Siyasi yaklaşımların dayandığı tarih tezi ve insanlık tarihine yüklediği anlam, güncel gelişmelere ürettiği yanıtların en temel belirleyenidir. Marksizmin özgün tarih tezi ana eksene sınıf savaşımlarını yerleştirerek tarih okumasına büyük bir katkıda bulunmuştur. İnsanlığın ilerleme fikrini de bu ana eksende değerlendiren Marksizmin kurucuları, insanlığın kurtuluşunu yani en yalın anlamıyla eşitlik ve özgürlüğün yaşanacağı komünist bir toplumun inşasının da sınıfların, özel mülkiyetin ve sömürünün ortadan kalktığı koşullarda gerçekleşeceğini ön- görür. Kadın sorunu açısından da bugünkü kapitalist üretim ilişkileri içerisinde kadının karşı karşıya kaldığı katmerli sömürüyü ortaya koyar, kadının kurtuluşu yolunu da bu ana eksende değerlendirir.
Engels’in analık hukukunun geçerli olduğu ilkel toplumda kadının sahip olduğu kimi ayrıcalıkları tarihsel süreç içerisinde nasıl kaybettiğini ve en sonu kapitalizmde kadının karşıya karşıya kaldığı sömürüyü analiz ettiği büyük eseri “Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” kitabında eşitlikçi bir toplumsal düzenin ipuçları şöyle ifade edilir: “Öyleyse süpürülmesi yakın görünen kapitalist üretimden sonra, cinsel ilişkilerin düzenlenme biçimi üzerine bugünden düşünülebilecek şey, özellikle olumsuz bir nitelik taşır ve öz bakımından, ortadan kalkacak olanla yetinir. Ama bu işe hangi yeni öğeler katılacak? Bu yeni bir kuşak yetişince belli olacak: yaşamlarında, bir kadını asla parayla ya da başka bir toplumsal güç aracıyla satın almamış olacak yeni bir erkekler kuşağı, kendini gerçek aşktan başka hiçbir nedenle bir erkeğe vermeyecek ya da bunun iktisadi sonuçlarından korkarak kendini sevdiği kimseye vermekten vazgeçmeyecek olan yeni bir kadınlar kuşağı. İşte bu insanlar dünyaya geldiği zaman, bugün onların nasıl davranmaları gerektiği üzerine düşünülen şeylere hiç kulak asmayacaklar, kendi pratiklerini ve herkesin davranışını yargılayacakları kamuoyunu kendileri yaratacaklardır, işte bu kadar.” 1
Engels’in yapıtı kadın sorununun sınıfsal temelini ve tarihsel arka planını gözler önüne seren gelişkin bir teori ortaya koymuş, aradan geçen zaman bu teoriyi eskitememiştir. Öyle ki bugün kadın sorununa dair yapılan değerlendirmeler bu yapıtı eleştirmek ya da referans almak durumunda kalıyor. Onca feminist yayın ve inceleme bu özgün yaklaşımı aşan herhangi bir teori geliştirememiştir. Dolayısıyla Marksizmin cinsiyet körü olduğuna dair değerlendirmeler havada asılı kalmaya mahkumdur.
Liberal tarih tezi ise sınıf mücadelesini yadsıyarak, sınıfların varlığına mutlak- lık atfeder. Liberal tarih kuramının ünlü savunucularından Fukuyama liberal demokrasiyi insanlığın gelebileceği son aşama olarak nitelemiş, kapitalizmin insan doğasına çok uygun bir sistem olduğunu iddia etmiş, reel sosyalizmin çözülüşünü ise tarihin sonu şeklinde değerlendirerek kendi tezine dayanak haline getirmiştir. Egemenlerin tarihsel olguları araçsallaştırmasının önemli bir örneği sayılabilecek bu yaklaşım uzun yıllar kapitalizmin can simidi olmuştur. “İdeolojiler öldü, yaşasın liberal ideoloji” naraları kulaklarımızda çınlamaya devam ediyor.
Nihayetinde aradan geçen çeyrek asırda, tarihi, diyalektik felsefeden soyutla- yan, sınıfsal ekseninden ayrıştıran liberal kuram güncele hapsolmuş, statükonun parçası haline gelmiş, gericiliğin kapısını aralamıştır. Aralanan kapıdan her tür gerici siyasi tez girmiş, tarih ters-yüz edilmiştir. Bilim, bilgi ve varlık sorgulanır hale gelmiştir.
İlerleme fikrinin reddiyesi, statükonun kutsanması, statükoya sadık kalarak kimlik siyasetinin başa yazılması… Geçtiğimiz çeyrek asra damgasını vuran post-modern anlayış bugüne gericilik hediye etmiştir.
80’li yılların ortalarından itibaren ülkemizde de etkisini fazlasıyla hissettiren liberalleşme eğilimi kadın mücadelesinde feminist hareketin yükselişine de zemin hazırlamıştır. Ancak son yıllarda ana akım feminizmin kimlik vurgusu- nu aşan emek eksenli yaklaşımlara daha fazla başvurmak durumunda kaldığı söylenebilir. Her ne kadar tersi iddia edilse de (Marksizmin feminizm aşısına ihtiyaç duyduğu şeklindeki iddia) feminizm açısından, tarihin sonu kuramına yaslanan liberalizmin ve onun araladığı kapıdan giren gericiliğin altında ezilen kadınların kurtuluşunu, ilerlemenin yolunu arama ihtiyacı, günden güne kendi- ni daha fazla hissettirmektedir. En azından kadının nihai kurtuluşuna kafa yo- ran samimi feministler için bu tespit gönül rahatlığı ile yapılabilir.
Kadın mücadelesini ataerkil, dilsel ve kültürel alana sığdırmak
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız liberal tez sınıfsal analizleri bir kenara bıraktıktan sonra dönüşümün dinamiklerini üst yapısal unsurlarda aramaktadır. Kadın mücadelesinde de kültürel unsurlar ve ‘’eril dil’’ tartışmaları birincil mücadele başlıkları haline gelmektedir. Yanlış sonuçlara mahal vermemek adına baştan belirtmekte yarar var: Cinsiyet ayrımcılığına hizmet eden kültürel un- surların tasfiyesi önemli bir mücadele başlığıdır ve hak ettiği yere oturtulması adına bu başlık titizlikle irdelenmelidir.
Bu başlığa dönük çok boyutlu bir tartışma elbette başka vesilelerle açılabilir. Ancak burada ataerki, dil ve kültürel alanı dönüştürme mücadelesinde denkle- mi doğru kurmak ve baş aşağı duran bir problematiği ayakları üzerine doğrult- maya dönük birkaç hatırlatma ile yetinelim.
Başlangıç açısından Marksist yöntemin alt yapı-üst yapı tanımlamasını yeniden hatırlarsak:
‘’Varlıkların toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.”2
Marx’ın bu tanımına karşın liberal kuram kapitalist üretim ilişkilerinin üzerin- den atlayarak sistem içerisinde mevziler tanımlamakta, dönüşümü de kategorik mevzilenme üzerine kurma çabasına girmektedir. Dolayısıyla iktidar sınıf iktidarı olmaktan çıkartılarak, tanımlanan kategorik adacıklar haline gelmekte ve bu adacıklarla sınırlanan muhalif kimlikler öne çıkartılmaktadır. Kadın sorununda da ataerki kategorik bir başlık olarak liberal tez açısından oldukça işlevli durmaktadır. Burada kavramın kendisine dair uzun analizlere girilmeyecektir.
Ancak kavramın kadın mücadelesinin ana eksenini belirleyici bir öğe olarak iki türlü kullanışının sınırlılıkları bizleri bir çıkmaza sokmaktadır.
Birincisi ataerkinin doğrudan toplumsal ilişkileri belirleyen bir alt yapı unsuru olarak üretim ve mülkiyet ilişkileri ile aynı düzlemde değerlendirilmesi, ikincisi ise üretim ilişkileri es geçilerek mücadelenin kültürel alana ve eril dil karşıtlığına sıkıştırılması.
Ataerki sınıflı toplumlar ile birlikte şekillenmiş, farklı üretim biçimlerince yeniden ve yeniden içerilerek günümüze gelmiştir. Bugün egemen üretim ve mülkiyet ilişkileri ile uyumlu bir enstrüman olarak karşımızda durmaktadır. Ata- erki, üst yapısal bir unsur olarak kapitalizmin aile örgütlenmesini ayakta tutan önemli bir işleve sahiptir. Ve elbette üst yapının toplumsal ilişkiler üzerindeki tahakkümünün çarpıcı bir örneğini teşkil ediyor. Engels’in üst yapıya ilişkin şu tespitleri tamamlayıcı olacaktır:
“Materyalist tarih anlayışına göre, tarihte en sonu belirleyici öge, gerçek hayatın üretimi ve yeniden üretimidir. Ne Marx ne de ben bundan fazlasını hiçbir zaman öne sürmedik. Böyle olunca, eğer birisi, ekonomik etmenin biricik belirleyici öge olduğunu söyleyerek sorunu çarpıtırsa, bu önermeyi, anlamsız, soyut ve budalaca bir ifadeye dönüştürmüş olur. Ekonomik durum temeldir ama, üstyapının çeşitli ögeleri –sınıf savaşımının politik biçimleri ile bunun sonuçları, yani: başarılı bir çarpışmadan sonra, zaferi kazanan sınıfın oluşturduğu anayasalar vb. hukuksal biçimler ve hatta, bu gerçek savaşımların bunlara katılanların beyninde uyandır- dığı yansımalar, politik, hukuksal, felsefi teoriler, dinsel görüşler ve bunların bir dogmalar sistemi halinde gelişmeleri– de, tarihsel savaşımların gidişleri üzerin- de etkilerini gösterirler ve birçok hallerde bunların biçimlerinin belirlenmesinde baskın bir rol oynarlar. Bütün bu ögeler arasında karşılıklı bir etkileşim vardır; bütün sonsuz rastlantılar çokluğu (yani, iç bağıntısı o kadar uzak ve olanaksız göründüğü için, yok ya da ihmal edilebilir sayabileceğimiz şeyler ve durumlar) ortasında ekonomik devinim en sonu kendisini zorunlu olarak belli eder. Böyle olmasaydı, teorinin, tarihin herhangi bir dönemine uygulanması, bir bilinmeyenli basit bir denklemin çözümlenmesinden daha kolay olurdu.”3
Günümüzde kadın mücadelesinde ataerki ve bununla bağlantılı olarak dil ve kültürel alan özerk bir mevzi olarak tanımlanmakta ‘’eril dil’’ tahakkümüne karşı mücadele başat öğe haline getirilmektedir. Ataerki, dil ve kültürel alan özerk mevziler şeklinde tanımlandığında tarihsel bağlamlarından ve emek süreçlerinden soyutlanmaktadır. Oysa ne ataerki, ne de onun tezahürleri varsayılan kültür ve dil tarihsel bağlamlarından azade tikel unsurlar olarak değerlendirilemez. Marksist analiz alt yapının yani üretim ilişkilerinin belirleyiciliğine vurgu yaparken üst yapının bu zemin üzerine inşa edildiğini işaret etmektedir. Burada salt ekonomik indirgemecilik ekonomizm indirgemeciliği aramanın beyhude olduğu ise açık. Marksist analiz aynı zamanda üst yapının etkisini yadsımadığını da ifade etmekte, diyalektik yöntemi ortaya koyarak bütünlüklü bir çerçeve sunmaktadır. Dolayısıyla ataerki, dil ve kültürel alanda verilecek mücadele de üretim ilişkileri eksenine yerleştirilmelidir. Burada her iki yaklaşımın güncel talepleri ortaklaşabilir. Kadınların çalışma hakkının savunulması, cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldıran yasal düzenlemelerin talep edilmesi ya da kadın kimliğini ikincilleştiren söylemlerin karşısına dikilmek… Ancak bu taleplerin hangi zemine oturtulduğu ya da kavganın muhatabının kim olacağı sorusu yukarıda tartışmaya çalıştığımız sorulara verdiğiniz yanıtlarla ilgilidir. Ataerki, dil ve kültürel alana özerklik atfederseniz, bu unsurların verili üretim ilişkileri içerisinde de köklü bir dönüşüme tabi tutulabileceğini varsayar, kavganın merkezine de ‘’erkekliği’’ oturtmuş olursunuz. ‘’Kız kardeşliği’’ tutkal olarak görür, cinsiyet temelli yaklaşımlarla sınıfsal farklılıkları önemsiz hale getirirsiniz.
Marksist tarih tezine yaslanırsanız ataerki, dil ve kültürel alanın köklü dönüşümü için üretim ve mülkiyet ilişkilerinin tasfiyesini, sistem karşıtlığını başa yazarsınız.
Zemini buradan kurmak güncel mücadelede üst yapısal unsurların önemsizleştirilmesi anlamına gelmez, aksine bütünlüklü bir mücadeleyi olanaklı kılar, güncel olan ile tarihsel ve nihai olan arasında rahatlıkla köprü kurmaya olanak sağlar.
Üretim ilişkilerinin devrimci dönüşümü olmaksızın üst yapısal unsurların köklü dönüşümünü talep etmek gerçekçi olmayacaktır.
İlericilik gericilik tartışması
Marksizm tarihsel ilerleme fikrini üretici güçlerin gelişmesi, emekçi sınıfların mülkiyet ve üretim ilişkilerinin baskısından ve bağımlılığından kurtulmasına dayandırır. Gerçek özgürlüğü buradan tanımlar. Liberal kuram ise üretici güçleri ufalayan ve eni sonu hakim olan kapitalist üretim ilişkilerine hapseden bir anlayışla hareket etmekte ısrarcıdır. Kavramları kullanırken de büyük bir hassasiyet ile tercihlerine sadık kalır.
Reel sosyalizmin ve sınıf mücadelelerinin geriye çekilmesi ile beraber dünyanın içine girdiği gericilik dönemi liberaller tarafından, özgürlükler maskesi altında pazarlanmıştır örneğin.
Aydınlanma süreci ile başlayan insanlığın atılım dönemi, sosyalist devrimlerle doruk noktasına ulaşmış, tarihin hızlı aktığı böylesi bir kesitte kadınların toplumsal yaşamda eşit yaşam koşullarına kavuşmaları adına önemli kazanımlar elde edilmiştir. Kadınların üretim sürecine özgürce katılabildiği, ev işlerinin kamusal bir anlayışla çözülerek kadının ev içi esaretinin sona erdirildiği, çocuk bakımının devletin asli görevleri arasında sayıldığı, kadınların kültür, sanat, spor gibi alanlarda kendini gerçekleştirebildiği, seçme ve seçilme hakkının öte- sinde devlet yönetimine katılabildiği ve özgürce yaşayabildiği sosyalizm deneyimi önemli bir tarihsel birikimi ortaya koymuştur. Öte yandan reel sosyalizmin varlığı kapitalist ülkelerde de emekçi sınıfların kimi kazanımlar elde etmesini sağlamıştır. Sosyal devlet anlayışı egemen hale gelmiş, kadınlar başta seçme ve seçilme hakkı olmak üzere pek çok hakkı kazanmış, kamusal hizmetlerden de yararlanmışlardır. Aydınlanma çağı ile başlayan bütün bu sürecin en önemli özelliklerinden biri de din baskısının ortadan kalkması, bilimin ve aklın yolunun açılması ve yurttaşlık bilincinin gelişmesi olmuştur. Toplumsal gelişmenin ve ilerlemenin önemli zemini olan bu kavramlar son otuz yılda liberal tezlerle iğdiş edilmiş, yurttaşlık yerine tebaa anlayışı yeniden gündeme gelmiş, bilimin ve aklın yolu yerini dinsel hurafelere bırakmıştır.
Bütün bu süreç ilericilik ve gericilik kavramlarının özellikle kadın mücadelesin- de yeniden tartışmaya açılmasına neden olmuştur. Son dönem feminist yayınlarda bu konuda sayısız örnek bulmak mümkün.
“İlerici ve gerici kavramlarını feminist politika çerçevesinde kullanmaya kalktığımızda sanırım şöyle bir tanım yapmalıyız: Bir toplumsal grup olarak erkekleri, kadınlar üzerindeki tahakkümlerini arttırmaları yönünde destekleyen iktidarlar gerici; erkek tahakkümüne direnme anlamında kadınlara olanak sağlayanlar ise ilerici olmalıdır bizim için…”4
Sınıfsal analizler rafa kaldırıldığında kavramlara yüklenen anlamlar da değişi- yor. Kapitalizmde kadınlar üzerinde bir tahakküm kurulduğu doğru bir tespit olmakla beraber, tahakkümü besleyen temel nedeni göz ardı eden cinsiyet temelli yaklaşımlar tarihsel hatalara zemin hazırlıyor.
Yazının devamında şu tespitlere yer veriliyor:
“Şimdiye dek verdiğim örnekler liberal partilerin iktidarı altında kadınların haklarının gasp edilebildiğini gösteriyor. Tersinden dinci gerici iktidarların yönetimi altında da kadınlar yeni haklar elde edebiliyor. Bu örnekler aynı zamanda işçiler ve ezilen uluslar açısından ilerici olarak tanımlanabilecek iktidarların, kadınlar için ne denli gerici olabileceğini de gösteriyor.” … “AKP iktidarı boyunca önceki dönemlere oranla 1) kadın ile erkek arasındaki eğitim eşitsizliği daha hızlı kapandı, 2) kadınların tarım-dışı istihdamı daha fazla arttı, 3) kendi hesabına ya da tarım- da kölelik koşullarında çalışan kadınlar ilk defa sosyal güvenlik kapsamına girme hakkına sahip oldu, 4) erkek şiddeti hiç olmazsa hesabı sorulabilir hale geldi, 5) boşanma oranı daha hızlı arttı, 6) sendika, parti ve mecliste kadınların siyasi tem- sili arttı, ve 7) kadın kadına aşk ve cinselliğin görünürlüğü arttı.” 5
Liberal ilericilik- dinci gericilik şeklinde bir tezatlık kurmanın özellikle bugünün Türkiye’sinde bir dizi yanlışı barındırdığını görmek gerekiyor. Dinci gericiliğin Türkiye’deki en büyük destekçisi liberalizm olmuştur.
İşçiler için ilerici olanın kadınların kurtuluşunun temel koşulu olduğu ise tartış- masız. İşçi sınıfının önemli bir bileşeninin kadın işçiler olduğu göz ardı edilirken, farklı sınıflara mensup kadınların bir homojenlik teşkil ettiğini iddia etmek ise el çabukluğuyla yapılan bir algı yönetimi olabilir en fazla.
AKP döneminde kadınlar adına kazanım olarak sunulanlara bakalım bir de. Eğitimde kadın-erkek eşitsizliğinin kapandığına dair bir veri olmamakla beraber, kız çocuklarının erken yaşta eğitimden uzaklaştırıldığı biliniyor. Ancak daha da önemlisi, eğitimin bu süreçte ticarileşmesi ve bilimsellikten uzaklaşmasını nereye yazmalı?
Kadınların tarım dışı istihdamının artmasının kapitalizmin ihtiyaçları ile uyumlu bir olgu olduğunu, kadınların düşük ücretlerle güvencesiz ve kayıt dışı çalıştığını belirtip geçelim.
Erkek şiddetinin hesap sorulabilir hale gelmesini mi konuşacağız, yoksa şiddetin AKP’nin dahi üstünü örtemeyeceği boyutlara ulaştığını mı? Kadına yönelik şiddetin artmasında kadının toplumsal kimliğini zayıflatan dinci gerici politikaları nereye oturtmalı?
Kadınların siyasi temsilinin artmasına bakıp neyin siyasetini yaptıklarına, hangi sınıfın temsilciliğini üstlendiklerine değinmeyelim mi?
Yine dinci gericiliği görmezden gelen, laiklik mücadelesini ise önemsiz gören bir başka yazı;
“Son zamanlarda feminist hareket içinde görünür olan yapıcı olmadığını düşün- düğüm birkaç eğilim var. İlki, laikliği toplumsal bağlamından koparıp hayat tarzına, kılık kıyafet ve genel olarak kadın meselesine indirgeyen yaklaşım. Bir diğeri, kamusal alana kadın katılımıyla laiklik arasında mecburiyet ilişkisi kuran eğilim. Laikliğin ilericilikle, İslamın gericilikle özdeşleştirilmesi; İslamın kendiliğinden siyasi bir din olarak kodlanması kısır bir çerçeve sunuyor.” … “Laiklik – İslamcılık gerilimine/ikilemine alternatif olarak seküler bir toplum tahayyülü geliştirmeliyiz. Seküler bir toplum tahayyülü neden önemli? Feminist hak mücadelesi, devlet-din ilişkilerinin ötesine de geçen bir mücadele olduğu için önemli. İslamcı ve laik er- keklere karşı bir mücadele feministlerinki… Meseleyi, ‘hayat tarzıma/ kıyafetime karışma’ çerçevesinden çıkararak, gericilik-ilericilik tuzağına düşmeden, devletin bazı kadınları ‘laikliğin gereği’ veya ‘dinin gereği’ diye dezavantajlı konuma düşürmesini asla kabul etmeyerek farklı aidiyetlere alan açılmalı.”6
Laiklik burjuva devrimlerinden günümüze din kurumunun toplumsal yaşam üzerindeki tahakkümünü sınırlayan önemli kazanımlardan biri olageldi. Dine dayalı yönetimlerin hem geçmişte hem de günümüzde kadınlara çizdikleri sınırlar, kadını kamusal alanda görünmez kılan uygulamaları, yukarıdaki tespitlerle hasır altı ediliyor. Öte yandan kadınların taraf olduğu politik bir başlıkta tavır almamak kadınları pasifize etmenin bir başka adı olsa gerek.
Yazıda tersi iddia edilse de laikliğin gereğini önemsemeyen siyasi yaklaşımlar “kıyafetime karışma” eylemleri ile mantıki sonuçlarına taşınarak, türban bir kez daha siyasi bir sembol olarak gericiliği meşrulaştırmanın aracı haline getiriliyor.
Hatırlanacağı üzere Türkiye’de gerici hareket kadınların ön planda olduğu tür- ban eylemleri ile önemli bir mevzi kazanmıştı. Türban eylemlerini özgürlük ta- lebi olarak gören ve destekleyenler bu eylemlere hızlıca kılıf buldular. Devletin baskısına karşı mazlumun yanında olmak… Siyasal İslamcı hareket bu söylemi toplumsal meşruiyet kaynağı haline getirirken Cumhuriyet’in kazanımlarını te- ker teker kazımaya da başlamıştı. “Katı laiklik” anlayışının yerine “özgürlükçü laiklik” tanımı ile kavram kargaşası yaratılmış, dinci gericiliğin, siyaseti ve toplumun yaşantısını yeniden dizayn etmesine cevaz verilmişti.
90’lı yıllarda liberalizmin gericiliği besleyen tezleri bugün de farklı veçheleriyle karşımıza çıkmaya devam ediyor.
Bir başka örnekle devam edelim. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nükhet Sirman’ın bir gazeteye verdiği röportaj ilericilik karşıtlığının açık bir örneğini sergiliyor. Sirman röportajında şöyle diyor:
“Türkiye’de Cumhuriyet rejimi, başından itibaren akraba evliliğine karşı çıktı mesela. Fakat buna rağmen yapılan amca çocuklarının evliliği o yüzden bir sırra dönüştü. Kimsenin bahsetmediği ama herkesin bildiği bir sır bu. Yasakların olduğu yerde sır da olur.” … “Bakın, Cumhuriyet, neden başından itibaren akraba evliliğine şiddetle karşı çıktı?” … “Akrabayla evlenirsen çocukların sakat doğar” denir. Oysa akraba evliliğinin illa sakat çocuğa sebebiyet vermediği açık. O halde neden bu tür evliliklere karşı çıkıldı, çıkılıyor? Çünkü Cumhuriyet rejimi, bireyin sadece ve sadece kendisine tâbi olmasını istiyor. Akraba evliliği, aile cemaatinin genişleyip büyümesi sonucunu da getiriyor. Oysa Cumhuriyet, daha kolay kontrol edebileceği çekirdek aile istiyor. Cumhuriyet, bireyle kendisi arasındaki bütün ara mekanizmaları yok etmeye odaklanıyor. Tekke ve zaviyelerin bile din karşıtlığın- dan ziyade, bu nedenle kapatıldığını söyleyebilirim. Çünkü tekke ve zaviyeler, ge- niş aileler, kabileler, aşiretler, cemaatler cumhuriyetle birey arasında birer bent oluşturuyordu.”7
Röportaj boyunca Cumhuriyet ve modernizm kavramlarını bilinçli olarak tercih eden Sirman, üretim ve mülkiyet ilişkilerinin aile yapısının şekillenmesinin temel kaynağı olduğunu ise unutturmaya çalışıyor. Sirman ayrıca, akraba evlilik- lerini meşrulaştırma çabaları, akraba evliliklerinde çocuğun sakat doğmayacağı gibi bilim dışı iddiaları, kuzen evliliklerinin baskılandığı ve sır olarak kalmak zorunda bırakıldıkları şeklindeki manipülatif ve dayanaksız bilgileri sıraladık- tan sonra yine Cumhuriyetin aile reisliğini erkeğe vermesini eleştirerek AKP’nin kadının özgürleşme mücadelesinde yeni ufuklar açtığı izlenimi vermeye çalışı- yor. Kapitalizmi kutsayıp, Cumhuriyeti, modernizmi ve laikliği mahkum etmeye çalışan Sirman’ın tezlerinin benzerlerini AKP’nin kadın örgütü KADEM’in yayınlarında rahatlıkla bulmak mümkün.
KADEM tarafından yayımlanan Kadın Araştırmaları dergisinde Sare Aydın Yılmaz, kaleme aldığı makalede şu ifadelere yer veriyor:
“Cumhuriyet dönemindeki modernleşme faaliyetlerinin çoğunlukla kadın üzerinden yürütüldüğü bilinen bir gerçektir. Yani kadının kamusal alanda vatandaş olarak ortaya çıkarak görünürlüğünün artması ve kadın hakları söylemleri, Cumhuriyet dönemi modernleşmesinin temel söylemlerinden biri olmuştur (Göle, 2000: 24). Bu dönemde ortaya yeni kadın figürler çıkmıştır, bunlar geleneksel, kültürel değerler ile dinî pratiklerden uzak, başörtüsü takmayan, spor müsabakalarına katılan, toplumsal alanda erkeklerle bir arada bulunmaktan kaçınmayan ve profesyonel meslek sahibi olan kadınlardır (Kır, 2014: 17). Ayrıca bu dönemde kamusal alanda faaliyet gösteren bir kadın tüm kadınsal özelliklerinden sıyrılmış, tamamen maskülen bir görünüme bürünmüş olarak karşımıza çıkmaktadır.’’ 8
Yazının bütününde toplumsal cinsiyet eşitliğini eleştiren, eşitliğin fıtrata aykırı olduğunu ortaya koymaya çalışan Sare Aydın Yılmaz, KADEM’in toplumsal cinsi- yet adaleti kavramını öne çıkarıyor. Adalet kavramı ile eşitliğin üstü örtülmeye, geleneksel İslamcı anlayışa uygun bir kadın kimliğinin meşru dayanakları oluşturulmaya çalışılıyor. Modernizmi kadını kamusal alana çıkarmakla eleştiren yazı neredeyse kadınların böyle bir talebi yoktu gibi uç yorumlara işi vardırarak tarihin İslamcı ideoloji tarafından nasıl çarpıtıldığının iyi bir örneğini ortaya koyuyor.
Sonuç yerine
Tarihsel ilerleme fikri ve ilerlemenin toplumsal dinamiklerinin analizi sınıfsız, sömürüsüz yeni bir düzenin inşasını mümkün kılarken, olguları verili ana hapseden, ilerleme fikrini reddeden post-modern liberal tezler döngüsel zaman ve tarih anlayışı ile sınıflı toplumu ve sömürüyü tek hakikat olarak kabullenme gayretkeşliğine soyunuyor. Ve bir kez daha gericilik geçer akçe haline geliyor.
Reel sosyalizmin ve sınıf mücadelesinin yükseldiği dönemleri içi kof “özgürlük” naralarıyla eleştiren liberal tez, reel sosyalizmin çözülüşünü büyük bir zafer olarak karşılamış, tarihin sonunu ilan etmiş, gericiliğe kapıyı aralamıştır. Geçtiğimiz çeyrek asır kadın erkek milyonlarca emekçinin haklarının her geçen gün budanmasının yanı sıra savaşlara, terör eylemlerine, göçlere ve sayısız mültecinin varlığına tanıklık etti. Üretimin katlanarak artması dünyanın önemli bir bölümünde açlık sorununu çözmeye yetmedi. İşçilerin, emekçilerin, kadınların kazanımları budandı. Kapitalizmin tekrarlayan krizlerine çözüm bulunamadı. Yükselen gerici dalga kadınların üzerine bir karabasan gibi çöktü. Kadın cinayetleri, şiddet ve sömürü arttı. Özgürleştik diyenler bugün kadınların yaşam hakkı için mücadele vermek zorunda kalmalarını izah edemezler.
Dipnotlar ve Kaynak
- Engels F. (2005). Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni (Çev. K. Somer). Sol Yayınları, s.97
- Marx K. (1993). Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı (Çev. S. Belli). Sol Yayınları. s.23
- Marx K., Engels F. (1996). Seçme Mektuplar (Çev. A. Bilgi). Evrensel Basım Yayın. s.101
- Kocabıçak E. (2015). İlerici-Gerici İkileminde Feminist Politika. https://www.sosyalistfeminist- kolektif.org/web-yazilari/feminizm/ilericigerici/
- A.g.e.
- https://catlakzemin.com/laiklik-uzerine-feminist-tartismalar
- Aktan İ. (2019). Nükhet Sirman ile röportaj. https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/01/12/ nukhet-sirman-palu-ailesini-istisna-gibi-gostermek-korkunc/
- Aydın-Yılmaz S. E. (2015). Cinsiyet Eşitliği ve Adalet Perspektifinden Türkiye’de Kadının Siyasal Alana Katılımı. KADEM Kadın Araştırmaları Dergisi. 1(1), 12-35. http://kadinarastirmalari.kadem. org.tr/cinsiyet-esitligi-ve-adalet-perspektifinden-turkiyede-kadinin-siyasal-alana-katilimi/