Bu yazı iki ay kadar önce Dünya yayınları tarafından basılarak geniş bir dağıtımı yapılan Sosyalizm Programı’nın (Taslak) kimi yönlerine ek açıklıklar getirmeyi amaçlıyor. Hazırlanmasına katkıda bulunanlardan biri olarak, Program metninin kendisini anlatma gücüne sahip olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla söz konusu olan, metindeki önermelerin açımlanması değil.
Yine bu kısa yazıda amacım, dile getirilmiş ya da muhtemel eleştirilere yanıtlar sunmak da olmayacak. Bunların dışında Sosyalizm Programı’na kendimce bir okuma kılavuzu hazırlamayı denedim. Programa zemin oluşturan anlayış, genel ve özel perspektiflerin evrensel ya da konjonktürel geçerlilikleri, bu niteliklerden hareketle programın misyonu ve geleceği… Yazının konusu bunlardan oluşuyor.
Başlarken programımızın sunuluşuna ve tartışılmasına ilişkin değinmek istediğim şeyler var. Birincisi, sosyalist harekette süregiden partileşme, birlik vs. tartışmalarını bildiğimiz ve alıştığımız düzeyde değil, bir parti programıyla sürdürme tercihimize dikkat çekmek istiyorum. Tartışmanın sonuç alıcı olacağı bir evreye geçmek için sosyalistlere, sol kamuoyunun, tartışmanın “sade” izleyicilerinin, ama bunlar kadar ülke ve dünyada süregiden nesnel gelişimin tanıdığı kredi artık doldu.
İkincisi, dolayısıyla uzun vadelere yayılan, verimi ileride alınacak bir yatırım olarak görmüyoruz açtığımız tartışmaları. Açıkçası, belirli bir hedefe yönelik çözüm yolları sunmayan somut çözüm yolu arayışında olmayan tartışmalar bizden uzak olsun.
Üç; ama verimli ve yapıcı bir tartışmayı arzuluyoruz. Solun birçok kesimi verimli ve yapıcı bir tartışma için seçtiğimiz yolu beğenmeyeceklerdir. Bu durum bizim için üzücü olmakla birlikte, sol hareket içinde kimilerinin program taslağı hazırlayıp yayınlamayı bile “oldu bitti” olarak yorumlayıp için için kızdıklarını görüp hissettiğimizde yolumuzu düzeltmeyi düşünmüyoruz.
Seçtiğimiz yol artık durup ne yapacağını tartışan toplulukların oluşumuna katılmak yerine, seçtiğimiz bir yolda attığımız adımları tartışmaya sunmaktan ibaret.
Ve son olarak, bizim girişimlerimiz Türkiye solunun unutkanlık hastalığına karşı bir savaşı da bünyesinde barındıracak. Son yıllarda bu unutkanlık hastalığı kendisini tartışmalarda da dışa vuruyordu. Kendi kimliklerinden, değerlerinden, geçmişlerinden şüpheye düşenler, herşeyi ve sıfırdan başlayarak yeniden değerlendirmek arzusuna kapıldılar. Önlerinde üzeri istendiği gibi doldurulacak bir boş kağıt bulunduğunu düşündüler. Biz, Türkiye solunun tüm birikimlerini, geçmiş tüm hesaplaşmalarını birer veri, bir mirasın ögeleri sayıyoruz. Gerektiğinde hatırlatmak üzere geri dönmek üzere, geçmiş hesaplaşmaları, ayrışmaları, katkıları… tümünü sahiplenerek yol alacağız.
Program anlayışı
Sosyalist hareketin uluslararası birikimi bugün hiçbir ülkede hiçbir siyasi harekete sıfırdan başlama olanağını sunmuyor. Program anlayışı konusunda söylenecek her bir sözcük de önünde sonunda tarihsel bir mirasın bütünü ya da çeşitli ögeleriyle hesaplaşılarak telaffuz edilir. Böyle genel bir panoramayı tüm ayrıntısıyla gözden geçirmek diye bir kaygım yok. Kimi, bugün için önem taşıyan programatik yaklaşımlarla Sosyalizm Programı’nı karşılaştırmakla yetineceğim.
Hemen akla gelen farklı bir anlayış aşamacılık olarak adlandırılan kategori. Türkiye solunun son yıllarda aşamacı demokratik devrim tezlerinden, işçi sınıfı eksenli sosyalist devrim perspektifine doğru olumlu bir evrim geçirdiği kabul edilmelidir. Ancak bu gelişimin ne kadarının olumlanacağı henüz tartışmalı bir konu. Birkaç nedenle…
Birincisi, diyelim iki ya da üç yıl önce yasal yayın çalışmalarına klasik MDD’cilikle başlayanlar çok da uzun sayılamayacak bir süreç içinde, belki kendileri bile farkına varmadan “işçici” ve “sosyalist devrimci” olabilmişlerdir. Sonra, son yıllarda sosyalistliklerini ve sosyalist toplum kurma özlemlerini Türkiye için sınırlayıp, Kürdistan söz konusu olduğunda milliyet ve demokrasi ufkunu aşamamak pek yaygın bir eğilim haline gelmiştir.
Üçüncüsü ve sanırım en önemlisi, devrim stratejileri marksist teorinin kendi içinde alabildiğine tartışılmakla birlikte, Türkiye’nin -Türkiye’den bölgeye ve dünyaya uzanan bir eksen çevresinde- analizi eksik kalan boyutu oluşturmuştur. Sonuçta bugün Türkiye’de bir radikal solcu, kimi Kürt devrimcilerinin demokrat kimliklerini görmezden gele gele, Murat Belge’nin sivil toplumculuğuna kızma hakkının bile üzerine, kendi elleriyle bir kuşku örtüsü sermiş bulunuyorlar. İdeolojik gelişimlerinin tarihsel sınırlılığı ve eksikliği yüzünden çoğu Türkiye solcusu “işçi sınıfının öncü rolüne evet, devrimin sosyalist niteliğine evet, ama ulusal burjuvaziyi, köylülüğü, orta katmanları, demokratik görevleri de ihmal etmeyelim” muğlaklığını sürdürmektedir.
Tüm bunları bol bol yapılmış tartışmalara geri dönmek için anlatmıyorum. Bu tartışmalara artık marksist teorinin içsel parametrelerinin ötesinde kimi ögeleri katmanın zamanı gelmişti, belki de geçmişti. Sosyalizm Programı aşamacılık sosyalist devrimcilik tartışmasına bu anlamda bir yenilik getirmiştir. Uzunca süredir unutulmuş bir somutluk boyutunu devreye yeniden sokarak…
Bugün aşamacılığın söylem düzeyinde terkedilmesine karşılık, kendisine çeşitli sızıntı kanalları bulması bir yana, aldığı bir diğer biçim var. Program anlayışları söz konusu olduğunda bu yaklaşım, program ile gündelik mücadelenin arasındaki mesafeyi daraltmak, ya da programı tam anlamıyla bir gündelik mücadele programı olarak ele almak biçiminde tezahür ediyor. “Program mücadeleye ışık tutmalı.” Bu aforizmanın eleştirilmesi karşıya alınması güç görünüyor. Bu güçlük bir ölçüde psikolojiktir: Mücadeleci vurgu karşısındakini bir anlamda terörize etmekte, silahsız bırakmaktadır. Ancak işin bu yanından kurtulmayı becerebilirsek, kimi eleştirileri dile getirmek mümkün…
Aşamacılık yanlış hedef göstermenin, kimliği bulandırmanın yanı sıra bir tahribat daha yaratır: Bizzat program anlayışı üzerinde… Örnek, Türkiye solunun birçok partisi 12 Eylül darbesinden sonra önüne programının revizyonu görevini koydu. Revize edilecek ya da eklerle genişletilecek olan bölümler programın gerekçeler bölümü değil, talepler, ya da “asgari” bölmeleri olmuştur. Elbette 80 öncesindeki asgari hedefler -terimi herkes paylaşmasa da- demokrasinin genişletilmesi eksenine oturuyorlarsa, darbe sonrasında demokratikleşmeyi odak almak gerekecekti.
Programın geçici, konjonktüre göre değiştirilebilen bir belge olarak algılanması Türk solunda yaygın bir kanıdır. Bu durum ile aşamacı perspektif arasındaki ilişki ise net biçimde açığa çıkartılmış değil. İlişki şundan ibaret: Programın arka planında “gerekçe”sinde bir ön aşama hedefi konulmuşsa, bu ön aşamanın talepleri de doğal olarak önem kazanacaklardır. Kaçınılmaz olarak sözü edilen iki aşamanın somut mücadele yolları ve talepleri açısından da ayırdedilmeleri gerekecektir. Aşamacılığa ne denli önem verirseniz, bunun mantıksal sonucu olarak kısmi ya da asgari program hedeflerinin de altını o kadar kalın çizersiniz. Her yeni konjonktürde program düzeltmeleri yapmaktan kurtulmak isteniyorsa, kalıcı önlem asli hedef v ebu hedefin tarifi ile, bu yoldaki kazanımlar, geçici uğraklar arasında aşılmaz bir düzlem farklılığı saptamak olacaktır. Geçici, yol üzerinde bulunan ögeleri, asli hedefe bağımlı kılarsanız sorunun çözüm anahtarını yakalamışsınız demektir.
Bu ülkede ilk söylendiği günden beri sosyalist devrim tezinin “güncel mücadeleyi azımsamak” eleştirisiyle topa tutulması, üstelik bombardımanın genç kuşaklar üzerinde, yukarıda değindiğim psikolojik terör işlevi ile “tutması” önemli bir talihsizliktir. Sosyalizm Programı bu bombardımanı çok net bir biçimde karşılamak üzere kurgulanmış bir metindir. Taslak, dikkat edilirse, “biz güncel mücadeleyi de önemsiyoruz” mesajı vermek için kimi utangaç zorlamalara yönelmekten kaçınmaktadır. Metnin kurgusundan açıkça görülmesi gereken şudur: Program hazırlayıcıları, gündelik hedeflerin yerinin program olmadığını düşünüyorlar; programın belirli konjonktür değişimlerine dayanıklılığını arttırmayı öne koyuyorlar. Aşamacılık tartışması açısından bir ara sonuç, bu metin ile birlikte aşamacılığın bir tezahürünün daha defterinin dürülmesi olmuştur.
Elbette böylesi bir programın da geçiciliğe mahkum yanları vardır. Geçmişe değil ama bugüne yönelik saptamalar, ciddi değişimler karşısında en azından yeniden yazılma ihtiyacı göstereceklerdir. Geleceğe dönük kimi öngörüler, tanrı buyruğu olmadıklarına göre elbette yanlışlanabilirler… Ama bunların önüne geçmenin, zaten mantıken olanağı yoktur.
Programın esas itibariyle bir sosyalist inşa programı olarak tasarlanmasının gerisinde yatan mantık ve kaygunun bir yönü kalıcılık arayışımız. Bunun ötesinde mücadelenin her boyutu ve biçimiyle sosyalist kadroların kimliğini ifade etmesi gereken, kadroları bağlaması gereken bir bildirge olarak düşünüyoruz programı.
Aşamacı program yazımının bir apolojisi, yukarıda değinildiği gibi, gündelik mücadeleye ışık tutma motifi olmuştur. Sosyalizm Programı’nın eleştirisinde bir kalkış noktası da, muhtemelen bu olacaktır. Bu yaklaşım, aşamacılık söz konusu olduğunda sahte mazeret arayışından ibaret görülmeli. Gündelik mücadeleyi düzen içi ya da sınırlanmış hedefler çerçevesinde tanımlamayı reddediyoruz. Ancak, aşamacılığın dışına çıkmayı başarmış kimi yaklaşımların da programdan gündelik işleri aydınlatmasını bekleyeceğini zannediyorum. Bu noktada politik esnekliğin geniş tutulması, gündelik mücadelenin gerekliliklerinin olabildiğince serbest bırakılması gerektiğine inanıyorum. Bu gereklilikleri programla bağlamak esnekliği yok etmeye yarayacaktır yalnızca. Partinin programının sınırlarına işaret ettiği bir geniş çerçeve içerisinde, çeşitli konu ve sorunlara ilişkin yaratıcılığın alanı geniş tutulmalıdır.
Güncellikle toplum projemiz arasındaki denge konusunda anlaşamayacağımız bir diğer yaklaşım ise, “geçiş talepleri” anlayışıdır. Buna göre programın kapsayacağı talepler ve programın ana kurgusu, kitlelerin gündelik, dolayımsız, acil sorun ve ihtiyaçlarından sosyalist toplum hedefine uzanan bir dizi çizginin çekilmesini gözetecektir…
Ne yazık ki, böyle bir çizgi, yalnızca mükemmeliyetçi ve kaçınılmaz olarak spekülatif modellerde bulunuyor. Gündelik olan ile sosyalizm ütopyasını her somut konuda, her tekil talep ya da sorunda birbirlerine bağlayabilmek mümkün olsaydı, bu gerçekten iyi birşey olurdu ve sosyalistlerin işi oldukça kolaylaşırdı. Kitlelerin mücadele ve bilinçlerindeki gelişim böylesi düz bir hat izlemeyeceği için geçiş talepleri işimize yaramayacak. Bu gelişim, toplumsal yaşamın bir yasası olarak geri dönüşleri, ileri sıçramaları ve iç eşitsizlikleri barındırır. Sosyalist, yani düzen dışına uzanmaya çalışan perspektif, kitlelerin verili bilinç ve mücadelecilik düzeylerini nasıl adım adım geliştireceğini tasarlamak kadar, hatta belki bundan ziyade, bu bilinç ve mücadele düzeyine nasıl sıçramalar kaydettireceği üzerinde durmalıdır. Sosyalist özne gelişmenin sıçramalı yapısını, ileri giden ögenin toplam ilerlemeyi ortalama hızın üzerine çıkartma olasılığını, iyi tutulmuş bir halkadan hareketle iğne ile kuyu kazma yönteminden daha çarpıcı ürünler elde edebileceğini hesaba katacak, eşitsiz gelişme yasasını avantaja çevirmenin yolunu bulacaktır.
Bilincin adım adım ve doğrusal bir hat üzerinden sosyalizme ulaşacağı tasarısı, geçiş talepleri programı anlayışının eksenidir, ve sosyalist özneyi silahsızlandırma tehlikesi taşır. Sosyalist parti kendi hedefi ve kimliği konusunda olabildiğince net ve köşeli, siyasi mücadelesinde -bu köşeler içerisinde- mümkün olduğunca esnek ve yaratıcı olmalıdır.
Doktrin ve tarih tartışmasında yanlış olan
Kimlik vurgusu bu denli bol ve kuvvetli yapıldıkça, bir soru işaretine neden olmuş olabilirim: Bu yolla “artık yeter” denilen doktrin ve tarih tartışmalarının gölgesi programın üzerinden düşmüş olmuyor mu?
Bir kere, söz konusu tartışmaların bir siyasi etkinliğin bütününü doldurmasına “artık yeter” denilmektedir ya da denilmelidir. Yoksa bizatihi bu tartışmaların kendilerine değil. Bir yanıyla marksist teorinin ve sosyalist mücadele tarihimizin yorumlanması çok zengin ve verimli bir kaynak teşkil eder. Bu yapılmaksızın marksist bir hareketin kendisini yeniden üretmesi söz konusu bile olamayacaktır. Bizzat bu tartışmanın kendisini küçümsemek ve yanlışlamak, teori düşmanlığının yeniden boy göstermesi anlamını taşır.
İkinci olarak; doktrin ve tarih sorularına verilen yanıtlar bir ölçüye kadar, siyasi mücadelenin tabi olacağı ideolojik hatta ve dolayısıyla programa ilişkin ipuçları içerir. Örneğin Sosyalizm Programı bir tarih yorumu olarak da marksizmin bir versiyonu olarak da üçüncü dünyacı yaklaşımları dıştalıyor. Açıkçası Program sayısız tarih ve doktrin tartışmasında açık zımni tavır almaktadır. Arada güçlü bir bağlantı vardır.
Üç; ama teori yorumlarının ve -yalnızca varolana ilişkin de değil- teori üretiminin gelişme ufkunun geniş olması gerekir. Program teorik üretim ve tartışmaya sınır çizmek anlamında değil, belirli bir yön göstermek anlamında, doktrin ve tarih tartışmasında “taraf”tır. Yoksa, bu tartışmaların ne programla, ne partiyle, ne devrimle… bitirilemeyecek, ve bitirilmemesi gereken, zenginleştirici yanları vardır.
Sonuç olarak gölgelerin birbirlerine vurmasından endişe edecek bir şey olduğuna inanmıyorum. Sorun, farklı düzlemlerin birbirlerinden ayrıştırılmalarında, bu anlamda herbirinin hakkının verilebilmesinde… Yoksa bazı düzlemleri diğerlerinden yalıtmaya yönelik bir çabadan zaten sonuç alınamayacaktır.
Haksız beklentiler
Son söylenenler, programdan nelerin beklenip nelerin beklenmemesi gerektiğine dair de veriler sunuyor.
Programa yönelik olarak hangi beklentilerin “haksız” olacağı sorulabilir. Birincisi, programın analitik niteliği ile “bilimsel analiz” birbirine karıştırılmamalıdır. Programda yapılmış herbir saptamanın, peşi sıra gelen kimi siyasi vurgu ve hedef göstermelerle uyum arzetmesi gerekir. Program, diyelim ki uluslar arası siyasi ilişkiler söz konusu olduğunda, bilimsel bir analizin temel saptama ve ilkelerini içermelidir. Yol göstermeli ve muhtemel analizlerle uyumlu olmalıdır… Ama programdan bilimsel analizin kendisini beklemek, biraz abes olacaktır.
Sosyalizm Programı Taslağı’nda gözetilen bir öge de bu olmuştur. Aslında bu konuda bir dengenin bir konuda, her alt başlıkta tutturulması da pek kolay değildir. Sanıyorum, yapıcı eleştirilerin “saptama ve ilke” çizgisinin gerisine düşülen ya da fazla ayrıntısına çıkılan yerleri göstermek, bu anlamda önerici olmak gibi bir işlevleri olacaktır. Böylesi bir tartışmaya ve katkılara ihtiyacımız olduğunu söylemek gerekiyor.
Ancak, herşeye rağmen eldeki malzeme bir “siyasi” araçtır. Kimi alt başlıkların, iç dengeyi bozacak ölçüde kısa ya da -tersine- ayrıntılı ele alınmalarının bile bir siyasi anlam taşıması söz konusudur. Tartışmalarda bu öge de gözetilmelidir.
Kalıcılık için avantajlar
Sosyalizm Programı’nın hazırlandığı ve İşçi Partisi kuruluş çalışmalarının hızlandığı konjonktür, yukarıda çeşitli yönlerden değinmeye ve tarif etmeye çalıştığım program anlayışına kimi ek olanaklar sunuyor.
Konjonktürün gözlemlenmesi önümüze şu verileri sunuyor: Uluslararası sosyalist harekete ilişkin olanlardan başlarsak, birincisi; geçmişte ideolojik üretimi uluslararası gerekliliklere, dahası kimi enstitü standartlarına havale eden eğilimler bugün geri gelmemek üzere silinmişlerdir. Bu durum sosyalizmin dünya çapında aldığı darbelerle ilişkili elbette. Ancak yaşanılan yıkımın bir yan ürünü de, açıkçası bu olmuştur. Bugün eski standartçılar marksizmi terketmiş, birçok yetişkin kadro marksizmin bu eski yanlıştan arındırılması gerektiğini görmüştür.
İkincisi, sosyalist mücadelenin diri unsurları nezdinde kimi yanıltıcı ögeler ortadan kalkmıştır. Lider fetişizmi, halkçılık, içi boşaltılmış aktivizm… Bu gibi ögeler solda bir siyasi hareketin değerlendirilmesinde, programın en az değer verilen yönlerden biri durumuna düşürülmesinin nedenleridir. Bugün bu tür nedenler gözden düşmüştür. Bu durum Sosyalizm Programı’nın sol kamuoyunun gündemine hızlı -hatta çoğu hareket için kendi programlarından daha fazla tartışma yaratarak- girmesini de açıklıyor.
Üçüncüsü, aşamacı asgari-azami ayrımına dayalı, güncellikle sınırlı, konjonktürel programlar son 10-12 yıl içinde çok yıpranmışlardır. Geçici oldukları için miyadları dolmuştur; ama bunun ötesinde yerlerine aynı kategoriden inandırıcı yeni programlar konulabilmiş değildir. Sosyalizmle bilinç ve gönül bağları kalmayan bir insan malzemesi dışında, sırasıyla anti-cunta, anti-ANAP insan hakları savunucusu yaklaşımların kadoları bir siyasi mücadeleye çağırma görevini yerine getiremedikleri söylenebilir. Bu yaklaşımların olabildikleri kadarıyla hayata geçirilebilmeleri için siyasi örgüt ya da parti programı gerektirmedikleri de görülmüştür. Türkiye’de son yıllarda, gören gözler için, kısmi işlerin kısmi örgütlenmelere denk düştüğü ve kısmi işlere uygun programların siyasi hareket yaratmaya yetmediği açığa çıkmış olmalıdır.
Bunlara eklenebilecek son bir etkenden daha söz edilebilir: Türkiye solunun bugün sayısı azalmış diri kadroları geçmiş ortalamalara göre çok daha titiz, çok daha dikkatlidir. Üstelik sosyalizmin güçlü bir çekim merkezi olmaktan uzak kaldığı dönemlerde harekete yakınlaşan yeni genç kuşaklar da titizlikte, geçmiş ortalamaları çok geride bırakmaktadır. Yaşanan teorik gelişim ve ideolojik hesaplaşmalar da eklenirse sonuç şudur: Türkiye sosyalistleri artık program niyetine önlerine konulan geri belgelere fazla yüz vermeyecekler.
Kuşkusuz bu avantajlar “program anlayışı” ile sınırlı değil. Örneğin son saptama genel hatlarıyla doğruysa Türkiye solcusunun artık “azgelişmiş üçüncü dünya ülkesi” edebiyatını da elinin tersiyle itmesi beklenmelidir. Türkiye’nin kaydettiği nesnel gelişmeler sosyalizmin görenekçi değil modern, doğucu değil batıcı, köylücü değil proleter ve kentli bir nitelik edinmesine daha elverişli bir ortam sunmaktadır. Elbette sosyalist devrimci programın geçerliliği verili sosyo-ekonomik gelişme düzeyine indirgenemez. Ama bugün verili sosyo-ekonomik ve kültürel düzey de demokratik devrimi değil, sosyalist devrimi işaret etmektedir.
Aynı düzeyde bir diğer önemli nokta da, dünya devrim sürecinde yaşanan değişimden kaynaklanıyor. Sosyalist dünyanın uluslararası devrim güçleri arasındaki birincil pozisyonu, kazanımların korunmasını ve riskli çıkışlardan sakınmayı mücadeleyi kazanımların alanını adım adım genişletmeye dayalı bir rotada yürütmeyi yıllar yılı “makul” kılmıştır. Geçmişte, maddi temelleri güçlü ama harekette ciddi yaralar açmış, kişilik erozyonlarına neden olmuş bu durum, artık mevcut değildir. Reel sosyalizm yıkılırken sosyalizm yeni iktidar mücadelelerinde özgürleşme şansını yakalamıştır. Bugün geçerli, mümkün ve makul olan, daha doğrudan, iktidara yönelik, sosyalist devrimci bir mücadele hattıdır.