Başka yerlerde olduğu gibi Türkiye’de de sosyalist hareketin güç kazanması siyasal mücadelenin ve siyasal dengelerin ürünü olacak. İktidarı giderek daha yakından hissedecek bir hareketin gelişebilmesi siyasal mücadelenin ve dengelerin hakkının iyi verilmesi ile gerçekleşecek. Veya “dengesizlik”lerin…
Burada sosyalistlere düşen siyasal mücadelenin iktidarı düşünen ve ona yönelen bir rota tutturmasını sağlamaktır. İki şey öne çıkacaktır bu mücadelede: Kolektif ruh ve güç.
İşte sosyalizmin prestijinin artmasında, başka faktörlerin yanısıra, daha fazla önem verilmesi gereken, propaganda edilmesi zorunlu olan bu iki özelliktir: Kolektif ruh ve güç.
Türkiye’de ise “geleneksel sol” kendisine kendisinden başka prestij kaynakları bulmaya çok meraklı. Burada bu kaynaklardan çok önemli olanı reel sosyalizme ve özel olarak “Glasnost” ve “Perestroyka” politikaları ile ortaya çıkan duruma değinmek istiyorum.
Geleneksel soldaki pek çok ağızdan şöyle bir modelin açıkça telaffuz edildiğine tanık oldum: ‘Reel sosyalizm kendini geniş yığınlardan “iten” özelliklerinden arındırıldıkça buna ek olarak “barış” elde edilebilir bir durum haline getirilebilirse sosyalizmin şansı açılır, yığınlarla kucaklaşılır…’
Bu psikoloji o denli yaygın ki, insanın zaman zaman “acaba bu sosyalistler işsiz kalmaktan korkmuyorlar mı” diye sorası geliyor.
Aynı psikoloji şimdi Glasnost ve Perestroyka süreçlerine gözünü dikmiş herşeyi birbirine karıştırıyor.
Gorbaçov ile simgelenen yeni politikalar sosyalizm için son derece önemlidir. Dolayısıyla bütün sosyalistleri ilgilendirir.
Gorbaçov ile simgelenen yeni politikalar sosyalizmin prestijini artırıcı önemli kazanımlara yöneliktir. Ancak bu politikaların kısa erimde SSCB’ne getireceği prestij kazancı ile sosyalizme getireceği prestij kazancı arasında bir “eşit dağılım” bulunacağını düşünmek de safdilliktir.
Bugün Sovyetler’den yansıyanı, daha doğrusu yansıtılanı, Sovyetler’de de “normal insanların” yaşadığı, Sovyet yöneticilerinin de “gülebildiği” ve Sovyetler’in de batılı ülkelerde bazı ortak sorunlara ve çıkarlara sahip olduğudur. Yığınlara yansıyanı budur. Herhalde bunun sosyalizmin prestij artışı ile “özdeş” olduğunu düşünmüyoruz.
Düşünmediğimiz için bazı çevrelerin girdiği Glasnost rehavetine karşı mücadele etmek gerektiğini vurguluyoruz.
Sovyetler’in prestij artışının tek yanlı bir süreç olmadığını, “Batılı ülkelerle bazı ortak sorunlarımız ve çıkarlarımız var” demenin belli bir maliyeti olduğunu biliyoruz.
Sosyalizm uzun yıllar boyunca temel tüketim maddelerinin fiyatlarının artmaması ile itibar kazandı. Sosyalizmi sevmeyenler bile bu gerçeği teslim ettiler. Sonra sosyalizm 1929 gibi batının altını üstüne getiren bir bunalımı endüstrileşme ile geçirdi. Kendi hesabına itibar kazandı.
Yüzü aşkın halkın yaşadığı bir ülkede ulusal sorunun yaratıcı biçimde çözülmesi… Bu da sosyalizmin saygınlığını artırıcı bir faktördü.
“Batı ile ortak sorunlarımız ve çıkarlarımız var” mesajlarının önemli yararı vardır. Bazı sınırlamaları ve kalıpları kırma dış politikada bazı atılımları gerçekleştirme anlamında…
Ama bunların bir maliyeti de vardır.
Glasnost ve Perestroyka bu maliyeti giderek aşağıdaki türde analojilerin sosyalizmin prestijini olumsuz yönde etkilemesini göze alan politikalarıdır:
“ABD’nin Vietnam’ı vardı, Sovyetler’in Afganistan’ı var.”
“Yenilmez denilen Sovyet ordusu Afgan tokadı yedi.”
“Bizde de rüşvet var orada da. Baksana Brejnev’in damadına.”
“Hani halkların kardeşliği? Yok kardeşim, adamlar birbirlerini yiyor.”
Batı kamuoyu, Türkiye de dahil, kendi olumsuzluklarına başkalarının da ortak olmasını istemeye şartlanmıştır.
Geçenlerde, bir aklıevvel, sosyalist ülkelerde işçilerin ancak on yılda araba alabildiğini yazıyordu. Elbette, Türkiye işçi sınıfı sabah öğle ve akşam yemeklerinde mercimek yiyerek biriktirdiği paralarla…
Kısacası kapitalizmin insanlarına başkalarının sorunları ile rahatlamak öğretilmektedir.
Sosyalizmin sorunları sevindirir. Sosyalizmin sorunları sosyalizmin prestijini azaltır. Sovyetlerdeki sorunlar Glasnost ve Perestroyka’nın sorunları değildir. Glasnost ve Perestroyka bu sorunları gündemde tutmaya başlamıştır.
Sovyetler’in prestij artışı tek yanlı bir süreç değildir.
Sosyalist mücadelede sosyalizmin prestiji için tek kanal Sovyetler’in prestij kazanması değildir.
Kolektif ruhtan ve güçten söz ettim. Sosyalizmin reel ve ideolojik tüm kazanımlarının yarattığı prestij bu iki sacayağı ile takviye edilmelidir.
Sosyalistler olarak “işsiz” kalmayı sevmiyorsak ve bu ülkede sosyalizmi düşünüyorsak…