Gelenek’in Kasım 1988’de çıkan 22. sayısından…
1986’dan 1988 sonbaharına yayınlar düzeyinde Türk solunda oldukça çok şey değişti. Bu değişiklik en yalın haliyle yayın hayatına giren dergi adedinde gözlenebiliyor. Siyasi bir kimlik taşımayan ve edebiyat-sanat alanında yoğunlaşanlar bir yana konulsa bile, sol siyasi panoramanın çok çeşitlendiği söylenebilir. Çeşitlilik içinde yaygın ve ortak bir “kimlik koyuş tarzı” göze çarpıyor. Türkiye solunda 80 öncesinde olduğu gibi bugün de çevrelerin kimlikleri dar anlamda güncel siyasetin damgasını taşıyor.
Gelenek kitap dizisi bu sayısıyla ikinci yılını doldurmuş bulunuyor. Gelenek’i ayırdeden bir nokta yukarıda söylenen konuyla ilişkili. Gelenek kendi kimliğini güncel siyasetin ayrıntılarında değil, teorik bir dolayım ile ortaya koyan çok az yayından biri…
Neden teorik bir yayın?
İki yıl içinde bu soru Gelenek’e çeşitli vesilelerle yöneltildi. Bu soruya verilen bir tür yanıt, Gelenek’e yöneltilen eleştirilerin de temel tezini oluşturdu. Hatırlanması zor olmayan bu eleştiri “apolitiklik”, temelini oluşturan yanıt ise “akademizm”… Gelenek bu eleştiri türünü, “kim daha politik” yarışmalarını ciddiye almadı. Ama teorik bir yayınla yola çıkmanın nedenleri üzerinde burada bir kez daha dururken dolaylı olarak bu “eleştirilere” de yanıt vermiş olacağız.
Gelenek, ne başlarken ne şimdi, teorik yayın olma niteliğini kendinde bir amaç olarak görmedi, görmüyor. Teorik yayın olmayı siyasal kimliğini tanımlamanın yöntemi, alanı olarak değerlendirdi. Bu tercihin altında bir gözlem ve saptama yatıyor: Türkiye sol hareketindeki teorik boşluk.
Boşluğun tarihsel kökenleri bu yazının konusu değil. Burada yalnızca sorunun kategorik olarak ne anlam taşıdığına değinilecek. “Boşluk”tan, nesnellik tarafından tanımlanmış sınırları net olarak çizilmiş bir somut sorunu anlamamak gerekiyor. Böyle bir şey yok. Sorun sosyalistlerin karşısına ancak kısmen önceden belirlenmiş olarak çıkar. Ağırlıklı olarak ise sorunlar, çözmeye aday olanların bunların bilincine varmasıyla paralel olarak biçimlenir. Sorunlar, tanımlanmalarından çözümüne dek, her aşamada öznenin müdahalesiyle birlikte var olurlar. Teoriden söz ediliyorsa, bu çok daha geçerlidir. Yoksa teorik azgelişmişlik denilince bundan çoğunluğun aynı şeyi anlaması gerekirdi. Evet, ortada bir azgelişmişlik olduğunu kabul etmeyecek fazla kişi yok. Ama kimileri için bu boşluk, barış ve demokrasinin eksenindeki global sorunların bilincine varmakla, ya da yeni bir politik kültürü burjuvazinin benimsemesiyle çözülecektir. Başkaları için sorun, örneğin Çin devriminin Türkiye’de yeterince tanınmamasıdır, vb… Değişik özneler ortak soruna farklı çözüm yolları önerirler. O halde, ortadaki nesnel sorun, öznelerin ideolojik formasyonlarında aldığı biçimlerce örtülerek silinmekte, ortaklık da çarçabuk sona ermektedir.
Gelenek teorik bir müdahaleyi gündeme getirirken, önce bu boşluğu kendi perspektifine göre tanımladı. Kendi konumundan kalkarak kimi konuları öne çıkartırken kimilerini geri plana itti. Bu seçmeciliğin sübjektivizmle buluşmaması için bir subaba ihtiyaç vardır. Bu, ideolojik sistemini kendi içinde bir çevrim halinde görmemekle sağlanabilir. Açıklamalar kendi soyut çerçevelerinde kanıtlamalarla sona ermeyerek, bir uçları maddi süreçlere nesnel kıstaslara bağlanabilmelidir. Teorik boşluk yalnızca teoride kapanmaz.
Teorik müdahalenin kendi başına eksik kalması kendini çeşitli alanlarda gösterecektir. Doğru teorik çözümlerin iç tutarlılığının ötesinde somuta ışık tutucu olmaları gerekir; doğru siyasal yanıtların tarihsel dayanakların ötesinde güncel tavırlarda kanıtlanması gerekir; son olarak sosyalist hareketin insan malzemesinin de bu bütünlüğü gözeten çok boyutlu bir formasyon edinmesi gerekir. Gelenek teorik yöntemiyle bunları gözettiği ölçüde teori fetişizmine ya da teorisizme kapıları kesin olarak kapalı tutan bir perspektif geliştirdi.
“Neden teorik bir yayın?” sorusunun çerçevesi biraz daha açık hale gelmiş olmalıdır. Son bir netleştirme için şu eklenebilir: Gelenek Türkiye sosyalist hareketinde yeni bir canlanma döneminin eşiğinde, bu yükselişin yeni bir kadro tipolojisi yaratması ve onların omuzlarında yükselmesi gereğine inanıyor. Bu tipoloji tek yönlülük zaaflarından arınmış olacaktır. Teorik yayın, bu yeni insan malzemesinin kendisini en net ve sağlam tarzda tanımlamaya zorlamasının da aracıdır.
Eleştiriler, tepkiler…
Gelenek’in konu çeşitliliği içinde bazı başlıklar ön plana çıkıyor. Bunlar sosyalist devrim teorisi, Bolşevizm ve örgüt, sosyalist sisteme yaklaşım, solun kadrolaşma sorunu olarak sıralanabilir. Türkiye aydını, sol hareket, Jakobenizm gibi konulardaki çözümlemeler bunları izler.
Gelenek, ilk olarak, Türk solundaki teorik boşluğa uzlaşma sağlaya yönelik ortalama kavram ve yaklaşımlarla değil, kendi gündemiyle müdahale etti. Eski, ve solun ilgisinin uzağına düşmüş olsa da, devrim tanımlaması tartışmasını bu nedenle ortaya attı. İkincisi, ele alınan konulardaki yaklaşımlar arasında tutarlı bir bütünlük oluşturmaya özen gösterdi. Tüm konular teorik ve siyasal açıdan merkezi öneme haiz odaklara, örneği sosyalist hareketin insan malzemesi/kadrolaşma sorununa yöneltildi. Üç, Gelenek’in tabuları olmadı. Çoğu çevrenin kimi konulara el atmamasının ya da kimi kaynak ve isimleri referans göstermekten kaçınmasının altında kendi kendilerine yarattıkları tabular yatar. Gelenek ne kaynak, ne de isim anlamında kendisine tuhaf ve gayrı samimi kısıtlar koymadı. Teorik zenginlik ile siyasal kesinliği bağdaştırmayı hedefledi. Dört, yaklaşımlarda kuru bir akademizm ile içi boş bir siyasal tellallıktan yine özenle kaçındı. Akademik teorinin içinde yer aldığı kabul edilen sorunları siyasal anlamlarıyla yeni bir çerçeveye oturtarak tartışmaya açtı; tamamıyla pratik görünen konuları ise belirli bir teorik ilkesellikle dar pragmatizmden kurtarmaya çaba gösterdi.
Gelenek’in bu çizgisi az rastlanır çeşitlilikte eleştirilere muhatap oldu. Neler denilmedi ki! İktidar fetişisti ve apolitik, Troçkist ve Stalinist, bohem ve bürokrat, sol sekter ve sağ sapma, yeni solcu ve ortodoks… Bir araya gelmesi mümkün olmayan bu sıfatların hep aynı çevreye uygun görülmesinin vebali bu çevrenin iç tutarsızlığı olamaz. Hiçbir çevre tüm bu eleştirileri aynı anda hak edecek denli tutarsız davranmayı, ya da sık görüş değiştirmeyi başaramaz. Bu fizik olarak mümkün değil… Geriye eleştirmenlerin kavrayış eksiklikleri kalıyor.
Eleştirmen, değerlendirmesi yapılacak olguya nüfuz etmeli, nesnesinin iç dinamiklerini tüm açıklığıyla algılamalıdır. Eleştireceği düşüncenin hangi motivasyon ve süreçlerle oluştuğunu yakalayabilmelidir. Gelenek’e yönelik eleştiriler, bunun eksikliği anlamında hep dışsal ve uzak kaldı. Nesnelerini eksik kavrayanlardan kendilerine ait bir teorik sistematikleri bulunmayan çoğunluk, bu çifte açmazda çıkış yolunu düzey düşürmekte aradı. Az sayıda eleştiri bunun ötesine geçebildi. Bu sonuncular Gelenek’i içsel olarak çözümleyemeseler de, hiç olmazsa kendi sistemlerinden hareketle yaptıkları değerlendirmede kendi kendileriyle çelişmiyor, küfürlere başvurmaya da fazla ihtiyaç duymuyorlardı…
İki yıl boyunca değişik yayınlardan aldığımız olumlu-olumsuz tepkiler, belirli tartışma ve kavramları genel sol gündeme sokma hedefine ulaştığımızı gösterir. Bugün artık yerleşiklik kazanmakta olan “geleneksel sol”, “yeni sol”, devrimci demokrasi vb. kavramlardan, Türkiye’de örneğin ilki Gelenek ile doğmuş diğerleri ise onun aracılığıyla güncellik kazanmıştır. Gelenek’in ortaya attığı sosyalist devrim, Leninist örgüt gibi tartışmalara da beğensin beğenmesin ilgisiz kalan çevre sayısı pek azdır.
Gelenek bunların dışında ilginç bir tepki daha aldı. Gelenek’in ilk kitapları geleneksel solun tek siyasal/teorik yayını olmasıyla genel bir olumlanmayla karşılaştı. Yazıların taşıdığı mesajların siyasal açıdan uzağında kalan çevreler ve kişiler de, böylesi bir yayının varlığına “sempati” gösterdiler. Söz konusu tutum, Gelenek’in teorik çabalarının bir siyasal kimliğin biçimlendirilmesi anlamına geldiğinin giderek netleşmesiyle soğumaya başladı. Aslında bu “sempati” kendi dışlarındaki çevrelere, yayınlara, kendi konumlarından kalkarak misyonlar atfetmek şeklindeki garip bir psikolojinin yansımasıydı. Şöyle düşünülüyordu:
“Türkiye solunun siyasal önderlik sorunu bizden sorulur; siyasal mücadelesini de biz yaparız; başkaları bu alana girmeden, çeşitli konularda olumlu katkılar yapar. Kimileri demokrasi mücadelesi verir, diğerleri mesleki örgütlenmeler yaratır, başkaları gençliktir, bazıları da ‘teori yapar’ ve herkes kendine düşen misyonun sınırını bilmeli, kimse çizmeyi aşmamalıdır.” Bu modellere isteyen uyabilir elbette. Ancak Gelenek, artık çok uzun süredir Türkiye solunda “bazı önemli işlerin bir yerlerde yapıldığı” illüzyonunun eskidiğine inanıyor. İkinci olarak da, işbölümlerinin bu yatay dağılımını sosyalist örgütlenme ve mücadele anlayışıyla bağdaştıramıyor. İşbölümü sorununu sol hareketin genelinde yataylamasına değil, çevrelerin içsel konusu olarak algılıyor. Gelenek bu anlamda “çizmeyi aşmaktan” geri kalmadı. “Haddini bilmediği” için de, yayın hayatının bir noktasından sonra apolitiklik ve pasifizm karalamalarının hedefi oldu. Bu suçlamaların eleştiri değil, sahiplerinin üzerlerinde ve yakınlarında hissettikleri bir etkiyi teori kompartımanında yalıtma çabalarından ibaret olduğunu düşünüyoruz. Gelenek girdiği yolda ilerledikçe sosyalist politikanın bu “parsel sahipleri” dahil herkes bu ülkede bir de böyle bir gelenek oluştuğunu kabul edecekler…
* * *
Gelenek tüm bunların yanı sıra eksikliklerinin de bilincinde. Konularımızda çeşitlenmenin artarak sürmesi gerekiyor. Bugüne dek çizilen teorik çerçevenin uygulanım alanlarını çoğaltmak, bu alanlarda yeniden üretmek gerekiyor. Bu, tartışmalarımızda Türkiye’nin sorunlarına daha dolaysız eğilen konuların, bugüne dek kapladıkları bölümün artacağı anlamına geliyor. Teorik yayın olma özelliğini yitirmeksizin, bu anlamda bir akademik ciddiyeti koruyarak, Gelenek varlığını sürdürecek. Bugüne dek koruduğu “genel ve kesin bir hat üzerinde homojenlik” Gelenek’in temel niteliklerinden biri olmaya devam edecek.
Gelenek üçüncü yılına giriyor. Misyonunu sosyalist hareketin geleceğine ışık tutacak bir geleneğin her boyutuyla inşasına katkı koymak biçiminde tanımlıyor…