İktidar gazetesinin 5. sayısında Rus komünistlerinin “iktidar” mücadelesine ilişkin bir haber var. Bu habere konu olan gelişmelerde dikkati çeken bir şeyden söz etmek istiyorum.
Sovyetler’deki karşı-devrim ve onu izleyen gelişmelerde komünistlerin inanılmaz duyarsızlığı ve kişiliksizliği sonucu ortaya çıkan tablo, uluslararası harekette önemli bir depresyon yaratan çöküntünün en fazla Rus komünistlerini etkileyeceği sanılıyordu.
Sovyet komünistlerinin sosyalist ideolojinin saygınlığını ciddi ölçülerde zedeleyen süreçteki tutumları silinemeyecek bir lekedir; bu tartışılamaz. Hep beraber sorduk “içlerinde hiç mi onurlu bir bolşevik yok” diye. Dünya komünistlerinin sonuç alıcı olmasa da, Rus komünistlerinin anlamlı bir “direnç” gösterisine ihtiyacı vardı.
Bütün bunlar vardı ve bir çok şeyi anlamakta güçlük çekiyorduk, çünkü, Rus toprağını anlamak gerçekten güçtü…
Rusya’da SBKP’nin toplum içerisindeki rolü, toplumdaki algılanış biçimi, bu partinin iç örgütlenişi, ordu-KGB gibi örgütlenmelerle parti arasındaki ilişki bizim ve uluslararası hareketin sandığının tamamen dışında özellikler taşıyordu.
Detayına girmeden bir kaç örnekle anlatılabilir.
SBKP’nin “devlet”le özdeşleşmesi hep bildiğimiz bir sorundu. Ama, ortada fiilen olmayan bir partinin daha iki-üç ay öncesine kadar halkın yüzde 30’u tarafından Yeltsin’in iplerini (cellat olarak değil; kukla oynatıcısı olarak) tutan güç olarak değerlendirilmesi ilginç değil mi?
Darbe ve karşı-devrimin sıcaklığı sürerken, bugün Yeltsin’e karşı direnişi kotaran komünistler, “kan dökülmemesi”ne sevinir durumdaydılar. Karşı-devrim önemliydi, ama onlar için “otorite boşluğuna düşmemek” de önemliydi.
Yeltsin’in öne çıkışı ile birlikte, Rusya Parlamentosu’nun oturumlarında aslında önemli bir ağırlık oluşturan komünist temsilciler, “her konu”ya ilişkin değişik tutum alıyorlardı. Yani, Yeltsin dolu dizgin kapitalizmin önünü açarken, komünistler (bir bölümü ya tutuklu olduklarından, ya ortadan kaybolduklarından, ya da boykot ettiğinden oturumlara katılmıyorlardı) yapılan oylamalarda zaman zaman Yeltsin’i desteklediler.
Bütün bunları işte “bürokratlaşma”nın sonu diyerek yorumlamak mümkün. “İşin aslı öyle değil” demek niyetini taşımıyorum. Ancak başka şeyler de var. Rusya’daki (dönekleri Garbaçov’un eteklerine yapışanları, şimdi yeni duruma adapte olan kimliksizleri kastetmiyorum) komünistlerin “vatanseverlik gururları”nın bizim sandığımızdan çok daha farklı bir şey olduğunu biliyorum. Bugün kavga edenler için örneğin ekonomik istikrarsızlık bu kavgayı besleyen bir olgudur, ama aynı oranda, 70 yıl onca şeyin pahasına kurulan değerler bütünlüğünün yıkılmasıdır da… İnsanın kendi çocuğunu öldürmesi türünden bir psikolojidir bu. Ve bu psikolojide sonuna kadar içten olduklarını düşünmek gerekir. Doğrudur demeden, karşı çıkmadan…
Şimdi Rusya’daki kavganın kızışma eğilimine girdiği bir sırada, komünistler, yıkıma gidişin manevi sorumluluğundan kurtularak gidiyorlar Yeltsin’in üzerine. Bunlar, bilinen anlamıyla SBKP yönetiminin geleneğini taşımıyorlar. Zaten SBKP yönetiminin bir gelenek taşıyabilecek ne prestiji, ne niyeti, ne de hâli var. Bugün bayrak, SBKP’nin kendi içinde barındırdığı dinamiklerden bir tanesine, sosyalist kuruluşun idari boyutundan çok eşitlikçi yönü ile beslenen ve bu anlamda işçi sınıfında kısa sürede yankı bulan bir tanesine geçmiş bulunuyor.
Ancak alışkanlıklar aynıdır. Rus komünistleri, şimdi bu alışkanlıkların ürünü olarak lejitimist yanlarını da ortaya koyuyorlar. 70 yıllık bir pratikten sonra, kendileri yalnızca toplumsal olarak değil, yasal olarak da meşru görmeleri, onların devrimciliklerine halel getirmiyor. Rus komünistleri çok ciddi bir kavga vermeye adaylar. Ama, bütün günahlarına rağmen bugün dünyada iktidara en fazla yakın örgütlenme Rusya’da ortaya çıkıyorsa, bunun nedenleri arasında komünistlerin sorumlu tutumlarını ve polisiye bir vaka olmayı kabullenmemelerini de saymak mutlaka gerekiyor… Yani, şimdilik uzak gözükse de, gün gelir de Kremlin’de kızıl bayrak dalgalanırsa, Rus komünistlerinden “zaten hep iktidardaydık” lafını duyabiliriz. Şaşırmayalım…