Politikayı savaş olarak düşünmek, politik tavırları savaş taktikleri ile adlandırmak marksistlere çok yabancı değil. En azından değil idi. Bugünkü gibi, barışın sınıflar mücadelesinin dışında “demokrat” bir barışseverlik içinde kavranıldığı ve her türlü uzlaşmacılığın barış adına kutsandığı bir dönemde ise bu benzetmelere tekrar dönmemizin bazıları için sadece bir “yabancılaştırma efekti” rolü oynayacağını bilmemize rağmen “Birlik” tartışmalarına bu savaş araç ve kavramları açısından bir göz atarsak ilk etapta Marksistler için “birliğin” savaş “birlikleri” olduğunu söylemek gerekmektedir. Örneğin 1917 Devrimi’nde Sovyetler, bugün için esas olarak sosyalist demokrasi tartışmasının dayanağı olmasına rağmen savaş organları idi. Paris Komünü bize bir yandan “sönümlenecek olan” devlet hakkında ipuçları sağlarken, diğer yandan da Paris proletaryasının savaş organı olma özelliği ile önümüzde zengin bir deneyim olarak durmakta.
Yaşadığımız bu dönem her sorunu olduğu gibi tarihi/tarihimizi de kendi süzgecinden damıtarak bize sunmakta. Bu özellikle de, sosyalizmin dünya/tarihsel plandaki altüst oluşunu, büyük yenilgisinden sonra kendisini yeniden tanımlama sürecinde iken yaşamak zorunda kalan Türkiye’li devrimcileri ve sosyalistleri etkiliyor. Yenilgiyi açıklamaya çalışan aynı zamanda sosyalizmin çöküşünü açıklamaya da mecbur hissediyor kendini. Bu arada zaten “Bolşevizasyonu”, Leninizmin yerellikte yeniden üretilmesini yaşamamış, reçetelere alışık Türk solu çözümleri de yerellikte özel tarihlerde kolayca bulabildiği yanılgısına düşüyor Örneğin “işyeri komiteleri”, “Direniş Komiteleri” üzerine “doğru/gerçek sosyalizm” tasarımlarında bulunuluyor. “Bizim sosyalizm anlayışımız öz örgütlenmelere dayalıdır” denilerek ayrımların konulduğu zannediliyor. Biz herşeyden önce yenilginin ve çöküşün bu derece kolay açıklanamayacak kadar büyük ve önemli olduğunu düşündüğümüzden, dönemin damıtarak önümüze çıkarttıklarından çok, sakladıklarına bakmaya çalışacağız. Paris Komünü’nün, Sovyetlerin savaş organı olma özellikleri gibi… Aynı şekilde “Direniş Komitelerinin” de bugün abartılarak vurgulanan yeni bir toplumun örgütlenme nüveleri olma özelliğinden çok, eğer varsa bir savaş organı olma özelliğinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Niye Sovyetlerin, Paris Komünü’nün savaş organı olma özelliğine “Birliğin” savaş birliği olması gerekliliğine vurgu Giderek bölgemizi kaplayan savaş histerisine biz de mi tutulduk? Tarihimizin sadece ateş ile temizlenecek kadar kirli olduğunu mu düşünüyoruz?
Tabii ki hayır… Tek bir nedenimiz var: Savaşın, politikanın en yoğunlaşmış hali olması ve ülkemiz devrimcilerinin, sosyalistlerinin bugün politikadan, politika yapma düşüncesinden bu derece uzak olmaları… “Birlik” tartışmalarının da, DSB sürecinin de esas zaafıyeti budur. Biz bu süreci varoluş nedeni olan ama bugün unutulmuş, bir yana itilmiş gözüken bu özelliği ile irdeleyeceğiz.
“BİRLİK” TARTIŞMALARI VE DSB SÜRECİ:
Çok ciddi teorik-ideolojik ayrılıklar hakları verilmeden, politik ayrımlara dönüştürülmeden yaşandığı için, sosyalist hareket ile işçi sınıfının birliğini sağlamak üzere yola çıktıklarını iddia edenler bu sürecin “ruhsuz” yaşandığını itiraf edebiliyorlar. Daha vahimi aylarca birlik sözcüğü ile yatıp kalkanlar ancak ayrılık ile “ruh” kazanabiliyorlar
25-26 Ağustos toplantısı “ruh” kazanmanın ötesinde, bir terapi seansına dönüştü, daha doğrusu dönüştürüldü. Bu esasında, Nisan toplantısı için de sözkonusu idi. Nisan toplantısında bir tarafa, kendilerine büyük kalan bu hazineyi reorganize etme yeteneği ve cesaretinden yoksun yapacakları tek şey bu hazineden günümüz sorunlarına tekabül edenleri hayata geçirmeye çalışmak olan bir grubu, diğer tarafa ise artık dertlerini “sert insanlar”, “sert mücadele” gibi sözcüklerle açıklayanları alarak “devrimci kopuş” yaşanmış idi. Teorik-ideolojik düzlemde zaten var olan, tebliğlerde esas olarak ifadesini bulmuş olan ayrımlar, politika alanına hiçbir şekilde referans edilmeksizin sunuldu. Hatta mentalite düzeyinde ayrımlar olarak sunulması tercih edildi. Devrimci Mücadele çevresi ustayı duvarcı ustasına çevirmekle suçlanırken, salonda satılan Sınıf Bilinci dergisinde ustanın adının “çki” harfleri ile mi yoksa “kiy” harfleri ile mi yazılacağı tartışılıyordu. “Siz birlik üzerine söylediklerinizi Kıvılcımlı Usta’nın Anarşi Yok Büyük Derleniş‘inden aldınız. Aldığınızı belirtmiyorsunuz.” diyenlere, “bardağı elimizden bırakınca düşeceğini söylersek bunu Newton’dan mı çalmış oluruz” yanıtı veriliyordu. Ama aynı Sınıf Bilinci dergisinde bir başka dergi, “Stalinizm eleştirilerini Troçkizm’den almasına rağmen kendi ürünüymüş gibi sunmakla” suçlanıyordu. O halde sorun ustanın kim olduğu mu idi? Görüldüğü üzere korkunç bir mentalite farklılığı söz konusu değil.
O halde bu ciddi teorik-ideolojik ayrımlar niçin politik ayrımlar olarak sunulamadı? Bunun bize göre önemli bir nedeni politika yapma biçimi veya anlayışı ile ilgili. Artık felaket üzerine politika yapma biçimi gelişiyor. Bunun da iki türü var: Birincisi çok güzel bir benzetme ile, “hareket subayı” türü… Temsilcisi Ömer Laçiner: Kendisi karargahta ve Türkiye’deki anlamlı 4 işi (ODTÜ-ÖTK, Fatsa, Yeraltı Maden-iş ve Direniş Komiteleri) yapanlara kurmaylık yapıyor. Lojistik olarak da Marx ve Engels’e kadar çekildi. İkincisi Peygamberce politika yapma tarzı. Batı ülkelerinde çokça görülen, dünyanın sonunu haber verenler gibi, bunlar da felaket üzerine politika yapıyorlar. Temsilcisi Troçkistler. Sol içi zor kullanımına karşı oldukları için yapacakları tek şey, diğerlerini doğru olan görüşleri ile ikna edecekler. Sol içi zora karşı olmak, başvurmamak iyi de, politika pedagoji değil. Hegemonya da başkalarını pedagojik yöntemlerle ikna etmek hiç değil. Devleti “zor ile tahkim edilmiş hegemonya” olarak düşünsek bile burada zor hegemonyanın yanında duran, zaman zaman kullanılan bir sopa değildir.
Politika alanına referans edilmeden yaşanan bu teorik-ideolojik ayrımlar esas olarak mentalite farklılığı gibi sunulmasına rağmen, devrimcilik-reformculuk ayrışması olarak yaşandı. Buradaki devrimcilik, politika düzlemine referans edilmediği için “özsel olarak devrimcilik/devrimci talepler” şeklinde tezahür etti. Halbuki özsel olarak devrimci olan hiç bir talep olamaz. Talepler ancak tarihsel ve konjonktürel olarak devrimci olabilirler. Bu yüzden de hiç kimse sadece toplumsal devrim talebinden dolayı devrimci olamaz. Örneğin yürütülen Özgürlükler Kampanyası sadece TBKP’ce kullanılmıştır. Onlarca devrimci aynı maddelerden hâlâ cezaevlerindedir. Bu da devrimci olmak ile politika yapmak arasında özsel bir ilişki olmadığını gösterir. Tabii devrimciler bu kampanyayı sadece teşhir için yürüttüler de denebilir. Unutulmaması gereken nokta Türkiye’de sol içi restorasyonun ’80’lerdeki entellek-tüalizm temelli teoriye dönüş ile başladığı ve TBKP’ce politik olarak tamamlandığıdır. Bu son adımın atılma sürecinde Kuruçeşme tartışmaları engelleyici olamamış, hatta alan açıcı olmuştur.
DSB süreci niçin politikasızlık ile iç içe gelişti?1 Öncelikle herkes için bir geçiş aracı/dönemi olan DSB’nin hedefi ile tanımlanması zorunluluğunun yerine getirilmemesi. Kimilerine göre DSB bir “Devrimci İşçi Partisine” evrilecek idi. Kimilerine göre “doğru çok parçalı olduğu için, buradan birden çok parti de” çıkabilirdi. Bütün bu hedef tartışmalarının yapılması yerine herkes için farklı değerlendirilebilecek bir belirsizlikler süreci yaşatıldı.
İkincisi, bu süreçteki kişi ve yapıların özel tarihleri olduğu biliniyor. Bu tarihler “özel” ve saygıya değer. Ama sonunda “anlatılacak olan hepimizin hikayesi” idi. Fakat bazı kişi ve yapılar bu özel tarihlerini “anlatılacak olan ve hepimizin olan hikayenin” üzerine koydular. Bazı kişi ve yapılar o kadar büyüklerdi ki; tek başlarına örgüt emekçiliği zihniyeti ile yola çıkamayacak kadar… Fakat tek başlarına bu “hikayeyi” anlatamayacak kadar da küçüktüler. Başkaları ise bu sürece doğrudan katılmamakla birlikte, aralarında merkez çağrısı yapacak meşruiyete sahip odakların olmaması ve geleneklerinden kaynaklı mücadele merkezli mesajları ile ilk gruptaki yapı ve kişileri sonunda aynı hatta çektiler.
SONUÇ YERİNE:
Dünyayı Sarsan 10 Gün filminde Bolşevik bir işçi ile Sosyalist Devrimci bir öğrencinin tartıştığı bir sahne vardır. İşçi ısrarla sadece iki sınıfın olduğunu iddia eder sonunda öğrenci sinirlenerek işçiye ahmak olduğunu söyleyip gider. Teorik olarak işçinin söyledikleri doğru olmayabilir. İkiden fazla sınıf veya sınıf kesimi olabilir. Ama politika olasılığı olabilirliğe, olabilirliği de zorunluluğa çevirme eylemidir. Olasılık ve olabilirlik sonuçları itibarı ile teori alanına ait olabilir. Fakat zorunluluğa çevirme politikadır. Bu nedenle “teori son kertede sınıf savaşımıdır.”
Politika bizim için belirli bir determinasyon içindeki voluntarizm olmalıdır. Bu voluntarizm kendisini, değişik toplumsal hareketlerin (feminizm, çevre vs. gibi) biraraya gelmesi ile değil, sınıflar mücadelesinde iktidara yönelik seçtiği politikalar ve politik güce dönüşebilme yeteneği ile ifade eder. DSB böyle bir yetenek gösterememiş ve varlık nedeni olan politik alan açmada zaafiyete düşmüştür.