Boşuna ümitlenmeyin konuşmam uzun olmayacak. (Kahkaha ve tezahüratlar)
Seçkin konuklar;
Değerli öğrenciler;
Bir sorunum var, çünkü bugün burada iki şeyi bir arada kutlamak üzere bulunuyoruz: INDER’in kuruluşunun 40. yıldönümü (Alkışlar) ve Uluslararası Beden Eğitimi ve Spor Okulu’nun açılışı (Sloganlar). Peki şimdi ne yapmam gerekiyor? Ne hakkında konuşmalıyım? İkisi de benim açımdan çok önemli olaylar. Okulun açılışı iki ya da üç ay öncesinde gerçekleştirilemezdi, çünkü bunun için hiç zamanımız yoktu ve bu yüzden de açılış ve yıldönümü kutlaması aynı zamana rastladılar; yani tam anlamıyla bir tesadüf.
INDER ve onun kırk yıllık tarihi hakkında söylenebilecek çok şey var. Bazı yoldaşlarımız bu tarihin bir kısmını hatırlattılar. Humberto bunun dışında da INDER ile ilgili birkaç konuya daha değindi. Ama iki başlığı ayrı tutmanın en iyisi olacağına inanıyorum: INDER’in kuruluş yıl-dönümü ve okulumuzun açılışı.
Tercihimi spor tarihimizden çok fazla bahsetmemek yönünde kullanacağım. Okulumuzun en iyi dört öğrencisinin -Mozambik’li bir kız Haiti’li bir kız Venezuella’lı bir oğlan ve yüzücü olduğunu söyleyen Bolivya’lı bir kız – bizi beklediği sergi salonunda, üstün atletlerimize ve devrimci spor faaliyetlerinde kazandığımız muhteşem başarılara ait onca fotoğrafı gördüğüm zaman düşünmeden ve meraklanmadan edemedim, “neden bu kadar çok fotoğraf?” diye. Küba sporunun bir ululamasını mı yapıyorduk? Yoksa şovenist bir gösteri mi? Küba’nın zaferlerini överek diğer ülkelerden gelen gençleri öğrencileri, ya da atletleri küçük düşürmüyor muyduk? Sorun şuydu: INDER’in 40. kuruluş yıldönümünü kutladığımızı bir an için unutmuştum. Şimdi farkettim niçin Kübalı atletlerin bu kadar çok fotoğrafını astığımızı.
Çok uzun yollar katettik ve birçok başarıya imza attık. Bundan dolayı gururlu muyuz? Hayır, henüz değil. Tüm bunlarla tatmin olduk mu? Hayır biz asla tam anlamıyla tatmin olamayız.
Yine de bugünün ne kadar büyük bir gün olduğunun farkındayım, çünkü şurası kesin ki, sporda bu kadar iyi durumdaysak, böyle parlak bir geçmişe sahipsek, bu Uluslararası Beden Eğitimi ve Spor Okulu’nu açmamız için gerekli prestij ve deneyimimiz var anlamına gelir.
Evet, bu okula bakarken bir miktar tatmin hissedebilirsiniz. Peki bir parça da olsa gurur duyabilir misiniz? Hayır. Bu okula bakarken yalın bir biçimde gelecekte yapabileceğimiz nice şey adına emin ve inançlı olduğumuzu söyleyelim.
Üzüleceğimiz bir tek şey varsa, o da okulun öğrenci kapasitesi açısından küçük sayılabilecek oluşu.
Üzerimde öğrenci kapasitesinin 2000 olması konusunda baskılar vardı. Bunun anlamı ise her yıl 450 ya da 500 yeni öğrenci. Ama girişin yanındaki küçük odada okulun küçük bir modelini gördüğümde, okulun bu kadar büyük bir kapasiteyi kaldıramayacağına kanaat getirdim.
Bu okul hakkında az çok bir fikrim var. Sığırlar için genetik araştırma merkezleri kurduğumuz sırada bu-raya defalarca geldiğimden bu yöreyi biliyordum. Tüm bu araziyi dolaşmıştım hatta çok daha öteleri bile, şu tepelerin ardını. Yakınlarda bu kadar mandıra olmasının sebebi de bu araştırma merkezleri.
Yıllar önce, çok uzun yıllar önce, burada küçük bir şeker değirmeni varmış. İsmi de Portugalete. Derken bu bölgedeki tüm şeker kamışları bitmiş. Havana’da Maximo Gomez tarafından yürütülen kampanya hakkında bir şeyler okuduğumu hatırlıyorum. Maceo da Pinar del Rio’ya doğru ilerlerken bu bölgeden geçmiş. İşte şeker değirmeninin adı bu destansı savaştan geliyor. Mambislerin (Bağımsızlık Savaşçıları) başkente görece ne kadar yaklaştıklarını buradan anlayabilirsiniz.
Gomez cesaret isteyen birçok başarı elde etti ve kahramanca harekâtlar yürüttü. Maceo’nun, Pinar de Rio’dan dönerken buraya çok yakın bir yerde -Havana sınırları içerisinde, Madruga kasabasına gelmeden- Gomez ile birlikte omuz omuza dövüştükleri bir muharebe de var. Yani bu topraklar tarih dolu. Daha sonraları, yurt savunmamızı güçlendirmek için buraya, topçulukta kullanılan optik gereçleri üreten atölyeler gibi askeri tesislerin yanı sıra askeri bir okul da inşa etmek gerekmişti. Bir iletişim ve bir de kimyasal savunma okulu bile bulunuyordu.
Yıllar geçti, devir zorlaştı ve savunmaya dair pek çok anlayış da değişti. Bunun bir sonucu olarak düzenli ordu gücü azaltıldı, dolayısıyla bazı temel tesisler işlevsizleşti. Bu okul da onlardan biriydi.
Şu rastlantıya bakın ki burada kurulmuş olan Uluslararası Tıp Okulu’nun kullandığı bina da önceleri bir askeri tesisti. Bu okul, deniz ticareti ve balıkçılık filolarına olduğu kadar donanmaya da, yalnızca subay değil, denizcilik malzemesi teknisyenleri yetiştiren bir akademiydi. Aynı nitelikte personel diğer daha küçük okullarda yetiştirilmeye başlandığında bu akademi de boşa çıkmış oldu ve mükemmel bir şekilde korunmuş olması sayesinde de Uluslararası Tıp Okulu olarak kullanılması mümkün oldu. Tüm bu olaylar iki kasırga ile aynı zamana denk geldi. Bunlardan bir tanesi Dominik Cumhuriyeti’ni yıkarken, Haiti’yi de çok ciddi biçimde vurdu. Her ne kadar Haiti ve Dominik Cumhuriyeti arasındaki yüksek sıra dağları aşmaya çalışırken zayıfladıysa da Küba’ya dağılmış biçimde ulaşan kasırga yeniden toparlandı ve Küba’nın neredeyse yarısından geçti. Kasırga anayolda bir araba ya da kamyon gibi ilerledi, ta ki adayı kuzeyden terk edene kadar.
Birkaç hafta sonra ise -dört hafta olabilir- çok güçlü bir başka kasırga, gayet sert rüzgarlarıyla güney sahillerimizin açığından geçerek Orta Amerika’yı Honduras üzerinden vurdu. Bu, on binlerce kurbanı olan ve çok büyük hasara yol açan Miç Kasırgası’ydı. Danslarını ve kültürlerini bizimle paylaşan Honduraslılar, bu korkunç kasırganın nasıl bir şey olduğunu ve ne kadar zarar verdiğini çok iyi biliyorlardır. Yalnızca orada da değil, Guatemala, Nikaragua ve El Salvadorda da kasırga kendini şu ya da bu ölçüde hissettirdi. En çok zararı gören ülkeler sözünü ettiğim ilk üç ülke oldu. Bunun üzerine, kasırgada kaybedilen insanların sayısı kadar her yıl can kurtarabilecek doktorlarımızı Orta Amerika’ya göndermemiz fikri canlandı. İşte Orta Amerika’ya 2000 doktor gönderme önerimiz böyle doğdu.
Maceo Cespedes ve Maximo Gomez ile birlikte 1868de İspanyol sömürgecilere karşı ayaklanan askeri önderlerden birisidir. Küba’da 1895’te bir çarpışmada vurularak öldü. [Ç.N.]
Haiti ve Dominik Cumhuriyeti’ni de unutmadık. Onlara da işbirliği teklifimizi götürdük. Dominik Cumhuriyeti’ne bir doktor birliği gönderildi, çok daha fazla sayıda doktor da Haiti’ye gönderildi ve hâlâ orada bulunuyorlar.
Biz, başka ülkelerin yaptığı gibi 10 ya da 15 günlük küçük acil yardım ve kurtarma ekipleri göndermiyoruz. Biz uzun vadeli ve kapsamlı bir sağlık koruma programı öneriyoruz. Bu önerilerimiz, bu ülkelerde epeyce yüksek olan 0-5 yaş arası çocuk ölüm oranları gözeterek düzenlenmiş, uzun yıllar sürdürülecek programlar.
Bu felaketlerde kaybedilen hayatlar kadar hayat kurtarabileceğimiz iddiası, somut temelleri olan bir iddiadır. Çalışmalarının ilk senesi sonunda doktorlarımızın yerleştiği bazı bölgelerde bebek ölümleri oranı bin-de 42den hızla binde 16ya düşmüştür.
Ancak biz, şu an bulunduğumuz noktadan çok geleceği düşünüyoruz ve bu bakış açısı bizi bir Latin Amerika Tıbbi Bilimler Okulu’nu kurma fikrine götürdü, Latin Amerikalı gençler için (Alkışlar) ve bu durumda Orta Amerikalı gençler için. Bu kapsamda 500 öğrenciye burs önerdik ama talep o kadar fazlaydı ki, Orta Amerika’dan 1000 tıp öğrencisine daha burs imkanı sağladık.
Aslına bakılırsa, Latin Amerika ülkelerinde bir doktor kısıtı bulunmuyor, aksine bir doktor bolluğundan bile söz edilebilir. Ama tıbbi uygulama tüm dünyada akıl almayacak biçimde ticarileştirilmiş halde, sporda olduğu gibi. Sonuçta tüm doktorlar başkentlerde ve büyük kentlerde yoğunlaşma eğilimindeler. Köylerde ve küçük kasabalarda ise doktorlar yok denecek kadar az, kırsal bölgelerde bu sayı daha da düşük. Tehlikeli böceklerin ve zehirli yılanların -bizim ülkemizde böyle şeyler söz konusu değil- bazı durumlarda yırtıcı kedigillerin bulunduğu dağlık alanlara vardığımızda ise kırsaldakinden bile az sayıda doktor var. Ve tabii, bir yere gitmek isteyen kişinin saatler boyunca yürümekten başka şansı yok. Elektrik ve buna benzer hiçbir şey mevcut değil. Eğer söz konusu olan yüksek rakımlı bir yerse, soğuk da cabası. Ve çoğu zaman çok sayıda sivrisinekle de başetmek gerekir. İşte tüm bunlar doktorların yaptığı işi aslında tam bir kahramanlık haline getiriyor.
Latin Amerika Tıbbi Bilimler Okulu’ndan, doktorları yeni bir gerçek insancıllık ve dayanışma anlayışı ile yetiştirmek amaçlı kurulmuş olan bu okuldan niye söz ettiğimi merak ediyorsunuzdur. Eğitimcilik ile beraber, hekimlik en büyük ve en soylu mesleklerden birisidir. Şu ana kadar her yerde -pratikte- gerçekleşenleri görmek ise bu açıdan üzüntü verici; bu durum söz konusu kişilerin kötü doktorlar olmalarından kaynaklanmıyor aralarında çok iyi yetişmiş doktorlar var. Bu onların iyi niyet eksikliğinden de değil; bundan ziyade paranın ve saf ekonomik ve maddi çıkarların bütün meslekler için ama özellikle tıp ve öğretmenlik mesleklerinde vazgeçilmez olan hassasiyetleri gölgelemeye başlaması ile ilgili.
Endüstri mühendisleri, inşaat mühendisleri ve köprülerin veya büyük tesislerin yapım uzmanları, genel anlamda mühendisler şehirlerde kalabilirler. Dağlarda, kırlarda, küçük köylerde mühendislere ya da mimarlara gereksinim yoktur. Ziraatçilere gereksinim duyulabilir, fakat araştırmacılara ya da bilim adamlarına örnek toplamadıkları ya da deney yapmadıkları sürece ihtiyaç yoktur. Fakat kırlarda, dağlarda, en ıssız yerlerde ve ufak köylerde, hem doktorların hem de öğretmenlerin varlığı yaşamsaldır.
Öğretmenlik hâlâ daha mütevazi bir meslek dalı ve kırlarda çalışan öğretmenlerin bir geleneği mevcut. Doktorlar ise, hepsi üniversite mezunu olduklarından, hekimlik daha yüksek mevkideki bir meslek dolayısıyla öğretmenlerin durumu onlar için her zaman geçerli olmayabiliyor. Gerçi günümüzde, öğretmenlerimizin büyük bir çoğunluğu üniversite mezunu ve ilkokullar ve ortaokullar için üniversite seviyesinde öğretmen yetiştiren okullara sahibiz.
Devrimin zafere ulaştığı dönemde, ne kırlara gitmeye hazır doktorumuz, ne de dağlara ve ıssız bölgelere gidecek öğretmenimiz vardı; diğer yanda ise şehirlerde işsiz bekleyen on bin öğretmen.
Devrim sonuçlandığında, Birleşik Devletler kapılarını Küba’yı terketmek isteyen doktorlara açtı ve o zamanlar ülkede bulunan 6 bin doktordan sadece 3 bini kaldı. Ayrıca ABD tıp okullarındaki profesörlerin yarıdan fazlasını aldı. Diğer üniversite bölümlerindeki profesörleri de, o dönemdeki az sayıda bulunan lise ve ortaokul öğretmenlerini de aldılar. Teknik okullardan bahsetmiyorum çünkü o günlerde ülkemizde çok az sayıda teknik okul vardı. O günlerden aklımda kalan bir çeşit ortaokul var: Ev ekonomisi okulu. Bugün “ev ekonomisi okulları neydi” diye sorulabilir. Ev hanımları için miydiler? Kocalarına ve çocuklarına bakmaktan başka görevi olmayacak kızların okulu muydu?
Eğitim sistemimiz o dönemde çok zayıftı. Bugün Küba’da Devrim’in zafere ulaştığı zamandaki ilkokul mezunlarından daha fazla üniversite mezunu var. Ve o günlerde, devlet ilkokullarının o feci halleriyle verdikleri eğitimi tahayyül etmekte bile zorlanırsınız.
Bugün ülkemiz çok iyi bir eğitim sistemine sahip. Fakat buna rağmen şunu ekleyebilirim: Hâlâ tam olarak tatmin olmuş değiliz. Hem de ilkokul öğrencilerimiz, yani bize jimnastik gösterisi sunmuş olan deminki küçük çocukların yaşıtları, testlerde diğer Latin Amerika ülkelerindeki çocukların -üzücü- ortalamalarından iki kat daha başarılı sonuçlar almış olmalarına karşın tam anlamıyla tatmin olamıyoruz.
Eğitim fazlasıyla önemlidir çünkü her şeyin temelidir ve tasvir ettiğim yaklaşımlar, Latin Amerikan Tıbbi Bilimler Okulu’nun inşasının temel sebepleridir. Diğer ülkelerden gelen burs talepleri nedeniyle “Latin Amerikan” adını almıştır. Okulun kapasitesi genişti ve iki binin üzerinde öğrenci ikinci yıl okullarına başladığında, tam bir Latin Amerikan okulu olmuş oldu. Bu yıl, bu dönem, toplam mevcut beş bin civarına ulaşacak olmasına rağmen, herkese yetecek yerimiz yok burada. Bu bölgede öğrencilerin ilk iki yıl boyunca okuyacakları başka bir temel bilimler okulu da var. Öte yandan, her tıp öğrencisi için en ağır yıllar olan bu ilk iki yıllık eğitim öncesinde öğrenciler, bir yarı yıl boyunca gerekli bilgileri alacakları bir ön hazırlık eğitimine tabi olacaklar.
Bölgedeki tüm liseler eşit düzeyde değiller, bazıları diğerlerinden daha iyi. Öncelenmiş altı aylık eğitimin nedeni de budur. Fakat tıp eğitim metodlarımızın bir parçası olarak, okulun daha ilk yılından başlamak üzere öğrenciler hastanelerle ilişkide olacaklar. Bu durumda, birinci ve ikinci yıllar esnasında eğitimlerinin bir parçası olarak çizelge ve dosya hazırlamayı öğrenecekleri, pratik alışkanlıklar kazanacakları sağlık ocağı ve aile hekimi ofislerine gidecekler. Son dört seneleri boyunca ise merkezi hastanelerinin, başkentteki vilayet merkezlerindeki ya da büyük şehirlerdeki hastanelerin yakınındaki tıp fakültelerine devam edecekler.
Bu deneyime bağlı olarak ve bu tesislerin de kullanılabileceğini öğrenmemiz üzerine, bir uluslararası spor okulu açma fikri aklımıza geldi. Uzun zamandır bir okul olarak ya da savunma personeli eğitim merkezi olarak kullanılmıyorlardı, fakat onca zamandır atıl kalmalarına rağmen iyi korunmuş ve bakımlı durumdaydılar. İdeal yer olarak gözüküyordu, çünkü yeterli genişlikte mekanı, yeterli binası, sınıfı, işyeri ve deposu mevcuttu, biraz onarım ve okul olarak kullanılabilmesi için birkaç değişiklik yeterli olacaktı. Ayrıca oyun alanları da hazırlanacak ve öğrencilerin barınmasına yetecek yurtlar da sağlanacaktı.
Okul Eylül ayında açıldığında, yaklaşık dört yüz öğrenci vardı, çünkü bütün ülkeler burs hakkı kazanmış öğrencilerini yollayamadılar. Afrika’da 43 ülkeye burs önerilmişti, ancak büyük çoğunluğunun kaynakları o denli sınırlıydı ki, bazıları öğrencilerini yollayamadı ve burstan yararlanamadı. Yine bu ülkelerin çok uzakta olmaları ve öğrencilerin ailelerinden uzunca bir süre ayrı kalacak olmaları dolayısıyla burslu sayısı çok fazla değildi. Bölgemizde durum böyle değil; Haiti ya da Dominik Cumhuriyeti gibi bize çok yakın ülkeler var ya da Meksika, Orta Amerika ve Güney Amerika’nın kuzey kısmı gibi yine yakın bölgeler. Latin Amerika ülkelerindeki spor kurumları ile de daha fazla bağlarımız var; Latin Amerika ülkelerinde daha fazla spor olanağı var sporda daha önemli gelişmeler yaşanıyor ve beden eğitimine ve spor eğitmenlerine daha fazla ihtiyaç duyuyor.
Bursların dağıtımının öyküsü işte böyle. Fakat sonraları, okulda fazladan yer bulunduğunu farkedip bunu kullanmanın kayda değer olacağını düşündük. Bu noktada spor alanında Küba ve Venezüella arasında varolan ilişkilere ve gelişen birlikteliğe bağlı olarak şunu söyledik: Bu sene doldurulmayan boşluklar kullanılmalı, çünkü eğer 200 öğrenci daha kayıt olursa bir sonraki kurs için hâlâ 400 kişilik yer boş kalacak ve böylece Venezüella’dan 200 gence burs önerdik. Öğrencilerin üçte birinin Venezüellalı olmasının nedeni budur. Bütün Venezüellalılar lütfen ellerinizi kaldırınız (Tezahüratlar). Sizin de görebildiğiniz gibi ellerden bir derya gibi gözüküyor (Alkışlar).
Elbette ki, yöntem olarak, mevcut burslar oranlara ve kontenjanlara göre kullanılacak. Bu yılki durum bir istisnadır, çünkü kullanılmayan yerler vardı. Bir sonraki alımlardaki burs dağılımı üzerinde dikkatlice çalışmak zorundayız.
Honduras, El Salvador gibi küçük ülkelerde 10 öğrencinin sporun gelecekteki gelişimi açısından Brezilya’nın 100 öğrencisinden daha fazla anlam taşıdığını aklınızda tutmalısınız. 160 milyon nüfuslu Brezilya için 100 burslu öğrenci, sorunların çözümüne ciddi bir katkı koyamaz.
Aslında, büyük bir ülke söz konusu ise, böyle bir okulun vereceği bursa o ülkenin ihtiyacı olmasından ziyade, -yarımküredeki her ülkenin temsil edilmesi ilkesine bağlı olarak- okulun kendisinin belli sayıda Brezilyalı öğrenciye ihtiyacı var.
Meksika’nın 100 milyon insanı vardır ve 10 ya da 15 burs Meksika için hiçbir şeydir. Fakat 15 ya da uygun sayıda Meksikalının olması önemlidir, böylece Meksika temsil edilmiş olur. Önemlidir, çünkü bu okulların tek amacı fiziksel eğitim vermek ya da spor eğitmeni yetiştirmek değil, her şeyin ötesinde, Latin Amerika ve Karayip ülkelerini biraraya getirmek ve yetişmiş profesyonel sporcular arasında bir ağ kurmaktır.
Bu profesyonel sporcular gelecekte de birbirleriyle iletişim kurabilecekler ve birleşmeye çağrılan uluslar arasında güçlü bir spor hareketi şekillendirmeye yardım edeceklerdir. Birleşmek, bir çağrı olmanın da ötesinde, bu ülkelerin acilen gereksinim duydukları ve eğer ki kimliklerini, kültürlerini, bağımsızlıklarını ve bir gün 19. yüzyıllın baş-larında atalarının hayallerini kurduğu tek millet oluşturabilme umutlarını koruyacaklarsa fena halde gereksinim duyulan bir adım. Bu aralarında yüzyıllar süren savaşlar sürdükten sonra pratik olarak birbirlerini ayıran sınırları ortadan kaldıran farklı Avrupa devletlerinden kültürel anlamda çok daha ortaklaşa olan aynı dili konuşan, benzer alışkanlıkları olan, benzer dini inanışları olan büyük bir milletler topluluğu olacak. Şu an ortak para birimi oluşturmaya çalışıyorlar, birleşiyorlar; çünkü şu andaki dünya düzeninde hiçbir küçük ülkenin tek başına yaşama ve gelişme şansı yoktur.
Burada bilimden söz etmiyoruz, ufka doğru ve geleceğe bakarak, spordan söz ediyoruz. Gerçek insani öğretiye uygun olarak uzmanlar eğitmekten söz ediyoruz, tam da o tıp öğrencilerinin eğitildiği gibi. Biz, sporun aşağılık ve rezil bir şekilde ticarileştirmesine karşı mücadele edeceğiz.
Sağlık hizmetinin metaya dönüşmesi trajikken, spor ve fiziksel egzersiz gibi yüce ve insan sağlığıyla bu kadar yakın ilişkili bir faaliyetin de metaya dönüşmesi korkunçtur. Bugün Küba sporda, Olimpiyatlar’da dahi amatör atletlerin kalmadığı bu alanda, onu istila eden iğrenç ticarileşmeye karşı tek başına mücadele ediyor.
Olimpiyatların neyin nesi olduğunu gayet iyi biliyoruz. Sporu geliştirmeye zahmet etmeyen pek çok ülkenin tek dayanağı, ne spor imkanları ne de çalıştırıcıları olan ve ticarileşen profesyonel spora ayak uydurmaktan başka çaresi olmayan ülkelerin koşucularını satın almaları.
En azından, dürüst bir şekilde, bazen de belli spor dallarında mafya ha-kemlerinin tarafgir kararlarına rağmen, kazandığımız madalyaların onurunu aşan bir onurumuz var; ülkemizi dünyada kişi başına en fazla altın madalya düşen ülke yapan bütün altın gümüş ve bronz madalyaları dürüst bir şekilde kazanmış oluşumuzdan çok tekrar ediyorum, başka ülkelerden çalınmış koşucular tarafından kazanılmış bir tek madalyamızın olmamasından onur duyuyoruz. Devrimci mücadelemizin 42 yılı ve ilk spor enstitümüzün kuruluşunun ardından geçen 40 yıl boyunca kazandığımız bütün madalyalar bizim ülkemizde doğup yetiştirilmiş koşucular tarafından kazanıldı. Spor kültürü ve bugün sahip olduğumuz gibi bir spor hareketini, eğitmen yetiştirme ve tesisler oluşturmaya kaynaklarımızı ve ilgimizi seferber ederek yaratmak için yılmadan uzun bir mücadele sürdürdük. Bu sayede ülkemiz, kimsenin inkar edemeyeceği spor alanındaki şerefli yerine ulaştı ve bu tüm dünya tarafından tanındı.
Ülkemizin evrensel olarak tanınmasında üç şey var. Bir tanesi eğitim alanındaki gelişmeler ve ilk olarak bunu belirttim; çünkü genel eğitim her şeyden önce gelir. Bu gelişmeler okuma-yazma bilmeyen vatandaş-larımızın büyük bölümünün yararlanacağı bir okuma-yazma kampanyasıyla başladı. Herkesin altıncı sınıf ve sonrasında dokuzuncu sınıf ve daha sonra lise eğitimi almasını sağlayarak devam ettik. Bugün bütün çocuk ve gençlerin ilk orta ve lise eğitimini garanti altına aldık ve birçoğu eğitimlerini Devrim ile kurulan düzinelerce yüksek eğitim kurumunda sürdürüyor.
Bu ülkemizin eğitim alanında aynı zamanda halk sağlığı ve sporda da önemli bir yerde olmasının tanınmasının asıl nedeni.
Üç alandan bahsetmiştim ve eğitim sağlık ve spor gibi insana dair üç alan daha bulmak çok zordur (Alkışlar) ki bu alanlar bütün çocuklar ve vatandaşlar için parasız sağlanıyor (Alkışlar).
Bunlar insanlarımız tarafından yıllardır geliştirilen yegane faaliyetler değil. Örnek olarak geçmişe oranla hızla gelişen kültür ve edebiyat alanları var. Bilim de unutulmadı. Bilim insanları çok gerekli ve eğitim alanıyla işbirliği içindeler. Bilimin desteği olmadan gelişebilecek eğitim veya tıp veya spor olamaz.
Bizim insanlarımızın çabaları sadece sosyal adaletsizliğin hakkından gel-meye ve yoksulluğu yok etmeye yönelik değil bunlar için uğraşırken 42 yıllık ablukaya da katlanmak durumundayız; çünkü imparatorluk binlerce doları zimmetine geçiren politikacıları cezalandırmıyor -isim belirtmek istemiyorum çünkü her şey bir yana siyasetin baş “honço”ları (kasapları) arasında buna istisna olanların fazla olması pek muhtemel değildir. İmparatorluk adaletsizliğe suça çocukların sokaklarda dilenmelerine veya dilencilerin köprü altlarında kapı eşiklerinde uyumalarına karşı açıkça bir şey söylemiyor. Açlığa karşı bir şey söylemiyor. Ölüm mangalarına karşı bir şey söylemiyor rüşvet almaya karşı bir şey söylemi-yor yoksulluk ve cahillik oranının ürkütücü boyutlara vardığı sistemlere hükümetlere karşı bir şey söylemiyor.
Güney Afrika’da apartheidın aleyhinde bir şey söylemedi; ona yaptırım uyguladı ve onunla ticaret yaptı. Hatta ırkçı ve faşist Güney Afrika rejiminin nükleer silahlar edinmesine bu silahların Angola’nın güneyini yağmalayan faşist ve ırkçı Güney Afrika birlikleriyle savaşan Kübalı enternasyonalistlere karşı kullanılabileceğini gözeterek tolerans gösterdi.
Küba’nın aleyhinde konuşuyorlar. Burada bazı diplomatlar olduğunu biliyorum; çünkü onlardan bahsedildiğini duydum. Uluslararası toplum ve hükümetlerin bazı üyelerinin İnsan Hakları Komisyonunda yüzsüzce Küba aleyhine konuşmalarıyla dünyadaki bu yaygın utanmazlığı ve bazı hükümetlerin bu talihsiz rollerini görmek inanılmazdır. Küba kimsenin kaybolmadığı, politik suikastın duyulmadığı ve işkencenin varolmadığı bir ülkedir. Yalancı ve iftiracıların binlerce kez, burada insanlara işkence edildiği iddialarına aldırmayın. Yüz bin, yarım milyon Kübalının huzuruna çıkıp, onlara herhangi birinin bizim ülkemizde işkence gördüğünü duyup duymadıklarını sorabilirler.
İnsanlığa, insanlarını eğitmeye kendini adamış bir başka ülke daha var mı merak ediyorum. Ve bugün daha yüksek bir aşamaya erişmiş durumdayız, birçok gelişmiş ülkenin sahip olamadığı kapsamlı ve çok yönlü bir eğitim sistemine doğru yol alıyoruz; çünkü zengin olmak eğitimli olmak demek olmuyor gelişmiş olmanın eğitimli olmak anlamına gelmediği gibi.
Uluslararası politikada utanmazlık almış başını gidiyor. Umarım Cenevre’deki sefil manevralarından ürktüğümüzü zannetmiyorlardır. Onların saçma sapan davranışlarına ne kadar güldüğümüzü bilmiyorlar; çünkü güçlü kuzey komşumuzun dünyanın bugün kurallarını koyan tek süper gücün baskı, emir ve vasiliğiyle mafya gibi davranan bazı hükümetlerin alçak ahlaki düzeyleri ve güvenilmez itibarları, işte orada test ediliyor.
Diz çöküp boyun eğenlerin utancına karşın Küba, örnek olarak ayakta duruyor (Alkış). Küba, o imparatorluğun sadece birkaç mil açığındaki küçük ülke, cesaret, onur, itibar ve 42 yıllık ablukaya ve 10 yıllık o özel döneme dayanmanın azmiyle, daha birleşik daha güçlü bir ülke olarak daha geniş bir dayanışma yeteneğiyle, daha büyük bir paylaşım yeteneğiyle ve herkesten daha fazla insan gücü ile yeni bin yıla ulaşmış bir ülke (Alkış).
Kuzey komşumuz, bizim doktorlarımızın gittiği Orta Amerika’ya iki bin doktor gönderemezdi. İki bin dedim bu kesinlikle bir abartma. Bin doktor bile gönderip gönderemeyecekleri şaibelidir, öyle bir hafta on beş gün için değil, bir yıl, iki yıl, üç yıl boyunca orada çalışacak, Üçüncü Dünya ülkelerine hizmet sunacak doktorlar; adalet şampiyonu, medeni ve eğitimli olduklarını iddia edenlerin yıllarca sömürgesi olmuş, onlar tarafından yağmalanmış o Üçüncü Dünya ülkelerine. Eksikleri politik bilinçtir aslında; kandırılmamak, ayartılmamak ve cesaretlerini kaybetmemek için bizim insanlarımızın gittikçe daha fazla edindiği bilinç.
Bugün sözde ortak bir Latin Amerikalı duruştan bahseden insanlar var. Evet; vakur, onurlu, cesur, bağımsız bir ortak duruş olmalı; ama bu imparatorluğu utanmazca desteklemek anlamına gelmez, aksine, tarihte görmezden gelinemeyecek ve silinmeyecek yeni bir sayfa açan bir ülkeye karşı iğrenç manevralarına tavır almak anlamına gelir (Alkışlar). İmparatorluk ve yardımcıları ne kadar bu iğrenç hareketlere devam ederlerse, Kübanın mücadele azmi ve kararlılığı da o kadar güçlenecektir.
Yankeelerin, sefil uşaklarının veya sadece onları desteklemek için bulunan müttefiklerin sundukları önergelerin tartışıldığı ve oylandığı aynı İnsan Hakları Komisyonu’nda -ki konu Küba olduğunda imparatorluk reddedilmeyi asla affetmez- Küba tarafında sunulan sayısız önergeye de baskın çoğunluk lehte oy veriyor.
Küba, insan haklarından yana en fazla önerge sunan ülke ve baskın çoğunluk, karşı çıkmak fazla ileri gitmek olacağından, bu önergeleri destekliyor. Böylece Birleşik Devletler dünyayı sömürmede, belki üç dört ya da daha fazla müttefikiyle birlikte yalnız kalıyor. Fakat bazen bunların oyları en fazla 10 veya 15’i bulurken, Küba’nın önergeleri her zaman 30 35 40 veya daha fazla oy alıyor. Bu dünya işte böyle işliyor.
Bugünün dünyası, imparatorluk ve onun en zengin müttefikleri tarafından, insafsız ekonomik düzenleri, finansal enstitüleri ve gelişmemiş ülkelere zorla yüklenen, her yıl katlanarak büyüyen ve milyonlarca, milyarlarca insanı ümitsizlik uçurumunun kenarına sürükleyen trilyonlarca dolarlık, alınandan daha fazlasının zorla ödetildiği borçlarla, talana ve zulme maruz kalıyor. Her geçen gün refah içinde yaşama hakkının biraz daha farkına vararak büyüyen ulusları daha fazla yağmalamak ve hor görmek imkansız hale geldiği için bu düzen devam edemez, kendisini sürdüremez ve yıkılmaya mahkumdur.
Ülkemiz, küçük bir ülkenin insanlarının dayanma gücünü ve neler yapabileceğini gösterdi. Tamamen yanlış yolda ve fikir yoksunluğu içindekilerin kullandığı tek silah ve biricik ideoloji olan yalanlara rağmen Küba’nın giderek daha az yalnız olduğunu ve daha çok dost kazandığını söylüyor, düşmanlarımızı uyarıyoruz. Bu silahlar ülke gerçeğimizi ve Küba Devrimi hakkındaki doğruları daha fazla ne çiğneyebilir ne de saklayabilirler. Büyük güçler ufalandığında yapayalnız kalan, ama tüm tahminleri boşa çıkarıp kararlılığını yitirmeyen bu halka, dünyanın her köşesinde, şu veya bu şekilde takdirlerini, hayranlıklarını ve şükranlarını bildiren insanlar var.
Bu yüzden bu okulun, Üçüncü Dünya ülkelerinde ve bize en yakın kardeş ülkeler olan tüm Latin Amerika ülkeleri ve Karaiplerde sporun gelişmesi için bir okuldan öte, bir mihenk taşı olduğunu söyledim (Alkışlar). Gerçekte, özel ve sıkıntılı bir dönemden henüz çıkmış bu küçük, kuşatılmış ülkenin tüm bunları yapabilmesinin sırrı insan gücündedir. Çünkü onlara 100 dolara mal olan bize 1 dolara mal oluyor. Çünkü ne insan gücü parayla satın alınabilir, ne de yeryüzündeki tüm para bizim insan gücüyle başardığımızı başarabilir.
İşte bu bakış açımız sayesinde halkımız, bir amaca hizmet etmeyen, atıl birtakım kamu binaları gözüne çarpınca, bu okula ya da Latin Amerika Tıbbi Bilimler Okulu’na benzer kurumlar yaratmayı da akıl ediverir. İşte bu düşünce biçimi sayesinde ihtiyacı olan ülkelere ABD’den ya da AB’den daha fazla doktor gönderebiliriz. Sözlerime dikkat edin: ABD ve AB’nin gönderebileceklerinin toplamından daha fazla. ABD’nin ve AB’nin toplam gönderebileceklerinden daha fazla spor eğitmeni de gönderebiliriz (Alkışlar). İkisinin toplam göndereceğinden daha fazla öğretmen de gönderebiliriz. İkisini biraraya koysanız yapacaklarından çok daha fazlasını, dayanışma ve enternasyonalist ruhuna kanıt olarak ortaya koyarız. Karşılaştırmak mümkün değil, çünkü dayanışmanın ve enternasyonalizmin görkemi ve sıra dışı düşüncesinin zengin gelişmiş, kapitalist ülkelerde esemesi okunmaz. Bu tür fikirler yalnızca dünyanın adaletli bir yer olabilmesi için, halkların ve ulusların kardeşliği için mücadele eden bir toplumun yüreğinden yükselebilir.
Bu, şimdiye kadar bizim kılavuzumuz oldu, gelecekte de öyle olmaya devam edecek; çünkü halkımıza güveniyoruz. Lideri yok olduğunda devrimi de yok olur zannedenler yıllar önce söylediğim bir şeyi anlamıyorlar -bilmem anlayacakları gün gelir mi: “İnsanlar ölür, partiyse ölümsüzdür.” Bu durumda “insanlar ölür, uluslar ölümsüzdür” demek daha doğru olacak (Alkışlar). Bir adamın düşünceleri kendisiyle ölebilir, ancak bir ulusun ruhuna ve yüreğine kök salan düşünceler asla ölmez! (Alkışlar). Burada dile getirdiğimiz fikirler yalnızca bizim değil, milyonlarca insanın ezici çoğunluğun, neredeyse tüm insanlığın fikirleridir.
Bu kendini aldatmaya susamışlık, bu “gerçek muhalefet güçleri” denilen şeyin var olduğuna inanma arzusu, emperyalistlerin çaresizliğini ve son 40 yıldır uğradıkları başarısızlıkların ve bozgunların ardından kendilerini teselli etme çabalarını yansıtıyor. İmparatorluk ve yandaşlarınca beslenen bir avuç çıkarcının bir güç teşkil ettiğini sanarak sahte teselliler arıyorlar. Halkımızın politik bilinci, bu durumun mükemmel biçimde algılanmasını sağlıyor. Bu tür fanteziler icat eden insanların, bu ülkede Devrimin önderlerinin halkın duygu ve düşünceleriyle içli-dışlılığına dair en ufak bir fikirleri yok.
Aklımız havada değil, ayaklarımız toprağa sağlam basıyor. Biz, devrimimizin dil uzatılamaz gücünün çok ama çok iyi farkındayız. (Alkışlar).
Şunu eklememe izin verin: Okulun “maketini” incelerken bana da bir kopya göndermelerini istemeden edemedim. Yapımı bitmiş ya da henüz tamamlanmamış salon jimnastiği ya da diğer spor dallarıyla ilgili binaların her biri hakkında tek tek sorular sorarken, bir yandan da öğrenci sayısı artırılmalı mı, ek bir bina yapılmalı mı diye düşünüyordum. Ancak, hayalimde bu binayı simetriyi ve bütünün güzelliğini bozmayacak biçimde yerleştiremedim ve kayıtların artırılması fikrinden de vazgeçtim.
Tüm bunları ve yakın gelecekte inşa edilecek olan oyun sahalarıyla binaları görünce, tek bir öğrencinin bile okul kontenjanını yükseltmemesi gerektiği sonucuna vardım. Yoksa en uygun rakamdan daha fazla sayıda öğrenci alırdık. En uygun diyorum, çünkü burada, yapımı tamamlanmış ve tamamlanacak olan bu binalarla yarattığımız Uluslararası Beden Eğitimi ve Sporlar Okulu’ndan büyük bir tatminle ve güçlü bir esinle ayrılacağım.
Ülkemiz, 30 binden fazla fiziksel eğitim ve spor öğretmenine sahip ve şu anda tüm uygun fiziksel eğitim ve spor fakültelerini birleştirme ve orta düzeydeki spor teknisyenlerinin eğitimi için mevcut tesisleri yeniden yapılandırmaya yönelik bir süreç işliyor. Bunları hesaba katarsak, bugün hizmete açılan uluslararası okulu saymasak bile, bu uzmanlık alanında 10 bin civarında öğrenci eğitebilecek kapasiteye sahip olduğumuzu görürüz.
Böylece düşündüm ki, bir gün başka ülkelere ek burs imkanı tanıyacak olursak, bu değerli konuda çalışmak isteyen gençlerin ihtiyacını karşılayacak 10 bin yerimizin mevcut. Neden buraya bir kişi daha ekleyerek okulun olanaklarıyla öğrenci sayısı arasındaki dengeyi bozalım? Az önce bahsettiğim, denizaşırı ülkelerden öğrenci kabul etme kapasitemiz varken, bu dengeyi bozmaya gerek yok.
Elbette diğer okullarımız ne bunun kadar iyi ne de modern.. Yine de onlar Küba, dünya Olimpiyat ve Pan-amerikan şampiyonlarını yetiştiren öğretmenler mezun etti. Hizmetlerini düzinelerce ülkeye taşıyan, alanında mükemmel beden eğitimi ve spor öğretmenleri bu okullarda yetişti. Her geçen gün sayıları artarak parklarda egzersiz yapmak için buluşan çocuklarımızın, gençlerimizin, yetişkinlerimizin, emeklilerimizin öğretmenleri buralarda eğitim gördü. Bir çocuğun egzersize ihtiyacı olduğu gibi yaşlı bir adamın da -Fernandezi bana gülerken görebiliyorum, onunla hemen hemen aynı yaştayız- egzersize ihtiyacı vardır. Dolayısıyla tüm halkımız fiziksel eğitim ve spor öğretmenlerimizin hizmetlerinden yararlanmaktalar.
Bu okullarda yetişen fizyoterapistler, bazı hastalıklar ve kazalar sonucu fiziksel problemlerle karşılaşan insanlara tedavi olanağı veren rehabilitasyon hastanelerinde çalışıyorlar. Bazen bu rehabilitasyonların aylarca ve aylarca devam ettiği oluyor. Günde tam sekiz saat çalışarak, pek çok insanın sağlığına kavuşmasını, hareket etme yetilerini geri kazanarak normal bir yaşama dönmesini sağlayan, bu spor okulu çıkışlı fizyoterapistleri hepimiz tanıyoruz.
Beden eğitimi ve spor, sağlık demektir; ve disiplin, genç insanların karakterlerinin oluşumu, sağlıklı alışkanlıklar ve uyuşturucuyla mücadele anlamına geliyor. Spor, uyuşturucunun ve alkolün panzehiridir, aşırı şişmanlık gibi insan yetilerini zayıflatan ve öldüren pek çok hastalığa karşı koruyucu önlemdir.
Egzersiz ve spor illa da dünya ve olimpiyat şampiyonaları demek değil; daha çok gündelik iyi hal, sağlık ve çalışma kapasitesi demek. Beden eğitimi ve spor bu anlamda bir bilim, bir evrensel aktivitedir.
Sizler atlet olabilirsiniz, ancak bu okula atlet olmaya gelmediniz, buraya atletlerin eğitmeni olmak ülkenizdeki spor etkinliklerine destek olmak için geldiniz. Sadece üç beş ya da on kişi bile olsanız cesaretinizi yitirmeyin. İncile göre İsa 12 balıkçı seçerek çıkmıştı yola. Büyük bir yurtseverlerimiz de der ki: “12 adam tüm bir ulusu ayaklandırmaya yeter”. Ülkenizde kaç kişi olduğunuzun ne önemi var; sizler fiziksel eğitim ve sporun havarileri olmalı ve mücadeleyi sürdürmelisiniz! (Alkışlar)
Eğitimci olacaksınız. Öğretmen kimliğini, sağlığın ve iyiliğin temsilciliğini gururla çocuklara, genç insanlara, yetişkinlere ve daha yaşlılara taşıyacaksınız. Bana inanın ve bunu anlamaya çalışın; sevdiklerinizden, ülkelerinizden uzakta burada bulunduğunuz özverilerle, nasıl görülmemiş yücelikte, yararlı ve güzel bir sorumluluğu omuzladığınızın farkında olun.
Bu okulu, örneklerinin en iyisi yapın. Şundan tamamen emin olabilirsiniz ki, profesörleriniz ve verili olanaklarınızla, bir gün şuradan veya buradan uzmanlar olarak değil, “Uluslararası Beden Eğitimi ve Spor Okulu mezunları” olarak parmakla gösterileceksiniz. Orada Küba yazmıyor (okulun ismini işaret ederek) ama insanlar bu eşsiz Beden Eğitimi ve Spor Okulu’ndan söz ederken herkes bilecek ki, bahsi geçen Küba Uluslararası Beden Eğitimi ve Spor Okulu’dur. (Alkışlar ve sloganlar)
Tıpkı kapitalist ve emperyalist ekonominin önde gelen uzmanları olan Harvardlı Oxfordlu ekonomistler gibi -gerçi haklarını da yemeyelim, bunların aralarında bir kısım yenilikçi ve bir miktar gerçekten iyi insanlar, çılgınlık ve kaosla eşanlamlı bu sistemi tamamen benimsemeyen insanlar olduğunu kabul etmeli- siz de dünyaca tanınmanın tadını çıkaracaksınız. Sizin gelecek dünya şöhretinize gıpta ediyorum (Alkışlar).
Her zaman sporu sevmişimdir ve sizleri kıskanıyorum (Alkışlar).
Artık konuşmamı sonlandıracağım; çünkü engelli ve engelsiz 50 metre koşuları var; 100, 200, 400, 800, 1500, 3000, ve 5000, metre koşuları var. Aynı zamanda maratonlar var. Kronometreyi bir bakabilir miyim 3000, metre civarında olmalıyım (Kahkahalar).
Ama “Patria o Muerte” demeyeceğim. Onun yerine, “Yaşasın Enternasyonalizm” diyeceğim (Alkışlar ve “Yaşasın Enternasyonalizm” sloganları).
Yaşasın insanlık! (Alkışlar ve “Yaşasın İnsanlık” sloganları)
Yaşasın gençlik! (Alkışlar ve “Yaşasın Gençlik” sloganları)
Yaşasın sağlıklı spor! (Alkışlar ve “Yaşasın Sağlıklı Spor!” sloganları)
“Ya Vatan ya Ölüm”