Bugün Türkiye sol hareketinin en temel sorunu nedir? Soruyu biraz daha açacak olursak, sosyalist hareketin bugün geldiği noktadan daha ileriye gidebilmesi ve son yıllarda belirginleşen tıkanıklığın aşılması nasıl mümkün olacaktır?
Sosyalizm Türkiye’de toplumsal meşruiyetinin büyük ölçüde sarsılmış olması ve buna rağmen objektif olarak solun güçlenmesi için çok elverişli bir dönemin içinde bulunmamız gerçeğini görerek diyebiliriz ki: “En genel ifadesiyle temel sorun, sosyalizmin ülkenin siyasal gündemine yerleştirilmesi sorunudur.”1
Uzunca bir süredir çeşitli biçimlerde bu sorun ifade edilmekte ve beliren çözümler, önce sosyalistlere kendini kabul ettirmiş birleşik bir gücün etrafında dönmektedir. Yine sosyalizmin Türkiye’deki sorunlarına ciddiyetle kafa yoranlar farklı çıkış noktalarından da gelseler, şu tespitte çakışmaktadırlar: “Solda hiçbir partileşme, odaklaşma veya güç kendi başına Türkiye sosyalist hareketinin bütününe ait olacak, bu bütünü etkileyecek bir dinamik yaratma durumunda değildir.”2 Birçok kez söylendi: Bugün Türkiye solunda varolan yapıların ne kendi içlerinde, ne de sosyalist hareketin genel sorunları söz konusu olduğunda yaşanılan darboğazı tek başlarına aşmaları mümkün gözükmüyor. Bu anlamda belli bir çıkış süreci, kimi yapılar için sevimsiz bile olsa, birlikte bir şeyler yapabilmekle işleyebilecek.
Legal parti sorunu birkaç yıldır önümüzde birinci gündem maddesi olarak duruyor. Önemini yitirmedi. Tarihsel olarak karşımızda duran bu sorun aşılmadıkça bu önemin azalmayacağı, tersine artacağı görülüyor. O halde sosyalist hareketin önünde duran öncelikli görev, bu birleşik gücün yaratılmasıdır diyebiliriz.
Ancak bu süreçte dikkat edilmesi gerekli bazı noktaları da açmak gerekiyor.
Birincisi, bu birlik ihtiyacı Türkiye nesnelliğinin ortaya çıkardığı bir durumdur. Birlikten güç doğar mantığının doğal bir uzantısı değildir. Her ne kadar “büyük olsun, hepimizin olsun” diyorsak da, bu, bir iyi niyetin ürünü de değildir.
İkincisi, bu durum, konjonktüreldir. Öncelikle bugün, Türkiye sol hareketi için gereklidir birleşik bir güç. Bu birlikteliği şimdiden işçi sınıfının bilimsel sosyalist örgütü gibi görmemek kesinlikle zorunludur.
Bir üçüncü noktayı ilkiyle ve iki alıntıyla bağlamak mümkün: “Tartışmalar pratik bir ihtiyaçtan doğduğu, nesnel bir zemince zorlandığı için, her kişi ya da grup tartışmaya bulunduğu noktadan katılıyor. Bu yüzden kimi ikamecilik eleştirisine, kimi stalinizmden uzaklaşmaya, kimi örgüt içi demokrasiye vb. merkezi bir önem veriyor”3 … ”…bazıları teorik tartışma platformunda bile fazla zamana layık olmayan ve ancak ‘egzantrik’ olarak nitelenebilecek tezlerin, sosyalist hareketin bundan sonraki gelişiminde neredeyse ‘olmazsa olmaz’ yapılmak istenmesi…”4
Bu sürecin eksenine kimi konuların özellikle konmak istenmesi ve bunun da büyük ölçüde her kesimin kendi geçmiş hesaplaşmasıyla malül oluşu, yaşanılan sürecin özgün iç dinamikleriyle uyuşmuyor. Elbette herkes belli bir noktaya kendi geçmişiyle hesaplaşarak gelir. Ancak, özellikle değişik süreçlerden gelen gruplarla belli bir birlikteliğe yaklaşmak gerektiği zaman, bu hesaplaşmanın da uyumlulaştırılması önem kazanıyor.
Örneğin bir kişinin hakimiyetine dayanan örgütlerden ayrılanlar yeni birlikteliklerde, en çok bu durumu önleyecek mekanizmaları önemsiyorlar. Dahası, konu Stalin’e kadar götürülüp teorileştirilerek, sosyalist parti kurulmasıyla en az ilişkilendirilebilecek Stalin tartışmanın merkezine alınmak istenebiliyor. Türkiye solu, yaşanılan bu süreçte, kimi zaman çok özelleşebilen konuları gündeminin merkezine alma lüksüne sahip değil. Nasıl ki yirmi yıldır kişi kültü altındaki kişilikleri sorgulama lüksüne sahip değilse, buna benzer soruların muhatapları, Türkiye solunun şu anda öne çıkan sorunlarıyla, kendi özel sorunlarının ne ölçüde çakıştığını da düşünmek zorundalar…
Bunun da ötesinde, yasal parti sorunu ile birlik sorununu, her ikisini, neredeyse eşit tarzda ele almak önemli bir yanılgı kaynağı olacaktır. Bugün meselenin üzerinde durduğu gerçek alan, bir legal sol partinin kurulmasıdır. Bunun dışındaki birlik süreçleri zaten (ağır aksak da olsa) işlemektedir. Yapılması gereken, herkesin kendine bir “öncelikler” sıralaması hazırlamasıdır. Bu öncelikler sıralaması elbette her grubun kendi perspektifinden çıkacaktır. Ortaya çıkan sıralamada belli bir uyumu sağlayanlar, öncelikle sosyalist solun gündemini belirleyebilecek duruma gelebilirlerse, sorunlar aşılmaya başlanacak, zaman içinde iktidar için gerekli yapılar ve birliktelikler, daha sağlam zeminlerde ve ilişkilerde bulunabilecektir. O zaman, bugün için o kadar ön plana çıkmaması gereken kimi konular, haklı olarak, kıyasıya yürüyecek bir teorik mücadelenin malzemelerinden olacaktır.
Solda, sosyalist parti kurulması için yürütülen tartışmalarda yine dikkat edilmesi gerekli konular, “kanat” meselesinde boy göstermektedir. Deniyor ki, parti, kurulması düşünülen parti, kanatlı olmalı. Farklı düşünceye sahip üyeler özgürce kanat toplantıları yapabilmeli, grup oluşturup parti içinde faaliyet gösterebilmeli. Bu durum, özellikle parti içi demokrasi kavramının hayata geçirilmesi olacaktır ki, Stalinist, bürokratik ve monolitik parti anlayışı ancak bu sayede aşılabilir. Kurulacak sosyalist partide bu sebeple kanatların varlığı güvence altına alınmalıdır.
Yinelemek gerekir ki, bu partinin işlevi işçi sınıfı ve emekçilerin, dağınık durumdaki sosyalistlerin politika yapabildikleri bir alanın yaratılması ve nesnel olarak güçlenmesinin şartları varolan sosyalist solun önündeki tıkanıklıkların aşılmasında bir güç birliği oluşturulmasıdır. Bugünün sorunu, karşı karşıya olduğu öne sürülen monolitik parti anlayışı veya kanatlı parti anlayışından birini tercih etmek değildir. Klasik şabloncu eğilimlere karşı olmakla kendilerini tanımlayanlar, “…öncü sınıf örgütü düzleminde iki anlayış vardır. Bunlardan biri monolitik partidir, diğeri ise geçmişte monolitik partiye karşı iki çizgi mücadelesini tanıyan parti anlayışından geliştirilmiş kanatlı parti anlayışı. Sınıfın öncüsünü geniş bir şekilde kucaklamanın, kanatlı bir partiyi yaşatmaktan başka yolunun olmaması…”5 diyerek, tek yol esprisini bir başka biçimde sürdürebilmektedirler.
Yetmiş yıllık sosyalizm deneyimlerinin hâlâ çözmeye çalıştığı sosyalist demokrasi sorununun, çözümü için tek yolun kanatlı bir parti ile başlamak olduğunu, klasik ve şabloncu eğilimlerle mücadele ederken ileri sürebilmek bir cesaret işi olmakla beraber, bugünün sorunlarının olduklarından farklı görünmesine de yaramaktadır.
Bu anlayış, öncü örgütün devrimci mücadelenin değişik şartlarında farklı örgütlenme biçimleriyle mücadelesini sürdürebilmesini nasıl kavrayacaktır? Bu hep demokratik öncü örgüt kimi kritik zamanlarda karar verebilme sorumluluğuna sahip yöneticilerini nasıl yetiştirecektir? Kitle ile sıradanlaşması öngörülen bu örgüte öncü sıfatı ne ölçüde yakışacaktır?
Daha da açılabilir. Bugün sosyalist solun önünde duran görev işçi sınıfı partisi yaratmak değil, yasal sosyalist partiyi kurmaktır. Öncelikli görev budur. Bu ayırım net olarak ortaya konmak durumundadır. Görüldüğü gibi, işçi sınıfı partisinin örgütlenme biçimi ve pratiği üzerine birbiriyle anlaşamayacak ve belki de ortak noktalar bulamayacak kesimler bugün, Türkiye nesnelliğinin dayatmasıyla, yasal planda birlikte önemli bir adım atmak zorundalar. Evet, şimdi “kurmayların kışlasını değil, kitlelerin gerçek ve sıcak yuvasını yaratalım.” Ancak buna işçi sınıfı partisi demeyelim. Ancak yine, işçi sınıfı partisinin, onun gerçek öncü örgütünün yaratılması sürecinde böyle bir partinin önemli bir işlevi olabileceğini unutmayalım. “Bu yüzden birleşik parti, kendisini, daha baştan, biçimsel kalıplar içine sıkıştırmamalı”6
Elbette böyle bir partiyi işçi sınıfı partisi olarak görüp katılanlar olacak. Biz de öyle olmadığını söyleyip katılacağız. Sonuçta belki de bu tartışmayı gereksiz kılmış gibi görünen bir durum ortaya çıkacak. Ancak yanılmamak gerekiyor. “Karar alma süreçleri alabildiğince (abç. olabildiğince bile değil) üyelere açabilmek, bu anlamda demokratikleştirebilmek”7 düşüncesi işçi sınıfı partisi ilkesiymiş gibi öne sürüldüğünde ve bununla mücadele edilmediğinde, işçi sınıfı partisi yaratma sürecinin ideolojik zemini zayıflayacaktır. Denebilir ki, bugünün ihtiyaçlarını genelleştirmek ve sosyalizm deneyimlerinin kimi hatalarını devrim öncesi kurulan bir legal partide çözümlemeyi düşünmek büyük bir yanılsama olarak duruyor.
Böyle bir partinin önerilen tüzük ve programının çeşitli kanatları işlevsel olarak kurumsallaştıracak maddeler içermesi düşüncesi de yine bir anlamda partinin işçi sınıfı partisi olması arzusunun doğrudan doğruya uzantısıdır. Oysa, bir başka biçimde tekrarlayacak olursak oluşacak, partinin yalnız başına, sosyalist mücadeleyi tümüyle temsil etmesi, bunun da ötesinde sınıf iktidarının doğrudan bu parti aracılığı ile kurulabileceği düşüncesi bugün için belki bir arzudan öte anlam taşımıyor. Doğrusu, partinin, parti olarak işlerliğini ortadan kaldırmayacak gruplar arası ilişkilerin, bir alanı olarak yaratılabileceğidir.
Parti, grupların sınıfa yönelik politikalarını realize edebildikleri bir alan haline getirilmeli, kanatlar parti dışında olmalı -ki zaten olacak ve partiye katılım bireysel olmalı, grupların koalisyonuna dönüşmemelidir. Ancak tüm bunlar da programatize edilmesi gerekli konular olmayacaktır. Bu parti aynı zamanda sosyalistlerin birbirleriyle mücadele ettikleri bir alanı da yaratacak, bunun kurallarını belirlemek ise daha çok bir tüzük sorunu olarak belirecektir.
Bu çerçevenin dışında kimi kaygıları anlamak güçtür. Örneğin, yaşanılan süreçte böyle bir partide hangi grubun partiyi “kendi merkeziyetçiliği altına alması” mümkün değildir. Her şeyden önce sol hareket içinde böyle bir güç yoktur. Öyle bir güç olduklarını sananların da SP deneyimiyle sosyalist sola iyi bir örnek vermiş oldukları biliniyor.
Tüm bunların ötesinde, bugün, yasallık platformunda, “tek merkezci” bir politikanın dahi ortaya atılabilmesi mümkün görünmüyor. SP’de o niyetle yola çıkanlar bile birlik, birleşiklik kavramlarının arkasına saklanmayı uygun görmüşlerdir. O halde kurulacak partide çeşitli grupların gruplaşmalarının engellenebileceği düşüncesiyle, böyle bir merkeziyetçiliğe karşı yaptırım koymanın pratik bir anlamı olmayacaktır.
Teorik olarak ise işçi sınıfı partilerinin, disiplinli mücadele örgütlerinin olmalarını zaafa uğratacak düzenlemeleri, sınıf partisinin gerçek yapısıymış gibi gösterilmesine karşı çıkılmalıdır.
İşin özeti, istense de istenmese de çeşitli eğilim ve grupların yine çeşitli konularda değişen güç birliklerine gitmesi kaçınılmazdır. Zaten bunun böyle olmasını engelleyen bir işleyiş, partinin bugünkü gerekliliğinin temel sebeplerine de karşılık vermeyecektir. Bizatihi bu gerekliliğin yakınlaştırdığı ve aynı çatı altına soktuğu grupların ve kişilerin “tek merkeziyetçi” bir örgütlenmeye gitmeleri asıl bu nedenle de mümkün değildir. Bugün düşünülen sosyalist partide anlaşılması güç bir diğer kaygı tasfiyeciliktir. Kanat sorununun programatize edilmek istenmesinin gerekçelerinden biri de budur. Oysa, sosyalist solu temsil etme meşruiyetini kazanabilmiş bir sol partinin içinde tasfiye ve baskı hareketlerine girişebilmek olanaklı olmayacaktır. Çünkü böyle bir durum böyle bir partinin bu meşruiyetini ortadan kaldıracaktır.
Kısaca bu sorunun özü oluşacak partinin sosyalist solu temsil edebilme yeteneğine, meşruiyetine bağlıdır. Kanat sorununun programatize edilmesinin gerçek bir pratik anlamının olmaması işte bu nedenledir. Partinin böyle bir meşruiyete sahip olması isteniyorsa, programlaştırmak ihtiyacını doğuran kaynaklara baştan kapalı olmalıdır. Böyle olmadıktan sonra program ve tüzükle de sağlanamayacağı SP’de görüldü. Programlaştırılmasına rağmen kanatların varlığı kısa bir zamanda ortadan kalktı. Kanat sorununun SP’de programatize edilmiş olması pratikte anlam taşımadı. Çünkü sözünü ettiğim meşruiyete en başından sahip değildi. Bunun dışında bu gelişmeleri kişiliklere vb. sebeplere bağlamak da marksist bir kavrayış olmayacaktır. Anlaşılıyor ki sorun program düzeyinde kanatların güvence altına alınmasında değil, partinin sosyalist solu temsil etme yetenek ve meşruiyetinin nasıl sağlanması gerektiğindedir.
Bunun yanısıra, kanat sorunu bu konuyu en çok öne sürenlerce de yerli yerine oturtulmuş değildir. Kanatların bağlayıcı karar alması önerilirken, partinin bağlayıcı karar alması uygun görülmemektedir!
Örneğin Salih Ural şöyle yazıyor: “Bu toplantılarda (kanat toplantıları kastediliyor) kararların alınması ve bunun getireceği bir disiplin uygulamasını kabul etmek gerekmektedir.”8 Oysa bir parti içindeki böyle bir toplantıda alınabilen bağlayıcı kararlar, partinin kendisini yok sayması demektir. Partiye karşı sorumluluk bireysel olmalıdır.Kanatların “kararları” o kararı benimsemeyen “kanat üyesini” bağlayacaksa, parti içinde parti yaratılmış olur ki, parti kısa zamanda politika üretemeyen bir kanatlar koalisyonuna döner.
Kanatların bağlayıcı karar alması gerektiğini savunan Salih Ural, aynı yazıda şunları yazabilmektedir: “kimse doğruluğuna inanmadığı bir işi yapmaya zorlanamaz; kural bu olmalıdır. Bir kişi ya da grup, parti çoğunluğunun aldığı kararın uygulanmasını istemiyorsa, katılmamak hakkına sahip olmalıdır.”9 Peki doğruluğuna inanmadığı bir kararı uygulatmamak için mücadele hakkına neden sahip olmasın?!. Tabii, uzatmak mümkün… Böyle bir partinin solun siyasal alanda “maskara” olmasına yarayacağı çok açıktır…
Sınıf mücadelesinde alınan her kararın, o mücadeleye hayatlarını koymuş insanları ilgilendirdiğini bilmek gerekmiyor mu? Eğer kanatlar ve bireyler alınan kararlara uymayacaksa, yine o kanat ve bireyler kimi kararların alınması için neden uğraşsınlar? Tabi, politikayı fikir teatisinden ibaret görmüyorsak!
Bu konunun bir diğer önemli noktası, çeşitli sosyalist deneyimlerin ortaya çıkardığı sorunların kaynaklarını -farklı oranlarda da olsa- devrim öncesi teorik biçimlenişte ve özellikle örgütlenme biçimlerinde aranmasıdır. Düşünülüyor ki, sosyalizmde çoğulculuk olsun ve bunun temelleri bugünden atılsın. İşçiler, örgütlenmeye başlarken, kurulan örgütler öncelikle kendi kendilerini yönettikleri organlar olsun. Kısaca kitle partisi olsun, üstelik taban hakimiyeti de sonsuz olsun…
Leninist devrim ve örgüt teorisini aşındırma çabaları yeni başlamadı. Konu Türkiye’de oldukça kritik bir önem taşıyor. Özgün bir konjonktürden kaynaklanan birlik gerekliliğinde, birliğin belki de bugün için sağlanabilme biçimlerinin işçi sınıfının biricik ve esas örgüt modeli olarak sunulması, elbette düşündürücü oluyor.
Partinin devrim önceki biçimi elbette devrim sonrasında kimi sorunlara kaynaklık ederken, diğer yandan kimi daha önemli sorunların çözümünün ve hatta ortaya çıkmamasının “olmazsa olmazı” olabilmektedir. “Sosyalist örgüt gelecek toplumun ilişkilerinin prototip olarak yaşanması gereken bir özel mekan değildir; sosyalist örgüt geleceğin toplumunun kurulmasına giden yolda siyasi iktidarın alınmasında son derece kritik bir rol oynayacak olan devrimciler organizasyonudur.”10 Bu organizasyon öncelikle iktidar için biçimlenmek zorunda kalacaktır. Net olarak söylenmesi gereken şudur: Devrim her şeyi değiştirmek zorundadır. Devrim için mücadele eden bir parti ile iktidardaki bir parti arasında önemli farklar olacaktır; olmalıdır…
Dipnotlar ve Kaynak
- “Sol Parti ve Solda Durum Saptaması”, Gelenek sayı:25, s.12
- a.g.m., s.13
- Türkay D., “Sosyalizmde Yenilenme ve Birlik”, Sosyalist Birlik, sayı:4, s.69
- “Sol Parti ve Solda Durum Saptaması”, Gelenek, sayı:2, s.19
- “Beş Perspektif Önerisi”, Sosyalist Birlik, sayı:l, s.17
- Ural, Salih; “Kanatlı Partiye Eleştirel Bir Bakışın İlk İpuçları”, Sosyalist Birlik, sayı:4, s.56
- a.g.m., s.58
- a.g.m., s.51
- a.g.m., s.58
- Giritli, Aydın; “Bir Tartışmada Yeni Boyutlar”, Yeni Öncü, sayı:13, s.1O6