Türkiye’de 1973, 75, 77, 79 ve 1983 yıllarında da seçim yapılmıştı. Ama, bu seçimlerin hiçbirisi 1987 yılındaki kadar maskaraca, insanlarla alay edercesine gerçekleşmemişti. Biraz keyif, biraz öfkeyle küçük, bir seçim gezintisine çıkmak, sanırız söylemek istediklerimizi daha açık hale getirecek.
ABD’de, bir seçim çalışmasından çok spor karşılaşmalarını andıran kampanya dönemleri vardır. Bu kampanya dönemlerinde, iyi beslenmiş sarışın kızlar, popolarını sallayarak tepinirler. Örneğin bir aday için şöyle oy istedikleri görülür: “Bam bam bam, votes for Cunningham”… Hiçbir fark yoktu. Yalnızca iyi beslenmiş, sarışın kızların yerini biraz göbekli, Osmanlı bıyıklı ve kavuniçi tişörtlü şakşakçılar almıştı. Türkiye’nin binbir sorunu olan kentlerinde, kasabalarında, köylerinde, “I love Özal” yazılı tişörtleri kazaklarının üzerine geçirmiş dolaşıyorlardı…
Kürsüde, “AET’ye başvuruyu biz yaptık. Avrupalılar şimdi bize itibar gösteriyorlar. Bakınız sevgili vatandaşlarım, tam üye olmamız için bu iktidarın bir beş yıl daha icraatına devam etmesi gerek. Sizden bir beş yıl daha rica ediyorum” diyen birisi ve hemen yüz metre ötede, davul zurna eşliğinde bedenlerinden ayrılan deve başları…
Son model bir otobüs, kendisini ezdirmek isteyenleri, perişan bir vaziyette “iş istiyoruz” diye bağıranları yararak ilerliyor. İçinde, iki elini başının üzerinde kenetleyen birisi gülümsüyor. Ve adamın biri, 1500 vatlık hoparlörlerden “Pehlivanımız geliyor” diye bağırıyor…
Yaşlanmış bir adam. Elinde şapkası, konuştuğu otobüsün üzerinde bir o yana bir bu yana koşuşturuyor. Yüzde 1’lik bir farkla siyasi haklarını kazanmış olmanın verdiği hırçınlıkla bağırıyor, çağırıyor. Kalabalık bir kitle, ucuz komedyenleri seyreder gibi, dudak ucuyla gülümsüyor. Tepesinde saçı kalmamış olan adamın taşı gediğine oturtmasını bekliyor. Meydanda yüzlerce pankart göze çarpıyor. Çoğunda, “Demokrasi Kahramanı Demirel” yazılı…
Yine kalabalık bir meydan. Yıllar önce kendisini büyük bir disiplin içerisinde dinletmiş, “Jandarma biz sosyalistiz” demiş, şöyle ya da böyle bir saygınlığa ulaşmış bir saz ustası. Belli ki kırmızı bayraklara, coşkulu kalabalıklara alışmış. Sazının teline dokunduğunda susmasını bilen, öksürüğünü aralara saklayan seyircileri kanıksamış. Tam bir curcuna içerisinde üç tane türküyü söylemeye çalışıyor. “Dağlarına bahar gelmiş memleketimin” diyecek mikrofondan bir ses, “Başbakanımız İnönü alana geldi” diye çığlık atıyor…
Bunlar, yalnızca birer örnek. Ancak keyiflenmek ve öfkelenmek için yeterli…
Üzülerek söylemek gerekiyor. Türkiye’de nüfusun önemli bir bölümü, siyasal yaşantının arabeskleşmesinden hoşnut durumda. Siyaset, bir eğlence olarak görülmeye başlandı.
Ciddiyet İçin “Biz” Gerekiyoruz
Siyasetin “ciddi” işler sınıfından çıkarılmaya çalışılmasının birkaç nedeni vardır. Ama önce, buna çanak tutan bir etkenden söz etmek gerekli. Türkiye’de sosyalist hareket, mevcut siyasal tabloya ağırlığını koymadığı ölçüde; siyasetin ciddiyetten uzaklaşması son derece olağan karşılanmalıdır. Ucuzluk ve düzeysizlik, ucuzluk ve düzeysizliği sahiplerinin suratlanna çarpan bir güç olmadıkça, daha da cüretkâr hale gelir. Nitekim, son genel seçimlerde de böyle olmuştur.
Türkiye burjuvazisi, neden “ağırbaşlı” bir siyasal yaşantı istememektedir? Bu sorunun cevabı, Türkiye’de kapitalist sistemin sürekli olarak radikalleşmeyi doğurduğunu ve yaşamın her alanında radikal çözüm arayışları için elverişli bir ortamın varolduğunu vurgulayarak bulunabilir. Burjuvazi, bu radikalliğin siyasal arenada ifade bulmasını kesinlikle istemez. Bu nedenle, siyasal mesaj veren her tür radikalizmi, başta sosyalist unsurları, sistemin duvarlarının dışında tutmaya çalışır. Ancak, bu da tek başına yeterli değildir.
Türkiye burjuvazisi, sosyalist hareketi sınırlandırmak kadar, düzen partileri arasındaki çekişmeleri de bir tür “oyun” biçimine dönüştürmek arzusundadır. Sıkılan limonlara, düşen takkelere, görünen kellere rağmen, bu “yumuşama”nın en isteklisi olan Özal, başarılı olmuştur.
Türkiye’de siyasete gayriciddi bir görüntü verilmeye çalışılıyor. Elbette bu çabalar sürekli bunalım üreten bir ülkede bir yere kadar başarılı olabilir. Ancak yine de, sosyalist hareketin nicelik olarak değil, bir siyasal çizgi olarak alternatif olmaması durumunda, bu ciddiyetsizliğin her geçen gün artacağı söylenebilir. Ülkemizde, siyasetin sınıflarla ilgili olduğu, sınıflararası mücadelelerin siyasal yaşantıyı belirlediği unutturulmak isteniyor. Bu nedenle kişiler, şovlar, espriler üzerinde bu kadar duruluyor. Kişilerin, şovların ve esprilerin sınıflar mücadelesini unutturacağını, perdeleyeceğini düşünüyorlar. Bu düşüncelerini gerçekleştirmekte önemli bir güçlük çekmiyorlar. Bir oyun yaratıyorlar. Bu oyun, ancak işçi sınıfının siyasi olarak ses vermesi ile son bulacaktır.
Ayrıcalıklı Muhalif: SHP
Oyun oynandı ama nasıl? Burjuvazi, Demirel ve DYP’yi hiç ihmal etmeden, siyasal sistemin ANAP ve SHP ikilisi üzerine kurulmasını tercih etti.
Sözü edilen tercihin en önemli nedeni, biri sağa, öteki sola dönük iki burjuva partisinin öne çıktığı bir parlamenter sistemin burjuvaziye her zaman daha elverişli olanaklar sunmasıdır: Kurulan ikili sistem, gerek sağ, gerekse sol seçmeni, siyaset oyununa ortak olduklarına inandırmaktadır.
ANAP-SHP çekişmesinin tercih edilmesindeki diğer bir neden, SHP’nin “daha sorumlu” hareket etmesini sağlamaktır. Türkiye’de bir kural vardır. Hükümet olmaya aday olan her parti, daha fazla sağa kayar. Nitekim SHP, son iki-üç ay içerisinde işi gücü bırakmış kapitalistlere, “aman bizden korkmayın” mesajları vermeye başlamıştır. Aslında bu mesajlar, SHP’yi çok iyi bilen, onun kimin partisi olduğunu hiç tartışmayan burjuvaziden çok, geniş halk kesimlerine yöneliktir.
Bugün seçmende yankı uyandıran “sol” değil “sağ” eğilimlerdir. Şu anda insan haklarından işkenceye çevre sorunlarından üniversitelere kadar şimdiye kadar “sol”un gündemde tutmaya çalıştığı sorunlarla ilgilenen nüfus kesimleri son derece sınırlıdır. İnsanların işkenceye duyarlı olmaları için oğullarının feryatlarını duyması; çevrenin sorumsuzca kirletilmesine karşı ses çıkarmaları için tatillerini geçirdikleri plajların ya da ekip biçtikleri tarlaların çimento fabrikalarının dumanları ile beyaza boyanması; demokratik hakları diline dolaması için uzun yıllar her tür baskı ve gericiliğe prim vermiş öncülük etmiş birisinin kişisel siyasal haklarının gündeme gelmesi; YÖK’e kızması için çocuğunun üniversiteden atılması gerekmektedir. Ne yazık ki durum budur. Bu nedenle SHP’nin “biz sokağa dökülmeyiz” “yapıcı muhalefetiz” türünden açıklamaları tutuculaştırılmış kitlelere dönük sinyallerdir.
Burada hemen bir parantez açılmalıdır. SHP’nin daha sağa kayması bu kayışı durdurmaya yönelik “bilinen” çabaları kesinlikle haklı çıkarmaz. Seçimlerde bu partiye oy verenler de dahil bütün Türkiye solu şunu iyi bilmelidir:
SHP, şekillendirme ve yönlendirmelere açık bir parti değildir. Eğer bu partinin halen şekillendirme ve yönlendirilmeye gereksinimi varsa, bu, Sabancı’nın, Koç’un, Eczacıbaşı’nın işidir; sosyalistlerin değil.
Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin ANAP’ın alternatifi olarak gösterilmek istenmesinin bir diğer nedeni ise sosyal demokrat partilerin güç kaybetmesinin burjuvazi açısından büyük riskler taşımasıdır. Birer burjuva partisi olsalar da sosyal demokrat partileri destekleyen seçmen sosyalist hareketin açılım dönemlerinde seslenebileceği iletişim kurabileceği bir kitledir. Mevcut düzen partilerinin bu kitle üzerinde etkinlik kaybetmeleri sosyalist ideolojinin daha geniş bir kesime ulaşma şansını doğuracaktır.
Bu Halk Niye Böyle?
Seçimleri, Türkiye sosyalist hareketi açısından değerlendirdiğimizde, birkaç önemli nokta hemen göze çarpıyor.
Türkiye’de yaklaşık on yıldır emekçilerin hızlı bir yoksullaşma sürecine girdikleri malum. Bu süreci “ekonomik istikrar” adı altında açıkça savunan bir partinin dört yıllık bir hükümet deneyiminden sonra yüzde 36 gibi yüksek bir oy oranına ulaşması kesinlikle çok önemlidir. Dünyanın pek az yerinde yüzde 50’nin üzerinde bir enflasyon ile ülkeyi dört yıl yöneten bir parti bu kadar yüksek bir oy toplayabilir. Türkiye sosyalistleri Türk halkını biraz daha yakından tanımak zorundadır.
Başka nedenler bir yana, ANAP “değişiklik istemeyen”, bu anlamda durumundan hoşnut olmasa da, “her değişiklik benim zararıma işliyor” psikolojisine çok iyi seslenmiştir ülkemizde nüfusun önemli bir bölümünün değişimden bu denli korkması da, Türkiye sosyalistlerine önemli bir ipucudur.
Sosyal demokrat partiler sosyalistleri ilgilendirmiyor. Ancak sosyalistler sosyal demokrat partilere oy verenleri gözlemek zorundadır. Siyasette kullanılan “dil” son derece önemlidir. Belli bir program ve perspektifi kitlelere ulaştırabilmek hedef kitlenin kullanılan “dil”e yatkın olup olmamasına da bağlıdır. Sosyal demokratların aldıkları oylar bu nedenle önemlidir. Örneğin SHP ve DSP ile uzaktan yakından ilişkisi olmasa da sosyalist hareketin yaygın anlamıyla bir propaganda ve kitleselleşme döneminde en fazla anlaşılabileceği kesim bugün sosyal demokrat partilere oy verenlerdir. Ayrıca sosyal demokrat partilerin yüksek oranda oy topladıkları yöreler tutucu ideolojik yapıların etkisinin giderek azaldığı yörelerdir. Bu anlamda sosyal demokrat oyların Türkiye geneline göre yüksek olduğu bölgelerin birkaç istisna dışında hep kıyı ve sınır bölgelerimizde yoğunlaştığı görülmektedir. Veya tersi Türkiye’de iç bölgeler tutuculuğun hatta gericiliğin eline geçmiştir. Yine bazı istisnalar dışında.
Faşist Hareket Yol Ayrımında
Seçim sonuçları ve yürürlükteki seçim sistemi faşist hareketin önemli bir yol ayrımına geldiğini göstermektedir. İslamcı hareketlerin sağın dinamizmini giderek daha fazla kendisinde toplaması parlamentoda grup oluşturma ve “meşru” zeminde hareket etme olanaklarının giderek azalmaya başlaması faşist hareketin 1980 öncesinden daha disiplinli ve Latin Amerika’da görülen paramiliter organizasyonlara dö- nüşme olasılığını güçlendirmektedir. Bugün oldukça yıpranmış bir kimliğe sahip olan Türkeş’in içine girdiği liderlik mücadelesi ya faşist hareketin iki hatta üç başlı hale gelmesine ya da hareketi eşgüdümlü bir işbölümü ile hem “sokakta” hem de “kürsüde” temsil eden değişik örgütlenmelerin ortaya çıkması ile sonuçlanacaktır. Yukarıda sözünü ettiğimiz yolu seçecek olanların Türkiye’nin nesnelliği ve uygun olduğunda burjuvazinin profesyonel vurucu gücü olma görevini üstlenmesi mümkündür. Doğuda bu örgütlenmelerin ilk deneyleri yapılmaktadır.
Faşist hareketin, yarı resmi-yarı sivil askeri bir örgütlenme içerisine girmesi, hedeflerin daha bilinçli seçilmesi sonucunu doğuracaktır. Bu hedeflerin, geçmişteki gibi, devrimci öğrencilerden çok, solun şimdiye kadarki birikimini iyi-kötü temsil eden lider kadrolar olması ihtimali üzerinde ciddiyetle durulmalıdır.