Bugün Türkiye’nin siyasal arenasında bir büyük danışıklı dövüş yaşanıyor. Egemen sınıfların siyasi temsilciliğine talip olan siyasal gruplar, anlaştıkları zeminde, egemenlik ilişkilerinin her ne pahasına olursa olsun devamı zemininde, kendi siyasal kariyerlerini de ortaya koyarak, bu ilişkilerin devam biçimine hangi siyasi grubun damgasını vuracağı üzerine mücadele veriyorlar. Çeşitli burjuva siyasal partileri, sömürünün ve burjuva egemenliğinin devamının hangi yollarla sağlanacağına ilişkin programlarını egemen sınıflara kabul ettirmenin mücadelesini sürdürüyor.
Bu nedenle açıklıkla bilinmelidir ki, asıl onay mercii, referandumda oy kullananlar değil; referandum sonucunu, yükselen bir muhalefeti hangi siyasal programın daha etkili önleyebileceğine veri olarak kullanacak egemen sınıflar olacaktır. Bu nedenle referandumdan çıkacak sonuç, “Biz bu siyasal programa daha az muhalefet ederiz” anlamını taşıyacak, dosyasına bu belgeyi de koyan siyasal program, bazı kapıları “başı daha dik” çalacaktır.
Referandum, 12 Eylül’le birlikte yerleştirilmeye çalışılan rejimin sivil giysiler altında devamına yönelik bir komplodur. Bu komplo reddedilmelidir. Sosyalistler için önemli olan, referandumun sonucundan ziyade, gerekçelerinin de onaylanması anlamına gelen bir tercihi benimsemekten kaçınmalarıdır.
Referandum 1982 belgesinin toplumsal meşruiyetinin olmadığının itirafıdır. Yapılmak istenen, zorla onaylatılan bir yasak ve baskı belgesine, taşımadığı meşruiyeti yeni bir komplo ile, bu kez dolaylı olarak sağlamaktır. Ortaya konulan ikilem reddedilmeli ve bu komplo aşılmalıdır.
82 Anayasası’nın geçici 4. maddesine ilişkin referandumda sosyalistlerin tutumu üstüne farklı görüşler öne sürülmektedir.
Solda bir kesim, genel hatlarıyla özetlenecek olursa, referandumdan yasakların kalkması doğrultusunda çıkacak bir sonucun, her şeye karşın 82 Anayasası’nın değişmesi ve demokratikleşme yönünde adım anlamına geleceğini savunmaktadır.
Gelenek, bu doğrultudaki görüşleri paylaşmamaktadır. Türkiye’ nin egemen sınıfları, bir anayasa değişikliğini ve eski siyasal liderlerin yasaklarının kalkmasını, yakın görülen bir siyasal bunalımda düzenin siyasal dayanaklarını tahkim edebilme, yıpranan ve yıpranacak olan bugünkü siyasal iktidara tam tamına düzen içi almaşıklar oluşturma dürtüsüyle gündeme getirmişlerdir. Bir başka deyişle, gündemdeki sorun en çok burjuvazinin siyasal almaşıklarının artırılması, en az da “demokratikleşmeyle” ilgilidir.
On yıl öncesinin MC liderleri ile “sola duvar çekme” ustası bir politikacının siyasal haklarını kazanmalarının bir “demokratikleşme” adımı olarak sunulabilmesi ve benimsenebilmesi, tarihin garip bir ironisi olsa gerekir. Sosyalistlerin, tercihi, sınır çizimi vb. bütünüyle düzen tarafından gerçekleştirilmiş böyle bir alanı kabullenip, aynı dar alanda belli bir tavrın savunusunu yapmaları, kanımızca önemli bir yanılgıdır.
Konunun özünün “ANAP’a hayır”da odaklanıyor gibi gösterilmesine de katılmıyoruz. Referandumu bir an için işin içinde ANAP faktörü olmadan, sözcüğün tam anlamıyla yalıtılmış bir biçimde düşünürsek, “bu siyasiler siyaset yapabilsinler mi?” sorusuna bizim cevabımız “hayır” olmalıdır. Politika yapmak ile çifte standartlara sahip olmak arasında önemli fark vardır. Bugün, “Bütün yasaklar kalksın, bu bizim sosyalizm anlayışımızdır” formülüyle ortaya çıkıp, gelecekte sosyalizmin inşa gereklerini yerine getirmek için yapılması gerekenleri bağdaştırmak mümkün değildir. Elbette bunun gereklerini yerine getirmeyi ciddi olarak düşünenler için. “Kimin üstüne konursa konsun yasaklamanın olmaması gerekir” düşüncesi, bu görüş sahiplerinin öngördükleri düzenin sınırları içinde kimlerin siyaset yapabileceğine ilişkin ipuçları veriyor. Demirel’in, Ecevit’in siyaset yapabildiği bir düzenin de sosyalizm olmayacağı bizce açık. Bu nedenle referandumda “evet”in dayanaklarını, sınıfsal yaklaşımın ötesinde, bazı metafizik demokrasi ilkelerinde aramak sosyalistlerin işi değildir.
Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, siyasal alanda en küçük adımların atılabilmesi bile, yola hep büyükle çıkmayı, genel ve kapsamlı talepleri ödünsüzce dile getirebilmeyi gerektirir. Günümüz Türkiye’sinde bunca sözü edilen “demokratikleşme” konusunda sosyalistler global ve içerik olarak da özgün bir çerçevenin sahibi ve ödünsüz savunucusu olmalıdırlar. Bu çerçevenin ancak kağıt üzerinde dile getirilmesi, pratikte ise bütünüyle farklı bir platformda ve burjuvazinin sınırlarını özene bezene çizdiği bir alanda hapsolup kalmak, dayatılan ikilemleri veri almak, savunulamaz. Sosyalistler politika sahnesinde kendi kimlikleriyle yer alırken, kendi gündemlerini ana gündem maddesi haline getirmenin mücadelesini yürütmelidirler. Çeşitli biçimlerde yaratılan gündemlerde pertavsızla sosyalizmin önünü açacak bir şeyler arayıp bunu kendi gündemimizin ana maddesi haline getirmekle, bağımsız sınıf tutumunu geliştiremeyeceğimiz açıktır.
Tüm bunlara rağmen solda “evet” için anlaşılmaz gerekçeler de öne sürülüyor. Örneğin, birtakım yasakların keyfi olması hangi anlama geliyor? Geçerli hiçbir sebep yokken ortaya atılmış olmasını mı ifade ediyor? Yoksa kararı 450 kişinin değil de 4-5 kişinin alması mı anlatılıyor? Bunu anlamak mümkün değil. Keyfiliğe karşı çıkılıyor; ancak kapitalist düzenin her yönetim biçiminin belli bir keyfilik olduğu unutularak. Keyfiliği aşmanın, sosyalizm demek olduğunu unutarak. Biz keyfiliğin kullanım biçimine değil, sınıfsal dayanaklarına bakarak sonuçlarını yorumlamak durumundayız. Bu nedenle “12 Eylülün keyfi yasağını reddetmek”, evet için hiçbir şekilde dayanak noktası oluşturamıyor.
Yine, “evet” kararında olduklarını, ancak bunun protesto anlamını taşıdığını özellikle vurgulama ihtiyacını duyanlar anlaşılmaz bir biçimde boş oy tutumunu “kararsızlık” olarak niteleyebiliyorlar. İfade etmek istedikleri, sözünü ettiğimiz burjuva siyasal programlarından birini seçme sorunuyla ilgiliyse, bu tutumun bir kararsızlığı çağrıştırmadığı açık olsa gerek. Eğer bunun dışında yansızlığı ifade eder biçimde bir politikasızlık anlatılmak isteniyorsa, tutumlarının bir protestoyu ifade ettiğini ekleme ihtiyacını duymayanlara politikasızlığı yakıştırmak anlamsız oluyor.
Referandumda sosyalistlerin alması gereken doğru tutuma ilişkin ipuçlarını, evet oyu vermeyi her şeye karşın önerenlerin yazılarını, “ancak” diye başlayan ve “her şeye karşın” diye devam eden bölümlerine kadar okuyarak bulmak da mümkün. Bu nedenle referandumun ne anlama geldiğini fazla ayrıntılandırmak gerekmiyor. Gene de referanduma ilişkin tutumlar, Eylül badiresinden kimlerin uysallıklarını koruyarak, kimlerin uysallaşarak, kimlerin de bağımsız sınıf tavrını geliştirmeye niyetli olarak çıktığının belirtilerini vermesi bakımından önem taşıyor.
Gelenek, iç siyasal çekişmelerinin dayattığı ve düzenin siyasal dayanaklarını tahkimden öte hiçbir anlam taşımayan böyle bir referandumda, sosyalistlerin “evet” ve “hayır” oyları dışında boş ve geçersiz oy kullanarak bağımsız konumlarını sergilemeleri gerektiğine inanmaktadır.