“Çekirdeğin çekiciliği küçüklüğünde
Ve illa ki büyümesinde…”
Ne Yapmalı, sosyalist mücadelede bir klasik olmanın ötesinde, dönüp dönüp bakmayı gerektiren bir ürün. 1902 yılında, Bolşeviklerin Menşeviklerle yollarını ayırmasından bir yıl önce Lenin’in kaleme aldığı kitap, sorunu çok açık olarak ortaya koyar: “Birleşmeden önce ve birleşebilmek için her şeyden önce sağlam ve kesin sınır çizgilerini çizmemiz gerekir” 1 . Gerçekten Ne Yapmalı, Bolşevik mücadelenin sınırlarını neti eştirir ve kararlılığın, ilkeliliğin bir manifestosu olur. Ne Yapmalı, sosyalist devrim mücadelesinin temel taşlarından birini oluşturur.
1903’te, Lenin’le Martov arasında parti üyeliği konusunda çıkan anlaşmazlık, siyasal bir bakış açısından yoksun olarak değerlendirildiğinde ifade biçimlerindeki farklılıktan kaynaklanan basit bir anlaşmazlık gibi görülebilir. Ancak üyelik konusundaki bu anlaşmazlık, Ne Yapmalı’ya evrenselliğini kazandıran örgüt teorisinin en temel normlarından biri etrafında şekillenmiştir; sosyalist mücadeleye aktif katılım. Martov, RSDİP üyesi olabilmek için maddi bakımdan partiyi destekliyor olmayı yeterli bulurken, Lenin, “kişisel katılımla” partiyi desteklemeyi üyelik için şart koşmuştur 2 . RSDİP kongresinde patlak veren kişisel katılım sorunu, sosyal demokrat parti örgütünün yapısı ve çalışma tarzı ile birlikte düşünüldüğünde, ilk bakışta son derece pratik bir sorun olarak gözükmektedir. Ancak soru(n), “sınıfın tarihsel çıkarlarını temsil eden, hem beyin hem de çekiç olması gereken bir öncülüğe katılım koşulları neler olmalı?” şeklinde formüle edilince yanıt pratik olduğu kadar teorik boyutuyla da gündeme gelmiştir. Lenin’in Martov’a karşı verdiği yanıt, yalnızca “gevşek tarzda bağlanma” karşısında disiplin ve çelik çekirdeği çıkarmakla kalmamış, aynı zamanda eşitsiz gelişme yasasının işçi sınıfı nesnelliğinde işleyişi ve öncülük kavrayışı konusunda getirdiği teorik açılımla 20. yüzyıl Marksizminin “Marksizm-Leninizm” olarak adlandırılmasında belirleyici olmuştur.
Eşitsiz gelişme yasası ve bilinç
Marx’ın kapitalizmin eşitsiz gelişimi yasasını olgular düzeyinde gözlemlediği halde teorize etmemesi, dönemin nesnelliğiyle birlikte ele alındığında, işçi sınıfının kendiliğinden hareketlenmesinin bilince evrileceği beklentisini de birlikte getirdi. 19. yüzyılın son çeyreğinde kapitalizmin gelişim dinamikleri, yüzyıl başında kısmen sahip olduğu “sınıfın bilinçlenmesine kanal açan burjuva demokratik niteliğini” tümüyle yitirip gerici bir öz kazanırken, işçi sınıfının homojen bir yapısı olmaması ve kendiliğinden gelişiminin sosyalist bilince evrilemeyeceği gerçeği daha çıplak olarak gözüktü ve Lenin’i eşitsiz gelişim yasasını teorileştirmeye, bilinçli bir öznenin siyasal-teorik zorunluluğunu çerçevelendirmeye itti.
“Lenin, [proleter devrim sorununu] teorik odağından ve dolayısıyla pratik belirleyici yanından, örgüt açısından ele alan ilk -ve uzun süre tek- önemli önder ve teorisyen oldu.” 3
Lukacs, Rosa Luxemburg ve diğer Avrupalı Marksistlerin, örgüt teorisine olan uzaklıkları oranında, “proletaryanın, devrimci görevine ideolojik olarak evrildiği görüşüne” saplanıp kaldıkları saptamasını yapıyor 4 . Oysa işçi sınıfının kendiliğinden hareketiyle sosyalist bilinç arasındaki açının belirlenmesi, bu açıyı kapatmanın öğeleri olarak ideolojiyle birlikte onun üretim merkezi de olan bir yapı sorununu ortaya çıkarıyor.
“(…) Sosyal-demokrasinin işlevi, kendiliğinden hareketin üzerinde dolaşan bir ‘ruh’ olmak ve bununla yetinmeyip bu hareketi ‘kendi programı’ düzeyine yükseltmek değil de nedir? Bu işlev, herhalde hareketin kuyruğunda sürüklenmek olamaz.” 5 Kendiliğinden hareketi sosyalist hareketin ‘kendi programı’na yükseltmek, öncelikle açıyı doğru saptamaktan geçiyor. Açının örgüt kolunu kendiliğinden hareket kolu içinde likide etmek ruhunu teslim etmekten başka bir şey olmuyor. Açıya müdahale etmek, Ne Yapmalı’da sınıfa bilinç taşımak olarak tarif ediliyor. Ve bir özne gerektiriyor.
Burada saptanması gereken, Lenin’in tarif ettiği Bolşevik örgütlenme tarzının Ekim devrimine uzanan süreçte kendini sürekli yenilediği ve geliştirdiğidir. Bu yenileme ve gelişim sürecini gözeten her zaman 1902’nin görece geri nesnelliğinde deklare edilmiş olan örgüt teorisidir; “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” 6 .
Lenin’in Engels’e göndermeyle altını çizdiği teorik savaşımın önemi, sadece teorinin pratikte sınanması anlamına gelmez. Devrimci teori, işçi sınıfının tarihsel çıkarına, sosyalist devrime giden yolda devrimci pratiğin güncelliğe, ekonomizme sıkışıp kalmamasının ve mücadelenin geleceğin prizmasından geçirilerek doğru kanaldan akmasının araçlarını sağlar. Tersi, işçi sınıfının kendiliğindenliğine boyun eğmektir. Ne Yapmalı’da işçi sınıfının kendiliğinden hareketi ile sosyalist hareket arasındaki ilişki bu düzlemde tarif edilir:
“Ama sorunun özü, yığınsal işçi sınıfı hareketinin ‘görevleri belirleyeceği’ sözünün nasıl anlaşılacağındadır. Bu iki biçimde yorumlanabilir. Bu, ya bu sınıfın kendiliğindenliği önünde boyun eğmek, yani sosyal-demokrasinin rolünü işçi sınıfı hareketine tabi duruma indirgemektir (…), ya da bu, yığın hareketinin karşımıza yeni teorik, siyasal ve örgütsel görevler, yığın hareketinin ortaya çıkmasından önceki dönemde bizim için doyurucu olabileceklerden çok daha karmaşık görevler çıkardığı anlamına gelmektedir.” 7
Ekonomizm ve sendikalizm birinci yorumdan çıkıyor. İkincisi ise öncülük iddiasını gerektiriyor. Öncülük ise, en sıkı normlara göre oluşturulmuş profesyonel devrimciler örgütü ve iktidar perspektifi ile bir iddia olmaktan çıkıp gerçekleniyor. Leninist örgütün Ne Yapmalı’da ortaya konan yapısını aşağıda ele alacağız. Burada sınıfa bilinç taşımanın anlamı üzerinde biraz daha durmak gerekiyor.
İşçi sınıfına dışarıdan bilinç taşıma sorunu, siyasal bir sorundur. Ne Yapmalı’yı ve Bolşevik örgütlenme tarzını, kaba bir tek yanlı ve Blankist yaklaşım olarak görenler bu siyasallığı anlamamışlardır. Öncü, sınıfla olan bağlarını siyaset üzerinden kurar. Lenin’in siyaseti (ve sonradan Leninci siyaset) kendiliğinden hareket karşısına “örgüt hareket”in doğurduğu bilinçli mücadele hattını çıkarır. Bu, bir şeylerin ikame edilmesi değil, sınıfın tarihsel misyonunun gerçeklenmesidir.
Bu gerçeği anlamayan troçkizan yeni soldan ise şu tür sesler duyulabilir: “Kendiliğindenlik ve bilincin mekanik bir şekilde karşı karşıya konmasının mantığı, partiyi, işçi sınıfı önderliğini, mücadele içinde ortaya çıkmış fiili unsurlardan tamamıyla ayırmaktır. Bu anlayış, kendiliğinden mücadelenin ortaya çıkarabileceği her soruna partinin bir cevabı olduğunu varsayar. Savaşa hazır bir sürü insanın körlüğü, daha önceki bir avuç insanın alimliğinin öbür yüzüdür 8 .”
Yeni solun sorunu, öncünün sınıfla ilişkisinin teorizasyonu sorunu olmaktan çıkıp da parti adını duydukları her yerde kör bir reddiyeciliğe soyunmak olduğu oranda, söylediklerini ciddiye almak da iyice zorlaşıyor. Cliff’in tasavvur ettiği, güncelliğin dayattığı her soruna bir cevap bulabilme kaygısıyla hareket eden bir partinin, kendiliğinden harekete, kendiliğindenliğin sınırları içinde hapsolarak neyin bilincini taşıyacağı konusu, bu anlamda cevabı örgütsüz solda saklı kalan ve Bolşevikleri pek ilgilendirmeyen bir soru oluyor. Güncellik, ancak siyasetle dönüştürülebilirliği oranında Bolşevikler için anlam taşıyabiliyor.
Leninist örgütün yapısı
“Siyasal savaşımdan ‘işverenlere ve hükümete karşı iktisadi savaşımı’ anlayan bir sosyal-demokrat için ‘devrimciler örgütü’ ile ‘işçiler örgütü’nün aşağı yukarı aynı şey olması doğaldır 9 .”
Sınıfın kendiliğinden hareketlenmesinin sosyalist mücadeleye evrilmesinin olanaksızlığı ölçüsünde, sınıfa dışarıdan siyasetin bilincini taşıyacak bir örgütlenmenin varlığı zorunludur dedik. “İşverenlere ve hükümete karşı iktisadi savaşımı” öne koyan kendiliğinden hareketin, içinden geçtiği mücadele sürecini sınıfın nihai hedefiyle ilişkisi içinde kavramasını (kendiliğinden hareketin bilince evrilmesini) olanaksız kılan bu burjuva nesnelliği, aynı zamanda bu akışın kurulması tarihsel olarak zorunlu olduğu için bir kavga nesnelliğidir ve mücadele biçimlerinin temeli olarak gizliliği dayatır. Bu nesnellikte devrimciler örgütünün sıkı bir gizlilik içinde çalışmasının zorunlu hale geldiğini saptayan da Lenin olmuştur.
Gizlilik, işçilerin açık iktisadi örgütlenmesinin genişliğinin tersine, darlığı gerektirir. Burada darlıktan kasıt, nicel olarak bir kota değildir; darlık sorunu, daha çok nitel bir sorundur, yoksa örgütün genişlemesi her zaman mümkün ve gereklidir. Diğer yandan, nitel gelişkinliğin kendisi, nicel olarak genişlemenin önüne her zaman belli kısıtlar koyar, ve doğru olan da budur. Devrimciler örgütünün aynı zamanda uzun solukluluğu ve sürekliliğini sağlayabilecek bir kadro yapısına sahip olması da şarttır. Kadroları, “devrimci eylemi meslek edinmiş” profesyonellerden oluşur. Profesyonel devrimciler, sınıftan soyutlanmış, adeta bir sera içinde yaşayan ve siyasete yabancı, sınıfın güncelliğinden uzak kadrolar değil, tam tersine siyasallıklarını sınıf nesnelliğinin ötesine taşıyabilen ve güncelliğe siyaset aracılığıyla müdahale yeteneğine sahip kadrolardır.
Leninist örgüt, merkeziyetçi bir yapıdır. “Uzmanlaşma, zorunlu olarak merkezileşmeyi öngörür ve onu gerekli kılar. 10 ” Merkeziyetçi yapılanma, merkezi perspektifle kadrolarını zenginleştiren ve insiyatife alan açan bir yapılanmadır. Menşeviklerin ve ardıllarının anlayamadıkları, tam da bu diyalektik ilişkidir; merkeziyetçilik, örgütün bütünlüğünü ve siyasal alanda hareket genişliğini sağladığı ölçüde kısıtlayıcı değil, zenginleştiricidir.
Burada, Ne Yapmalı çerçevesinde, bir kez daha “demokratik merkeziyetçilik” kavramına değinmek gerekiyor. Tekrar niyetine olsun; demokratik merkeziyetçilik kavramı “demokratik ama” merkeziyetçi, veya “merkeziyetçi ama” demokratik bir yapıyı tanımlayan bir kavram değildir. Böyle bir Leninist örgütlenme tarzı zaten mümkün değildir! Demokratik merkeziyetçilik, kadrolarından geri beslenmeyle birlikte zenginleşen ve ancak merkeziyetçi olduğu oranda insiyatife zemin sunan bir yapıyı tarif eder; bu anlamda ‘demokratçılık’la demokratik merkeziyetçilik arasında bir zıtlık söz konusudur. Birincisinde, herhangi bir esnekliğe ya da geri beslenmeye zaten yer yoktur, çünkü ortada bir esnemeyi kaldırabilecek bir yapı, ya da geri besleme diye bir sürecin söz konusu olabileceği bir merkez bulunmaz:
“Hareketimizde etkin olarak çalışanlar için biricik ciddi örgüt ilkesi, en sıkı gizlilik, üyelerin en sıkı elekten geçirilmesi ve profesyonel devrimcilerin eğitilmesi olmalıdır. Bu nitelikler birleşince, “demokratçılık”tan çok daha değerli birşeye, devrimciler arasında eksiksiz bir yoldaşça karşılıklı güvene kavuşmuş olacağız 11 .”
İttifaklar sorunu ve örgütün örgütsüzleşmesi tehlikesi
Burada Bolşeviklerin ittifaklar politikasıyla ilgili kısa bir parantez açmak da gerekiyor. Ne Yapmalı’da temel tezleri açığa çıkarılan Leninist örgüt teorisinin boşluğunu arayan Menşevikler, onu Bolşeviklerin ittifaklar politikasıyla vurmaya çalışmışlardır. Bolşevik örgüt yapılanmasının “sıkı ve dara” niteliğiyle ittifak politikasının “esnek ve bol” özelliği arasında ilk elden saptanabilecek ayrımı bir çelişki olarak sunmaya çalışan Menşevikler pek çok konuda olduğu gibi burada da diyalektik bakışın eksikliğiyle malul olduklarını göstermişlerdir. Menşeviklerin Bolşeviklere karşı seslerini en çok yükselttikleri noktalardan biri “burjuvaziye karşı her tür hareketin desteklenmesi” ilkesi olmuştur. Menşevikler bu ilkenin Bolşeviklerin örgütlenme tarzına ters düştüğünü ve bir çelişki unsuru olduğunu söylemişlerdir.
“Lenin’in örgüt düşüncesi, bunun sonucunda zorunlu kutuplar halinde ortaya çıkmaktadır: proleter sınıf bilincinin temeli üzerinde parti üyelerinin en katı ölçülere göre seçilmesi; ve kapitalist toplum içindeki tüm ezilen ve sömürülenlerle mutlak dayanışma ve destekleme. (…) Menşevik örgütlenme bu iki kutbu zayıflatır, birbirine karıştırır, bunları uzlaşmalara indirger ve bizzat parti içinde birleştirir. 12 “
Bolşevikler için ittifaklar sorunu, siyasal bir sorundur, başka bir sınıfsal katmanın (daha çok da köylülüğün) siyasal temsilcisiyle ilişkide tanımlıdır ve anlamı, konjonktürel olması ve kendi mücadele ilkelerinden hiçbir ödün vermeksizin girilebilecek olmasıdır. Menşeviklerin anladığı türden bir çelişkiyi doğurabilecek “ittifak tipi”ne ise uzlaşma denir ve bizzat yürütücüsü kendileri olmuşlardır. Menşevikler teorik olarak eleştirdikleri noktayı, örgütsel yapılanmaları gereği fiili olarak olumlayarak varolmuşlardır, bunun sonucu ise tüm “menşevizasyon” süreçlerinde görüldüğü gibi likidasyondur.
Ne Yapmalı ve aydınlar
Sosyalist mücadele bilincini kazanma sürecinde aydınlar, eğitimleri ve içinde bulundukları görece özerk konum nedeniyle, sınıfa göre daha ileri bir noktada bulunurlar. Ancak örgütlü mücadele söz konusu olduğunda, partide bulunanlar hiçbir sınıf ve meslek farkı gözetilmeksizin profesyonel devrimciler olarak eğitilir ve eğitici olurlar. Aydınların, Ne Yapmalı’da saptanan sınıfa göre ileri konumları, daha çok bir somut durum analizinden yola çıkıyor; bu anlamda aydınlara ayrıcalıklı bir konum değil bir sorumluluk yüklenmiş oluyor. Menşevikler farkı anlayamıyor ve eleştiriyorlar, diğer yandan ortada menşeviklere karşı kurtarılacak bir durum değil, örgütsel çıktıları olan bir saptama olduğunu kavrayamamak da oldukça trajik sonuçlara yol açabiliyor:
“Lenin’in Menşevik kamptaki muhalifleri daha sonradan onu, Ne Yapmalı’da aydınları işçilerden daha üstün tutmakla suçladılar. Bu hiç de böyle değildir. Aslında Lenin aydınları ‘alışkanlıklarında dikkatsiz ve tembel’ olmakla suçlar. Fabrika hayatı disiplinine alışık işçilerin aksine, aydınların parti tarafından disiplin altına sokulması gerekecektir. Onların partideki rolü zaten geçicidir.” 13
Gerçekten ayrıcalık anlamında partide aydınlara özel bir vurgu yapılmıyor, ancak diğer yandan Lenin’in Ne Yapmalı’da aydınların sosyalist bilince yakınlığından bahsettiği açıktır, yukarıda açıklandı; Cliffin yaptığı hata ise, hiç de gerekmeyen bir yerde, nesnelliği anlayamamaktan kaynaklanan bir çubuk bükmeye gidip sonunda çubuğu kırmak oluyor…
* * *
Ne Yapmalı’yı okumanın bir çok biçimi var. Örneğin bir ‘model önerisi’ olarak okuyanlar var. Okuyup da “bu iş legal partiyle olmaz’ diyenler var. Orası Rusya, burası Türkiye diye düşünenler var… Leninist örgüt teorisi, evrenseldir; evrenselliği, ve aynı anlama gelmek üzere teori olması, birçok farklı model arasında bir almaşık olarak değil, kapitalizmin yasalarına ve işleyişine müdahale anlamında tanımlanmış en gelişkin ve tek mümkün aracı tarif etmesinden ileri gelir. Teorinin yerelliklerde yeniden üretimi, şüphesiz farklı dinamiklerin hesaba katılmasını getirir; teoriyle pratik arasında her zaman bir açı mevcuttur, ancak bu açının sağlıklılığı, teorinin pratiğe doğru tercüme edilmesiyle mümkün olacaktır.
Kapitalizmin girdiği son dönem, sistemin çöküşünün kaçınılmazlığını ve yaşadığımız çağın sosyalist devrimler çağı olduğunu iyice görünür kılıyor. Devrimin güncelliğinin bütün yakınlığıyla hissedildiği bu dönemde, Leninist örgüt teorisi, geçerliliğini ve zorunluluğunu her nesnellikte dayatıyor. Ve devrimin öznesi olma iddiasının gerçekliğe dönüşmesi, Ne Yapmalı sorusuna Lenin’in verdiği gibi kararlılık, ilkelilik ve iradeyle cevap verebilmekte ve bunu siyasete taşıyabilmekte yatıyor.
Dipnotlar ve Kaynak
- Lenin, Ne Yapmalı, Sol yayınları, s. 27.
- Ascher; Abraham, Rus Devriminde Menşevikler, Metis yay. 1992, s. 59.
- Lukacs; G., Lenin’in Düşüncesi: Devrimin Güncelliği, Belge yay. 1979, s. 26.
- Lukacs; G., a.g.e., s. 26.
- Lenin, a.g.e., s. 57.
- Lenin, a.g.e., s. 29.
- Lenin, a.g.e., ss. 50-51.Burada bir parantez açıp, bolşeviklerin, “sosyal-demokrat” kavramını değişen dünya nesnelliği (Alman sosyal-demokratları, vb.) ile birlikte 1917’de terkedip, “komünist” kavramını kullanmalarının altını çizmek gerekiyor. Bu değişiklik; bolşevizasyon sürecinde leninist örgütün yapısına da işaret ediyor.
- Cliff; Tony, Lenin: Partinin İnşası, Tarihsel yay. 1994, s. 70.
- Lenin, a.g.e., s. 113.
- Lenin, a.g.e., s. 131.
- Lenin, a.g.e., s. 141.
- Lukacs, a.g.e., ss. 31-32.
- Cfiff, a.g.e., s. 74.