köşe yazarları da aynı konuyu işliyor
Yavuz, yine 26 Ekim 1954 tarihli Halkın Sesi’ndeki köşesinde, aynı olayı, “Bir talebenin komünizm aleyhinde konuşması üzerine öğretmen: ‘Sen sus eşşeoğlu eşek’ dedi. Bulgaristan’dan gelen demet demet komünist yayınlar bu öğretmen tarafından Lise talebelerine tavsiye edilip okutuluyor, gereken tertibat alınsın” şeklinde aktararak şöyle demekteydi:
“İlk günlerde Kardeş Ocağına devam etmiş, fakat bu temiz muhitte zehirini kusamayacağını anlayınca, buradan uzaklaşarak müsait vakitlerini Rum muhitinde geçirmeye başlamıştır. Moskova Senfonisi isminde olan ve üzerinde orak-çekiç bulunan kırmızı bir kitabı daima cebinde taşımakta, bu kitabı okumaları için öğrencilerin hissiyatını gıdıklayıcı sözler sarfetmekte, Rum kızılları ile anlaşabilmek gayesiyle hususi bir öğretmenden Rumca ders almakta, Lisede hocalık yaptığı sınıfta öğrencilere güya edebiyat dersi verecekmiş diye, kızıllar kızılı Nazım Hikmet’in şiirlerini yazdırmakta ve bu vatansızın kitaplarını bulup okumalarını tavsiye etmektedir…(Lefkoşa) Türk Lisesi, Rum Komünist Merkezinin bir şubesi olmadığı gibi kızılların zehir kusmasına müsait bir muskof çanağı da değildir…”
Yavuz hızını alamayarak, 27 Ekim 1954 tarihli köşesinde yine aynı konuyu işlemekte ve şöyle yazmaktaydı:
“Sayısı 10 hanesini doldurmayan bu zavallılara tekrar soruyoruz: Rusya mademki bir dünya cennetidir, kızıl postlarını neden atmıyorlar oraya?”
28 Ekim 1954 tarihli Halkın Sesi’nde konuyu bu kez Özker Yaşın şöyle sürdürmekteydi:
“Plan açıkça şudur: Kıbrıs Türkleri arasında komünizm mikrobunun geniş şekilde yayıldığı (!); Kıbrıs Türklerinin fazlasının komünist olduğu (!) büyük Türkiyemize inandırabilirlerse, Anavatan Yavruvatan yardımı tamemen kesilecektir. Kıbrıs Türkleri kendi kaderlerine terkedilecek, tamemen himayesiz kalacak, sağcı ve solcu Rumlar tarafından ezilecek ve nihayet Kıbrıs, Yunanistan’a ilhak edilecektir…”
Yaşın, 31 Ekim 1954 tarihli Halkın Sesi’nde de şöyle yazacaktı:
“Kıbrıs Türkleri arasında sayısı beş’i geçmeyen kızıl satılmışlardan biri, bir gün önüme çıktı: ‘Ahbap, dedi, senin Türkiye Mektupları’nı okuyorum. Hep Atatürk’ten memleketin güzelliğinden filan söz açıyorsun. Biraz da Türkiye’deki sefaletten, emperyalizimden, halka yapılan baskıdan ve hürriyetsizlikten bahsetsene.’ Bu zavallı satılmışın saçma sözlerine cevap vermek tenezzülünde bile bulunmadım…”
Öğretmenin görevine son veriliyor
27 Ekim 1954 tarihli Hürsöz Gazetesi, “Kıbrıs Türk Lisesi ve Viktorya Kız Lisesi edebiyat öğretmeninin vazifesine Maarif Dairesi muvakkaten son verdi” haberini vermekteydi.
28 Ekim tarihli Halkın Sesi de, “Lefkoşa Tali Türk Okullar İdare Heyetinden” “Liselerde komünist neşriyatı dolayısıyle bir açıklama” yayımlamaktaydı. Açıklamada şöyle denmekteydi:
“(Heyet), hemen harekete geçerek daha Dr. Küçük’ün birinci yazısı çıkmazdan evvel icab eden tedbirleri alarak, 25 Ekim Pazartesinden itibaren alakadar muallimi işten el çektirmiştir…”
“Türk ve Rumların davaları müşterektir”
17 Kasım 1954 tarihli Hürsöz gazetesi şöyle yazmaktaydı:
“(Dünkü) Neos Demokratis ‘Türk ve Rum Davaları Müşterektir’ başlığı altında ve Alekko imzasını taşıyan bir makalede Sulh Konferansında hazır bulunmak için Avrupa’ya gittiği zaman Nazım Hikmet’le de görüşmüş olduğunu ve ondan Kıbrıs halkına selam ve mesaj getirdiğini yazmaktadır. Yazara göre Nazım Hikmet Kıbrıs halkının kölelikten kurtulması leyhindedir. Nazım Hikmet Türk halkını her sahada Rumlarla işbirliğine davet etmektedir. Yazar devamla, Adanın bir Amerikan harp üssü haline getirilmemesi için Kıbrıs halkını mücadeleye davet etmektedir.”
Nazım Hikmet’in Kıbrıslı Türklere yeni mesajı
Nazım Hikmet, EOKA’nın 1 Nisan 1955’de Kıbrıs’ın İngiliz sömürge yönetiminden kurtuluşu için tedhiş hareketini başlatmasından sonra, “Rum ve Türk kardeşlerim” diye başlayan şu mesajı göndermişti:
“Kıbrıs mücadelesi doğru ve haklıdır. Haklı istekler, haklı mücadeleler daima kazanılır. Bu mücadelede Türklerin vazifeleri Kıbrıs’taki Rumlarla birleşip Kıbrıs’ı müstemlekecilerin elinden kurtarmaktır. Kıbrıs’ı İngilizlerin hava üssü olarak kullanmalarına engel olabilirlerse, bu, dünya sulhu için büyük bir muvaffakiyet olacaktır. Bu mücadelede muvaffak olunduğu takdirde, Kıbrıs’taki Amerikan üslerine de sed çekilmiş olacaktır… Bütün namuslu ve sulh sever insanlar, ki ben de bunların içindeyim Kıbrıs’ın hürriyetine kavuşması için elimizden gelen her şeyi yapmamız lazımdır.” [Akşam gazetesi, İstanbul, 19 Nisan 1955]
Özker Yaşın’ın yazdıkları
Özker Yaşın “Nevzat ve Ben” adlı kitabında (İstanbul, 1997) yer alan ve İstanbul’daki Nevzat Karagil’e gönderdiği 7 Nisan 1955 tarihli bir mektubunda şöyle yazmaktadır:
“Geçenlerde Ledra Caddesinde dolaşırken AKEL’e kayıtlı Türk solcuların lideri durumunda bulunan Derviş Kavazoğlu’na rastladım. Bedevi Pastahanesinde oturup birer baklava yedik ve konuştuk.
(…) Şimdi Kitap konusunu da burada bitirip, Kavazoğlu ile konuşurken öğrendiğim ilgini çekecek bir haber vereyim. Bu haber Türkiye’de bir bomba gibi patlayabilir, ama sen lütfen etrafa yayma. Sebebi, Nazım Hikmet ile ilgili olması. Bence Nazım Hikmet Türkçeyi en iyi kullanan büyük bir şairdir. Rusya’ya kaçmış olması büyüklüğünü azaltmaz. Kendisine Türkiye’de yaşama hakkı tanınmadığı için kaçmıştır.
Meğerse bizim Kavazoğlu Nazım Hikmet’le mektuplaşıyormuş. Bedevi Pastahanesinde konuşurken çantasından Nazım Hikmet’in kendisine gönderdiği iki mektubu çıkarıp bana gösterdi.
Mektupları okudum ve canım sıkıldı.
Yazık ki Nazım, buradaki Türk emekçilerini Kıbrıs meselesinde Rumlar ile işbirliği yapmaya davet ediyordu. Kıbrıslı Türklerin Türkiye’deki faşist yönetime inanmamalarını, çünkü Adnan Menderes Hükümetinin vatanımızı Amerikalılara sattığını iddia ederek veryansın ediyor… Bunları içten mi, yoksa mecburiyetten mi yazdığını doğrusu pek anlıyamadım…
Nazım Hikmet’in Derviş Kavazoğlu’na gönderdiği mektuplarda önemli bulduğum bölümleri not ettim. Bunları özetle sana aktarıyorum.
Birinci mektubunda:
Türkiye’de çıkan gazetelerin büyük çoğunluğunun Amerikan emperyalizminin aleti olduğunu, Amerika’dan para alıp Amerikan propagandası yaptıklarını ve bu gazetelerde Kıbrıslı Rumlar için yazılanların doğru olmadığını açıklayarak şu önerilerde bulunuyor:
‘1- Siz de Kıbrıs’ın sömürge idaresinden kurtulması için çalışınız. Kıbrıs’ta yaşayan insanlara kendi kendilerini idare etmek hakkı tanınmalıdır. Kıbrıs’ı emperyalistlere üs olmaktan kurtarmak için çalışan Rum emekçileri ile çatışmayıp birleşiniz. Aynı amaç uğrunda ve aynı safta savaşınız.
2- Halen insanlık düşmanlarının elinde bulunan ve suçsuz insanların üzerine ölüm yağdıracak büyük bir savaş gemisi haline sokulmaya çalışılan Kıbrıs Adasının bir dostluk ve barış gemisi olmasına çalışınız. Bu, ancak Yunanlı emekçiler ile işbirliği yapmanızla mümkündür. Böyle hareket ederseniz Türkiye’deki faşistlerin ezmeye çalıştığı emekçi kardeşlerinize de yardımcı olabilirsiniz…’
Gördüğün gibi Nazım Hikmet Kavazoğlu’na yazdığı ilk mektubunda açıkça ‘Enosis’i destekleyin’ diye yazmasa bile bunu dolaylı şekilde telkin ettiği görülüyor. Biz Kıbrıslı Türkler için Kıbrıs’ta yaşayanlara Self Determination hakkının verilmesi ile, Enosis arasında ne fark var Rumlar sayıca çoğunlukta oldukları için ‘kendi kaderini tayin etme’ oylamasının hemen ardından Kıbrısın Yunanistana ilhakı gerçekleşmeyecek mi?
Nazım Hikmet’in Kavazoğlu’na ikinci mektubu ise daha cüretkâr ve daha kötü. Kıbrıs’taki gerçek durumdan habersiz olan Nazım, bu kez açık açık ‘Enosis’i destekleyiniz’ diyerek şöyle saçmalıyor:
‘…Kıbrıs’ın anası Yunanistan ile birleşmesini engellemeyiniz. Böylece Kıbrıs savaş kundakçılarının zırhlısı haline gelmekten kurtulacaktır. İşte o zaman Ada üzerinde yaşayan Türk ve Yunan Kıbrıslılar mutlu olacaklardır…’
Sevgili Nevzat Ağabey,
Bildiğiniz gibi Kıbrıslı Rum komünistlerin buradaki yayın organı Neos Demokrates gazetesidir. Kıbrıs meselesi Birleşmiş Milletlerde görüşülürken Neos Demokrates diğer Rum gazetelerinden farklı bir yayın yaptı. Enosis sözcüğünü hiç kullanmayarak, hep ‘Self Determination’ sözcüklerine ağırlık verdi. Yunanistanla birleşmek yerine, Kıbrıs halkının İngiliz sömürgecilerin elinden kurtulması tezini savundu.
Ben Rumca bilmediğim için AKEL’in yayın organının neşriyatından pek haberdar olamamıştım. Kavazoğlu bana bazı Neo Demokrates gazetelerini verince, işaretlediği yerleri Halkın Sesi’nin Rumca tercümanı Hüseyin Hes’e Türkçeye çevirttim. Bir görsen adamlar neler neler yazmışlar.
Senin eski patronun Fevzi Ali Riza tarafından da eleştirilen o üç kişilik ‘Kibrıs Türk heyeti’ yerden yere vuruluyor. Bu üç kişinin Kıbrıslı Türkleri dış ülkelerde temsil edemeyeceği çeşitli örneklerle kanıtlanmaya çalışılıyor. Örneğin ‘Türk İnkılapçılar Cephesi’ adına yayınlanan bir bildiride bu üç adamın Kıbrıs’ta yaşayan Türk işçilerini ve solcuları temsil etmediği duyuruluyor. Bu arada Neo Demokrates gazetesinde AKEL Partisinin ‘Türk Kolu’ imzası ile yayınlanan ‘Emekçi Kıbrıslı Türklerin Beyannamesi’ başlıklı bildiride, Nazım Hikmet’in Kıbrıs Türklerine hitap eden mektubundaki bazı cümleler ele alınarak ahkâm kesiliyor!…
Aynı bildirinin bir yerinde, Ada Türkleri ile Ada Rumları aynı gaye uğrunda birlikte çalışmaya davet edilerek ‘AKEL Partisinin Türk-Rum farkı gözetmeden Kıbrıs’ta yaşayan bütün emekçilerin haklarını savunacağı’ iddia ediliyor.
Yine AKEL Partisi tarafından 24 Aralık 1954 tarihinde neşredilen ve ‘Son Olaylar Dolayısıyla Görüşlerimiz’ başlığını taşıyan beyannamede ‘Ada halkına Self-Determination hakkının verilmeyişi’ eleştirilerek şöyle deniyor:
‘Kıbrısta yaşayanlara bu hak verilmedikçe sömürge idaresi altında ezilmeye devam edeceğiz. İngilizler Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkleri birbirleriyle kavga ettirerek ‘böl ve idare et’ siyasetlerini sürdüreceklerdir. AKEL Partisi insanlar arasında din, dil, milliyet farkı gözetmiyor. Biz Kıbrıslı Türklere dostça elimizi uzatıyor ve bu Ada üzerinde birlikte kardeşçe yaşamayı teklif ediyoruz. Bizi birbirimizle kavga ettirmeye çalışan sömürgeci çığırtkanları telin ediyoruz.’
Kıbrıs Türk Heyeti Başkanı Faiz Kaymak’ın sık sık tekrarladığı ‘Biz mevcut statükonun devamından yanayız’ sözlerini alaya alan bildiride ayrıca Nazım Hikmet’in ‘Dünya gençliğine hitaben yayınladığı’ bir mesajından bazı cümleler aktarıyor Neo Demokrates gazetesi…
Sanıyorum bu tür neşriyattan Türkiye’de kimsenin haberi yoktur. Biz Kıbrıs meselesindeki gelişmeleri, yalnız bir pencereden izliyoruz. Oysa bu tek yönlü izleme yanlış sonuçlar getirebilir. Zamanında almamız gereken tedbirleri geciktirebilir.
Bence, 1954 yılının Eylül ayında Birleşmiş Milletlere götürülen Kıbrıs meselesinin Genel Kurul gündemine alınmayışına sevinerek, bunu bir zafer kazanmış gibi kutlamamız yanlıştır. Çünkü Yunanistanın önü açılmıştır. Şimdi konuyu yeniden 1955 Eylül ayında Birleşmiş Milletlere götürme hazırlığına giriştiler. Diyeceksin ki, 1955 yılında da aynı hezimete uğrayacaklar… O zaman 1956’da, 1957’de, 1958’de yine Birleşmiş Milletlere gideceklerdir. Korkarım ki bu gidiş gelişlerin birinde isteklerini kabul ettirerek Türkiye’yi zor durumda bırakacaklardır.
O halde yapacağımız en doğru iş, bu Yunan inadını etkisiz kılacak bir çalışma içine girmektir. Her dört beş ayda slogan değiştirmekle hiç bir şey elde edemeyiz. Kendimize Yunanlılar gibi değişmeyecek bir hedef saptamamız gerekiyor. Bilmem böyle düşünmekte haksız mıyım” (s.793-796) [YAŞIN Özker]
Mesaja gösterilen tepkiler
Yavuz, Halkın Sesi Gazetesi’nin 23 Nisan 1955 tarihli nüshasında yer alan köşesinde “Vatansız bir şair” başlığı altında şunları yazmaktaydı:
“(Nazım Hikmet) İşte bu kızıl şair, çanak yaladığı Moskof diyarından, Kıbrıs Türk halkına hitaben buradaki Rum komünist yoldaşlarına bir mektup göndererek Rumlarla iyi geçinmemizden, onların milli davalarını desteklememizden, Kıbrısta ezelden beri Rumların çoğunluk teşkil ettiğinden ve bu ada baştan başa Yunan eserleriyle dolu olduğundan dem vurmuş ve bize akıl hocalığı yapmağa yeltenmiştir! …Kıbrısın baştan başa Yunan eserleriyle dolu olduğunu söylemiştir ki, bundan daha katmerli bir cehalet örneği olamaz.”
Özker Yaşın da, yine Halkın Sesi Gazetesi’nde 30 Nisan 1955 tarihinde kaleme aldığı “Esas maksada gelelim” başlıklı köşe yazısında aynı konuya değinmekte ve şöyle demekteydi:
“Efendim, son günlerde bir ‘Nazım Hikmet’ten gelen mektup’ dalgasıdır çıktı. Komünist şair Kıbrıslı Türk kardeşlerine (!) bir mektup yazarak ilhak mücadelesinde Rumlarla birleşmelerini tavsiye ediyormuş. Bu mantık karşısında insanın ‘pas!’ diyeceği geliyor… Solcu Demokradis’in yazarı A. Baltas… ‘Ben’ diyor ‘Pragtan geçerken Nazım Hikmetle görüştüm. Sizin bizimle birleşmenizi ve Kıbrısın Yunanistana ilhakı için mücadele etmenizi tavsiye ediyor.’”
Yavuz, 3 Mayıs 1955 tarihli Halkın Sesi’nde çıkan “Görmedim ki yazayım” başlıklı yazısında kendisini eleştiren Demokratis yazarına şu yanıtı vermekteydi:
“Ben, o vatansız şair Nazım Hikmeti tahkir etmişim! Ben şimdiye kadar, Türk ve Rumların dostluğu hakkında tek bir yazı yazmamışım! Ben, şovenistlikle, müsamahasızlıkla tanınmış birisiymişim! Geçen gün Nazım Hikmet hakkında çıkan bir yazımı hedef tutan Baltas cenapları, Demokratis gazetesinde ismimi zikrederek benim için bunları yazdı işte.”
Tanrıkut İstanbul’da tutuklandı
Hürsöz Gazetesi’nin 10 Haziran 1955 tarihli nüshasında çıkan ve gazetenin İstanbul’daki hususi muhabirinin gönderdiği haberde şöyle denmekteydi:
“1953-54 ders yılında Kıbrıs’taki Türk Lisesi Edebiyat öğretmeni Hasan Tanrıkut’un sınıfta komünizm propagandası yaptığını iddia etmişler ve yapılan tahkikat neticesinde öğretmen vazifeden alınmıştı. Öğretmenin boş olarak kaldığı bu müddet içinde Kıbrıs davasında Türkiye görüşü aleyhinde bulunduğu da sabit olmuştur. (16 Haziran 1955 tarihli Hürsöz, Ethnos’tan aldığı bir haberde, onun enosis’i desteklemekte olduğunu yazacaktı.)
Günden güne artan faaliyeti karşısında Kıbrıs valisi Sir Robert Armitage harekete geçmiş ve 13 Aralık 1954 yılında 24 saat içinde adayı terke mecbur tutmuştur. Bu durum karşısında Hasan Tanrıkut, Kıbrıs’ta bulunan komünist Akel Partisine sığınmış ve bu parti ileri gelenleri tarafından Larnaka’dan İtalya’ya giden bir yağ gemisi ile Napoli’ye kaçırılmıştır. 6 aydan beri Avrupa’nın muhtelif şehirlerinde dolaşan Tanrıkut bundan 15 gün evvel İstanbul’a gelmek imkanını bulmuştur. Kendisinin yurt içinde ve dışında faaliyetini takip eden siyasi polis onu dün tutukladı.”
Kibros’ta Tanrıkut’la ilgili bir değerlendirme
Halkın Sesi Gazetesi, 21 Haziran 1955 tarihli nüshasında şu haberi aktarmaktaydı:
“Kibros gazetesi, Kıbrıs Türk Lisesine Ankaradan öğretmen gönderilen Hasan Tanrıkut’un ada Rumlarıyla işbirliği yaparak Enosisi desteklediği haberini ele almakta, Hasan Tanrıkut’u gözleri taassupla kararmıyan aydın bir insan olarak vasıflandırmakta ve günün birinde vatandaşlarının kendisini ‘temiz vatanperverliğinden ve manevi üstünlüğünden’ dolayı saygıyla anacaklarını iddia etmektedir.”
Kıbrıs Türklerine gönderilen TKP bildirileri
İnkılapçı Gazetesi, 18 Ekim 1955 tarihli (Sayı:6) nüshasında Kipros Gazetesi’nden şu haberi aktarmaktaydı:
“Kanun dışı olan TKP geçen gün İstanbul’da yayınlanmakta olan gazetelerin arasında sıkıştırılı olarak Kıbrıs Türk halkına bir beyanname göndermiştir. Bu beyannamede Menderes’in, Kıbrıs halkının mukadderatı tayin hakkının aleyhinde olmasını şiddetle tenkit etmektedir…”
25 Ekim 1955 tarihli Halkın Sesi Gazetesi de, aynı konuyla ilgili olarak şu haberi vermekteydi:
“Kibros gazetesi, ön sayfasında, Türkiye Komünist Partisinin İstanbul gazeteleri içine sararak, Kıbrıs Türklerine beyannameler gönderdiğini bildirmektedir. ‘Türkiyedeki komünist partisinin gizli faaliyetlerinin ilk nişanesi’ olan bu beyannamelerde Menderes hükümetinin Kıbrıs meselesine karşı takındığı tavır şiddetle tenkid edilerek, Kıbrıs’ın kendi mukadderatına hakim olmak hakkı desteklenmektedir. Türk hükümetini Kemal Atatürk tarafından kurulan Türk-Yunan dostluğunu yıkmakla itham eden aynı beyannameler, İstanbul ve İzmir hadiselerinin mesuliyetini de yine Türk hükümetine yüklemektedir. Son olarak örfi idarenin kaldırılarak tankların Türk şehirlerinden geri çekilmesi talep edilmektedir. Beyannamelerin altında ‘Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi’ imzası görülmektedir.”
Nazım Hikmet’ten Kıbrıs Türklerine mesaj
Halkın Sesi Gazetesi’nin 1 Kasım 1955 tarihli nüshasında şöyle denmekteydi:
“Solcu Aneksartitos gazetesi, Varşovada yapılan Beşinci Dünya Gençlik Festivalinde Nazım Hikmet ile buluşan Mihail Olimpos’un bu ‘büyük Türk şairi’ ile yaptığı mülakatı anlatan makalesini neşretmektedir. Olimpos Nazım Hikmet’e Kıbrıslı bir Türk muharriri tarafından yazılmış bir kitap verince, Nazım Hikmet çok sevinmiş ve demiştir ki: ‘Kıbrıs Türk aydınlarına söyle, daima yazsınlar. Yalnız yazarken halkı unutmasınlar.’
Nazım Hikmet, Kıbrıs’taki Türk ve Rum cemaatları arasındaki bağları kuvvetlendirmeğe yardım için elinden gelen her şeyi yapmağa hazır olduğunu söylemiş ve Kıbrıs halkına şu mesajı göndermiştir:
“Kıbrıs hürriyeti için Türk ve Rum cemaatının yaptığı mücadele Kıbrıs halkının saadeti ile dünya sulhu uğruna girilen müşterek bir mücadeledir.’”
Tanrıkut hakkında dava açıldı
3 Temmuz 1956 tarihli Halkın Sesi Gazetesi’nde şu haber yer almaktaydı:
“Kıbrıs Türk Lisesinde öğretmenlik yapmış olan Hasan Tanrıkut hakkında Türklüğe ve hükümetin manevi şahsiyetini tahkirden dava açıldı, iki şahit dinlendi.”
Nazım Hikmet’in Kıbrıs halkına mesajı
Halkın Sesi Gazetesi 11 Eylül 1958 tarihli nüshasında şu habere yer vermekteydi:
“Dünkü solcu Haravgi gazetesi, Nazım Hikmet’in Kıbrıs halkına bir mesajını neşretmektedir! Bu mesajında Kıbrıs halkına “Rumlar, Türkler, Kıbrıslı kardeşlerim ve kızkardeşlerim” diye hitabeden Nazım Hikmet, Rumlarla Türkleri, “müstemlekeciliğin Kıbrıs’taki son izlerini de silmek için beraberce mücadele etmeğe” davet etmekte ve şöyle demektedir:
“Adanızı bir cennet veya bir cehennem haline getirmek sizin elinizdedir. Ben, Yunanistan ve Türkiye’yi sevdiğim kadar sizin adanızı da seviyorum. Sizin adanız, Yunan ve Türk milletleri arasındaki dostluk bağlarını kuvvetlendiren bir halka olmalıdır.”
Özker Yaşın’dan bir not
Özker Yaşın “Nevzat ve Ben” adlı kitabında şu bilgi notunu vermektedir:
“6-7 Eylül davasında, Nazım Hikmet’in Moskova’dan Kıbrıslı Türk sendikacı Derviş Kavazoğlu’na gönderdiği ve Kıbrıslı Türklerin “Enosis’i desteklemelerini” isteyen iki mektup belge olarak kullanılmıştır.” (İstanbul 1997, s.576)
TKP’nin ENOSİS’i destekleyen politikasını bazı TKP’liler eleştirmişti
Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi olan Vartan İhmalyan, 1989 yılında İstanbul’da Cem Yayınları’nda çıkan “Bir Yaşam Öyküsü” adlı anılarında, TKP’nin diğer konularla ilgili politikaları yanında Kıbrıs politikasını da eleştirirken şunları yazmaktaydı:
“İdareci kadroları, çalışan kadrolara parti görüşünü yazılı olarak zamanında vermediği, tartışmaların çoğunun bu yüzden doğduğunu öğreniyoruz. Elimizdeki raporlardan anlaşıldığına göre, başlıca tartışma konuları 27 Mayıs hareketi, Anayasa, Halk Partisi’ne karşı alınacak tutum, sarı sendikalara karşı taktik, sosyalist memleketlerin başarıları ve komünizmi nasıl propaganda atmek gerektiği gibi konular ve Kıbrıs politikasındaki tutumdur. Kıbrıs politikası hakkında verilen izahat da kandırıcı değildir. Kıbrıs meselesinde grubumuz, parti görüşü diye sunulan görüşe katılmıyor. Proletarya enternasyonalizmine uyalım derken ENOSİS’i desteklemede Türk proletaryasının ve halkının psikolojisinin hesaba katılmadığı, önderliğin bu görüşle partiyi kitleden tecrit ettiği inancındayız. Dış Büro’nun bu görüşü Sovyet görüşüne de uygun değildir.” (s.228)
TKP’li Bilal Şen, 24 Eylül 2000 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan ve Serdar Kızık ile yaptığı bir söyleşide, 1960’lı yılların başında TKP’nin “Bizim Radyo”sunda çalışmaya başladığı zaman, radyoda çalışan yoldaşlarına, Radyonun belli konulardaki görüşlerine katılmadığını söylediğini anlatmıştır:
“Radyoda Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel, Nazım Hikmet çalışıyorlardı. O zaman Marat (=İsmail Bilen) Zekeriya Sertel’i istemiyor, onun yorumlarını sevmiyor. Sonuç olarak Zeki (Baştımar) Sofya’ya geldikten sonra Berlin’e gittim ve radyoda çalışmaya başladım… Radyoda diğer yoldaşlarla konuşmaya başladım; ‘Baştan beri 27 Mayıs’ın anti propagandasını yapıyorsunuz, faşist darbe diyorsunuz. Anayasa Mussolini İtalyası’ndan kopya edilmiş diyorsunuz. Kıbrıs’ta Enosis diyorsunuz. Benim bunlara aklım ermiyor’ dedim. Bunların hepsi düzeltilmeliydi. O zaman Sofya Radyosu da, Moskova, Budapeşte Radyosu da, Bizim Radyo gibi aynı yorumları yapıyordu. Sanırım Marat’ın yaklaşımıyla, Moskova ne demişse, öyle oluyordu. ‘Bu yaklaşımları değiştirmek gerekir’ dediğimde, ki o günlerde aramızdan su sızmıyordu, biraz tersler gibi konuştu. Şimdi biz Kıbrıs konusunda doğruyu savunursak, Yunanlı Komünistleri küstürürüz enternasyonal anlayışa uymaz, diye bir şeyler söyledi Marat. Sonuç olarak, biz bunu kendi aramızda konuşalım, ondan sonra kendi aramızda konuşalım demem işe yaramadı…
İlk önce şu Kıbrıs politikasının yeniden değerlendirilmesini istedim. Çünkü gerçekten açmazdaydık. Sovyet Yunan İngiliz ve bizim KP’nin ortaklaşa bir toplantı yapmasını önerdim. Sovyetler, Enosis’e sıcak bakıyordu. Kendi kaderimizi kendimizin belirlemesi gerektiğini de vurguladım. Zeki sustu. Aram (Pehlivanyan=Ahmet Saydam) ve Marat da sustular. Baktım itiraz yok, o zaman toplantının protokolünü yazan Gül Togay’a, bunu karar olarak geçirmesini söyledim. Yazıldı ama sabah Zeki geldi, ‘Bilal çok hata yapmışız’ dedi. Yunanlıların bizi milliyetçilikle suçlayacağını savundu. Ama direttim, bundan böyle bu radyoda Enosis savunulmayacak diye.”