“Kadınlardan ve aşktan, daima coşkunlukla ve hayranlıkla söz ederdi.
Ama bir defacık olsun aşık olmamıştı.”
Anton ÇEHOV
“Teori”…
Yunanca “inceleme”den geliyor. Türkiye’de eksik olan bu; kimi sosyalistler için… Doğru ya da yanlış.
Ama nasıl bir teori? Elbette “teori” dendiğinde epistemoloji dünyasına girmek gerekiyor. Ancak benim buradaki niyetim oldukça basit: Kavramsal bir tartışmayla hiçbir ilgim yok. Bizzat sosyalist teorinin, sosyalizm mücadelesinin nasıl bir halkası olduğu üzerinde durmak istiyorum.
Bu mücadelede teorinin sınırlarının da…
Bir de, teorik çalışma ve eğitimin çoğu zaman karmakarışık edilen bir çehresi var. Türkiye sosyalist hareketinin kafa yorması gereken sorunlardan bir tanesi olarak, bunun da üzerinde durmak istiyorum.
Önce, teori neden önemli? Aptalca bir soruya benziyor. Ancak bugüne kadar sosyalizm mücadelesinde “teori”nin çoğu kez pratiğe eklenmeye çalışılan bir dışsal güç, hatta bir aksesuar olarak değerlendirildiği biliniyor.
“Teori” bu mücadelede bir aksesuar değildir.
Sosyalist mücadele düşünülüyorsa, bu mücadelede “teori”nin neden önemli olduğu iyi bilinmelidir.
Teori de bilmekle ilgilidir. Üretim sürecinin, bilimsel çalışmaların ve sınıf mücadelesinin yasallıklarının sistemleştirilmesidir.
Bilmek gerekiyor. Özgür olabilmek için…
Sosyalist mücadele, insanlığın şahit olduğu en iradi tarihsel eylemdir. Bu eylemin özne bölmesinde özgür insanlar olmak zorundadır. Elbette bir kuş gibi veya bir çoban gibi değil.
Sosyalizm mücadelesinin insanı, beş duyusuna karşı özgür olmalıdır! Gerek ampirik bulguların, gerekse ideolojik kuşatmaların şekillendirmelerine karşı özgür…
Bunun için ya duyarsızlaşacaksın, yani fiilen yok olacaksın; ya da gördüklerin, duydukların, hissettiklerin karşısında bükülüp ezilmeyip, otoriteni kuracaksın.
Özgür olacaksın…
Bir sosyalistin özgür olabilmesi için mutlaka yaşama karşı otorite kurması gerekmiyor. Ama, en azından bunu bir yapı olarak başaran bir örgütsel kollektivitenin parçası olmak, yani içinde bu otoriteye sahip bireyleri barındıran bir yapının içinde olmak gerekiyor.
Bu anlamda teorik bakabilmek, herhangi bir “an”ı, geçmiş-bugün ve gelecek zinciri içerisindeki tüm özellikleriyle beraber değerlendirebilme eylemidir. Sosyalist mücadelede bu düzeyi tutturamamanın tek bir faturası vardır: Popülizm.
Örneğin, proletaryanın en devrimci sınıf olarak geleceği omuzlaması mevcut “an”ın ve tarihsel kesitin düşünceye sunduğu bulgulardan hareket edildiği taktirde, bugün giderek artan oranda burjuva ideolojisinin bir silahı haline gelen “yabancılaşma” kavramı ile açıklanabilir. Proletaryanın devrimciliği, bu toplumsal kesimin yabancılaşması oranındadır.
Proletaryanın devrimci misyonunu üretim ilişkileri, kollektif çalışma, mülksüzleşme süreci, ileri teknolojide çalışmak gibi tarihsel kategorilerle açıklamak ise, ancak geçmiş-bugün-gelecek kavrayan bir zihniyetin ürünüdür. Yani, teorik bakabilmenin…
Teorik bakabilmek, popülizmden arınmaktır. Bu arınma birkaç örnekle daha gözler önüne serilebilir.
Faşizm Almanya ve İtalya’da önemli bir kitle tabanı ile birlikte varoldu. Her iki ülkede de, faşist hareketin bu kitle tabanını milliyetçi-dinci ideolojiyi popüler bir söylemle takviye ederek oluşturduğu da tartışılmayan bir gerçekliktir. Bununla ilişkili olarak, faşizmin söz konusu kitle tabanında küçük burjuva ağırlık göze çarpmıştır. Bunlar, ham gerçekliktir.
Bu ham gerçekliğin “faşizm küçük burjuva hareketidir” saptamasına dönüşmesinde ise herhangi bir teorik katkı yoktur. Oysa taşıdığı vulger özelliklere karşın “faşizm tekelci burjuvazinin en gerici…” diye başlayan tanım (veya tez), bu ham gerçekliğin soyutlanması sonucu elde edilmiştir. Teorik bir tanım veya tezdir. Bu tez ve benzerlerinin sosyalistlerce benimsenmesi, hatta kimi zaman ezberlenmesi, ham gerçekliğe teslim olmamak için önemli bir aşıdır.
Faşizm popüler bir kimliğe büründü diye sosyalist ideolojiyi de popüler bir çizgiye getirmek isteyenler (örneğin Laclau) karşısında bu tür teorik aşılara ihtiyaç vardır.
Vulgerleştirmek kimi zaman çok önemli olmayabiliyor. Hatta kimi zaman, bir ölçüde gerekli bile oluyor.
“… planlama ve yönetimin merkezileştirilmesi metotları yalnız sosyalizme özgü olmayıp, daha çok savaş ekonomisinin bilinen teknikleridir. Bütün güçlük, savaş ekonomisi metodlarının sosyalizmin özüyle bir tutulması ve onun ayrılmaz bir parçası gibi ele alınmasıyla başlar.
“Sosyalist toplumun bu gibi merkezi, bürokratik planlama ve yönetme metodlarından vazgeçtiği an, yeni sosyalist toplumun olgunlaşma belirtisidir.” 1
Oskar Lange gibilerinin Polonya ve Macaristan’da yaptıkları tahribatı biliyoruz. Teorik mücadele ve sosyalist teori, sosyalizm tarihi içerisinde kendi “olmazsa olmaz”larını, bir anlamda ilkelerini döşeyerek yol alır. Demokrasi, diktatörlük, parti, planlama gibi olguların marksist teoride nasıl algılanabileceği, değerlendirileceği, işleneceği az çok kesinleşmiştir. Burada, sırf tahrik olsun diye belirtiyorum, tabular vardır…
Sosyalist teori, sosyalizm mücadelesini günlük dalgalanmalara kaşı korumakla ilgilidir.
Teorik bakabilmek yüzeysel olmamakla da ilgilidir. Bu yüzden gereklidir.
Başarı mutlaka “teori” ile olmaz; yalnızca teoriyle de olmaz! Ancak teori, insanların kendi kısıtlılıklarını aşabilmesinin çok önemli bir yoludur.
Kendi tarihimizde, pragmatizm; salt pragmatizmle varılabilecek yeri çok iyi gösteren Jöntürkler’in tıkanıklıkları büyük ölçüde sınıfsal kökenlerinden kaynaklanmaktadır. Ancak, bu sınıfsal kökeni aşan bireylerin çıkmaması bir teorisizliği ifade etmekte ve bu teorisizliğin bir sonucu olmaktadır.
Neden teori önemli? Nesnelliğe karşı güçlü olmak…
Sonra… Başarı mutlaka “teori” ile olmaz. Ancak sosyalistlerin teoriye verdikleri önemde, insan düşüncesinin ve kültürünün gelişmesine bayraktarlık etmek de vardır. Sosyalist mücadeleye döşenen her taş, taşıdığı teorik ve siyasal içeriği ile insanlığa bir katkıdır. Teori, sosyalistlerin öncü olduğu; olması gereken bir alandır.
Sonra, bilmek zevklerin en büyüğüdür!
Teori Ve Siyaset
Belki biraz da zevklerin en büyüğü olduğu için teori, bağrında habis bir ur taşır. Bu ur sürekli olarak uyuşturucu bir irin akıtmaktadır. Bu uru kendi kabuğuna hapsedecek tek güç ise siyasettir. Saffet Murat Tura, Anderson’un “Tarihsel Materyalizmin İzinde” adlı kitabına bir önsöz yazmış. Bu önsözde Althusser’e değinmiş. Pratiğin ertelenebilir bir şey olduğunu ileri sürerek Althusser’in siyasetsizliğini açıklamaya çalışmış. Yani, tamamen geçersiz ve yanlış bir tezi savunmaya çalışmış.
Pratiğin ertelendiği bir teorik konum ne doğrudur, ne de gelecekte kullanılabilir. Hiçbir teorisyen, hiçbir aydın ürettiği düşünsel yükü gereken saatte kullanmak üzere konserve kutularına yerleştirebilme şansına sahip değildir. Sorunun bu kadar basit olmadığını biliyorum. Sorun, pratiğin çok fazla bir şey vaadetmediği bir durumla da ilgili olabilir. Hatta kimi durumlarda “teorisizm” bir kurtuluş yolu olarak görülebilir.
Teorisizm, güncelliğin, yaşanan anın sağa itişine karşı bir güvencedir. Veya bir güvence olarak görülebilir. Güncelliğin etkisine karşı, daha önce de sözünü ettiğim bir “teorik” aşıdan yararlanılabilir. Teorisizm, bu aşının, tamamen uyuşturucu bir etki yapmasıdır. Teorik formasyon, mevcut nesnelliğin kısırlaştırıcı etkisine karşı bir mesafe koyma olanağı sağlarken, teorisizm bu mesafenin giderek artmasına neden olur. Sonuçta teori ile pratiğin birbirinden tamamen koptuğu görünür. İşte bu an, sözü edilen güncelliğin, nesnelliğin kısırlaştırıcı etkisinin kendisini en çok hissettirdiği andır. Teorisizm aydınları, bu yüzden belli bir zaman kesitinde en uzlaşmacı aydınlar olarak ortaya çıkarlar. Bunların serüvenleri daha sonra kitap haline getirilir. Örneğin AFA yayınları tarafından yayımlanır.
Böyle olur, çünkü, siyaset canlıdır. Siyaset hiç kimsenin teorisini rahat bırakmaz. Hiç kimsenin teorisinin bakir olarak kalmasına izin vermez. Çünkü, siyaset, sınıf mücadelesinin bir biçimidir. Sınıf mücadelesi ise, bir inceleme nesnesidir; ama daha çok bir pratiktir. Bu pratiğin barışık olmadığı bir teorik üretkenlik eninde sonunda ölüdür.
Özetle ve sonuç olarak, sosyalizm mücadelesinde teori, siyasal pratiğin içindedir. “Eğer diyalektik maddeci felsefe, teoride bilinçli bir savaş gücü ise, konumunu belirleyen sağlam asgari ilkeler üzerinde, savaşın kendini çağırdığı her yere gitmek ve oluşmak, yani bizzat savaş içinde oluşmak için yeterince hareketli olmalıdır.” 2
Nasıl Bir Teori
Siyaset içerisinde teori incelendiğinde, siyasal mücadelenin bir silahı olarak “teori”nin nasıl bir içeriğe sahip olması gerektiği sorusunu sormamız gerekiyor.
Sosyalist teori, hareket ve eylemin bilgisine yönelmelidir. Şu nedenle:
“Tabiatta, ne yüzeyde görünen sayısız zahiri tesadüflerin, ne de bütün bu tesadüfler içinde bir kanunun bulunduğunu gösteren nihai sonuçların hiçbiri, bilinçli bir şekilde istenmiş bir amaca göre meydana gelmez. Buna karşılık, toplum tarihinde temel faktörler aklını kullanarak ya da ihtirasla hareket eden ve belli amaçlar peşinden koşan bilinçli insanlardır. Erişilecek bir amaç, bilinçli bir niyet olmaksızın hiçbir şey meydana gelmez. Ama bu fark, özellikle tek tek ele alınan belirli devirlerin ve olayların tarihi bakımından incelenmesi için ne kadar önemli olursa olsun, tarihin akışının genel iç-kanunlara tabi olduğu olgusunu hiçbir şekilde değiştirmez. Çünkü burada da, tek tek ele alınan fertlerin tümü belirli amaçlar peşinden bilinçli bir şekilde gitmelerine rağmen, görünüşte genellikle gene tesadüf hüküm sürer ve güdülen amaç nadiren gerçekleşir. (…) Tarihin aldığı seyir ne olursa olsun, insanlar, her biri, bilinçli bir şekilde amaçlarının peşinden giderek, kendi tarihlerini kendileri yaparlar. Zaten tarih, çeşitli yönlerde hareket eden bu sayısız iradelerin ve bunların dış dünya üzerindeki çeşitli etkilerinin bileşkesidir.” 3
Sosyalist teori, tamamen sınıflar ve bunlar arası mücadeleler ile ilgilidir. Burada hareket esastır. Bu nedenle “hareket” ve “değişim” teorik çalışmanın temel konusudur. Hareket ve değişimin mantığını kavramaya yönelik olmayan ve hareket ile değişimi içermeyen bir teorik sistem, sosyalist mücadeleye yabancıdır.
Emek-değer teorisi, marksizmin soyutlama düzeyi açısından en gelişkin halkalarından bir tanesidir. Ancak bu halkanın bile, ölü ve durağan bir niteliğe mahkum olmaması için özel bir çaba gösterilmiştir. Engels’in 1881 yılında Labour Standard’a yazmış olduğu makalelerden bir bölümü, emek-değer yasasının kendisini ifade edişinin tamamen sınıf mücadelelerinin kurallarına uygun olduğunu, bu nedenle yasanın bir formül biçiminde değerlendirilmemesi gerektiğini anlatmaya ayrılmıştır.
Lenin’in de bütün teorik yaratıcılığı, bir başka deyişle teorik esprisi “hareket”e dayanmaktadır. Tekelci kapitalizme ilişkin olarak yaptığı bütün çalışmalarda kapitalist üretim ilişkileri, işçi sınıfının toplumsal durumu ve sosyalizm perspektifi iç içe geçmiştir. Emperyalizm teorilerinde bu yüzden Lenin, ilerleme ile gerilemenin bir arada nasıl varolabileceğini rahatlıkla gösterebilmiştir. Lenin’in emperyalizm teorilerinden sosyalizmin güncelliğini çıkartın… Mümkün değil, bunu beceremezsiniz. Lenin’in teorik çalışma tarzının bu özelliğinin kaynağında elbette önce kendisinin siyasal kimliği gelmektedir. Ancak, bu siyasal kimliğin yanı sıra, Lenin’de (ve doğal ki eserlerinde) tatmin olmaz bir kişilik bulmak mümkündür. Lenin’in istisnasız bütün çalışmaları açık uçludur. Yani, kapalı, bitmiş ve sınırları kalın çizilmiş tablolar bu çalışmalarda kesinlikle bulunmaz. Siyasetin olanaklı olduğu, kendisine yol açabildiği teorik kurgulardır bunlar.
Siyaset ve teorinin barışık olma hali başka türlü olamaz. Teorik çalışmada ileri doğru yeşeren küçük filizler vardır. Bu filizlerin büyüyüp serpilmesi, siyaset ile mümkündür. Sürekli olarak bu büyümeyi gözleyen, onu arzulayan birisi, ne kadar teorik olursa olsun teorisizm batağına düşmez.
Bu reel politiker bir tavırdır. Sosyalizm mücadelesinde teori önemliyse, bu, toplumların tarihsel dinamiklerindeki rasyonalitenin aranması zorunluluğundandır. Yoksa, gerçek olan her şeyin değil. Bu ikincisi Hegelciliktir. Bu anlamda, sosyalist teori, ilgi alanı ve çalışma nesnesini kendisi seçer; hiçbir zaman bir serseri mayın olmaz.
Teorinin kaynağı nedenselliktir. Sosyalizm mücadelesinde, yani toplumsal sınıflarla ilgili olan bir mücadelede nedensellik kendisini hiç bir zaman teorik olarak ifade edemez. Yani, teori, kendi kaynağını açığa vuramaz. Bu görevi, bizzat pratik, daha somutu, siyasal pratik yerine getirir. Bu siyasal pratiğin en etkili düşünsel arsenali de böylelikle “teori” değil, sosyalist ideoloji olmaktadır. Nedensellik, sosyalist ideolojinin vazgeçilemeyen fonksiyonları nedeniyle karşımıza fatalist bir tarihsel evrim çıkaramamaktadır.
Bu nedenle sosyalist teori, tek başına “somut durumun somut tahlili” ile yetinemez. Sosyalist teori, kendisinin ulaşamadığı bir siyasal pratiğe uzanan sosyalist ideolojiye hareket serbestliği tanıyabilecek dinamikleri içinde taşımak zorundadır. Teori ile pratiğin birliği, gündüz teorik harikalar yaratan birisinin gece afişlemeye çıkması ile değil, teorinin hareket ve değişiklik özelliklerini gerektiği ölçüde taşıması ile mümkündür. Tekrar olacak “somut durumun somut çözümlemesi” sosyalist teorinin bayrak yapacağı bir şey değildir. Sosyalist teori, “somut durumu” belli somutluklar dizisi içerisine oturtma ile ilgilidir.
Şu son söylediklerimizi birleştirirsek, sosyalist teorinin hangi alanlarda sağlıklı bir biçimde yol alabileceği üzerine sanırım bazı sonuçlara ulaşmamız mümkün olacak.
Birincisi, nedensellik denen şey olmasaydı, “teori” olmazdı. Teori, kesinlikle kültürel yanı da olan bir şey; insanların belli soyutlamalara gidebilmesi için, kesinlikle tekerrür gerekiyor. Ve bir dizi biriken olgu ve etken arasında bir takım nedensellikler bulunabiliyor. İşte, sosyalist teori, teorinin bu söz konusu varlık nedenine sahip çıkmak, onun üzerinde doğrulmak zorundadır. Bu anlamda, sınıf mücadelesindeki dizgesellikleri, siyasal pratiğin ve beraberinde ideolojik araçların önünü açıcı biçimde kavramak durumundayız. Burada,
- a) Teorinin nesnesi,
- b) Teorinin dili,
- c) Teorinin kullanım alanları çok büyük önem taşır.
Şimdi bir şeyden daha söz etmek gerekiyor. Her teorik yapı, bizim için sosyalizm, kendi anti-tezini dışlayacak, sızıntıları engelleyecek bir örgüyü de oluşturmak ister. Bu, teorinin ideolojisidir. Gramsci, birkaç yazısında teorik mücadelenin düşmanın zayıf deği,l güçlü noktalarına yöneltilerek yapılması gerektiğini belirtmektedir. Kesinlikle katılmıyorum. Teori, mücadelesini bir ölçüde ideolojik olarak verir. Bu mücadelenin de bütünüyle siyaset pratiğinden ayrı olması mümkün olmadığı gibi, kendi silahlarını seçmesi ve kendi gediklerini gerektiğinde gizlemesi, koruması gerekmektedir.
Somut bir örnekle devam edelim. Artık gelenek olmuştur. Nasıl orta öğrenimdeki her edebiyat kitabında Nazım Hikmet “makinalaşmak” şiiriyle tanıtılıyorsa, marksizm de istisnasız bütün sosyoloji kitaplarında “kapitalizmin çökeceğine ilişkin kehanetlerinin gerçekleşmeyen bir model” olarak gösteriliyor.
“Kapitalizmin çökeceği” (veya çürüdüğü), “ideolojik” mi yoksa “teorik” bir yargı mıdır? Kapitalizmin devrimci bunalımı besleyen iç çelişkilerinde teorik bir süreklilik vardır. Bu kesin. Ancak, “kapitalizmin çökeceği” yargısı, tek başına bu teorik sürekliliğin bir sonucu değildir. Bu yargı, aynı zamanda yeni bir toplumsal sistem için mücadele etme çağrısını da yapmaktadır. Örnekler çoğaltılabilir, ancak değişen bir şey olmaz: Sosyalist mücadelenin her teorik ürünü aynı zamanda bir propaganda aracıdır.
Teorik Yaratıcılık – Teorik Eğitim
İlk önce, daha önce yazdıklarımdan çıkması gereken bir sonucu sunarak söze başlamak istiyorum. Sosyalizm, burjuvazi ile, siyaset arenasını bir kenara bırakalım, teori cephesinde değil, ideolojik kavga içerisinde hesaplaşacaktır; hesaplaşıyor. Bu anlamda, sosyalist teori burjuvazinin teorik hazinesi ile komperatif bir mücadele içerisine girmeyecektir.
Yalnızca bu durum bile, teorik yaratıcılık ve eğitimin sınırlarının çizilmesinde ne gibi kıstaslara sahip olunduğunu göstermeye yetmektedir.
Yine istisna yok, bütün devrimci örgütlerde her şey “eğitim” ile başlar. Bunun nedeni nedir? Yalnızca hareket etmeden önce düşünmek ve bilmek gereksinimi mi? Öyle olduğunu sanmamak gerekiyor. Hayata karşı entellektüel donanım bir bireysel ihtiyaç olmaktan çıkıp, kollektif bir “tutku” haline de gelmektedir. Bunun yararları büyüktür. Benim burada üzerinde durmak istediğim, teorik çalışmanın bu özelliğinin ortaya çıkarabileceği bir tehlike ile ilgili.
Teorik üretkenlik, eninde sonunda otodidaktik bazı özellikler taşır. Bırakalım, sürekli olarak kendi anti-tezini dışlama eğilimini (ki bunu az önce bir olumluluk olarak değerlendirmiştim), kendisine hep ayrı bir dünya kurma eğilimindedir. Teorik çalışmada zaman boyutu geri plana düşer. İnsanlığın tüm düşünsel birikimi ile her an karşılaşma olanağı vardır. Bu anlamda bir teorisyen, toplumun ve eylemin sorunlarının yanı sıra kendi sorunlarını da sürekli olarak yaratır. Bu bir tehlikedir. Teorik üretkenlik öznel, hatta egosantrik yaklaşımlarla sonuçlanabilir.
Bu anlamda, teorik üretkenlik özgür bırakılmamalıdır. Siyasal perspektife tabi kılınmalıdır. Bu nasıl mümkün olabilir?
Teorik çalışma, zaten merkezkaç bir özelliğe sahiptir. Başından beri söz ettim, nesnelliğin hep uzağında durur. Bu nedenle, teorik çalışma, seçilen konu, terminoloji ve hitap alanı ile kesinlikle siyasal, hem de güncel siyasal pratiğe bağlanmalıdır. Bütünüyle bağlanamaz; ama bağlanma çabası kesinlikle gereklidir. Bu aynı zamanda teorinin kendi kendisini yeniden üretmesi için de gereklidir.
Üretilmemesinin, teorik yaratıcılık ile siyasal perspektifin aynı doğrultuya getirilmemesinin acı sonuçları olacaktır. Burada ,çok üzücü ya da utandırıcı bir örneği hatırlatmak istiyorum.
Uzun yıllar Türkiye’de CHP’ciliğe karşı mücadele etmiş kişiler, aydınlardan bir bölümü, sahip oldukları teorik çerçeveyi güncele taşımakta beceriksiz davranarak ara seçimlerde SHP’yi desteklemek için çağrı yaptılar. Bu nereden kaynaklanmıştı? Başka faktörler bir yana, kurulan teorik model kendinde bir teori olmuştu. Yan,i teori bir yana pratik hesaplar bir yana… Bir anlamda teorinin intikamı oluyordu bu… Yeterince güncelleştirilemeyen bir teorik modelin intikamı.
Bu tür açmazlara düşmemek için, teorik çalışmanın, bir başka deyişle eğitimin ilk dersi, “teori ve siyasetin” ve “teori ve pratiğin” organik bağları üzerine olmalıdır.
Burada hemen bir soluk, alıpteorinin siyasete bağlanması sırasında “sağ”a kayışı nasıl engelleyebileceğimizi düşünmemiz gerekir.
Tarih “sol”dur; güncellik sağ…
Teorik çalışma, “an”ı “bütün”e güncelliği tarihe bağlama mücadelesidir. Teorik bakabilme bu anlamda özgürlükleri törpülemeyi içerir. Teorik çalışma, gene deminki örneğe dönüyorum, Ecevit ile İnönü arasındaki ayrımları törpülemeyi içerir. Bir anlamda güncelleşen teori, güncelliğe teorik olarak müdahale eder.
Bu yüzden güçler dengesinin değerlendirilişi teorik çalışmada ön plana çıkarılmamalıdır. Ön plana çıkacak olan güçler dengesinin dönüştürülmesidir. Bu durumda Althusser yanılıyor. Her militan mutlaka “Kapital”i okumak zorunda değildir. Ama Ne Yapmalı her halde okunmalıdır.
Birinin yaratacağı eksiklik daha fazladır…