Gelenek’in Kasım 1986’da çıkan 1. sayısından…
Gelenek, okurlarına ilk merhabasını derken bir noktayı açık seçik belirtmekte yarar görüyor: Gelenek Türkiye solunda birlik oluşturmaya yönelik bir perspektifle ve bu doğrultuda bir platform yaratma misyonuyla yola çıkmıyor. Gelenek’in kendisi için saptadığı amaç, bir cümleyle şöyle özetlenebilir: Ülkenin bugünkü ortamı ve koşullarından hareketle geleneksel sol’un Türkiye’de yeni bir ruha, canlılığa ve yaratıcılığa kavuşabilmesine katkıda bulunmak…
Genel olarak bakıldığında Türkiye’de bugün geleneksel sol ve Yeni Sol olarak iki ana küme giderek belirginlik kazanıyor. Yeni Sol,başka ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de, küskün aydınları, özel küskünlük alanlarına ilişkin teorik “söylem”lerle rahatlatan, belki de “hafifleten” eklektik ve apolitik konumuna yerleşiyor. Bu yerleşmeyle birlikte, Yeni Sol’un eskime süreci de başlamış oluyor. İki yüz yılı aşkın bir mücadele geleneğinin tek mirasçısı olması gereken geleneksel sol ise, ekonomist ve dar pratikçi zorlamaların yol açtığı hantallığından bir türlü kurtulamıyor. Yalnızca son altı yılın getirdikleriyle açıklanamayacak, acı bir gerçek duruyor ortada: Sosyalizme yönelik en beylik saldırı ve çarpıtmalar yanıtsız bırakılabiliyor, suskunlukla geçiştirilebiliyor. Daha kötüsü belirli alanlardaki inkarcılık gelişkin solcu olmanın önkoşulu bile sayılabiliyor. Bir yanıyla bakıldığında Türkiye solu 1961-71 dönemi kazanımlarını bile yitirmiş görünümü veriyor.
İşte bu noktada gelenek, arama gereğini duyanlara ve aramasını bilenlere sağlayabileceği güçlü silahlarla, geçmişten günümüze uzanıyor. Gelenek, yaratıcı bir baştan değerlendirme sonucu kazandığı zenginlik ve tutarlılıkla, geleceğe çok daha iyimser gözlerle bakmanın koşullarını oluşturuyor. Türkiye’de, bir uçta “günceli bir mitos olarak yaşama” çıkmazının, öteki uçta ise aynı güncele bu kez bir “mesai” anlayışının darlığı içinde yaklaşma olgusunun karşısına, doyurucu yanıtları ile, gelenek çıkıyor.
Görev, bu mirasın hakkını vermektir. Türkiye solunun 20. yüzyılın son çeyreğinin hakkını vermesi, bu mirasın hakkını vermesiyle mümkündür.
Geleneksel sol bu mirasın tek ve doğal temsilcisidir. Nesnel olarak böyledir, öznel olarak da böyle olmak zorundadır. Ancak, bir batılı Marksistin yıllar önce değindiği bir tehlike doğrultusunda geleneksel solun üzerine örtülen ekonomist eğilimli yorum, seçkin aydın kesimlerinin bu çizgiye gereğince yakınlık duymalarını engellemiştir.
Oysa, devralınan mirasın zenginliği, bu tür örtü ya da kalıpları söküp atabilecek güce fazlasıyla sahiptir. Sorun, bu atılımın gerçekleştirileceği teorik müdahale alanında titiz ve cesur olabilmektir.
Önümüzdeki yılların Türkiye’sinde, sol hareketteki belirginleşme süreci, kimi yönleriyle 1961-65 dönemindekine benzer bir çeşitliliğin içinde gelişecek. Bunu teorik planda hareket alanını genişleten bir avantaj saymak mümkündür. Yine öyle görünüyor ki, Türkiye solunda farklı teorik odakların varlığını kabul etme, söylenenleri dinleme, yeniyi araştırma eğilimi de bir süre daha devam edecektir. Bu ortam, en iyi biçimde değerlendirilmelidir. Özetle Türkiye solu 1961-65 döneminin yüzeysel ayrışma sürecini bu kez olabildiğince derinliğine yaşamalıdır.
Gelenek, bu süreç içerisinde üzerine düşen görevi yerine getirme amacıyla yola çıkıyor.
Gelenek, geçmişten devralınan teorik-pratik mirasın, zaman zaman ortaya atılan ve kalıcılaşabilen kimi standart yorumların ötesinde bir zenginlik içerdiğine inanıyor.
Gelenek, geçmişin mirasına yaklaşımda, sorumsuzluktan uzak kalan bir serbestlik ve yaratıcılığın, dünyamızı ve ülkemizi değerlendirmede yeni perspektifler açabileceğini düşünüyor.
Hep birlikte, geleneği, geleceğin güvencesi yapabilme umuduyla…