Siz hiç iri kafalı, ama çelimsiz veya gözlüklü ve elinde kalem ve mürekkep hokkası bulunan ya da aydın bakışlı “devrimci proleter” figürü gördünüz mü?…
“… Bu işçi figürlerinin iki çarpıcı özelliği üstüne konuşmak istiyorum. Birincisi kolların ‘güçlü’ kaslarının, özellikle ele doğru yaklaşırken, giderek makinayı andırması. İkincisi ise, işçi figürlerinin ‘kol’ları ile ‘kafa’ları arasındaki orantı -daha doğrusu orantısızlık- çünkü kollar ve özellikle pazular, kafadan çok daha iri.
“Bu resmetme biçimi, yalnız bir sanat anlayışını değil, aynı zamanda bir ‘işçi sınıfı anlayışı’nı da getiriyor. Böyle olunca, ister istemez bir devrim anlayışını ve bir sosyalizm anlayışını da özetliyor…
“Konu kaçınılmaz olarak, işçi sınıfının devrimciliğinin kökeni sorusuna geliyor… “Bu nedenle işçi sınıfının sanatsal resmedilişinde vurgulanan, fiziksel güçten çok zihni potansiyel olmalıdır.” 1
Elbette ne işçilerin küçük kafalı-büyük pazulu resmedilmesi gerekir, diyeceğiz, ne de insan figürlerinin belirli tür resmedilişlerinin farklı sanat akımlarına denk düştüğüne itiraz edeceğiz. Ama şu devrim ve sosyalizm anlayışı konularına gelindiğinde, orada durmak gerecek. Türkiye’de birtakım insanlar devrim ve sosyalizm anlayışı vb. konularda ciddi bir kollektif entellektüel emek harcarlarken, birinin çıkıp iki işçi resminden kalkarak aynı konuda spekülasyonlar yapmasına sessiz kalmak mümkün değil. Bir soru: Fiziksel gücün yansıtılması “belirli” bir sosyalizm anlayışını yansıtıyorsa, Çarın şeytana, kapitalistlerin domuza, emperyalizmin ejderhaya vb. benzetildiği ve bu simgelerin çoğu zaman eli sopalı proleter ve köylülerin gadrine uğramış halde resmedildiği binlerce afiş neyi yansıtıyor? Murat Belge’ye kalsa tümü birbirinden ilkel sosyalizm perspektifleriyle bütünleştirilmeli. Eeee, böylesi perspektiflerle yola çıkan insanlarda ortaya çıkartılan sosyalizm’ler de, işte reel sosyalizm’ler kadar olur…
Tabii Murat Belge’nin bu ve benzeri yaklaşımlarını “yaratıcılık” sayanlar vardır. Bu insan topluluğu teorik değil kurgusal bir tür yaratıcılığın alıcı kitlesini, pazarını oluşturuyor. Konumuz biraz da bu. Murat Belge çölde konuşmuyor. Bu haliyle de Türkiye’de bir aydın tipolojisinin kimi özelliklerine ışık tutuyor. Yazının tartışma nesnesi dolaylı olarak bu tipolojidir; dolayım tekil bir “aydın”ın, kendi başına tarihsel ya da konjoktürel bir anlam vb. gizlemeyen Belge’nin özel tarihinin ele alınmasıyla beliriyor.
Murat Belge’nin sosyalist ve devrimci hareketler içindeki geçmişi az çok biliniyor. 1.TİP, ardından THKP-C, 12 Mart sonrası önce Halkın Dostları edebiyat dergisi, kimi kısa ömürlü girişimler, 1975’den başlayarak Birikim sosyalist kültür dergisi… 12 Eylül koşullarının ilk “sol” yayınlarından biri sivil toplumcu Yeni Gündem oldu. Bu yayın da bir süre sonra haftalık magazine dönüştürüldü. Bir de Belge’nin son yıllarda panel, röportaj gibi etkinliklerin vazgeçilmez isimlerinden biri haline gelmiş olması var. Eskiden akademisyenlik, her dönemde süren çevirmenlik ve yayıncılık da Belge’nin diğer etkinlikleri oluyor… Burada bu alanların her birine ayrıntılarıyla girmek elbette söz konusu olamayacak. Belge’nin kişisel tarihinde THKP-C dolayısıyla MDD’cilik, daha sonraları günah keçisi ve aydınların karabasanı olarak ilan edeceği Stalin’in bağnaz savunuları da var, yeni sol ve Althusser acentalığı da, sivil toplum ve sol liberalizm şampiyonluğu da, magazincilik ve 12 Eylül’cülerin içerde yetiştiremediği kalitede eylülcü roman ithali de… Böyle kabarık bir hesabın altından kalkmak Belge için kolay değil; açıkçası bu hesabı hazırlamak bile bizim için ciddi bir külfet olacaktır. Burada değinilecek olan noktalar değişik yönelimlerin ortak paydalarını oluşturan ve dolayısıyla yukarıda sözünü ettiğimiz tipoloji soyutlamalarına malzeme sağlayacak olanlar…
Mikro-skopik İlgi
Mikroskop incelemesinde ele alınan tekil bir örnektir; ama amaç tekilliğin ayrıntılarında boğulmak hiç değildir. Tersine, tekil örneklerin ayrıntılarında yasa düzlemine taşınabilecek olan ögeleri ve yasaların tekil örneklerde somutlanışlarını yakalamaktır amaç. Bunlar dar alan çalışmalarının, rotalarını yitirmesinin karşısındaki güvenlik subaplarıdır da. Genel yasalaştırmalara ilgi yitirildiği anda, dar alan kendi perspektifini ve Belge’nin pek seveceği bir deyimle, kendi “ideolojik söylemi”ni üretebilir. Sonuç tam tamına iktisatta marjinal analiz ve mikro-ekonomi, Amerikan sosyolojisinde alan çalışması, birim gözlemleri, yapı analizleri, siyaset biliminde bireysel psikolojide temellenen yaklaşımlar vb. olur. Bunlar, görüntülerle uğraşan bayağı teorilere, yapısalcılığa ya da dünyaya ancak gazetesindeki köşesinden bakabilen deneme yazarına boş ve yaratıcı gelebilir; ama Marksizm ile pek bir ilişkisi olduğu iddia edilemez… Batılı Marksistler istedikleri kadar, siyasetten ve onun yanı sıra genel teoriden uzaklaşsınlar, istedikleri kadar Anglo-Sakson akademi dünyasının mikroskopik çekim gücüne kapılsınlar, bu işlerin Marksizmle bir ilişkisi yok…
Murat Belge, marjinal konulara karşı önüne geçilmez bir ilgi ve sempati besliyor. Yazının hemen başında bir örneği verildi: İşçi afişleri… Şimdi kimi okuyucuların aklına şu soru gelebilir: Alanları marjinal-temel ya da önemsiz-önemli diye nasıl ayıracağız? Bu ayrıma kim karar verecek, hakkımız var mı?
Eğer sorgulanan dönem ya da alan tarihsel birikimin tasnifine henüz uğramamışsa, o zaman öznel bir görüntünün önemli ile önemsizi ayırışımıza egemen olması mümkündür. Gerçi konuyu nihai olarak karara bağlayacak olan tarihsel tasnif de bir dolu öznellikle örülmüştür; ama içinde yaşanan momentte öznelliklerin henüz tarihsel bir bileşkede durağanlaşmamış olması, yanıtların öznel tonunu keyfiliğe de dönüştürebilir. Ama bu süreç hep böyle yaşanır. Neyin birincil, neyin tali olduğu sorusuna verilen ilk yanıtlar her zaman bir takım iddialardır. İddiaların sahipleri kendilerine yol açmaya çabalarlar. Dolayısıyla biz Murat Belge’nin seçtiği ilgi alanlarının marjinal olduğunu öne sürerken, başkaları da kalkıp “yemek ve ideoloji”, “reklamlarda kadın motifi ve kıvırma”, “temiz ve sıhhi kavramlarının ayrımı”, “kapı kavramı”, “kağıt paralarla yazılan yazılar” vb. nin aslında toplumsal ve tarihsel bir ciddiyet ve önem taşıdığını savunabilirler. Böyleleri gerçekten çıkarsa, biz de sonsuz bir gönül rahatlığıyla “keyfiliğe” sahip çıkabiliriz.
Bereket, Murat Belge’nin kendi iddiası her zaman böyle uçlara vurmuyor. Belge, elbette her insan gibi yaptığı işleri bir türlü rasyonalize etmek ister. Dolayısıyla bir arkadaş sohbetinin ya da şakalaşmanın nesnelerinden sosyalizm perspektifine ilişkin ilginç ve inanılmaz zorlama spekülasyonlar türetebilir. Neyse ki her zaman değil. Böylesi spekülasyonlara girmediği konularda (örneğin yukarıda sayılanlar Tarihten Güncelliğe derlemesinden makalelerdir; bunlarda zorlama politik bağlantıların az olduğu söylenebilir) yazdıkları, kabul etmek gerekir, bir pazar öğleden sonra yorgunluk atmak için ya da keyifli bir beyin jimnastiği olarak okunabilir.
Ne yazık ki, Belge bugün 45 yaş civarında, en az 20 yıllık iddialı bir “sosyalisttir” ve yazılarını pazar öğleden sonraları okunsun diye yazmamaktadır. Marjinale ilgi, toplum sorunlarına bakışa egemen olunca, marjinal olan herhangi ek bir dönüşüm işlemine tabi tutulmadan genel teori düzlemine taşınabilmektedir. Bunları yaparken Belge ciddi ve çok önemli ve yeni keşiflerde bulunduğu sanısına kapılmaktadır.
Eskimiş Orijinaliteler
Orijinalite her zaman “yeni” olmuyor. Hatta tersten söylenebilir; orijinal, ancak çok seyrek ve zor yakalanabilen birtakım koşulların birarada olduğu durumlar dışında, genellikle yeni değildir. İlk önce, yeni ve orijinalin çakışması için durağan yapıda klasik araçlarla çözülemeyen bir tıkanıklık olması gerekiyor. Bu, işin nesnel boyutudur. İki, çözümler hiçbir zaman yepyeni değildir. Bir miras devralınır, sorun o mirasın bileşenlerinin teorik olarak ayrıştırılabilmesindedir. Bu anlamda saf orijinal ve saf yeni yoktur. Üç, bu teorik çözümleme ve birleştirmeyi taşıyan nitelikli bir özne gerekir. Bu öznenin ortaya çıkmasını belirleyen ek etkenler de vardır. Dört, teorik işlemin zamanlamasının doğruluğu, çözümü pratik müdahaleye taşıyacak bir güçle de desteklenmelidir. Kısaca bunlar, yeniyi tanımlayan koşullar oluyor. Eksik kaldığında, ortaya çıkan orijinalite doğarken eskiyor. Murat Belge’nin kariyeri, özellikle de 1980 sonrası buna bir örnektir.
Belge’nin son yıllardan teorik-ideolojik performansını sivil toplumculuk belirledi. Sivil toplumculuk, Türkiye’de, bir, burjuva demokrasisine övgü; iki, sınıf analizinin yerine halk-elitler, sivil toplum-politik toplum kavram çiftlerinin konması; üç, Türkiye tarihine buradan kalkarak bakmak ve mülk sahibi sınıfların iç mücadelelerinden ilerici kanat ya da bloklar türetmek; dört, Jakobenizmi elitizm ve kitle düşmanlığıyla özdeşleyip reddeden bir popülizm; beş, bilimsel sosyalizmin örgüt teorisi ve politika pratiğine yabancılaşma, sonuç olarak Leninizm ve reel sosyalizmden uzaklaşma… ile belirlendi.
İsteyen Belge’nin çok sayıda kültür, sanat, magazin, siyaset (ve “erkek”) dergi ve gazetesinde yayınlanan “külliya”tını tarayabilir. Bu konuların hiç birinde, söyledikleri arasında yeni ve katkı niteliği taşıyan bir satır bulmak mümkün değildir.
– Burjuva demokrasisine övgü ve sınıfsal analizin reddinin tarihi, zaten bilimsel sosyalizmin tarihini aşıyor.
– Jakobenizm düşmanlığı ve popülizm, Robespierre’in sağ olduğu zamanlardan beri, örgüt ve siyaset kavramlarına karşı ister sağdan ister “sol”dan gelsin, tüm saldırılarda kullanılan motiflerdir.
– Reel sosyalizm, politika, örgüt gibi konularda Belge’nin tezleri “bugünden ve insan ilişkilerinde sosyalizmin inşası” gibi konularda ileri sürdüğü görüşler ütopik sosyalizme kadar geriye düşmektedir.
– Türkiye tarihine ilişkin olarak da, Prens Sabahattin, Serbest Fırka, Demokrat Parti İslamcıları, kapsayan bir garip “halk” hareketini 20 yılı aşkın süre önce, eski TİP’lilerin “İdris hocası” Küçükömer, Belge’den çok daha rafine bir tarzda formüle etti. Prof. Küçükömer’in farkı, kurduğu üzücü ve traji-komik teorik yapıya akademik bir ciddiyet ve safça bir merakla yaklaşmasındaydı. Belge’nin makalelere serpiştirdiği tezleri böyle bir arayışı değil, açık arttırmacılığı hatırlatıyor.
Türkiye’de İdris Küçükömer’den başka sivil toplumcular da vardı. Küçükömer, kendisini Düzenin Yabancılaşması ile ortaya koymuştu. Mehmet Ali Aybar, aynı işin benzerini “parti başkanı” sıfatıyla yaptı. Bir Kürşat Bumin bile, 12 Eylül dalgasının üzerinde, gayri ciddiliği ve sosyalizme küfürleri dolayısıyla Yazko ödülüne layık görülen Sivil Toplum ve Devlet‘te, hiç olmazsa kimi tezleri birarada sunma zahmetine girmiştir. İki akademisyen Asaf Savaş Akat ve Seyfettin Gürsel liberalizmlerine siyasal zemin aramışlar; Doğu Perinçek ise “ulusal konsensus”una kadro örgütlemeye uğraşmıştır.
Murat Belge, hem savunduklarının teorik içeriği, hem pratik yansımaları itibariyle eskimiş orijinalitelerin imzasıdır.
Birikim, Sorumsuzluk ve Dejenerasyon
Birikim dergisi doğru bir tespitle yola çıktı. Türkiye solunda bir teori boşluğu olduğu saptamasıyla. Kendisine de “kültür dergisi” sıfatıyla teorik müdahale misyonunu biçti. Bu misyon gerçekçi midir, bu tartışma konusudur. Ama şu ya da bu nedenle müdahalelerinin boyutunu sosyalist siyasete uzat(a)mayan birtakım aydınların kültürel katkıya soyunmalarına pekala uzaktan ve sempatiyle bakmak mümkündür. Sosyalist teorinin sorunlarının, en sonu, siyasal kadroların çok boyutlu etkinliklerinin ürünü olarak çözüme bağlanacağı rezervini koyarak…
Bu sınırlı katkı anlamında Birikim, Marksizm içi farklı eğilimleri Türk solunun yabancı olduğu tartışmaları ve isimleri tanıtmakla bir işlev görmüştür. Yayıncılık alanında, sol kültür ve siyaset için belli bir önemi olan yapıtlar Birikim aracılığıyla Türkçe’ye kazandırılmıştır. Bunlar birer katkıdır…
Birikim‘in ayağını bastığı zemin ile Türkiye solunda teoriye pek fazla kulak asılmadığı bir ortamdı. Bir siyasal canlılığın yaşandığı 70’li yılların ikinci yarısında Türk sosyalist aydınları bu hareketliliğe teorik yetkinleşme aşısı yapamadılar; tam da tersine, sol canlanma aydın etkinliğini ve kadro niteliğini kurutucu bir kültürel erozyonla el ele gitti. Herkesin yalnızca kendi iddiasına kulak verdiği bir ortamda, siyasal iddiadan yoksun Birikim‘den alınması mümkün verim de alınamadı.
Bir ölçüde bu nesnelliğin zorlamasıyla, kısmen de devrimci demokrasi ve yeni solun teori tekelini ele geçirmek kaygısıyla Birikim, “iddiasının” sınırlarını aşan bir etki de yaratmaya yöneldi. İddiasızlığını terketmeden hitap ettiği insanları, sayıları fazla olmasa da, siyasal pratiklerini yaşadıkları çevrelerinden koparttı. Bu etki Türk solunda, özel olarak devrimci demokratlar için bir dejenerasyon kanalı oluşturmuştur.
Düşünün bir kez, teorisizliği eleştireceksin ve yerine siyasal-teorik farklı bir perspektif koyamayacaksın; teorik bir arayışı körükleyerek insanları sarsacaksın, sonra sistemsizlik ve geleneksizliği sunacaksın… Sonuç ne olabilirdi ki? Ortaya örgüt düşmanı, bilinmezcilik derecesine kuşkucu, iddiasız, teorik arayışı ile aydın düşmanlığı-kitlecilik arasında salınan patolojik bir tipoloji çıkmıştır. Birikim‘in sarstığı unsurlar giderek dejenere olmuştur, sarsak kalmıştır.
Birikim‘de çıkan bir değinme şu sözlerle sona eriyor: “Marksist bir sosyalist örgütün teorik-pratiğinin yapılması galiba siyasi iktidarı ele geçirmek kadar çetin ve hatta onunla eşanlamlı olacak!”2 Siyasetsizleştirilen, üstelik eline yeni soldan, özel olarak da Althusser’den “teorik-pratik” türünden teori kırıntıları tutuşturulan insanlar ne yapsın!… “Teorik-pratik” siyasi iktidarla eşdeğer ve eşanlamlı insanlar ne yapsın!.. “Teorik-pratik” siyasi iktidarla eşdeğer ve eşanlamlı tutuluyor, kavramları gelişigüzel kapışılan Althusser’in hayal edemeyeceği düzeyde komik bir yozlaşma yaşanıyor. Artık yozluğun elinde, Birikim’in tek “doğru”su teori boşluğu saptaması da tükeniyor. Teori boşluğu, deyip duranlar nereyi tutsalar çirkinleştiriyorlar…
Birikim bir yönüyle devrimci demokratların mücadeleciliklerini yeni solun sindirilmesi olanaksız garabetleriyle törpülerken, bir kesim içinde ilkellik ortodoksisi aşısı oldu. Hala sürüyor; devrimci demokratların en sığı ama en ortodoksları “teori” denilince, tiksinerek Birikim‘i hatırlatıyorlar. Türkiye solunun teori eksiği, teorik kimlik kazanma sorunu denildiğinde, bu yönde çaba gösterildiğinde, sığ devrimci demokrat sırıtarak ve Birikim’i hatırlatarak entellektülelizm suçlamalarına girişiyor. Bu noktadan sonra elbette bu işte Birikim’in bir katkısı yoktur; Ortodoks devrimci demokrat bu tutumuyla kendi kompleksini yansıtmaktan başka bir şey yapmış olmuyor.
Oysa artık Birikim dergisi ve olgusuyla hesaplaşmanın kapatılması gerekiyor. Sosyalist hareketin sağlıklı unsurları, devrimci demokratların kafalarındaki teori-Birikim özdeşliği imajını kırmalı, kırmakla da yetinmeyerek Birikim‘e akları ayrıştırıp, kısmi olumluluklardan geç de olsa yararlanma olanağını kullanmalıdırlar.
Bu bölümü bir hatırlatma ile kapatmak istiyoruz. Murat Belge Birikim‘i bütünüyle simgelemiyor. Birincisi, teorik-siyasi ucubelerin büyük çoğunluğu Belge’nin değil, Ömer Laçiner’in imzasını taşıyor. Örneğin Lenin’in örgüt teorisinden hiyerarşiyi ve merkezi yönlendirmeyi çıkartma işini, Marksist tarih anlayışını geleceğe yönelik spekülasyonlara indirgeme misyonunu üstlenen Laçiner olmuştur. Kritik noktalarda Belge’nin katkısı daha geride kalmıştır. İkincisi, Birikim oluşumunun ürünleri arasında Murat Belge yine de başkalarının yanında temiz kalmaktadır…
80 Sonrası: Rantiyelik ve Eziklik
Yukarıda değindiğimiz, Birikim‘in siyasallaşmayı denediği sıralarda Murat Belge şunları yazdı: “Aydının işi ‘bilgi üretmek’le bitmiyor; ürettiğini paylaşmasını bilmeli, daha önemlisi, kiminle ve nasıl paylaşacağını bilmesi gerek”3 Siyaset, siyaset alanında misafir olarak bulunanlar da bile olumlu ve güzel yankılara neden olabiliyor…
Murat Belge’nin yaşamında benzer aklı başında değerlendirmeler bulmak mümkün. Örneğin, henüz liberal dalganın üzerinde fazla yükseklere çıkmadığı sıralarda, bir süre sonra katılacağı ve en iyisini yapmaya çalışacağı kimi yönelimlere ilişkin olarak anlamlı saptamalar yaptı:
“…son zamanlarda Türkiye’de sanat alabildiğine ‘kişiselleşti’… ‘paneller’in öznellik dışavurumu aracı haline geldiği…
“Bir de ‘imza günü’ furyası başladı”4
Murat Belge, anlaşılıyor, henüz panel ve imza günleri “heyecanı”nı pek tatmamış, henüz “kişiselleşme”den pay almamış…
“Ahmet benimle konuşup kendi dergisinde, ben Ahmet’le konuşup kendi dergimde yayımlamaya başlayınca, ortaya tuhaf bir durum çıkıyor sanki”5 Murat Belge, henüz “söyleşi”lerin aranan ismi olmamış, o anlaşılıyor…
“Gelecek grileşince, insani geçmişi parlak renklere boyamaya başlar. Bu nedenle… bundan böyle Türkiye’de ‘nostaljinin’ yaygın bir duygu, bir ruh hali olacağını tahmin ediyorum”6
Murat Belge, görülüyor, henüz yeni mesleğini seçmemiş, nostalji ticaretine atılmamış…
Bunları saptamış olmak, Murat Belge için mücadelesinde bir zihin açıklığı anlamına gelmiyor. Tüm bu değerlendirmelerin bir piyasa araştırmasının sonuçlan olduğu sonradan anlaşılıyor:
“… magazinciliğin ille böyle olması gerekiyor mu? Gerekmiyor, belli bir zeka düzeyiyle hafiflik de biraraya getirilebilir. Ama getirilmiyor”7 . Artık marjinallik merakı ve piyasa araştırmasının sonuçlara birleşmiş, yeni hedef belirlenmiştir. Murat Belge bundan böyle “hafiflik” üretmeye karar vermiştir. Hafifliği daha iyi, zekice yapabileceğine inanıyor. Denemeye hafif bir gençlik dergisiyle başlıyor. Hafifleştirici kitaplar yayınlıyor. Türk ve yabancı, Batılı ve Doğulu, sosyalist ve milliyetçi saygı duyulacak bir insan ve sıradan bir madrabaz… bunlar farketmiyor, artık önemli olan hafiflemektir… Sonra Yeni Gündem geliyor. Sivil toplumculuğun teorisiyle ağırlıklarından kurtulanlar kurtuldu; yetmedi, teorinin giremediği alanlara Yeni Gündem liberal magazin dergisi kimliğiyle ve daha ince biçimler altında, okuyucusunun gündelik sıradan sorunlarına uzanarak ağırlıkları gidermeye devam ediyor.
Kısa süre önce röportaj yapılacak kişilerin yalnızca “büyük etkileri olan” insanlar olması gerektiğini yazmıştı, Murat Belge: “Ve hele konuşulanlar da, ‘Bilir misiniz, ben dereotunu çok severim ama maydanozdan hiç hoşlanmam ne kadar ilginç değil mi?…’ düzeyinde kalırsa”8 sözleriyle alaya da aldı. Peki sonra?
“Mesela, ben önemli bir teorisyen olacağım, başka her şeyi boşlayıp bunu yapmalıyım, demedim. Böyle davransaydım, bu alanlardan birini seçseydim, bu belki beni birey olarak daha sağlam bir yere getirirdi”9 Murat Belge’nin mütevazı ve değeri bilinmemiş bir aydın olduğunu öğrendikten sonra, teorik ürün vermek konusunda düşüncelerini de öğreniyoruz: “Aslında şimdi yaşım da geçiyor. Yani, iş artık biraz aceleye bindi”10
Okurlar, özel yaşantısını merak ediyorlardır, diye olmalı (bir de, kendisi hakkında “büyük etkisi olan kişi” değerlendirmesini yapmış olabilir), sürdürüyor: “Annem aslında hayatını harcamış bir insandır…”11 Burada kesiyoruz. Murat Belge’nin teorik performansının düzeyinden vazgeçtik, etik değerleri koruyacak bir kişiliği de olmadığı anlaşılıyor.
Yine bir söyleşide Belge kendisini “sosyalist Ahmet Mithat” olarak nitelendiriyor. Yerinde bir benzetme olduğunu kabul etmek gerekli. Belge, her şeyle ilgilenen, dolayısıyla hiçbir şeyle layıkınca ilgilenmeyen; her şeye eşdüzeyde bir sorumluluk duygusuyla yaklaşan, öncelik saptamasını bilmeyen, sonuçta hiçbir sorumluluk duyamayan; her şey hakkında yazan ama hiçbir konuda kalıcı bir değerlendirme yapmayan bir tipoloji çiziyor… İddiasızlık ve sorumsuzluk.
Bir insanın belirli bir alanda gelişkinliğinden rant almasına sık rastlanır. Murat Belge’nin kovaladığı rantlarda ilginç olan, Belge’nin belirli bir özel alandaki birikimine değil, her alana yayılan sağ bir yığıntıya dayanmasıdır. Solda teori boşluğu mu var, Murat Belge orada. Hangi araçla? Kesinlikle teorik bir sistematikle değil. Yeni sol teori kırıntılarıyla… 12 Eylül dalgası liberalizme alan mı açıyor, Murat Belge yine orada. Bu kez birkaç yıl önce peşinden koştuğu devrimci demokrat mücadeleciliğe küfürler yağdırarak ve sağ popülist Türk ve dünya literatüründen seçmelerle… Magazinciliğe ve hafifliğe pazar mı var, yine aynı şey… Oysa Murat Belge ne teorisyendir, ne politikacı, ne de magazin basını kralı. Hiçbiri yok, hepsinden azar azar var. “Sosyalist Ahmet Mithat”lık böyle bir şey oluyor. Omurga yokluğu anlamına da geliyor. Çünkü bu tipolojinin insanları hep kısa vadede nefesi kesilecek olan atlara oynayabiliyor. Kendisine “özgün” bir alan açmayı beceremeyeceği için, sürekli, başkalarının açtıkları yollara giriyor, birkaç yıl içinde yolun tıkanması üzerine çekilip sırasını bekliyor.
Bu mekanizma Murat Belge’yi daha kaç kez diriltebilir?
Yanıtını kesin olarak verebilmek kolay değil. Ama yine bir başka “söyleşi” en azından kişilik düzeyinde yolun sonuna gelmiş olduğu yolunda veriler sunuyor. Söyleşinin tarihi bir buçuk yıl öncesine uzanıyor, ama o zamandan bu yana tıkanmanın açılmak değil, daha da katmerleştiğini düşünmek gerekli. Son olarak magazinciliğin de sonuna gelinmiş bulunuyor, çünkü…
Sözkonusu söyleşiye birazdan geçeceğiz. Önce bir hazırlık:
“Hani insanın daha karamsar zamanları olur. Ben ne hesapçı bir adamım? diye kendine sorduğunda, bir sürü yere burnunu sokup, hiçbirinde de ürün verememiş, kendini lüzumundan fazla dağıtmış bir adam olarak da görebiliyorum kendimi”12
Peki bu insan neden hala Marksistlik iddiasını korur? İlk önce o kadar da önemli olmadığını öğreniyoruz. Bunu öğrenmek aslında sevindirici: “(Marx, Kant, Aristo)… hepsinden etkilendim. Ama artık nerede kimden etkilendiğimi hatırlamıyorum, hatırlamak için uğraşmıyorum. Birçok alanda hala büyük ölçüde Marksist yöntemle düşündüğümü söyleyebilirim. Bugünün genel Marksist literatürü diyebilirim”… Önemsizleşmiş; yöntem mi, literatür mü, bu iki sözcük arasındaki ayrım bile artık farketmiyor. “Sosyalizm bütünsel bir hayat tarzıdır. Yaşanması gereken bir şeydir.” Artık sosyalizm ile politikanın da bir ilişkisi kalmadığına göre Marksist olmanın pek bir riski yok! Hatta denilebilir ki, Marksist olmanın sağlayacağı rantlar bile bulunabilir: “Beni şu ilgilendiriyor en çok: Marksizm adıyla bu dünyanın statükoya karşı en ciddi bir direniş hareketi başlamış. Bu bölünmenin dışına düşmek istemiyorum ben şahsen”13 Bir, bu tam anlamıyla rantiye mantığıdır. Dünya görüşünün seçimine bile yansıdığı anlaşılıyor. İki, Belge’nin bir sorunu varsa, adı müzmin muhaliflik. Üç, Belge’nin sezilen bir diğer soruna da Althusser’e benzeyebilmek. Fransız Komünist Partisi ülkesinin tek ciddi muhalefet merkezi değil mi, Althusser (en azından Belge’nin yorumuna göre)14 bu nedenle hiç uyuşmadığı partide kalmış değil miydi… Althusser’in partisiyle gizli bir konsensusu vardır. Herhalde Belge de bir benzeri kontratı Marksizmle kendisi arasında yapıyor. Marksizme katacağı pek bir şey olmadığı için, ilişki tek yanlı rant ilişkisine dönüşüyor yeniden. Yine ilişkinin bir tarafında bir kurum değil de, kişinin dünya görüşü olduğuna göre sorun vicdani bir düzleme havale edilmiş oluyor.
İddiasızlık, sorumsuzluk, yaşama rantiye perspektifiyle yaklaşmak ve en kısa vadeli rantları yakalayabilen bir Ahmet Mithat olmak… Ortaya çıkan tipolojinin söz edeceğimiz bir özelliği de ezikliktir. Her geçmiş dönem, her kapanan rant dönemi bu tipoloji için bir ezilmedir. Murat Belge yine kendisi tanıklık etsin: “o tarihlerde düşündüğüm her konuda ben iflas ettim”15 Bunları 12 Eylül sonrasında kitlesel direniş umutları için söylüyor.
“Park istemek de politik bir olay haline gelirdi… doğrudan sınıf bazına indirgemeyeceğimiz hareketler…” Tutmadığını en ağır ifadelerle, ama adeta üçüncü şahıslardan söz edercesine söylediği öngörüleri bunlar. Aydınlar ve siyaset ilişkisine dair: “daha serbest bırakarak insanları, (öyle) davranabilecek bir parti yapısı düşünmüştüm. Ama bütün bunlar olmadı”16 Artık okuyanı da üzen bu başarısızlıklar listesinin devamı notta belirtilen kaynakta mevcut.
Şimdi politikayla belirli bir kişisel iddialılıkla ilişkisi olabilecek bir aydının sözleri bunlar olamaz. Tek bir olasılık, yaşamında defalarca mücadeleye sıfırdan başlayıp, yine defalarca yenik düşmüş bir ihtiyar olmak. Murat Belge için bu olasılık hiçbir anlamda sözkonusu olmadığına göre, çizilen tipolojinin son özelliği de belirginleşiyor. Belge-tipi aydın, 40 politik aydın değildir, olamaz. Onlara yakışan yenilgi risklerinin olmadığı yanılgıya düşülmesi olasılığı olan konuların çok da önemli olmadığı, iddianın işlevsiz, insanların çok iyi ve anlayışlı olmalarından dolayı sorumluluk gibi duyarlılıkların anlamsız kaçacağı bir yaşam ve çalışma ortamıdır. Bu tarif edilenin neresi olduğunu söylemek de pek mümkün değil ama tablo işte bu… Bu insanların politikaya soyundukları toplumlar da ciddi bir aydın sorunu mevcut demektir. Boşlukları doldurmaya yeni adaylar yine politik aydınlar arasından çıkamıyor, politik aydınlar kendilerini yeniden üretmekte yetersiz kalıyorlar demektir. Hem nicel, hem nitel anlamda.
Bu boşluklar doldurulabildiği zaman, sosyalist siyasette Belge-tipi aydınların rant toplayacakları bir piyasa da kalmayacaktır.
Dipnotlar ve Kaynak
- (1) Belge Murat; Tarihten Güncelliğe, Alan yay., İst., 1986, (2. baskı); s.111-1
- (2) Milor Vedat; Birikim, sayı 49 içinde, Mart 1979; s.77
- (3) Belge M.; Tarihten… ; s.85
- (4) Belge M.; a.g.e. ; s. 144
- (5) Belge M.; a.g.e. ; s.145
- (6) Belge M.; a.g.e. ; s.344
- (7) Belge M.; a.g.e. ; s.445
- (8) Belge M.; a.g.e. ; s.145
- (9) Belge M.; “Söyleşi”, Gergedan no.4, Haziran 1987; s.39
- (10) Belge M.; a.g.e. ; s.40
- (11) Belge M.; a.g.e. ; s.4l
- (12) Belge M.; a.g.e. ; s.39
- (13) Belge M.; a.g.e. ; s.43
- (14) Belge M.; Tarihten… ; s.357
- (15) Belge M.; “Söyleşi”, Saçak no.32, Eylül 1986; s.19
- Belge M.; a.g.e. ; s.20