“Ciguli, Azer Bülbül, Sabahattin Âli ve Nâzım Hikmet gibi isimleri yan yana getirebilecek bir yayın fikri geliştirin!” desek, kafanızda nasıl bir şey canlanır? Belki 5 sene önce sormuş olsaydık en fazla alaycı bir gülümseme ile karşılaşacağımız bu yaklaşım son 3-4 yıldır kültür ve edebiyat yayıncılığımızın merkezine oturmuş gözüküyor.
Türkiye solunun ve medyasının özellikle 2013 sonrası bir fotoğrafını çekmek istediğimizde, sıklıkla “muhalif” veya “alternatif” gibi etiketlerle karşımıza çıkan, “popüler kültür ve edebiyat” şeklinde kategorize edebileceğimiz bir medya formatı önemli yer tutmaktadır. En popüler örnekleri arasında KAFA, OT, Bavul gibi dergileri sayabileceğimiz bu formatın günümüz kültür ve edebiyat dergiciliği alanında bir modele dönüştüğünü söyleyebiliriz. Haber ve kültür içeriğini çoğunlukla siyasi ve örgütsel hedeflerle gerçekleştiren sosyalist ve anti-emperyalist medya organlarından farklı olarak, popüler kültür/edebiyat dergileri ile liberal çizgideki çevrimiçi haber siteleri daha çok okuyucu taleplerine veya okuyucu talebi olarak görülen kaygılara göre şekillenmektedir.
Bu yazıda popüler kültür ve edebiyat yayıncılığının Türkiye solundaki siyasi ve ideolojik konumlanışını ele alacağız. Bu yayınların temelde yaşam tarzı odaklı bir yeni solculuğa tekabül ettiklerini, böylece solun sterilizasyonuna ve okur kitlesinde de gerçekten kaçış eğilimine (escapism) hizmet ettiklerini öne süreceğiz. Bununla beraber “haz ve hız” odaklı popüler kültür yayıncılığının “liberal çoğulcu” diyebileceğimiz bir yayıncılık anlayışının parçası olduğunu, sosyalist hareketin güncel durumu ve gelişmelerinden bağımsız değerlendirilemeyeceğini ifade edeceğiz.
Nuray Mert’in Nisan 2015’te Cumhuriyet gazetesinde başlamış olduğu köşe yazılarına Ağustos 2017’de son verilmesiyle sonuçlanan, elbette Nuray Mert’le başlayıp bitmeyen “sola hücum” akımı ile birlikte, Türkiye’de solun ve sol yayınların altını oymayı hedefleyen, kendisini sol/muhalif olarak topluma sunan bir yönelimin varlığı belirginlik kazandı. Yeni sol veya liberal sol görünümlü, esasen o kategoriye bile dar gelecek şekilde yeni muhafazakar kaynaklardan beslenen bu akımın varlığı sosyalist solda konumlananlar için hiç de yeni bir bilgi değil. Geçmişte Taraf ve Radikal İki gibi yayınlardan aşina olduğumuz isimlerin ve ideolojik yaklaşımların şekil değiştirmesinden ibaret bir manzarayla karşı karşıyayız. “Haz ve hız” ilkelerine dayalı popüler kültür/edebiyat yayıncılığının da aynı kaynaklardan beslendiği gizli olmamakla beraber görünürdeki çeşitlilik sebebiyle tespiti daha zor bir konumdadır.
Haz ve hız yayıncılığı demişken, bu kavramların bahsettiğimiz popüler kültür/edebiyat dergilerinin bazıları tarafından kendilerini tanımlarken kullanıldığını, yani sonradan yapılmış bir yakıştırma veya tespitten ibaret olmadığını belirtelim. “Maksat Yeşillik Olsun” ve “Paldır Kültür Edebiyat” sloganlarını kullanan OT dergisinin web sitesindeki “Hakkımızda” bölümüne baktığımızda şu ifadelerle karşılaşıyoruz:
“Hazla ve hızla okunan dergi” hedefiyle 1996 yılından beri sırasıyla; Öküz, Hayvan ve son olarak 2013 yılında “Maksat Yeşillik Olsun” sloganı ile yayın hayatına başlayan OT dergisi köklü bir geleneği temsil eder. OT dergisi kök olarak kendine mizah ve edebiyatı alıp, dallarını futboldan siyasete, sokaktan müziğe, hayata dair hiçbir şeye yabancı kalmayarak, ülkede sözü olan herkesle bir araya gelebilme cesareti ve isteğini her daim göstererek büyür.1
Bu ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla popüler kültür/edebiyat dergileri, kendilerini bu alanın “ana akımı” diyebileceğimiz ciddi edebiyat/kültür dergileri ile aralarına bir mesafe koyma çabasındalar. Bu noktada ön plana çıkan en önemli amaç edebiyat kadar mizah ile ilişkilenerek genellikle daha dar bir kesime hitap eden salt edebiyat dergilerinin hedef kitlesini aşarak daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmak gibi gözüküyor. Buna, gündelik hayatta sohbet konusu olan hemen her konuda bir kanaatler yelpazesi sunma görevi de eşlik ediyor –ki bu noktadan itibaren popüler kültür, popüler ikonlar ve popüler kişilikler bu dergilerin vazgeçilmezleri haline geliyor. Sosyal medya jargonuyla ifade edecek olursak, o gün “popisi yüksek” olan kim veya ne varsa bu dergilerin ana malzemesi oluyor. Bu da bir derginin nasıl olup da bir sayıda Sabahattin Âli’yi, başka bir sayıda ise Ciguli’yi kapağına taşıyabildiğini veya İlber Ortaylı, Can Dündar, Hayko Bağdat ve Ataol Behramoğlu gibi isimleri yan yana getirebildiğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla, post-modern felsefenin yapıtaşlarından olan eklektisizmin, yani farklı düşünce sistemlerinden alınan öğelerin birleştirilerek kullanılmasının, popüler kültür/edebiyat dergilerinin temel özelliklerinden biri olduğu söylenebilir. Siyasi konulara değinse de özünde siyasetler üstü ve kapsayıcı bir platform yaratmak bu tür yayıncılığın temelini oluşturuyor. Kes/Kopyala-Yapıştır düzeyinde uyumsuz çok sesliliğe yol açan bu yaklaşımdan da haliyle derinlikli eserlerin çıkması pek olası değil. Hatta, mizah amacıyla kurmaca haber ve içerik üreten Zaytung internet sitesinde yayınlanan “Kendi OT Derginizi Kendiniz Yapın” gibi alaycı yazıların da gösterdiği üzere üretilen içerikler, bütün çok seslilik ve çeşitlilik görüntüsüne rağmen esasen oldukça tek tip ve basmakalıp bir yapıdalar.2 Sol siyasetin böylesi sığ sularda kürek çekmesi de doğal olarak mümkün gözükmüyor.
Amacı hızlı okunmak ve edebiyatla karışık mizaha yer vermek olan, dolayısıyla siyasi ve öğretici hedefler yerine keyif unsurunu merkeze koyan yayınların gösterdiği bu eklektisizm veya ideolojik çeşitliliğin tek başına ele alındığında sol siyaset açısından belirleyici bir durum teşkil etmediği öne sürülebilir. Bu karşı görüş, bahsettiğimiz yayınlar yalnızca birer popüler kültür/edebiyat dergisi olarak pazarlansa ve bu şekilde tüketilse belki doğru olabilirdi. Tek başına bir yayının ideolojik çeşitliliği hedeflemesi, dolayısıyla farklı görüşlerdeki yazarların kanaat yazılarına özellikle yer vermesi, bunu yaparken de hem eğlendirici hem de gündemi yakalamaya yönelik konuları ele alması, sol siyaset açısından zorunlu olarak olumsuz bir sonuç üretmek zorunda değil. Öbür taraftan, bahsi geçen ideolojik çeşitlilik içerisinde solu yeniden tanımlamaya yönelik bir girişimin kendisini güçlü bir biçimde hissettirmesi bu dergileri yalnızca birer popüler yayın olarak görmemizi engelliyor. Gelenekselci ve eski moda bulunan –kısacası sosyalizm hedefine sadık kalan– siyasetlere yönelik “sol öyle olunmaz, böyle olunur” (burada “sol” yerine “muhalif” de yazabilirsiniz) düşüncesi kendisini bu yayınlarda fazlasıyla hissettiriyor.
Popüler kültür/edebiyat dergileri üstüne daha önce yazılan yazılar, bu dergilerin sol siyaset açısından tarihsel anlamda durduğu yere işaret ettiler. Örneğin, Taylan Kara, “sola yandaş pazarlama dergileri” adını verdiği popüler kültür/edebiyat dergilerinin, geçmişte “niyet okumama” bahanesine sığınarak 12 Eylül 2010 referandumunda iktidara ideolojik destek sağlayan “yetmez ama evet”çilerin, görünürde sol eğilimli bir yayında edebi ve nostaljik temalara eğilerek vicdan temizlemeye çalışan düzen bekçisi gazeteci ve köşe yazarlarının sola yeni bir paketle yeniden yedirilmesi amacına hizmet ettiğini belirtiyor.3 Ali Şimşek ise, popüler kültür/edebiyat akımının izlerini 1980 ve özellikle de 1986 sonrası yerleşmeye başlayarak “tutunamama”, “kaybetme” temalarını yücelten, yazarın ifadesiyle “‘yüksek’ kültür ile popüler kültürü harmanlayan” akımda buluyor.4 Şimşek isabetli bir biçimde “Leman dergisi çevresinde pişen Hayvan ve Öküz dergilerini”, yan yana görmeye alışık olunmayan kişi ve görüşleri bir araya getiren Metin Üstündağ’ı örnek olarak veriyor. Bu 1980 sonrası akım, yukarıda da belirttiğimiz gibi günümüzün popüler dergilerinden OT dergisinin ve Metin Üstündağ’ın OT’tan ayrıldıktan sonra kurduğu Yumuşah G gibi yayınların öncülleri durumundalar. Dolayısıyla Şimşek’in tespitlerinden de hareketle “haz ve hız yayıncılığı”nın temellerinin 1980 darbesinin solda yarattığı dağınıklık ve yönsüzlükte yattığını öne sürebiliriz. Şimşek’in de işaret ettiği gibi aynı akımın, aynı isimlerle 2013 Haziran Direnişi sonrasında yeniden güç kazanması ve yönsüz kalmış veya yönünü bulmaya çalışan bir solu yeniden tanımlamaya çalışması bir tesadüf olarak değerlendirilebilir mi? Daha da önemlisi, nitelik ve ideolojik/siyasal netliği eğlence ve uyumsuz çok sesliliğe kurban eden bu akımın, sol siyaset sahnesindeki olumsuz etkilerini, tam da tutunamamayı, kaybetmeyi yücelten yorgun demokrat tavrına yakışacak şekilde dönemin ruhuyla açıklayarak geçiştirmek ve geçici bir olgu olarak önemsizleştirmek ön açıcı bir tavır olarak ele alınabilir mi? Dolayısıyla, 1980 sonrası yenilgi ruhunun ürettiği bir yayıncılık türünün 2013 Haziran’ı sonrası benzer bir yenilgi ruhu tarafından yeniden canlandırılmış ve Haziran Direnişinin hesaplaştığı “yetmez ama evet” gibi solu daha önce de felce uğratma amacıyla ortaya çıkartılmış akımlara alan açar hale gelmiş olması yalnızca bir tespit değil, aynı zamanda bir mücadele alanı olarak da görülmelidir.
Bu noktada şu soruya bir cevap vermek durumundayız: Popüler kültür/edebiyat dergileri sol siyaset ile nasıl ilişkilenmektedir? Bu soruya yanıt verirken, bu dergilerde yazan veya bu dergilere katkı koyan herkesin bunu yaparken farklı gerekçelere sahip olabileceğini unutmamamız gerekiyor. Yani bu yayıncılık modeline dönük eleştiri, ayrı ayrı her bir yazar ve yayımlanan her bir yazı için geçerli olmayabilir. Yayımlanan her bir yazıya yönelik farklı farklı eleştiriler geliştirmek mümkün, fakat burada söz konusu olan farklı yazıların sahip olduğu içeriklerin değil, bir yayıncılık modelinin eleştirisidir. Öbür taraftan, kimi yazarların duruşu ve kimi yazıların içerikleri, bu yayıncılık modelinin bütününe dair çeşitli ipuçları sunar nitelikte de olabilirler.
KAFA dergisi kurucusu Candaş Tolga Işık ve dergi yazarlarından Cem Davran, Can Yılmaz ve Zafer Algöz’ün katıldığı, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde gerçekleştirilen söyleşide KAFA dergisinde yazmaya nasıl başladığını ve neden yazmaya devam ettiğini anlatan Cem Davran şunları söylüyor:
“Ben aslında şunun için yazıyorum, tüm samimiyetimle söylüyorum. Ben şu, sosyal, sol ve artık benim 40 sene önceden 45 sene önceden çok iyi bildiğim, benim yemeyeceğim şu garip muhalif şeyden çok sıkıldım… Yani hep eleştir, eleştir, iktidara onu söyle, oraya onu söyle… Hep de aynı kitle. Sen de tiyatrocusun, ha babam içine çekiyorlar seni. Çaktırmadan sen de giriyorsun fakat ben öyle bir tip değilim yani. Ben daha olumlu bakarım, hani kötü şeylerin içinde de atlar zıplarım, hiperaktifim kaç yaşından beri filan. Oradan çok sıkıldım ben. Hiç olmazsa dedim ben bu tarafa yazayım. Bu anlamda tedavime katkısı oldu.”5
KAFA dergisi adına bir üniversitede gerçekleştirilen söyleşide bir yazarın neden bu dergide yazdığına dair görüşleri elbette derginin yayın politikasını ve dünya görüşünü bütünüyle yansıtmak zorunda değil. Bununla beraber bu ifadeleri tek bir yazarın KAFA dergisinde yazma gerekçesine dair görüşleri olarak ele aldığımızda dahi önemli bir veriyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.
Mualif olma ve muhalefette olmanın devrimci eleştirisi, şu anda muhalefete itilmiş bulunanların iktidar perspektifini hiçbir zaman yitirmeden hareket etmesi gerektiğini temel alır. Bununla beraber, Davran’ın yaklaşımında da bulduğumuz üzere, muhalefetin bireyci bir eleştirisi veya muhalefeti eleştirme biçiminde başlayıp her türden mücadelenin yadsınmasıyla son bulan bir eleştirisi de bulunmaktadır. Muhalefeti değil mücadeleyi eleştirme yaklaşımı, en nihayetinde kişinin kendini kurtarmasının vaaz edildiği bir bireyciliği, bireycilik de yaşam tarzına dayalı kamplaşmalardan ibaret bir siyasi tahayyülü getirebilmektedir. Sola solculuk dersi vermek ve solcuları “rakı masasında ülke kurtarmak” ile suçlamak bu türden bir muhalefet eleştirisinin vazgeçilmez klişeleri haline gelmiştir. Örneğin, Davran’ın aynı konuşmasının devamında yazarın neden yazmaya devam ettiğiyle ilgili şu ifadeler yer alıyor:
“Şu saçma sapan muhalefet halinden, benim etrafımın bulunduğu mahallenin gerçekten artık aptalca bulduğum muhalif halinden kurtulmak için. Muhtemelen bu lafımı duyan birileri küfür edecek bana ama etsinler çünkü maalesef böyle. Çünkü ben 1970’lerden geliyorum, ben gördüm, sahteyi sahiciyi gördüm yani. Bu sahte muhalefetin böyle gereksiz, hani meyhanelerde sallayıp sonra… Çünkü benim ilk gençliğimde abilerimiz vardı, işçilerle yürüyüş yaparlardı, Okmeydanı’ndan direk aşağıya Yakup’a meyhaneye, işçiler yine giderdi, ben de bir işçi çocuğuyum, onlar Gültepe’de evlerine giderlerdi. Ben onların hangisi sahte hangisi değil bilirim.”6
Konuyu bir derginin duruşu veya bir dergi yazarının görüşlerinin dışına taşırsak, Türkiye’deki çatışmaları yalnızca iki mahallenin kavgasına indirgeyen ve solda giderek daha fazla kullanıldığına şahit olduğumuz bu dil, popüler kültür ve edebiyat dergilerinin kapsamının çok ötesinde bir probleme işaret etmektedir. Bu problem, sola sirayet ettiğini gördüğümüz gerçeklerden kaçma, kolektif mücadeleyi dışlayan bireycilik ve salt yaşam tarzına dayalı toplumsal çatışma analizleridir.
Tarihsel maddeci yaklaşıma göre toplumsal çatışmaların siyasal iktisadi temelleri ve açıklamaları bulunur. Yaşam tarzına bağlı gözüken bir çatışmanın arka planında özel mülkiyet rejiminin kendi varlığını ve kârlılığını güvence altına alma çabası yatar. Kendi varlığını korumanın kaygısını taşıyan özel mülkiyet rejimi, kendisine tehdit olarak gördüğü toplumsal kesimleri siyasi anlamda güçsüz konumda tutmak ihtiyacı içindedir ve bunun sonucunda da farklı kesimler üzerindeki toplumsal baskı kendisini gericilik, ırkçılık, cinsiyetçilik gibi biçimlerde gösterebilir.
Benzer bir metodolojiyi günümüz popüler kültür ve edebiyat dergiciliğine uygularsak, problemin yalnızca solcu olarak bilinen saygın sanatçı ve aydınların isimlerinin “yetmez ama evet”çilerle veya bayağı popüler kültür ikonlarıyla yan yana anılmasının verdiği rahatsızlıktan fazlası olduğunu görebiliriz. Sola sirayet eden bu gerçeklerden kaçınma hali ve bireycilik ve bununla beraber gelen “her görüşe kapı açma” kolaycılığı, solun bağışıklık sisteminin çökmesi ve özel mülkiyet rejiminin daha da güçlenerek yoluna devam etmesiyle doğrudan bağlantılıdır.
Peki, sorunlarımız popüler kültür ve edebiyat dergileri yarın büsbütün ortadan kalksa çözülecek mi? Yine tarihsel maddeciliğe başvurmak zorundayız. Yazı boyunca gösterdiğimiz gibi popüler kültür/edebiyat yayıncılığı, sol siyaset üzerinde olumsuz etkilere sahip olmakla beraber, bir başlangıç noktasından ziyade bir sonuçtur. Sol siyasetin ve sosyalist hareketin önünü açan bir yayıncılık modelinin güç kazanması yerine, sosyalist hareketten enerji çalan bir yayıncılık modelinin büyüyüp serpilmesi, sola hâkim olan yenilgi psikolojisinin açık bir sonucudur. Popüler kültür/edebiyat yayıncılığını hedef tahtasına yerleştiren mücadele, aynı zamanda iktidarın yönlendirmelerine tepki vermekten öte bir güç ve etkisi olmayan mevcut düzen muhalefetini aşmayı hedefleyen bir mücadele olmalıdır. Aksi takdirde meseleyi yalnızca daha iyi bir kültür ve edebiyat yayıncılığı yapmak hedefiyle sınırlamak, popüler kültür/edebiyat yayıncılığının varlık sebebini kavrayamama tehlikesini ortaya çıkaracaktır. Bireyciliğe karşı kolektif mücadele ve dayanışmayı, gerçeklerden kaçış ve sinizme karşı eleştirel ve yol gösterici bir gerçekçiliği, her türlü görüşe alan açmayı hoşgörü olarak kodlayan liberal çoğulcu yayın anlayışına karşı aydınlanmayı ve aydınlatmayı görev edinen bir yayıncılığı, ancak bu ilkeleri sahiplenen bir mücadele hattının üzerine inşa edebiliriz.
Dipnotlar ve Kaynak
- OT Dergi, “Hakkımızda”, https://www.otdergi.com/hakkinda.html (erişim tarihi: 27.8.2017)
- İletisimcevahiri, “Kendi OT Derginizi Kendiniz Yapın: Evdeki Malzemelerle Kolay ve Pratik Popüler Edebiyat Dergisi Hazırlama Rehberi”, http://www.zaytung.com/blgdetay.asp?newsid=298495 (erişim tarihi: 27.8.2017)
- Kara, T., “Ot, Fil, Kafa, Deve, Bavul… Sol’a Yandaş Pazarlama Dergileri” (Gerçek Edebiyat, 8 Kasım 2015), http://yeni.gercekedebiyat.com/haber-detay/ot-fil-kafa-deve-bavul-sola-yandas-pazarlama-dergileri-taylan-kara/2012 (erişim tarihi: 27.8.2017)
- Şimşek, Ali, “Yeni Dergi Furyası: Onurlandırılmış Güçsüzlük” (Sanatatak, 18 Ekim 2015), http://www.sanatatak.com/view/yeni-dergi-furyasi-onurlandirilmis-gucsuzluk/2081 (erişim tarihi: 27.8.2017)
- KAFA Dergisi Youtube Kanalı, “KAFA Dergisi, Cem Yılmaz ve Ozan Güven sürpriziyle İTÜ’deydi!”, https://www.youtube.com/watch?v=Xct3VhjpDE4 (erişim tarihi: 27.8.2017)
- A.g.y.